Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Tarih

Osmanlıda Gümrük Politikası

Osmanlıda gümrük vergisi,Osmanlıda gümrük geliri ne demek,Osmanlıda gümrük emini,Osmanlıda gümrük nedir,Osmanlıda Gümrük Politikası,İltizam sistemi ortaya çıktıktan sonra zaman zaman gümrüklerinde iltizama verildiği görülür.

Yinede devlet hazinesine ait bir gelir kaynağı olma özelliği değişmemiştir.

Gümrük vergileri denildiğinde hem Osmanlı Devleti’nden yabancı devletlere ihraç edilen veya yabancı devletlerden ithal edilen mal ve eşyalar üzerinden alınan vergiler hem de Osmanlı Devleti’nin bir iskelesinden başka bir iskelesine deniz yoluyla veya bir şehir veya kasabasına diğerine karayoluyla nakledilen mallardan alınan vergiler akla gelir.

Böylece hem dış ticaret, hem de iç ticaret vergiye tabi oluyordu.

bu sebeple Osmanlı’da gümrük politikası iç ve dış gümrükler olmak üzere ikiye ayrılırdı.

Osmanlıda İç Gümrükler

İç gümrüklerde alınan vergileri âmediye, reftiye, masdariye ve mururiye olarak dört kısımda incelemek kâbildir: Âmediye, bir yerden bir yere taşınan yani gümrük yerine gelen mallardan; reftiye, bir memlekete taşınıpta orada tüketilmeyerek başka bir yere gönderilen yani gümrükten çıkan mallardan; masdariye, nakledilen yerde tüketilen ithal malı emtiadan; mururiye, dışardan Osmanlı ülkesine gelipte sarfedilmeden re-export amacıyla yabancı ülkelere gönderilen mallardan alınan transit vergisidir.

Buna bac-ı ubûr (geçiş resmi) da denmiştir.

Âmediye %3-5; reftiye % 1-3; masdariye %1-1,5  civarındaydı. Gümrük vergisi bir malın nakliyle ilgilidir.

Yani bir yerde üretilip orada tüketilen bir maldan bu tür vergi alınması söz konusu değildi.

Gümrükler deniz ve kara gümrükleri olarak ikiye ayrılırdı.

İstanbul, İzmir, Antalya, Selanik, Beyrut, Trabzon, Kefe gibi merkezler, sadece dış ticaret değil, deniz taşımacılığının daha ucuz ve bazı hallerde kolay oluşu nedeniyle iç ticaret içinde önemli limanlardı.

bu sebeple aynı zamanda önemli birer gümrük merkezleriydiler.

Kara yoluyla yapılan ticarette de gümrük resmi alınması kara gümrüklerinin kurulmasını gerektirmişti: Bursa, Erzurum, Tokat, Diyarbekir, Bağdat, Şam, Halep, Edirne, Belgrad gibi büyük şehirlerden başka küçük yerlerdede gümrükler vardı.

Vergisini ödeyerek bu gümrüklerden birinden geçen mallar için sahiplerinin eline “edâ tezkiresi” verilir; böylece başka bir gümrüğe geldiğinde aynı mal için tekrar gümrük vergisi ödenmezdi.

Milli devletlerin doğuşundan sonra Avrupa’da XIX. Yüzyılın ortalarında kaldırılan iç gümrükler 1900’lere kadar Osmanlı devlet hazinesinin önemli gelir kaynaklarından birisiydi.

Başlarda büyük şehirlerde alınan iç gümrük,son yıllarda gümrük merkezi haline getirilmiş olan şehir ve kasabalarda alınmakta olan iç gümrük 1843’te kaldırılmıştır.

Yine 1840’larda kurulmakta olan yeni fabrikaların  hammadde ve mamullerinden alınmakta olan iç gümrükler ya kaldırılmış yada hafifletilmiştir.

Yerli sanayii korumak için tanınan gümrük muafiyetleri giderek yaygınlaştırılarak 1874’te karayolu ile yapılan ticaretin tümü için iç gümrük kaldırılmıştır.

Deniz yollarında ise yerli ve yabancı malları ayırt etme güçlüğü yüzünden iç gümrükler çeyrek yüzyıl daha yaşamış ve 1900’de , savunma harcamalarına katkıda bulunmak üzere, %2’ye indirilmiş ve 1910’da tamamen kaldırılmıştır.

Osmanlıda Dış Gümrükler

Bu tür vergilerin konmasında Osmanlı Devleti’nin ahidname-i hümayun adı altında yabancı devletlere verdiği ticari imtiyazlar bir başka ifade ile kapitülasyonlar önemlidir.

Dış ticarette kapitülasyon sistemi Osmanlılardan önce kurulmuştur.

Bir çok ilk, orta, ve yeniçağ devleti ticareti geliştirmek için bu yöntemi kullanmıştır.

Anadolu Selçukluları, Beylikler, Memlukler, Bizans, İngiltere vb. hep dış ticaret serbestliğini sağlamak için bu yöntemi izlemişlerdir.

Orhan Gazi’den (1326-1360) itibaren Osmanlı Beyliği’de bu sistemi benimsemiştir.

II. Mehmed, İstanbul’un fethinde yakınlık gösteren Cenevizlilere ahidname verdi.

II. Beyazid ve I. Selim bu ahidnameyi yenilediler.

Yine II. Mehmed’in Venediklilere verdiği imtiyaz önemli imtiyazlardandı. Daha sonra, önce Memluklar tarafından Fransa’ya verilen imtiyazı I. Selim 1516’da , I Süleyman 1528’de onaylamışlardı. Fransa’ya verilen bu imtiyaz

Osmanlı Sultanları II. Selim , III. Murad, I. Ahmed, IV. Murad ve İbrahim zamanlarında yenilenmiş, IV. Mehmed zamanında, 1669’ da genişletilmiştir.

Benzer ahidnameler zamanla Dubrovnik , İngiltere, Danimarka , Prusya, ve Belçika’ya da verilmiştir.

Bu sistemin esasları şunlardır:

1. Osmanlı Devleti imtiyazın verildiği ülkenin tüccarlarının kendi topraklarına serbestçe gelip gitmelerine ve ticaret yapmalarına müsaade eder.

2. Tüccarların can ve mal güvenlikleri sağlanır.

3. Ölümleri halinde mirasları ülkelerinde varislerine intikal eder.

4. Aralarındaki anlaşmazlıklar kendi hukuklarına göre halledilir. Yerli tüccarlara anlaşmazlıklarında ise Osmanlı Mahkemeleri yetkilidir.

5. Başkalarının borçlarından dolayı takibata uğramazlar.

6. Mallarını istedikleri yerde satarlar.

7. Mal getirip götürdüklerinde genellikle %2-5 gümrük vergisi ödeyip başka vergi ödemezler.

8. Getirdikleri para vergiye tabi değildir.

Osmanlı ilk devirlerinde dış ticarette alınan gümrük vergileri oldukça düşüktü.

Fatih Sultan Mehmed zamanına kadar harici gümrük vergi oranı % 2 idi.

Bu devirde önce % 4, sonra da % 5’e yükseltilmiş ve bütün XIV. Yy boyunca da bu oran devam etmişti.

Osmanlılar, kapitülasyon politikası ile mali ve siyasi amaçlar güdüyorlardı.

Mali amaç : transit ve dış ticaretten gümrük vergileri olarak hazineye katkı sağlamak, bunun yanında ticareti mümkün olduğu kadar Akdeniz havzasında tutmaya çalışmaktı.

Siyasi amaç ise Osmanlıların kendi çıkarları için Batılı devletlere imtiyazlar vererek bunları birbirine karşı kullanmaktı.

Ancak kapitülasyonlar devlet zayıflayınca aleyhe işlemeye başlamıştı.

Batılılar Osmanlı ülkesini hammadde alım ve mamul madde sürüm sahası olmasını sağlayıcı politikalar izlemişlerdir.

III. Selim kapitülasyonların gerçek anlamıyla uygulanması yolunda mücadele etmiş fakat sonuç alamamıştır.

Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlardan kurtulmak için Paris Konferansı (1856) sırasında yaptığı teşebbüs başarısız olmuş İttihat ve Terakki yönetimi de I. Dünya Savaşı’na girerken (1914) ikinci bir adım attı ancak savaşın yenilgi ile sonuçlanması bu teşebbüsün başarısız olmasına sebep oldu.

Kapitülasyonlar ancak Lozan Antlaşması (1923) ile kaldırılmıştır.

Bir yanıt yazın