Ali Kemal Bey Kimdir,Hayatı | Biyografi |
Ali kemal bey nasıl öldü,Ali kemal bey nereli,Dahiliye nazırı ali kemal bey,Ali kemal bey osmanlı,Ali Kemal Bey Biyografi,Ali Kemal Bey Kimdir,(1867-1922)-Dahiliye Nâzırı, Maarif Nâzın, gazeteci ve yazar.
Ali Kemal Bey Hayatı
İstanbul’da doğdu.
Asıl adı Ali Rıza’dır.
Balmumcu esnafı kâhyası Çankırılı Hacı Ahmed Efendi’nin oğludur.
Liseyi bitirip Mülkiye mektebi son sınıfında iken 1886 yılında Avrupa’ya gitti.
1886-1889 yılları arasında Paris’te ve Cenevre’de tarih ve edebiyat derslerini takip etti.
1889 yılında Mülkiye imtihanını vermek ve babasının mirasını almak için İstanbul’a döndü.
Siyasî faaliyetleri yüzünden döner dönmez Halep’e sürüldü.
1889-1894 yılları arasında Halep İdâdîsinde Fransızca ve Edebiyat öğretmenliği yaptı.
1894 yılında Halep’ten Paris’e kaçtı. II. Abdülhamid tarafından Brüksel elçiliği ikinci kâtipliğine tayin edildi.
Bir ara Mısır’da Hidivlerin çiftliklerinin kâhyalığını yaptı.
1908 yılına kadar kaldığı Avrupa’dan İkdam gazetesine “Akademik Mektuplar” adlı makalelerini gönderdi.
1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine İstanbul’a döndü.
Hürriyet ve İtilâf Partisi’ne girerek İttihad ve Terakki Partisi’ne muhalefette bulundu.
İkdam gazetesinde yazılar yazdı.
I. Dünya Savaşı günlerinde İsviçre’de kaldı.
1918 yılında İstanbul’a dönerek “Peyâm” adlı siyasî ve günlük bir gazete çıkardı.
1919 yılında 2,5 ay kadar Maarif, bir süre de Dahiliye Nâzırlığı yaptı.
Gazetesi “Peyâm-ı Edebî” Mihran Efendi’nin “Sabah” gazetesi ile birleşince “Peyâm Sabah ” adları ile yayımına devam etmiştir.
“Peyam Sabah’ın sorumlu müdürü ve başyazan yoktu.
Mütareke yıllarında gazetede 3 yıl Millî Mücâdele aleyhinde yazılar yazarak adını lekeledi.
Millî Mücâdele’nin zaferle sonuçlandığı günlerde Millî Emniyet memurları tarafından İzmit’e kaçırıldı.
İzmit’te Muhittin Paşa tarafından sorguya çekildi.
Ankara’ya gönderilirken yolda İzmit halkı tarafından linç edildi. Mezarı İstinye’deki mezarlıktadır.
Yahya Kemal Beyatlı, Ali Kemal’in yakın arkadaşıydı.
Onunla Paris’te tanışmış, bu yakınlıkları Ali Kemal’in İzmit’e linç edildiği günlere kadar sürmüştü.
Çok iyi anlaşırlardı; aralarındaki tek görüş ayrılığı milliyetçilik konusuydu.
Ali Kemal, Yahya Kemal’in Mustafa Kemal Paşa’ya inanmış olmasına bir türlü anlam veremezdi.
Rûşen Eşref’in bir cümlesinde belirttiği gibi, “Millî Mücâdele ‘nin fikriyatım yapan” Yahya Kemal’e de bir yazısında takılmış ve onun hareketlerini iğneleyen yazılar da yazmıştı.
Bir yazısında, Yahya Kemal’den:
“Kuvâ-yı Millîye şâir-i müstemendi, üstâde-ı rah-ı ser-bülend’i ve Mustafa Kemal’in, Yakup Kadri ile beraber, en samimî, en ucuz pereştişkân hazret-i Yahya!.. ” gibi alaylı bir dille bahsetmiştir.
İşte, Ali Kemal’le dost ve muhalif olarak yıllarca beraber bulunan Yahya Kemal, hazin bir gaflet ve ihânet içinde kendisine yabancılaşan Ali Kemal’i ve onun acıklı mâcerasını özetle şöyle anlatır:
“Ali Kemal’in Avrupalı’yı andıran üç taraf, vardı: Bünyesi, şehveti ve münakaşa gazeteciliği.
Bu üç taraftan başka, Ali Kemal, tam bir Şarklıydı.
O kadar Şarklıydı ki, Avrupa’nın ilmini, felsefesini, şiirini, sanatını bir türlü anlamamıştı.
Fransızca’yı bilmez, güç ve kötü söyler, hele pek acemice yazardı. ilk karısı İngiliz olduğu halde ve İngilizliğe pek meyletmişken, İngilizce’yi öğrenememişti.
En iyi ve kuvvetli bildiği şey, konuştuğumuz ve yazdığımız Türkçe idi.
Konuştuğumuz yazdığımız Türkçe’yi çok iyi bilirdi.
Ömrünün son senelerinde Türkçe bir lügat yazıyordu.
Bu lûgatta kullandığımız her kelimeyi eski şiirden ve halk lehçesinden misâllerle gösteriyordu.
Eski şiirimizle olan alâkası lisan dolayısiyle idi.
Bunun için de Muallim Nâcî’yi Türk şiirinin son peygamberi gibi görürdü.
Türkçeyi eski İstanbul lehçesiyle çok iyi söylerdi.
Çok tatlı ve sevimli bir sesi vardı. Çok güzel gülerdi.
Çok müsellem bir hakikat olan Ali Kemâl’in kendine hâs bir üslûbu vardı.
Denilebilir ki, hiçbir Türk muharriri onun kadar üslûp hususiyeti göstermemiştir.
Kolay, çabuk, bol sürekli ve tashihsiz yazardı.
Kavgalı, dağdağalı, buhranlı bir matbaa hayatı ortasında, baş makale. tarihî makale, kitap faslı, mücadele fıkrası hâsılı bu kabilden dört beş yazıyı birkaç saat içinde akarı verirdi.
Kalemi garib bir tarzda, iki parmağın varmaksızın, hafif tutar ve kâğıda fazla basmaksızın, cümleler üzerinde tevakkuf etmeksizin, cümlede gelişi güzel nahiv kıvraklıkları yapardı.
Ali Kemal’e bir gün Hüseyin Cahid’in bir makalesini uzattım; eline alır almaz: “Hah hah hah ilk cümlesinde Türkçe hatâsı var: Bahse girmezden önce… diyor, iyi ki: Bahse girerden önce… dememiş, bahse girmeden önce… demek lâzım, buradaki “girme” hafif masdardır, muzâri değildir!” dedi.
Namık Kemal de, Cevdet Paşa da, Ziya Paşa da Türkçe yanlışları görürdü; hattâ Muallim Naci’nin bile bir iki yanlışı olduğunu naklederdi.
İstanbul’un yarattığı “sünepe, zibidi, dütturu Leylâ” gibi sıfatları çok kullamrdı; ikdam sahibi Cevdet Bey’e: “İlâhî Cevdet Bey, İlâhîlerle güvey giresin…” hitabıyla âdetâ söyler gibi yazı yazardı.
Ali Kemal kitap adamıydı.
Okumayı sever. Türkçe ve Fransızca’da dâimâ okurdu.
Kayınpederi Zeki Paşa’nın vefâtından sonra Harb-i Umûmî senelerinde, kitap devşirmek merakını edinmiş, devamlı olarak çarşıya; Sahhaflara devam ezmiş, el yazması, eski cilt, nâdir nüsha, nefis hat”.lar mübtelâsı olmuş, nihayet zengin bir koleksiyon vücûda getirmişti.
Karısına ve oğluna bıraktığı yegâne miras da bu oldu.
Ali Kemal, kazana severdi.
Borsaya alâkadardı.
Esrârengiz kazanç işleriyle uğraşan adamlar tanırdı.
Yalmz gözü büyük parada idi.
Mısır’da talihin şevkiyle bir defa nasılsa kazanmış olduğu parama tadı damağındaydı.
O tecrübesinden ben borsaya vukûfu vardı İstanbul’da gazeteclik ederken bir taraftan da iş kollardı.
Denilebilir ki para teklifleri karşısında zayıftı.
Paris’de ve İstanbul’da, maişet darlığı içinde, za’fına delâlet eder bir iki vak’asına şâhid olmuştuk.
Ferid Paşa Hukûmeti’nden “Peyâm-Sabah”a tahsisat aldığı ise, Ferid Paşa ile bir aralık giriştiği kavga sırasında meydana çıkmıştı.
Uğradığı âkıbetten sonra karısına hiçbir para bırakmadığı, aile işlerini iyi bilenlerce söylenir.
Bâbıâlî vak ‘ası olduğu gece Ali Kemal Tokatlıyan’da tevkif edildi, diğer itilâfçı ve muhâliflerle berâber, Bekirağa Bölüğü’ne götürüldü; hattâ Rıza Nur’la berâber Bekirağa Bölüğünün bodrum katına tıkıldı.
İttihad ve Terakki, Bâbıâlîvak’asıyla kabahatli bir mevkide bulunduğunu hissettiği için mülayim davrandı.
Çok kısa bir mevkûfiyetten sonra, muhaliflerini okşadı, tahliye etti, yumuşatmaya çalıştı.
Bu aralık komitacı siyâsetini siyâsetini idâre eden İstanbul muhafızı Cemal Bey, Ali Kemal’le birkaç defa husûsi görüştü.
Ali Kemal’in eniştesi, Mahmud Şevket Paşa’nın sâbık yâveri, Hüseyin Kadri Bey bu itilâf mülakatlarında araya girdi.
Cemal Bey, Ali Kemal’i, tahsîsât-ı mestureden bir mikdar harçlık vererek, İstanbul’dan bir müddet uzaklaştırdı ve Viyana ‘ya gönderdi.
Ali Kemal’in Millî Mücâdele sırasındaki durumunu da tenkit eden Yahya Kemal Beyatlı, onun Anadolu harekâtının sonuna doğru ağız değiştirdiğini, fakat artık iş işten geçtiğini belirtiyor.
Ve tutuklanışını ve İzmit’te öldürülüşünü şöyle anlatıyor: (Yahya Kemal, İsmet Paşa ve murahhas heyeti ile Lozan’a gitmektedir.)
“Ali Kemal’in bir gün evvel İstanbul’da tevkif edildiğini ve bir motörle Anadolu’ya doğru sevkedildiğini haber verdiler.
Tren, İzmit’e doğru ilerledikçe Ali Kemal’in tevkifi ve şevki havâdisi her istasyonda daha ziyâde büyüyordu.
Bir istasyonda da İzmit’e getirildiğini işittik.
Tren İzmit’de durduğu zaman istikbalimize çıkan Nureddin Paşa’nın etrâfındakiler, “Artin Kemal tepelendi!” diye bağırıyorlardı.
Bu kalabalık âdetâ kırmızı bir rü’yânın heyecânı içinde görünüyordu.
Nureddin Paşa, başında güzel bir kalpak, sırtında şık bir gabardin palto, sakalı taranmış, guleryüzlü olarak İsmet Paşa’nın elini sıktı.
Diğer murahhaslar ve bütün hey’et-i murahhasa azâsiyle berâber önce Ali Kemal’in cesedini görmeğe, ondan sonra belediye dâiresinde verilecek ziyafete dâvet etti.
Hepimiz, Fransız mümessili Colonel Mauguin de ilk safda, programa tâbi olarak yürüdük.
Birkaç adım ötede, köprü üstünde, Ali Kemal’in cesedi, toplu iğnelerle bir çarşafa sarılmış, önünde bir mukavva parçasına: “Hain i din a vatan artin Kemal” yazılmış duruyordu.
Cesedin çehresi bir mengene ortasında gibi sıkışmış, birdenbire tanınmaz bir şekildeydi; sol ayağındaki çorap yeni çekilmiş olduğu için, ayak bembeyazdı, bir tarafından biraz kan sızıyordu.
Cesedin epey müddet tozda süründüğü anlaşılıyordu.
Nureddin Paşa cesedin karşısında ferahlı ve mağrur bir tavırla halka nasihat kabilinden: “İşte din ıı milletimize ihanet edenlerin cezası budur…” ve daha birçok şeyler söylüyordu.
İsmet Paşa ise cesede mütekallis bir yüzle bakıyordu.
Garp Cephesi Kumandanı’nın bu manzara karşısında nâzik ve mütehassis bir rûhu olduğuna dikkat ediliyordu.
Bu tesirli manzaradan sâkitâne ayrılarak belediye dâiresinde hey’et-i murahhasa şerefine keşide edilen ziyâfete gittik.
Dâire, asker ve sivil halkın her tabakasıyla dolu idi« Orada tesadüf ettiğimiz tanıdık gençler Ali Kemal’in nasıl getirildiğini, Nureddin Paşa’nın karşısına nasıl çıkarıldığını, nasıl isticvâb edildiğini, sonra saraydan sokağa çıkarken nasıl taşla tepelendiğini türlü türlü teferruatla naklediyorlardı.
Sofraya oturduğumuz zaman, halk arkamızda ayakta duruyordu Fransız inkılâbının 90 senesindeki halk hükümeti manzaralarından biri içinde bulunuyorduk.
Nureddin Paşa vak ‘ayı kendi anlatmağa başladı. dediki: “Motörle İzmit’e çıkarıldıktan sonra, sarayda karşıma getirttim.
İhtiramkâr bir halde duruyordu Sizin bu vatanı kurtaranlarla ne alıp vereremeyeceğimiz var dedim.
Benim siyası bir idi hâdım vardı, yanılmışım, lâkin orduya heyet-i askeriyye hürmetim ve itimâdım vardır, onların adâletinden eminim, dedi.
Size ihanetinizi icra edebilmek için, Cenâb-ı Hak ilim ve irfan da vermiş, dedim, bakdım ki maşallah epeyce de celâdeti var; bunun üzerine sözün mecrasını değiştirdim: Artin Kemal’i tarar mısınız? dedim.
Birdenberi sarardı, boğuk bir sesle, hayır, dedi; Artin Kemal’i bütün âlenı-i İslam (anır.’ Sizin hakkınızda Büyük Millet Meclisi nin gıyabı bir hüknü vardı.
Bu hükmü. vi cahen (efhun etmek için sizi getirttim.
Karsımdan çıktı Kapıdan çıkarken halk hııcıım etmiş. tasla tepelemiş, cezasını vermiş: pencereden baktım, ayağına bir ip takmış soruyorlar.
Men etmek için bir iki zabit gönderdim.
Zabitleri de taşlamışlar, nihayet kalkın elinden alarak, sehpada teşhir olunmak üzre astırdım. ”
Zabitleri de taşlamışlar, sözü üzerine, İsmet Paşa, General Mauguin’e: Halk zabitleri de taşa tutmuş, dedi.
Lâkin mızrak çuvala sığar kabilinden değildi.
Çok devletçi olan İsmet Paşa, bu dikkatiyle ancak hükümetin vak’a haklımdaki görüşünü ihsas etmiş oluyordu.
Vâkıâ, o sofrada hazır bulunan üç vekil ve birçok mebuslar bu linç vak’asım tasvip etmiyor, hattâ içlerinden Nureddin Paşa’yı takbih ediyorlardı.
Daha doğrusu Nureddin Paşa’nın bu hareketinde tebellür etmeğe başlayan mülkiye ve adliye teşkilâtımıza bir miidâhele görüyorlardı; Nureddin Paşa’nın Ankara üzerinde şahsî bir tesir hâsıl etmek siyâsetini de seziyorlardı.
Yalnız mevki müşkildi.
Ali Kemal’in ihâneti hakkında bütün milletin ittifakı, bir nevi icmâ-ı ümmet vardı.
Muzafferriyetin meşru tedbirleri de henüz taze idi.
Askerlikle hiikûmet-i mülkiye’nin meşru tedbirleri birçok mıntakalarda henüz ayrılmamıştı.
İzmit ise o günlerde İstanbul’a hücüm edecek ordunun merkeziydi.
Halk, muzafferiyyetin neşvesi içinde bütün bu noktaları farketmiyordu.
Bütün bu düşüncelerin şevkiyle oradaki hükümet mümessilleri bir müşâhit vaziyetinde susuyorlardı.
Lâkin yemek esnâsında Nureddin Paşa bahse devâm ederek: “İnşallah yakında Vahîdeddin’i de getirip cezasını vereceğim!” derken, ikinci murahhas Rıza Nur Bey’in sabrı tükendi; önüne bakarak, lâkin Nureddin Paşa’ya hitaben: “Onu inebolu’dan yola çıkaracağız, çünki Ankara’ya gelip mahkeme karşısında hesap vermesi lâzımdır” dedi.
Nureddin Paşa, bu nâgehânî mütâlâa karşısında, mütehayyir ve müteessir bir sesle: “Ya Demek ki biz kattâ-i tarik olduk!” dedi ve Ankara’ya bir taş atarak: “Ali Kemal’i bıraksaydık şüphesiz ki Fethi Beyefendi orada kurtarırdıI” cümlesiyle fikrini itmâm etti.
Rıza Nur Bey daha cerbezeli bir sesle: “Paşa Hazretleri Hükümet, bu hâin sürüsünün tevkifi için İstanbul zâbıtasına emir vermiştir, hepsi tutulup Ankara’ya gönderilmelidirler” deyince.
Nurettin Paşa, hükümet zihniyetinin bu tecellisi karşısında “Hükümet ne zaman emir vermiş Ben Ali Kemal’i onyedi günden beri kendi adamlarımla tevkif etmeğe çalıştım” dedi ise de Rıza Nur Bey: “Ben Hükümet emir vermiştir, diyorum. biz Hey’et-i Vakile’deniz”cümlesini fırlattı.
Nureddin Paşa, bir müddet bâriz bir teessürle sustu.
Lâkin Ankara mebusu Beypazarlı Hilmi Bey, sükûtu bozarak: Canım pek iyi olmuş.
Böylelerinin olusu dirisinden az kokar dedi. Hilmi Bey’in asıl bahse taallûk etmeyen bu mütâlâası üzerine Nureddin Paşa.
Hilmi Bey’e dönerek: “Huy Allah sizden râzı olsun!” dedi.
Yemeği bitirdikten sonra, vagonda yatmağa gittik.
Karanlık basmıştı.
Köprünün yanından geçerken Ali Kemal’in cesedini bir daha görduk.
Etrafında tek tuk birkaç seyirci kalmıştı.
Birisi iyi görebilmek için yüzüne bir kibrit çakmış bakıyordu.
Butun cidal esnasında ıztırarları hissettikçe: “Melunu Köprübaşı ‘na asmalı!” demiştik.
Akıbet kendisini bir köprü başında asılmış gördük.
Milletlerin intikamı, ferdlerin gelip geçici hassasiyetlerine uymuyor.
Ali Kemal kurtulup Avrupa’ya gitseydi, bir müddet susar, sonra yine şahlanır, gazete çıkararak cidâline bir
daha başlardı.
Buna şüphe yoktu. ”
Millî Mücâdele aleyhinde yazdığı yazılardan bazı örnekler: 4 Mayıs 1922 tarihli Peyam-Sabah gazetesinde: “Ankara,Ankara, Ankara…
Bu goygoycuların bu derece şevk ve cezbe ile göklere çıkardıktan Ankara hükümetinin üç senedir dahilî hârici hangi ikbâlimize, hayrımıza sebep olduğunu bilsek biz de onlara hak vereceğiz.
Fakat bildiğimiz, tıpkı uğursuz selefleri gibi bunların da memleketi tam bir çöküntüye, bozguna sürüklemeleridir. ” diyordu.
29 Haziran 1922 tarihli Peyâm-Sabah gazetesinde: “Yanılıyorsunuz, bin defa, yüz bin defa yanılıyorsunuz ve yanlış yoldan gidiyorsunuz.
Sizler bir serâbı, bir hakikat sanıyorsunuz.
Şu sıralarda bozan devletçe hayatımızda inkişaf eden küçücük gelişmeler, sizin görünüşünüzün ve kudretinizin mahsulü değildir.
Büyük devletlerin şark siyasetlerindeki muhtelif sebeplerin az-çok ve geçici cilveleridir.
Bunlara ne için yarasalar gibi göz yumuyoruz” diyecek kadar alçalmıştı.
5 Temuz 1922 tarihli Peyâm-Sabah’ta Millî Mücadele’de çarpışanlara “Şarlatanlar” diyen Ali Kemal, büyük zaferden sonra gazetesinde ne yazacağını şaşırmıştı.
9 Eylül günü “Türk ‘ün Bayramı” adlı makale yazmış, “Muhalif ve muvakıf bütün Türklerin gayesi bir idi” demeğe başladı.
11 Eylül 1922 günü gazete “Sabah” adıyla çıktığı zaman gazetenin sahibi Mihran Efendi gazetede Ali Kemal’i Sabah’tan uzaklaştırdığını yazıyordu.
Ali Kemal Bey Eserleri
1- Sorbon Darülfünûnu’nda Edebiyat-ı Hakikîyye Dersleri İkdam’ın Paris Muharriri takma adıyla 1900,1912)
2- İki Hemşire 1899
3- Paris Musahabeleri (3 cilt I. 1899, 1913; II. ve III. c. 1899
4-Mesele-yi Şarkiyye Methal (1900)
5-Yıldız Hâtırat-ı Elimesi (Hikâye, 1910)
6-Cevabımız (2. bs. 1911)
7-Bir Safha-ı Şebab (İki Hemşire ve Çölde Bir Sergüzeşt’in birlikte 2. baskıları 1913)
8-Bir Safha-ı Tarih (1913)
9-Çölde bir Sergüzeşt (1913)
10-Fetret (Makaleler I. Kitap 1913)
11-Rical-i İhtilâl: Condorcet Saint-Just. Danton, Roberspierre (1913)
12-İlm-i Ahlâk (İlkokullar için ders kitabı, 1914)
13-Raşid Müverrih mi, Şair mi? (1917)
14-Tarih-i Siyasî (1918)
Kaynak
(Kenan Akyuz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 11860-1923) I. 3. bs, (Ankara 1979); Ali Kemal. Onman. Pc\um-ı Edebi ilâvesi (Aralık 1913-Haziran 1914); Veli Araş, Ali Kemal, Türk
Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C.I, (İstanbul 1977); Yahya Kemal Beyatlı, Siyasî ve Edebî Portreler; (İstanbul 1968); Berna Kozak, Omrum-Ali Kemal’in Hatıratı, mezuniyet tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Türkiyat Enstitüsü, nu. 469; Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, (İstanbul 1968); Eşref Ünaydın, Diyorlar ki (İstanbul 1972); Hüseyin Cahid (Yalçın), Kavgalarım, (İstanbul 1908).