Ali Rıza Paşa Kimdir,Hayatı | Biyografi,Osmanlı Tarihi |
Ali Rıza Paşa Kimdir Biyografisi Son devir osmanlı sadrazamı (İstanbul 1860-1932).
218. Sadrâzam, Harbiye Nâzırı, son Hariciye Nâzırı, son Nâfia Nâzırı, Ayân üyesi ve müşirdir.
İstanbul’da Sultanselim’de doğdu.
Jandarma Binbaşısı Tahir Bey’in oğludur.
Ali Rıza Paşa’nın Hayatı
1880 yılında Askerî İdâdiden, 1886 yılında Harb Okulu ve Akademisinden birinci olarak kurmay yüzbaşı çıktı.
Harb Okulu’na öğretmen yardımcılığına atandı.
1887-1890 yılları arasında Almanya’da öğretim gördü.
1891 yılında Genelkurmay Başkanlığında görev görürken ek görev olarak Harp Akademisi Tâbiye ve Harp Tarihi öğretmenliği yaptı.
Harp Akademisi öğretmenliğinden 1895 yılında istifâ etti.
1896 yılında Havran isyânına gönderilen birliğin Kurmay Başkanı oldu.
1897 yılında generalliğe terfi ederek Genelkurmay Başkanhğı’nda şube müdürü oldu.
1901 yılında tümgeneralliğe yükseldi ve Üsküb’deki 5’inci Nizamiye Tümen komutanlığına tayin edildi.
1903 yılında Manastır valisi ve komutam oldu.
Nöbetçi erin selâmlamaması sebebiyle tokad attığı er tarafından 1903 yılında Rus konsolosunun Manastır’da öldürülmesi üzerine Trablusgarb’a gönderildi.
1904 yılına kadar 1,5 yıl kadar Trablusgarp’ta sürgünde kaldı.
1905 yılında Yemen isyânına gönderilen birliğin komutanlığına getirildi.
Bu göreve başlarken Hüdeyde’de orgeneralliği terfi ettirildi ve Genel Askerî Kuvvetler Komutanı oldu, Müşirliğe yükseltildi.
İsyânın bastırılmasından sonra Şam’a gitti.
1906 yılında Hamidiye Demiryolu İşletme Nezâreti’ne tayin edildi.
1908 yılında Meşrutiyetle beraber 2 nci Ordu Müşirliğine getirildi.
İstanbul’a geldiğinde Recep Paşa öldüğü için aynı yıl Harbiye Nâzırlığna atandı ve Yaver-i Ekrem, Ayân üyesi oldu.
31 Mart Olayı durumunu sarstı.
1909 yılında Harbiye Nâzırhğından azledildi.
Aynı yıl Mısır Fevkalâde Komiserliğine atandı.
Bir kaç gün sonra da yeni kabinede ikinci defa Harbiye Nâzırlığına getirildi.
1912 yılında Balkan Savaşı’nın başında Batı Ordusu Komutanı oldu.
1919 yılında Bahriye Nâzırlığı yaptı.
Aynı yıl Şehzâde Abdurrahim Efendi ile Bursa ve İzmir’e teftişe gitti.
Dönüşte kurulan yeni kabinede Ticaret ve Ziraat Nâzırı oldu.
Ali Rıza Paşa Kabinesi Amasya Görüşmesi ve Sonuçları
Kabine düşünce 1919-1920 yılları arasında beş ay kadar Sadrazamlık yaptı.
Sadâreti sırasında Millî Hükümetle (Anadolu Hükümeti) irtibatı kesmedi.
Amasya görüşmeleri için Salih Paşa’yı Atatürk’ün yanına gönderdi.
12 Ocak 1920 tarihinde açılan dördüncü dönem Meclis-i Mebûsân’da Felâh-i Vatan Grubu’nun ve İşgal kuvvetlerinin ültimatomu üzerine Akbaş cephaneliğindeki silahların Millî kuvvetlere kaçırılması yüzünden kabine değişikliği yapmak zorunda kaldı.
Ertesi günü kabinesi 104 oy ile güvenoyu aldı.
İşgal devletlerinin yapılamayacak istekleri ve Kuvâ-yı Milliye arasındaki gerginlik sebebiyle Sadrazamlıktan istifa etti.
1921 yılında Tevfik Paşa kabinesinde Nâfia Nâzırı oldu.
Aynı yıl Sadrazam A. Tevfik Paşa, Londra Konferansı’na gittiğinde Sadrazam Vekilliği (Sadaret Kaymakamı) yaptı.
1921 yılında Murassa İftihar nişanı aldı. Nâfia Nazırlığı vekaleten üzerinde kalmak üzere Dahiliye Nâzırlığına getirildi.
1922 yılında hastalanınca tedavi için Almanya kaplıcalarına gitti.
Büyük Millet Meclisinde saltanat ve hilâfet hakkında verilen karar üzerine son Osmanlı vekilleri Bâbıâli’de toplanarak istifa ettiler (1922). Cumhuriyetin başında emekliye ayrıldı.
31 Ekim 1932 tarihinde 73 yaşında iken İstanbul’da Erenköy’de vefat etti. Mezarı Erenköy’de Sahrayı Cedit mezarlığındadır.
Aldığı nişan ve madalyalar şunlardır: Murassa iftihar, birinci rütbe Osmanî ve Mecidî, altın ve gümüş İmtiyaz, Altın Liyakat, Altın Hicaz, ikinci rütbe Prusya Tacı, Avusturya Demir Tac, yeşil hamailli birinci rütbe İran şir ü Hurşid, birinci rütbe Siyak kron nişanları.
Padişah VI. Mehmed Vahdeddin “Ben, bu devlette iki âdem gördüm. Biri Tevfik Paşa, biri de Ali Rıza Paşa’dır.” demiş. Yüksek görevlere atandıkça başına bir olay geldiği için her tayinde morali bozulmuştur. (Rus konsolosunun öldürülmesi, 31 Mart ve Akbaş cephaneliği olayları gibi.) Dürüst, namuslu ve terbiyeli bir kişi olarak tanındı.
Ali Rıza Paşa, Anadolu harekatına taraftar görünmekle beraber, pek pasif davranmıştır.
Bu bakımdan bazı tarihçiler Sadâreti sırasında onun iki taraflı bir politika izlediğini de belirtirler.
Şeyh Muhsin Fânî (Hüseyin Kâzım Kadri) “Millî Mücadele’de Saray ve Bâb-ı âlî” adlı hâtıralarında bu konuya değinerek “Ali Rıza Paşa kabinesinin maksadının efkâr-ı umûmîyeyi oyalamak olduğu anlaşılıyordu” demektedir.
Yalnız şu bir gerçektir ki, Ali Rıza Paşa, memleketin düştüğü durumdan İttihadçıları suçlamaktaydı. Hattâ, bu sebeble Meclidin açılmaması tavsiyesinde bile bulunmuş, hayretten dona kalan Hüseyin Kâzım Bey’e şu karşılığı vermiştir:
“‘-Meclisi açacak olursak yine îtti-hadçılar çoğunluk olacaklar.
Bu adamların tekrar hükümete geçmelerine vatan seven ve onun selâmetini isteyen bitkimse nasıl taraftar olabilir? Siz ki onlardan nefret ettiğiniz için memleketi terkederek senelerce Suriye’de kaldınız.
Onları tekrar iş başında görmek’istetmişiniz? Özellikle memleketin düşmanlar tarafından işgal edilmiş olduğu bir zamanda yine ortaya îttihadçılık çıkarılması doğru olur mu?
Hüseyin Kâzım Bey ise şu cevabı vermiştir:
“-Meşrutiyetle idare olunan bir memlekette reylerin çoğunluğunu, kazanan bir fırkama hükümet etmesi, dünyama her tarafında geçerli bir usûldür.
Eğer bu halk bu kadar musibetlerden ve belâlardan sonra yine İttihadçıkğa taraftar ise ne yapılabilir? Bunun önüne bir hükümet darbesi ile, diktatörlük Hâniyle geçilebilir.
Şu kadar ki, böyle bir sırada bunun ne dereceye kadar fayda vereceği de düşünmeye muhtaçtır. Fakat ben sizi temin ederim ki İttihad-çılar değil ekseriyeti, hattâ azınlığı bile koruyamayacaklardır. ”
Bundan sonra aynı konu üzerinde söz uzamış. En nihayet sadrazam Ali Rıza Paşa şöyle demiştir:
“-Pekâlâ, sizin verdiğiniz teminâtı kabul edelim. Meclisi açalım. Fakat ben Mecliste size bakanın.
Eğer Mecliste İttihadçılar galebe edecek olursa siz istifâ eder misiniz? Siz istifa ederseniz ben bunu bir işaret telâkki ederim.
Derhal meclisi tatil ederek korktuğumuz belânın önüne geçerim. ”
Hüseyin Kâzım Bey bu teklifi kabul etmiştir ve:
“-Paşa hazretleıine söz veriyorum. Meclis toplansın. Şâyet İttihadçılar çoğunluğu alırlarsa ben istifâ ederim.
Bunun üzerine sadrazam Ali Rıza Paşa Celâleddin Arif Bey’in yüzüne bakmış. Sen de eder misin?, demek istemiştir. Celâleddin Arif Bey tereddüt etmeden:
“-Paşa hazretleri, ben de Hüseyin Kâzım Bey ile beraber istifâ ederim., demişlerdir. ”
Ali Rıza Paşa sadârete getirildiği günlerde Mustafa Kemal Paşa onun Anadolu harekâtını destekleyeceğine inanmış bulunuyordu.
Bu sebeple Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya uzunca bir telgraf çekerek, millet namına tekliflerde bulunmuştu.
Bu maddeler (o günkü dille ) aynen şöyledir:
1- Hükümet-i cedidenin yeni hükümetin) Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tâyin ve tesbit edilen teşkilât ve makasid-i meşrua-i millete (haklı isteklere) riayetkar (saygılı) kalması.
2- Meclis-i Millî’nin in’ikadile (Millet Meclisinin toplanmasıyla)
murakabe-i fiiliye (fiilî denetim) başlayıncaya kadar mukadderât-ı millet (milletin kaderi, geleceği) hakkında bir gü-nâ taahhüd-ü katî ve resmîye girilmemesi (hiç bir kesin ve resmi taahhüd altına girilmemesi).
3-Sulh (barış) Konferansında tâyin-i mukadderat-ı millet ve memlekete memur (milletin ve memleketin kaderini tayinle görevli) murahhasların (temsilcilerin) sabıkı gibi nâehillerden (eskiden olduğu gibi yeteneksiz kimselerden) tâyin edilmeyip, milletin bihakkın âmalini müdrik (tam olarak isteklerini kavramış) ve itimadına mazhar (güvenini kazannuş) ehl-i vukuf ve iktidardan intihap olunması (bilgili ve yeteneklilerden seçilmesi).
Bu esasâtta (esaslarda) tamamen itilaf hasıl olduğu (uzlaşma meydana geldiği) takdirde, milletin vicdanından doğmuş ve bilcümle Düvel-i İtilafiyece (bütün anlaşma devletlerince) meşrutiyeti ve kudreti tanınmış olan Teşkilat-ı milliyyemizin (Millî Kuruluşumuzun) hükümetin müzahiri (yardımcısı) olacağı ve bu suretle hükümetin temin-i mukadderat-ı millet ve memleket (milletin ve memleketin kaderini sağlama) hususunda Sulh Konferansında vuku bulacak teşebbüsâtın (yapılacak girişimlerin) daha emin ve müessir (daha güvenli ve daha etkin) bulunacağı tabiîdir.
Bu defa nukat-ı esâsiyede (esaslı hususlarda) bir mütabakât hasıl (olduğu görüş birliği meydana geldiği) anlaşıldıktan sonra, hâdisâfa âhire (son olaylar) sebebile hasıl olan ahvâl-i gayr-ı tabiiyenin (normal olmayan hallerin) izâlesi maksadıyla (ortadan kaldırılması amacıyla) tâli müzakerâtâ (ikinci görüşme) girişilecektir, denilmekteydi.
Ali Rıza, ciddi, namuslu ve Millî Mücâdeleye taraftar olmakla beraber mevkiine yakışacak enerjiye sahip değildi.
İtilâf devletlerinin Türkiye ve İstanbul hakkındaki emellerini sezdiği halde kesin ve sert bir tavır alma cesaretini gösterememiştir.
Yalnız Harbiye Nâzırlığı sırasında, bütçe görüşmeleri esnâsında Maliye Nâzırı
Ziya Paşa ile giriştiği tartışmada, Meclis ’e karşı:
“Paşalar hazerâtı!.. Kendimizi aldatmayalım… Eğer bir harp vukubulursa, ordumuz yerinden kımıldayamaz” diyerek önemli bir konuya parmak bastığı bir gerçektir.
Kaynak
( İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar, 14. cüz, (İstanbul 1940-1951)