Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Tarih

Asurlular Kimdir,Tarihi,Sanatı | Tarih Bilgileri |

Asur Sanatı, Asur sanatı hakkında bilgi, Asurlular Hakkında Bilgi, Asurlular özellikleri, Asurlular Tarihi, Asurlular tarihi olaylar, Asurluların Hukuk Sistemleri,Asurlular Hakkında Bilgi,Asurlular Kimdir Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgenin dışına da taşan, kuzeyde bütün Musul havzası boyunca uzanan ve doğuda İran’ın batısını içine alan Mezopotamya’nın kuzey kısmı.

Asur, Khalah ve Ninova, Asur’un başlıca şehirleriydi; siyasi sınırları tarihi dönemlere ve savaşların sonuçlarına göre çok değişti.

Asurlular

Asurlular Tarihi

Asur ülkesi de denen asıl Asur, tarih sahnesine çok erken çıkmıştır. Asur’un rahip-kralı Zarikum, III. Ur hanedanının kralı Bur-Sin ile çağdaştı.

M.ö. XIX. yy. da Ilusuma’nın kurduğu bir Akkad hanedanı Asur’da hüküm sürmekteydi (Eski kronolojiye göre 2104-2088).

Ticareti, Hititler ülkesinin sınırlarına kadar yayılmıştı.

Sargon I (ilusuma’nın torununun çocuğu (Şarrukin) zamanında Asurlu bir göçmen kafilesi, Kızılırmak (Halys) geçidi yakınında Kaneş’e (Kültepe) yerleşti.

Babilli Hammurabi’nin çağdaşı Şamşi-Adad I’in kurduğu bir Amurru hanedanının XVIII. yy. da başa geçmesiyle Asur’un sınırları Fırat’ı bile aştı.

Hititlerin Mezopotamya’ya akınları sonunda, Asur birkaç yüzyıl parlaklığını kaybetti ve XV. yy. da Mitanni (Hurri) devletinin egemenliği altına girdi. XIV. yy. ın ortalarına doğru Hurrilerin Hititlere yenilmesiyle bağımsızlığına yeniden kavuştu.

Sonra Asur-Uballit (1363-1328) Mitanni’ye zorla himayesini kabul ettirdi ve Babilli Burnaburiaş II ile bir antlaşma imzaladı. Tukulti-Ni-nurta I (1243-1207) Babil’i de egemenliği altına aldı; ama Asur saltanatı yeniden durakladı.

Asur’un sınırlarını genişletmesi yeni imparatorluğun kurucusu Tiglatpileser I’in (1112-1074) başa gelmesiyle başladı.

Orduları Karadeniz ve Akdeniz’e ulaştı; ama yerine geçenler, bu geniş imparatorluğun birliğini sürdüremediler; imparatorluk ancak Adad-Nirari II (911-891) ve torunu Asurnasirpal II (Assur-Nasir-Apli) [883-859] zamanında düzene kavuştu.

Hâkimiyetleri altındaki halk, devamlı korku içinde tutulurdu: kral her yıl bir sefer açar, hâkimiyeti altındaki hükümdarlar da şehirlerinin yağma edilmesini önlemek için ona hediyeler gönderirlerdi.

Amurru krallarına karşı yapılan bir seferden dönerken, Asurnasirpal II, yeni başkenti Khalah (Nemrud) için Amanos dağlarından odun kestirdi, birçok alçak kabartmayla süslenmiş, gösterişli bir saray yaptırdı.

Oğlu Salmanassar III (858-824), otuz iki sefer açtı ve bunların çoğu, zahmetsizce haraç toplamasına yaradı; bununla birlikte 854’te haraç vermekten kaçınan Suriye, Kilikya ve Fenike’nin yardımına koşan Şam ve Ahab’ın (İsrail) birleşik kuvvetleriyle karşılaştı.

Asi nehri üzerinde, Karkar’da girişilen savaşın sonucu kesinlikle belli olmadı.

Salmanassar, 848 ve 845’te, yine saldırıya geçti ama başarı elde edemedi.

Ancak 841’de Şam ordusunu yendi.

Sur, Sayda ve İsrail’den haraç aldı; açtığı başka seferlerde, orduları Basra körfezi civarında Aramilerle (Bit-Yakin) ve Kaidelilerle karşılaştı.

Oğlu Şamsi Adad V (824-810) bu bölgede gücünü arttırmak için Suriye’deki ve Fırat üzerindeki birçok haklarından vaz geçmek zorunda kaldı, ölümünden sonra karısı Sammuramat (Semiramis), oğlu Adad-Nirari III (810-782) adına naip olarak beş yıl hüküm sürdü.

Birçok asurlu vali, bu arada Mâri valisi de, bağımsızlığını elde etti.

Salmanassar IV (782-772) ve Asur-Dan (772-754) zamanında ayaklanmalar oldu. Asur-Nirari V (753-746) herhalde bu ayaklanmalardan birinde ölmüştür.

Tiglatpileser III (Tukulti-Apil-Eşarra) [745-727], Asur hâkimiyetini Filistin ve Aşağı Mezopotamya gibi çok uzak ülkelerde sağlamak için elde ettiği şehirlerin halkını başka yere sürmek, yenilen hükümdarın yerine, kendisine bağlı ve Asur valilerinin denetimi altında hükümdarlar getirme yolunu seçti ve Pulu adı ile kendini Babil kralı ilân etti.

753’te Filistin’e el attı ve İsrail tahtına Pekaş’ın katili Hoseah’ı geçirdi.

733’ten sonra Fenike valisi olan oğlu Salmanassar V (727-722), Mısır ile entrikalar çeviren Hoseah’a karşı savaştı.

Samaria, üç yıllık bir kuşatmadan sonra, 722’de, teslim oldu.

Sargon II (722-705), hemen her yıl yeniden kazanmak zorunda olduğu ülkeleri elinde tutuyordu, iyi korunmayan Babil’i, Bit-Yakin kralı Merodahbaladan II (Marduk-Apil-İddin) zapt etti; Mısır, Suriye’de kaybettiği nüfuzu yeniden kazanmaya çalıştı.

Urartu, Yeni Hitit ülkesini bağımsızlığa teşvik etti.

720’de Sargon, Mısır ordusunu, Asi civarında, Karkar’da yendi; Urartu’ya yapılan birçok sefer sonunda burası krallığa katıldı (714), Kızılırmak’ın (Halys) sol kıyısı üzerindeki küçük Yeni Hitit krallıkları boyunduruk altına alındı ve Tabal geçici olarak işgal edildi.

Yalnız Muşki (Toroslar’da) egemenliğini korumayı başardı.

709’da Babil yeniden alındı ve iki yıl sonra, Sargon, Ninova’nın doğusunda Dur-Sarrukin (Khursa-bad veya Khorsâbâd) şehrini kurdu; Kimmerlerin ilerleyişi karşısında Tabal’a yeniden el atmak zorunda kaldı (708 ve 706).

705 Yılının başında Sargon, Asur’un doğu sınırındaki bir savaşta öldü.

Savaş esirlerinin yaşadığı Babil, yeniden Merodahbaladan II’nin hâkimiyeti altına girdi.

Sanherib (Sin-Ahhe-Eriba) Kiş’te onunla savaktı vc onu Clauı kıyısına kaçmağa zorladı.

Sur, Yaffa, Askalan ve Kudüs’e karşı yapılan savaşlardan ve Kilikya, Kürdistan seferlerinden sonra, Sanherib, Merodahbaladan’a denizden saldırmaya karar verdi.

Fakat Asur ordusu dönüşte, Babil’i istilâ eden Elam kralına ve Araplara karşı savaşmak zorunda kaldı.

 Düşmanın ardına düşen ordu, Lakiş’te kamp kurdu; Yahuda kralı Hızkıyal’ı (Ezekias) tehdit etti; fakat Mısır ordusundan yardım gören düşman karşısında Sanherib gerilemek zorunda kaldı.
 
Bahirde yeniden ayaklanmalar baş gösterdi, şehir ele geçirilerek ateşe verildi ve bataklık haline sokuldu.
 
İki yıl sonra 687’de, Sanherib, oğlu Asarhaddon’u, Babil’e vali yaparak şehri yeniden kurdurdu.
 
Asur ayaklandı, 680’de Sanherib öldürüldü.
 
Asarhaddon (680-669) önce Asur’daki ayaklanmayı bastırarak babasının tahtına geçti; daha sonra Babil’i geri aldı.
 
Düzeni sağladıktan sonra, Suriye ve Filistin’de nüfuzu artan Mısır’a karşı harekete geçmeyi düşündü.
 
677’de Sayda’yı aldı, 675’te Asurlular ilk defa Nil deltasına girdiler.
 
Fakat 674’te Asur’u tehdit eden Medler ve Iskitlerle savaşmak için ordusunu geri çekti. Çeşitli tehditlere ordusuyla karşı koymak zorunda kalan bir hükümdar için imparatorluğu fazla büyüktü.
 
Onun için de Asarhaddon, Mısır üzerine yeni bir saldırıya geçmeden önce, tahtına ikinci oğlu Asurbanipal’i ortak etti.
 
671’de Asurlular Aşağı Mısır’a girdiler.
 
Firavun güneye kaçtı; Asarhaddon Menfis’i ele geçirdi ise de Asur’a dönmek zorunda kaldı: memleketin ileri gelenleri baş kaldırmıştı.
 
Bunlar iktidarın bölünmesini ve kralın büyük oğlu Şamaş-Şum-Ukin’in (Saosdukin) Babil’e veliaht olmasını istemiyorlardı. Bu ayaklanmayı bastırmak gerekti.
 
Asarhaddon, dönüşünde Yahuda’lı Manasse’yi esir olarak beraberinde getirdi.
 
Kral Mısır’dan ayrılır ayrılmaz, halk Asurlular idaresine karşı baş kaldırdı; 669’da, kral yeniden savaşa başladı ise de ayaklanmaları bastıramadan öldü.
 
Asurbanipal (668-626) Mısır savaşını baş kumandanına bırakmayı uygun buldu.
 
Asurlular ordusu Teb’e kadar ilerlerken, delta prensleri baş kaldırdılar.
 
Asur generali, memleketi bir an önce düzene sokmak amacıyla, Firavun Nekao ile oğlu Psammetik:’e mevkilerini geri verdi, fakat ordu çekilir çekilmez, Nekao öldürüldü, Psammetik de kaçtı. 663’te Asurlular Mısır’a yeniden geldiler.
 
Menfis alındı. Teb yağma edilerek yıkıldı.
 
Kimmerlerin Anadolu’da ilerlemeleri, Lidya’lı Giges’i Asurlulardan yardım istemeye zorladı.
 
Babil’de kardeşi aleyhine entrikalar çevirmekten vaz geçmeyen Şamaş-Şum-Ukin, 661’de ülkesini istilâ eden Elamlara karşı onun yardımına baş vurdu.
 
Asurbanipal, aynı zamanda birçok cephede savaşamayınca kardeşine yardım göndermekle yetindi.
 
Kötü karşılık gördü: Şamaş-Şum-Ukin, Elamlar ve Araplarla birleşince Asurbanipal ona karşı da savaşmak zorunda kaldı.
 
Başkentinde sıkıştırıldı ve sarayı yanarken kendini öldürdü (648).
 
Sus, yerle bir edildi ve Sus ülkesi Asurlular’a katıldı, Anzan ise bağımlı bir krallık haline getirilerek, başına iranlı Teispes geçirildi.
 
Asur, artık en parlak devrini tamamlamaktaydı.
 
Psammetik, Giges’in desteğiyle, Mısır ayaklanmasını hazırladı, İran yaylasında Medli Fraortes, Teispes’i yendi ve Asur’a saldırdı.
 
Asurbanipal’in ölümünde, Medler ve Iskitler ile birleşmiş olan Kaideli Nabopolassar Babil’i aldı; 614’te Uvakşatra Asur’u ele geçirdi.
 
612’de Babilliler ve Medler Ninova’yı aldılar.
 
Sin-Şar-Işkun (Sarakos) [620-612] sarayının yıkıntıları altında can verdi. Harran’a çekilen Asur ordusu Asur-Uballit II’yi (612-609) kral ilan etti.
 
Şehir zapt edildi, Mısırlıların yardımına rağmen geri alınamadı.
 
Asur imparatorluğu, Medler ve Kaideliler arasında paylaşıldı.
 
Asurlular
 

Asur Sanatı

Asur sanatı denince, genellikle Asur imparatorluğunun en parlak dönemi olan M.ö. IX, VIII, VII. yy. daki sanat anlaşılır.
 
III. bin-yılında Asur sanatı Sümer ve Akkad sanatının etkisi altında kalmış bir taşra sanatı görünüşündedir; Asur ve Ninova topraklarının derinlerinde bulunan kalıntılar da bunu doğrular.
 
II. binyıl ortalarında, süsleme motifleri, Kerkük sanatının, o sırada artık kaybolmakta Olan Mitanni’nin derin etkisi altında kaldığını gösterir, özellikle kutsal ağaç ve anka kuşu en çok kullanılan tasvirlerdi.
 
Hitit imparatorluğunun yıkılmasından sonra Asurlular, «Denizci Kavimlerin» istilâları sonucu yakılıp yıkılan yerleri onardılar ve böylece yükselme devirleri başladı.
 
Bu yükseliş, Ninova’nın 612’de düşmesine kadar sürdü; ama bu dönemde de Babil’in etkisi ön planda idi.
 
Edebi, dini ve İlmi metinleri toplamak isteyen Asur kralları, güney kültürünün etkisi altında kaldılar.
 
I. binyılın su tesisleri gibi büyük eserleri de asur sanatının güzel örneklerindendir.
 
Başkent Ninova’nın su ihtiyacını karşılamak için Gomel kaynak suları, kaya içine oyulmuş kanallar ve 288 m’lik bir su kemeri ile şehre getirildi.
 
Eski inançlara uyarak, Asurlular bu tesislerin yanında tanrılar ve koruyucu cinler için temsiller verirlerdi.
 
Büyük şehirlerde binalar, saraylar ve tapınaklar yapıldı, ama taş az bulunduğundan, yapılar tuğlaya bağlı kaldı.
 
Mimarlar, Babil’de daha önceki devirlerde olduğu gibi, bütün yapıları, sayısız kanallar bulunmasına rağmen, su taşkınlarından korumak i-çin dolma toprak üzerine oturturlardı.
 
Ziggurat, yani tapınaklara bitişik çok katlı kuleler, her zaman tanrı ile insan arasında bir bağ niteliği taşımıştır.
 
Kursâbâd’da Ziggurat’ın katları çeşitli renklere boyanmıştı.
 
Saraylar bölümlere ayrılmıştı: tapınaklar, merasim salonları, ortaklaşa kullanılan, birbiri içinde ve binanın merkezindeki avluyu çevreleyen odalar.
 
Asur sanatının getirdiği yenilik, saray duvarlarının eteklerini, alçak kabartmalı alçı plakaları ile kaplamak olmuştur. «Kral şerefine» ithaf edilenlerde, kralın zaferleri savaş sahneleri, cesareti de av sahneleriyle belirtilirdi (British Museum’daki Ninova sarayında olduğu gibi).
 
Bu eserlerde, çok güzel hayvan heykelleri yapan asurlu heykeltıraşların bütün ustalıkları görülmektedir.
 
Tam kabartmalı heykelcilik hemen hemen yok gibidir, olanlarda da hiç kişilik yoktur.
 
Asur-Nasir-ıApli II (IX. yy. Nemrud’da), kral Salmanassar ve tanrı Nabu heykelleri tam kabartmalı heykelciliğin binde bir rastlanan örnekleridir.
 
Sarayın giriş kapısında sıralanan kanatlı cinlerle insan başlı ve kanatlı boğalar (Louvre müzesinde bulunan Kursâbâd’ınki gibi), III. binyıl Aşağı Mezopotamya’sına ait bu uydurma yaratıkları, Asur sanatının nasıl yorumladığını gösteren ilk örneklerdir.
 
Kullanılan bir kabartma biçimi de dikili taştır.
 
Bunların en ünlüsü Salmanassarınkidir (British Museum). Babil’de olduğu gibi, burada da yapılar, üzerleri dini motiflerle işlenmiş sırlı tuğlalar ve resimlerle süslenirdi; bu motiflerdeki hurma yaprakları ve ortası sarı beyaz güller, lacivert bir zemin üzerine yapılırdı.
 
Kapı kanatları, Balavat’ta olduğu gibi, gül biçiminde çivilerle tutturulan kakmalı maden şeritlerle süslüydü.
 
Bu şeritlerde yağma sahneleri yer almaktaydı.
 
Kakmacılıkta maden ve (alçak kabartmaların gösterdiğine göre) mobilya için çeşitli maddeler kullanılıyordu.
 
Kabartmalı ve oymalı olarak işlenmiş, üzeri boyanmış fildişi plakalar, Nemrud kazılarından çıkan kalıntılarda ve Arslantaş’ta bulunan bir taşra sarayında görülmektedir.
 
Bu eserler, işçilerin bu alandaki ustalıklarını gösterir.
 
Kazılarda pek az mücevher ve silah ortaya çıktı; sanatçının en ince ayrıntısına kadar işlediği alçak kabartmalar sayesinde bugün bu silahların asıllarına göre şekilleri yeniden kurulabilir.
 
Elimizde, birçok işlenmiş yuvak ve zamanın kıymetli taşlarına oyulmuş nazarlıklar bulunmaktadır.
 
Birer arma niteliği taşıyan bu parçalarda, cinlerle hayvanlar arasındaki kavgalar, dini ve efsanevi sahneler yer alır.
 
Mezarlara konulmuş muska ve diğer uğur getirici eşyalar, en çok kullanılan maddenin pişmiş toprak olduğunu göstermektedir.
 
Asurluların çeşitli resim anlayışları vardı.
 
Bir yapının veya bir kabın muhtevasını üç boyutlu olarak çizerlerdi.
 
Plan halindeki sahneler kesit olarak gösterilir, hiyerarşik bir bakış açısı gözetirlerdi: Tanrı, British Museum’daki granit dikili taşta olduğu gibi, insanlardan; kral da, uyruklarından boyutça daha büyüktür.
 
Bir yüz profilinde gözler karşıdan görüldüğü gibi tasvir edilmiştir. Kaslar iyice kasılmış ve şişkindir.
 
Asurlular
 

Asurluların dini inancı

 
 Başlangıçta Asur dini babil geleneklerinden esinlendi; ulusal tanrı Asur, bütün yabancı etkileri yumuşatmıştır. Sami tanrısı Dagan en eski zamanlardan beri Asur’da da vardı; Şamşi-Adad I, Terka’da onun için bir tapmak yaptırdı.
 
Sonraları dini tören usulleri Babillilerden alındı; ülkenin mali ve İktisadi hayatında büyük rolü olan din adamlarının önemi artmakla birlikte, kral, din adamlarının en büyüğü ve tanrının vekili idi.
 

Asurluların ordusu

 
 Başlangıçta milis askerlerinden meydana gelen ordu, yavaş yavaş kadrolu ve devamlı birlikler halinde teşkilâtlandı; zapt edilen eyaletler, asker sağlamak zorunda bırakıldı, paralı asker kullanılmaz oldu.
 
Bütün sosyal sınıflar askerlik görevi yaparlardı; bir kimsenin yerine bir başkasının askerlik yapmasına da izin verilirdi.
 
IX. yy. da orduya piyadeden başka süvariler, VIII. yy. da istihkâm sınıfı eklendi. Asurlular savaş araçlarını büyük başarı ile kullanır, süratle köprüler yapar ve dayanak kampları kurarlardı.
 
Buna karşılık silâhları oldukça ilkel kaldı.
 

Asurluların Hukuk Sistemleri

 
Asur hukuku, babil hukukundan farklıydı.
 
Asur’da M.ö. II. binyıla ait bir «kanunlar» derlemedi bulundu. Derlemedeki bir tablette kadınlara ait ceza hukuku anlatılmaktadır; cezalar, Babil’dekine göre daha sıkı ve serttir. Kısas yasası uygulanır.
 
Buna göre Asur’da çok gelişmiş bir mülkiyet duygusu vardı. Yeni-Asur hukuku, Ninova ve Teli Halat arasında hukuki işlemlerle ilgili resmi haberleşmelerden öğrenilmiştir.
 

Asur Tanrısı

 
Asurlular ın en büyük tanrısı. Krallığın ilk başkenti ve ülkenin tümü, adını bu tanrıdan alır.
 
Babil efsanelerinin Asurcasında Marduk’un yerine geçer.
 
Eşi babil tanrıçası Ninlil’dir, ama meşru karısı Şerua’dır. Efsanevi iki hayvan üzerinde boynuzlu bir başlıkla ayakta durmuş olarak tasvir edilir; sol elinde krallığın alâmetleri, sağ elinde bir arp vardır.
 
Halkı gibi savaşçıdır, ama merhameti üzerine övgüler de yapılmıştır. Tapmağı, Asur şehrinde idi.
 

Asur 

Asur devletinin en eski başkenti. Adını Asurlularm büyük tanrısı Asur’dan alır (bugünkü Kal’at Şergat.) Musul’un 100 km kadar güneyinde, istep sınırında büyük bir yol üstünde, çok eski devirlerden beri yerleşme bölgesi idi.

Dicle’nin sağ kıyısında kale gibi kurulmuştu.

Irmak, bir dirsek yaparak şehri koruyordu.

Açıkta kalan kısmı, kıyi boyunca, 4’er m’lik çıkmalı kulelerle güçlendirilen daire yayı şeklinde bir surla, IX. yy. a doğru da, içeriden örülen ikinci bir duvarla tahkim edildi ve kuzeybatı köşeye de bir burç eklendi.

Suru dıştan çevreleyen rampa ve uzun dehlizlere açılan kapılar, şehre girişi engelliyordu.

Kuzeydoğuda, Dicle’ye hâkim bir yerde, tanrı Asur’a adanan büyük tapmak yükseliyordu.

Bu tapınak, M.ö. VII. yy. da, Asurbanipal tarafından tamamlattırıldı ve birçok kattan meydana gelen kulesi XIII. yy. da onarıldı.

Şehirdeki yapılar ortasında Iştar tapmağı yer alıyordu. Dikdörtgen biçimindeki tapınağın iç duvarları boyunca «adak» sıraları uzanıyordu.

Şehrin iç kısmında, yanyana ve eş düzende iki tapınak vardı.

Tapınakların önlerinde bir avlu yer alıyordu.

Âyin alayları, şehrin yapıları arasından uzanan bir geçitle bu avluya varırdı.

Kuzeydeki yalıyarın tepesinde yer alan iki saray arasında, Anu ve Adad tapmakları yan yana yükseliyordu.

Bu tapınakların kuleleri de birkaç katlı idi.

Güneyde iki büyük duvar arasında, hükümdar ailelerine ve yüksek memurlara ait mezar taşları bulundu.

Bunlardan birinin üzerinde kral Şamşi Adad V’in (824-810) sonradan naip olan karısı Sammuramat’ın (Semiramis) adı yazılıdır.

Burada, ayrıca iki kral lahdi bulundu.

Bunlardan biri Asur-Nasirpal II’ye (883-859) aittir; 4 m uzunluğundadır ve bazalttandır. Kapaksız olan öbür lahit ise Asur-Bel-Kala’rındır.

X. yy. dan sonra, Asur’un yerine Kalaş ve Ninova başkent oldu.

614’te med kralı Keyaksar, şehri ele geçirdi, fakat Asur, Ninova yakılıp yıkıldıktan sonra da Sasanilere kadar varlığını sürdürdü.

 
 
 
 
 

Bir yanıt yazın