Atatürk | Ansiklopedik Bilgi |
Atatürk Hakkında Bilgi, Atatürk hakkında bilgiler, Atatürk hakkında genel bilgiler,
ATATÜRK,Atatürk Hakkında Bilgi (Mustafa Kemal), Türk asker ve devlet adamı (Selânik 1881-İstanbul 1938).
Türkiye cumhuriyetinin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı (1923-1938).
Selânik, Kasımiye mahallesi Islahhane caddesinde, bugün müze Dian bir evde doğdu.
Babası Ali Rıza Efendi gümrük kolcusu idi, annesi Zübeyde Hanım Sarıgüllü Hacı Sofu ailesinden Varyersezoğlu İbrahim Feyzullah Efendinin kızı.
Ailenin Mustafa’dan (Kemal Atatürk) başka Ahmet, Ömer adlı iki oğlu, Naciye, Fatna.
Makbule (Atadan) adlı üç kızı daha vardı, ama Mustafa ve Makbule hariç, diğerleri küçük yaşta öldüler.
Öğrenimine Selânik’te Fatma Molla kadın adlı mahalle mektebinde başladı.
Bu okulda bağdaş kurup oturmak Mustafa’ya zor geliyordu.
Bir gün derste ayağa kalktı ve yerine oturması için hocadan azar işitti, fakat hocanın sözünü dinlemedi ve «bana karşı mı «diyorsun?» sualine «evet karşı geliyorum» cevabını verdi.
Bu hâdiseden sonra Fatma Mollakadın mektebinden alınarak modern eğitim yapan Şemsiefendi ilkokuluna verildi.
Henüz bu okulu bitirmeden babası öldü Bu sebeple Zübeyde hanım, Langaza’da bir çiftlikte kâhya olarak çalışan kardeşi Hüseyin Ağanın yanına çocuklarıyla beraber gitti.
Mustafa, burada bir süre tarla bekçiliği yaptı.
Bir kulübede oturuyor ve fasulyelere musallat olan kargaları kovalıyordu.
Köyde okul yoktu.Bir rum papaz ve bir müslüman hoca çocuklara okuma yazma öğretiyordu.
Bunun için Mustafa yine Selânik’e teyzesinin yanına gönderildi ve Selânik Mülkiye idadisine yazıldı.Fakat burada da fazla kalamadı.
Okulda bir gün arkadaşları ile kavga etti, onu elebaşı sayan bir hoca Mustafa’yı fena halde hırpaladı, öğrencilerin Kaymak Hafız diye ad taktığı bu hocanın haksız muamelesini öne sürerek Mustafa okulu terk’etti. Aslınla. Askeri rüştiyeye girmek istiyordu.
Çünkü bu okula giden komşu çocukların giydikleri üniformayı çok beğeniyordu.
Askeri rüştiye sınavlarına annesinden gizli olarak girdi ve sonunda bu okula yazıldı (1893).
Okulda matematik dersinde dikkati çekecek kadar başarılı bir talebeydi, matematik hocası ve adaşı Mustafa Sabri bu başarısını gözönüne alarak ona olgun, eksiksiz anlamında Kemal adını taktı.
O günden sonra daima Mustafa Kemal adını taşıyacak olan genç subay namzedi, Askerî rüştiyeyi 1896’da bitirdi.
Manastır Askeri idadisine girdi. On dört yaşındaydı.
Mustafa Kemal bu okulda Ömer Naci adlı bir çocukla arkadaş oldu.
Ömer Naci şiir yazar ve bunları Mustafa Kemal’e okurdu.
Ayrıca ona okuması için bazı kitaplar verirdi.
Sonraları ünlü bir hatip olan Ömer Naci, Mustafa Kemal’e böylece bir taraftan şiir ve hitabet zevkini aşılar,bir taraftan da «edebiyat diye bir şey» in var olduğunu duyururken, bir başka arkadaşı da ona «siyaset diye bir şey»in varlığını öğretiyordu.
Bu,Ali Fethi adlı, Makedonya’lı ve Fransızcayı iyi bilen bir talebeydi.
Yetersiz olan Fransızcasını ilerletmesi için Mustafa Kemal’e telkin yapıyor, Rousseau, Voltaire, Auguste Comte, Desmoulins, Montesquieu gibi siyasi düşünürlerin eserlerini tanıtıyordu.
Öte yandan, alay emini ve hitabet hocası Mehmed Asım Efendi ise, «şiir ve edebiyat asker olanların uğraşacağı konular değildir» diye onun bu konudaki merak ve heveslerini önlemeğe çalışıyordu.
Mustafa Kemal Manastır idadisinde okurken, yaz tatillerinde Selânik’te Collège des Frères de Salle’in açtığı özel derslere gitti ve Frère Rodrigues’ten Fransızca dersi aldı.
Manastır Askeri idadisini 1898’de bitirdi ve İstanbul’a Harbiye mektebine geldi.
Okula 13 mart 1899’da, 1283 apolet numarasıyle piyade sınıfına yazıldı.
İmparatorluk başkentinin renkli ve hareketli hayatı bu genç ve tecrübesiz taşra çocuğunu çok etkiledi.
Harbiye mektebinde Ali Fuat (Cebesoy) ile arkadaş oldu.
Bu arkadaşlık onun soylu bir İstanbul ailesiyle yakınlık kurmasını sağlamıştı.
On sekiz yaşının bütün şevk ve ateşiyle İstanbul yaşayışına kendini bıraktı.
Bunu daha sonraları «birinci sınıfta saf gençlik hayallerine tutuldum, dersleri ihmal ettim, senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım.
Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım» diye anlatacaktır, öte yandan Fransızca çalışmağa devam ediyor, Manastır’da Ali Fethi’nin tanıttığı fransız yazarlarını şimdi daha iyi inceleyebiliyordu.
O dönem nesillerinin hepsinde vatan, millet ve hürriyet duygularının uyanmasında ve gelişmesinde başlıca rolü oynayan Namık Kemal’in eserlerini ve şiirlerini de gizli gizli okuyordu.
Mustafa Kemal, Harbiye mektebini 10 şubat 1902’de bitirdi ve Erkânı Harbiye (Kurmay) sınıflarına geçti.
Bir vakitler matematik ve şiire karşı duyduğu merakı şimdi tarih konusunda duyuyordu.
Bu dönemde Napolyon hakkında ne bulduysa okudu. Napolyon’u çok beğeniyordu.
Bundan başka John Stuart Mili de anlamaya çalıştığı yazarlardandı, öte taraftan, okuyup öğrendiklerinin sadece kendisinde kalmasıyla yetinmiyor, düşüncelerini bütün Harbiye mektebi talebelerine yaymak istiyordu.
Bu amaçla bazı arkadaşlarıyla birleşti ve gizlice dağıttıkları bir gazete çıkarmağa başladı.
El yazısıyla çıkan gazetenin idare ve siyaset alanındaki bozuklukları açıklayan yazılarının çoğu Mustafa Kemal tarafından yazılıyordu.
Bir gün veteriner sınıflarında bu gazeteyi hazırlarken suçüstü yakalandılar, ama bütün istikballerini mahvedebilecek olan bu hadise, kendi istikbalini de mahvedebilir diye aynı derecede korkan okul kumandanı Ali Rıza Paşa tarafından örtbas edildi.
Bu türlü ders dışı çalışmalarının yanı sıra Mustafa Kemal, bir yandan da savaş usulleri, özellikle gerilla (harb-ı sagir) üzerinde de duruyor, strateji ve taktik meselelerini inceliyordu.
Erkânı Harbiye’yi (Harp akademisi) 11 ocak 1905’te bitirdi ve kurmay yüzbaşı oldu.
Diploması 320 kişilik piyade sınıfının yirmincisiydi,
kurmaylık hakkını kazanan on üç subaydan biri de oydu.
Yirmi dört yaşındaydı, Beyazıt’ta bir ev kiralamıştı.
Ayrıca, birkaç arkadaşıyla birlikte bu eve bitişik bir ermeninin evinden de bir oda tutmuşlardı.
Siyasi faaliyetlerine bu odada devam ediyorlardı.
Aslında bu faaliyet memleketin gidişini ve Padişahı tenkit ile yasak kitapları okumaktan öte bir nitelik taşımıyordu.
Arkadaşlarından biri, bu toplantıları jurnal etti ve onları yakalattı.
Mustafa Kemal, Ali Fuat ve onlarla beraber yüzbaşı çıkmış iki genç tutuklandılar ve Yıldız sarayında uzun süre sorguya çekildiler. Soruşturma birkaç ay sürdü.
Fakat okul müdürü gençlerin affedilmesinde, suçlarının büyük bir önemi olmadığında ısrar etti ve sonunda İstanbul’dan sürülmek şartıyla affedildiler.
Mustafa Kemal ile Ali Fuat «kolaylıkla memleketlerine gidemeyecekleri bir yere gönderilmeleri» emri üzerine Şam’da 5. Ordu emrinde 30. Süvari alayına gönderildiler.
Bu görev, Mustafa Kemal’in İmparatorluğun içinde bulunduğu acıklı durumu yakından tanıması için bir fırsat oldu.
Yüzbaşı olarak başlıca görevi, kendisinin modern askeri okullarda gördüğü eğitimi görmemiş olan subaylara askeri bilgisini öğretmek ve ordunun o bölgedeki Dürzileri kontrol görevine katılmaktı.
Görevinin ilk kısmına ciddiyetle sarıldı ve kolayca da başardı.
Ama Dürzileri kontrol işinde araya rüşvet olaylarının da karıştığı meselelerle karşılaştı.
Ali Fuat, Şam’dan yeni bir görevle ayrılmıştı.
Mustafa Kemal bir gün iki subay arkadaşıyla Şam çarşısında dolaşırken Hacı Mustafa adlı bir türkle tanıştı.
Dükkanının tezgahında felsefe, sosyoloji, tıp konularında kitaplar bulunan Mustafa (Cantekin) bozguncu faaliyetleri sebebiyle önce tutuklanmış, sonra sürülmüş bir eski Askeri tıbbiye talebesiydi.
Yine, bir gizli siyasî cemiyet kurmak gayretindeydi, ama güvenebileceği kimseleri bulamamıştı, işte şimdi bir araya geliyorlardı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları Müfit (özdeş), Lutfi ve Mustafa (Cantekin) birleşerek Vatan ve Hürriyet cemiyetini kurdular (ekim 1906).
Bu cemiyet, bundan böyle kıta hizmetindeki subaylar tarafından kurulacak olan çeşitli ihtilâl cemiyetlerinin hemen de öncüsü sayılabilir.
Cemiyetin Yafa, Kudüs ve Beyrut şubelerini Mustafa Kemal açtı.
Ancak Suriye böyle bir cemiyetin gelişmesine uygun bir çevre değildi.
Mustafa Kemal bu sebeple gizlice Selânik’e gitti.
Bu tarihte Selânik’te Ittihad ve Terakki cemiyeti henüz kurulmamıştı.
Mustafa Kemal eski arkadaşı Ömer Naci, Nusret Sami (Kızıldoğan) ve Hakkı Baha’nın (Pars) katılmalarıyla Selânik’te Vatan ve Hürriyet cemiyetinin bir şubesini kurdu.
Selânik’te fazla kalamayarak Şam’a döndü.
İzinsiz ayrılığını saklamak için o sırada İngiltere ile Osmanlı devleti arasında çıkan Akabe meselesi dolay isiyla güneye gönderilen birliklerde görev alarak Birissebi’ye gitti.
Mustafa Kemal’in ayrılmasından sonra Vatan ve Hürriyet cemiyeti Selânik’te gelişme gösteremedi.
O sırada ittihad ve Terakki cemiyeti de kurulmuştu.
Dr. Nâzım ın aracılığıyla eylül 1907’de iki cemiyet İttihad ve Terakki adı altında birleşti.
Mustafa Kemal haziran 1907’de kolağası (kıdemli yüzbaşı) olarak Şam 5. Ordu kurmaylığına, aynı yılın eylül ayında da Manastır 3. Ordu kurmaylığına nakledildi.
Manastır’a giderken, Selânik ordu müşirliği kurmaylığına gönderildiğini’öğrendi.
Selânik’e gelir gelmez şimdi İttihad ve Terakki ile birleşmiş olan eski cemiyetine yeni bir üye gibi ve yeni cemiyetin kendine has töreniyle girdi.
Fakat İttihad ve Terakki kurucuları başına buyruk, kibirli, cüretkâr buldukları için Mustafa Kemal’e pek yaklaşmıyorlardı.
22 Haziran 1908’de kendisine ek görev olarak Selânik-üsküp demiryolu müfettişliği verildi, ittihadcılar bu görevin Selânik dışındaki propaganda çalışmaları için yararlı olacağı bahanesiyle onu yanlarından uzaklaştırdılar.
Mustafa Kemal, Selânik-Üsküp demiryolu üzerindeki şehir ve garnizonlarda cemiyetin şubelerini açtı, gelişmesi için çalıştı.
Bu arada İttihad ve Terakki cemiyeti 1876 Anayasasının geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı.
Bu bildiriye cevap olarak İstanbul hükümeti Rumeli’ye asker gönderdi, ama bunların başındaki subaylar da isyancılara katıldı.
İstanbul, çaresiz Cemiyetin isteğini kabul etti ve 24 temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilân edildi.
İttihad ve Terakki cemiyeti üyelerinden binbaşı Enver (Paşa) bu zaferin kahramanı kabul ediliyordu.
Görevi dolayısıyla hareketin içinde bulunmayan Mustafa Kemal gelişmeleri ve durumu dikkatle takip ediyordu.
Ona göre İkinci Meşrutiyet hareketinin tek amacı Abdülhamid II’yi dize getirmek ve her derde deva olacağı sanılan meşrutiyeti ilân etmekten öteye gidememişti, gidemezdi.
Çünkü Ittihadcıların belirli bir siyasi görüşleri veya herhangi bir programları yoktu.
Mustafa Kemal meşrutiyeti ilân etmekle işin bitmediğini söyleyerek memlekette köklü reformlar yapılmasını, bunun için de İttihad ve Terakki’nin artık açık bir siyasi parti niteliği almasını, Ordunun kesin olarak siyasetten çekilmesini şart görüyordu.
İttihad ve terakkicilerle Mustafa Kemal arasındaki ciddi fikir ayrılığı bu noktadan çıktı.
Bu sırada, Trablusgarp’ta meşrutiyet idaresine karşı bir ayaklanma hareketi baş gösterdi.
Bu, Ittihadcılar için iyi bir fırsattı.
Mustafa Kemal’i Selânik’ten uzaklaştırmak için bu fırsatı kullandılar ve gereken tedbirleri almak üzere onu Trablusgarb’a gönderdiler.
Mustafa Kemal karşılaştığı bütün güçlüklere rağmen hareketi kan dökmeğe mecbur kalmadan bastırdı ve Selânik’e II. Redif tümeni kurmay başkanı olarak döndü (13 ocak 1909).
İkinci Meşrutiyet’e rağmen İttihadcılar, İstanbul’da duruma tam manasıyla hâkim olamamışlardı.
Kuvvetli bir iç muhalefet gün geçtikçe yayılıyor, tesirini artırıyordu.
Üstelik cemiyet içinde de ayrılıklar, anlaşmazlıklar başlamıştı.
Durumdan hoşnut olmayan çeşitli unsurlar harekete geçmek için bahaneler arıyordu.
Bir gece, Galata köprüsü üzerinde Ahmed Samim adlı bir gazeteci vuruldu.
Bu uygun bir bahane addedildi, şeriat ve onun temsil ettiği İslâm dini adına bir karşı ihtilâl patlak verdi (13 nisan 1909).
31 Mart vakası adıyla tarihe geçen bu hareketin başında olanlar İttihad ve Terakkinin lağvedilmesini, Hükümetin istifasını, meclis reisinin çekilmesini istiyorlardı.
Gelişmeleri sabahtan başlayarak telgraf başında takip eden Mustafa Kemal, İstanbul’da olağanüstü bir durum olduğunu anlayınca tümen kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşayı ve ordu kumandanı Mahmud Şevket Paşayı ikna ederek harekete geçirdi.
Yapılacak tek şey derhal İstanbul’a kuvvet göndermekti.
Bu ordu için önce Hürriyet ordusu adı ileri sürüldü.
Fakat Mustafa Kemal bütün orduların hürriyet ordusu olduğunu, bu birliklerin ise o orduların hareket halindeki bir parçası bulunduğunu söyleyerek Hareket ordusu adını kabul ettirdi.
Hareket ordusunun İstanbul halkına hitaben yayınladığı bildiriyi de Mustafa Kemal kaleme aldı.
Buna göre isyancılar cezalandırılacak, ahali korunacaktı.
Telgrafhanede Mahmud Şevket Paşanın emirlerini tellerken Hüseyin Rauf (Orbay) adında bir bahriye subayı ile karşılaştı (sonradan Rauf Bey, Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşlarından biri olacaktır).
Hareket ordusu duruma hâkim olur olmaz ittihad ve Terakki idarecileri saklandıkları yerlerden ortaya çıktılar ve Padişahı (Abdülhamid II) tahttan indirdiler.
Mustafa Kemal Selânik’teki görevi başına dönmüştü.
Orada, İstanbul’da Genelkurmaya nakledilinceye kadar kaldı (13 eylül 1911).
Gerçi isyan bastırılmıştı, fakat Mustafa Kemal’e göre İttihad ve Terakki idarecileri hâlâ yanlış yoldaydılar. Seçimle iş başına gelmiş bir parlamentoya değil, ordunun kuvvetine dayanıyorlardı.
Bu konuda Hüseyin Rauf (Orbay) da aynı şekilde düşünüyordu.
Bunlardan başka Kâzım Karabekir, Edirne’de 2. Orduda İsmet Bey (İnönü), Selânik’te Fethi Bey (Okyar), Refet (Bele), Ali Fuad (Cebesoy), Tevfik Rüştü (Aras) gibi subaylar ve gençler aynı fikre katılıyorlardı.
Böylece Mustafa Kemal etrafında küçük fakat tesirli bir muhalif subaylar grubu teşekkül ediyor ve bu grup İttihad ve Terakki merkezinde gittikçe artan bir endişe kaynağı oluyordu.
Mustafa Kemal, grubunun fikirlerini çekinmeden Merkezi Umumi’ye bildiriyor, fakat nedense bu uyarmalar gereken alâkayı sağlayamıyordu.
22 Eylül 1909’da Selânik’te ittihad ve Terakki’nin yıllık büyük kongresi toplandı.
Mustafa Kemal bu kongreye Trablus delegesi olarak katıldı.
Kendi adına ve grubu adına yaptığı konuşmada İmparatorluğun ve Meşrutiyetin askerî bir partiye değil, bir taraftan kuvvetli bir orduya, öte taraftan da kuvvetli bir siyasi partiye ihtiyacı olduğunu ileri sürdü ve ordunun siyasetten çekilmesi yolundaki inancını kesinlikle tekrarlayarak dikkatleri »üzerine çekti.
Fakat Mustafa Kemal’in tezi kongrede çoğunluk sağlayamadı.
Ancak cemiyetin liderleri artık Mustafa Kemal’i sadece bir muhalif parti üyesi değil, tehlikeli bir düşman olarak da görmeye başladılar.
Bu görüş yüzünden işe cemiyetin komitacıları karıştı, onu ortadan kaldırmak üzere iki ciddi teşebbüs yapıldı.
Muştafa Kemal, bu iki teşebbüsü de bertaraf etmesini bildi.
Hattâ ikinci teşebbüsün sahibi Yakup* Cemil sadece onu öldürmeyi reddetmekle kalmadı, tehlikede olduğunu bildirerek Mustafa Kemal’i gizlice uyardı.
Bu sırada Mustafa Kemal bir süre siyasi faaliyetlerine ara vererek daha çok mesleğiyle ilgili çalışmalar yaptı. Üçüncü ordunun eğitim kolunda, Zabit Talimgâh kumandanlığı ve 38.Piyade Alay kumandanlığı yaptı. Bu görevleri sırasında çok başarılı bir şekilde hocalık etti.
Berlin Askeri akademisinin eski müdürlerinden General Litzman’ın «Takımın Muharebe Talimi» ve «Bölüğün Muharebe Talimi» adlı kitaplarını çevirerek bastırdı (1909 ve 1912); Cumalı Ordugâhı (1909) ve Tâbiye Tatbikat Seyahati (1911) adlı kitaplarını da bu dönem içinde yayınladı.
Mahmud Şevket Paşanın kurmayı ile beraber Arnavutluk hareketine katıldı.
1910 Yılı sonbaharında, fransız ordusunun Picardie’de yaptığı manevralarda hazır bulunacak türk heyetine üye olarak seçildi ve bu toplantıda manevra planları tartışılırken herkesten farklı bir plan teklifinde bulundu.
Bu teklife fransız ve türk heyetleri çok hayret ettilerse de ertesi günkü uygulamada Mustafa Kemal’in haklı olduğu görüldü.
13 Eylül 1911’de İstanbul’da Genelkurmayda yeni bir göreve başladı, kısa bir süre sonra da (29 eylül 1911) İtalyanlar Trablusgarb’a saldırdılar.
O tarihte, dünya siyasetinde dikkatler Almanya, İngiltere ve Fransa’nın Afrika kıtasındaki emellerine çevrilmişti.
İlk hamlede Fas, Fransa’ya, Kongo’nun ufak bir bölümü de Almanya’ya verilince, emperyalizm sahnesinde İtalya da belirdi ve ani olarak Trablus ye Bingazi mutasarrıflıklarını ilhaka karar verdi.
Bölge, İmparatorluğun ihmale uğramış bir kısmıydı ve bu yüzden Trablus savunması sayıca az türk kuvvetleriyle yerli birliklere ve oraya çeşitli yollardan kaçak giden subaylara bırakılmıştı.
Paris ataşemiliteri Fethi (Okyar), Berlin ataşemiliteri Enver (Paşa) bu gönüllü subaylar arasındaydı.
Mustafa Kemal de İngiliz işgalindeki Mısır üzerinden, kendisini gazeteci diye tanıtarak Trablus’a gitti, önce Tobruk’ta, ‘sonra Derne’de savunma ve oyalama muharebelerini yönetti.
27 Kasım 1911’de binbaşı oldu, böylece Trablus hareketini İstanbul bir bakıma takdir etmiş oluyordu.Fakat bu sırada Balkan harbi patlak verdi (1912) .
Karadağ’da çıkan savaş, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan’ın da katılma siyle birdenbire bütün Rumeli’ye yayılmış, osmanlı orduları Işkodra, .Yanya, Edirne savunmaları dışında her yerde bozguna uğrayarak çekilmeğe başlamıştı.
Mustafa Kemal bu haberleri alır almaz Mısır, Trieste, Romanya üzerinden İstanbul’a geldi, ama o gelinceye kadar bütün Rumeli kaybedilmiş, Selânik düşmüş, Bulgarlar Çatalca savunma hattına kadar ilerlemişlerdi.
Osmanlı genelkurmayı İstanbul’u tehdit eden bulgar birliğini durdurmak için Bolayır yarımadasında kuvvet toplamayı, bu kuvvetle bulgar hattının gerisine taarruz etmeyi, bu taarruzu Şarköy’de yapılacak bir çıkarma ile desteklemeyi planlamıştı.
Mustafa Kemal Bolayır’da kurulan mürettep kolordunun harekât şubesi müdürlüğüne tayin edildi (25 kasım 1912).
Fakat bu plan başarıya ulaşamadı, çünkü Şarköy’de çıkarma yapacak kölordu (kurmay başkanı Enver) vaktinde yetişememiş ve vasıta yokluğu yüzünden karaya çok az asker çıkarılabilmişti.
Mürettep kolordunun kurmay başkanı Fethi Bey (Okyar) bu sırada askerlikten çekildi, lttihad ve Terakki genel sekreteri oldu.
Yerine Mustafa Kemal geçti ve kolordu, Edirne’nin geri alınması hareketine katıldı.
22 Temmuz 1913 tarihinde Edirne’ye ilk giren kuvvetler bu kolordunun atlı birlikleriydi.
Fakat tıpkı Trablusgarp’ta yararlıkları görülen subaylara Osmanlı Meclisi Mebusanının teşekkürlerini bildiren kararda olduğu gibi, Edirne’nin geri alınması olayında da Mustafa Kemal yerine Enver’in (Paşa) adı geçti.
27 Ekim 1913’te Fethi (Okyar) Sofya elçilizam, Mustafa Kemal’in istediği gibi Ahmed İzzet Paşa oldu; ama onu harbiye nazırı yapmadı.
Bu atak, cesaretli, gözüpek adamdan korkuyordu. «Barıştan sonra birlikte çalışırız» gibi tuhaf bir beyanla Mustafa Kemal’i oyaladı.
Harbiye nazırlığı ile genelkurmay başkanlığını kendi üzerine aldı.
Buna karşılık Rauf (Orbay) Beyi Bahriye nazırı, Fethi (Okyar) Beyi Dahiliye nazırı yaptı. İsmet (İnönü) Beyi de Harbiye nezareti müsteşarlığına getirdi.
Herşeye rağmen bu kabine Mustafa Kemal’e yakın ve onun görüşlerini temsil eden bir kabine oluyordu.
30 Ekim’de Osmanlı devleti, Rauf Bey (Orbay) başkanlığında bir heyetin otuz altı saat müzakere ederek kabul ettiği Mondros mütarekesini imzaladı.
Mütareke gereğince alman kumandanların Türkiye’yi terk etmesi gerekiyordu.
Bu yüzden Liman von Sanders de Yıldırım orduları grubu kumandanlığını Mustafa Kemal Paşaya devretti (31 ekim).
Mustafa Kemal için bu mütareke bir son değil bir başlangıçtı; galip devletlerin lehine kolayca çevrilebilecek birçok hüküm taşıyordu.
Onun görüşüne göre «Osmanlı devleti bu mütarekename ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmekle kalmamış, düşmanların memleketi istilâsı için onlara yardım da vaat etmişti».
Bu görüşünü ve mütarekenin sakıncalı bulduğu noktalarını üst üste çektiği telgraflarla Sadrazama açıklıyordu.
Bir taraftan da elinin altında bulunan 2. ve 7. Orduları yeterli bir milli savunma kuvveti haline getirmek için çalışmaya koyuldu.
Birlikleri yeni baştan teşkilâtlandırdı, yurt içindeki önemli merkezlere dağıttı.
Bu birliklere kendi mücadeleci fikirlerini benimseyen kumandanlar getirdi, elindeki silâh, cephane ve malzemeyi güvenli yerlere gönderdi.
Böylece yakın bir gelecekte uygulanması gerekecek olan bir planın hazırlıklarını yapıyordu.
Ali Cenani adlı bir antepliyle mütarekeden evvel geçen bir konuşması onun neye hazırlandığını gösteriyordu.
Ali Cenani, Mustafa Kemal Paşaya, Antep’in düşman tarafından yağma edildiğini, ordu Adana’ya çekilirse Antep’in büsbütün himayesiz kalacağını anlatıyordu.
Mustafa Kemal «sizin memleketinizde hiç mi erkek kalmadı» diye sordu. «Kendinizi savunmanın bir çaresine bakın.»
— «İyi ama, nasıl, neyle?».
— «Teşkilât kurun, bir milli kuvvet toplayın. Ben size gerekli silâhları veririm!.» öte yandan Mustafa Kemal’in dedikleri çıkıyor, mütareke şartlarına uymayan îngilizler Musul’a giriyor, şehrin ve şehirdeki 6. Ordunun teslimini istiyor, ardından İskenderun için aynı muameleyi uyguluyordu.
Gerek Rauf Beyin (Orbay); gerek Amiral Calthorpe’un İngiltere Harbiye nazırlığına yaptığı itirazlar sonuç vermemiş, Ingiltere Musul’un Mezopotamya’da gösterildiğini bahane etmiş; İskenderun’un ise belli bir süre içinde general Allenby’ye verilmesini, aksi halde kuvvete baş vurulacağını bildirmişti.
İzzet Paşa kabinesi bu istekleri kabul etti.
Yıldırım Orduları kumandanlığı lâğvolundu ‘(7 kasım).
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a geldi (13 kasım). Bu tarih Müttefiklerin İstanbul’a giriş günlerine rastlıyordu.
Gerçi şehir resmen işgal edilmiyordu, siyasi ve İdari kontrol Türkler elindeydi, ama bu tamamen nazari bir durumdu, gerçekte İstanbul işgal edilmiş demekti.
Enver, Cemal, Talât Paşalar memleketten kaçmış, hükümet ve meclis üyeleri birbirine düşmüştü.
Sultan, şeyhülislâmın, Cavit ve Fethi Beylerin hükümetten çekilmesini istiyordu.
Sadrazam İzzet Paşa bu isteği kabul etmedi ve hükümetiyle birlikte istifa etti.
Yeni hükümeti kurma teklifi Tevfik Paşaya yapıldı.
Mustafa Kemal ve Rauf Bey, Tevfik Paşanın sadrazam olmaması, hükûmeti yine İzzet Paşanın kurması için yoğun bir çalışma yaptılar, fakat başaramadılar.
Mustafa Kemal İstanbul’da kaldığı bu altı aylık dönem içinde vatanın kurtuluşuna en küçük yardımı dokunabilecek olan herkesle ilişkiler kurdu, görüştü.
Fikirlerini daha kolay yayabilmek ve daha etkili olabilmek için Fethi Beyin (Okyar) çıkardığı Minber gazetesine ortak oldu.
Savaştan yeni çıkan kumandan ve subayların morallerini yükseltmek için Sofya’da askerî ataşe iken yazdığı Zâbit ve Kumandanla Hasbihal adlı eserini bu sırada yayınladı.
Bir ara âyan reisi Ahmed Rıza’nın sadarete getirileceği ve Mustafa Kemal Paşanın da Harbiye nazırı olacağı söylentileri çıktı.
Onun bu çok yönlü çalışmaları işgal kuvvetleri yetkililerini ve hükümeti kuşkulandırmaya başlamıştı.
Onu herhangi bir sebeple tevkif de edemiyorlardı.
Çünkü kazandığı zaferlerle ordu ve halk arasında büyük sevgi ve takdir elde etmişti.
Ayrıca İttihad ve Terakki yöneticilerini hemen hiç tutmamış, politikalarının yanlışlığını her fırsatta açıklamıştı. Onu tevkif etmenin halk efkârı üzerinde fena tesirleri olacaktı.
Şu halde Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uygun ,bir görevle uzaklaştırmak gerekiyordu.
Bunun için de yeterli bir sebep vardı.
İngiliz raporlarına göre, Samsun ve dolaylarında Türkler, rum ahaliye baskı ve zulüm yapıyorlardı.
Ingiliz işgal makamları Osmanlı hükümetine, bu durumun önüne geçilmezse kendilerinin işe elkoyacağını bildirmişti.
Hükümet, bir tedbir olarak Mustafa Kemal Paşayı 9. Ordu kıtaatı müfettişliğine tayin etti.
Ordu merkezi Erzurum’daydı. Mustafa Kemal Paşa durumu yerinde inceleyecekti.
Mustafa Kemal Paşa teklifi sevinçle kabul etti.
Zira İstanbul’a geldiği günden beri resmi bir görevle Anadolu’ya geçmenin imkânlarını arıyordu.
9. Ordu kıtaatı müfettişliğine Sivas’ta bulunan 3. Ordu (Refet Bele) ve Erzurum’da bulunan 15. Kolordu (Kâzım Karabekir) bağlıydı.
Üstelik Mustafa Kemal, görevine genelkurmay ikinci başkanı Kâzım Paşanın (inanç) yardımıyla, hükümetten çok geniş yetkiler alarak gidiyordu.
Bu yetkiye göre Mustafa Kemal müfettişlik sınırları dışındaki bütün kumandanlarla ve sivil makamlarla doğrudan doğruya yazışma yapabilecek ve gereken emirleri verebilecekti.
Mustafa Kemal Paşa yol hazırlıklarını büyük bir gizlilik içinde yaptı.
Hükümetin veya müttefiklerin ona verilen yetkilerden pişman olup her an geri çağırabileceklerinden korkuyordu.
İstanbul’dan ayrılmadan evvel Yıldız sarayında Vahideddin’i ziyaret etti.
Kendisinden son talimatı aldı. Padişah sözlerini «isterseniz memleketi kurtarabilirsiniz» diye bitirdi.
Kendisi ve kalabalık maiyeti için ingilizlerin vereceği vizeyi heyecanla beklemeğe başladı.
Bu bekleyiş sırasında, 15 mayıs günü yunan birlikleri yirmi bin kişilik bir kuvvetle İzmir’de karaya çıktı.
İstanbul halkı da bütün memleket gibi İzmir işgalinden şaşkına dönmüştü.
Tarihi Sultanahmet mitingi bu şaşkınlığa eklenen nefret ve isyanın bir ifadesiydi.
Bu arada Ingilizler «Padişahın Mustafa Kemal Paşaya güveni vardır» gerekçesiyle beklenen vizeyi verdiler.
Muştafa Kemal böylece, 16 mayıs akşamı küçük ve eski bir şilep olan Bandırma ile yola çıktı.
Her an Ingilizler tarafından yolu kesileceğinden kuşkulanan Mustafa Kemal, bu kuşkusunda haksız değildi, işgalciler, nihayet Mustafa Kemal’in nasıl bir amaçla Anadolu’ya geçtiğini anlamışlar ve Yüksek İşgal Komisyonunda askeri ataşe olarak çalışan Wyndham Deeds bir gece yarısı o sırada sadrazam olan Damat Ferid’i uyandırarak bu husus hakkındaki endişesini bildirmişti.
Damat Ferid bu geç kalmış kuşkuya «çok geç kaldınız ekselans» diye cevap verdi, «kuş uçtu bile.»
Gerçekten de Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 günü fırtınalı bir havada Samsun limanına çıktı.
Anadolu, İzmir’in işgali ve bunun doğuracağı sonuçlar hakkında çok az bilgiye sahipti.
Onun için Mustafa Kemal ilk çalışmalarını şu iki nokta üzerinde topladı: Abdülhamid II’nin kurduğu telgraf şebekesinden yararlanarak yetkisi altındaki askeri ve sivil makamlarla sıkı bir temas kurmak; halka protesto mitingleri yaptırarak Babıâli’ye ve müttefiklere karşı milletin cephe aldığını belirtmek.
Bu arada İstanbul’dan aldığı yetkileri kullanarak iki yoldan çalışmağa başladı: askeri alanda, Anadolu ve Trakya’da ayakta kalmış birliklerle derhal temasa geçti; siyasi alanda ise, yer yer kurulmakta olan Müda-faai Hukuk ve Reddi İlhak grupları arasında bağlantı kurmağa başladı.
Aslında İstanbul kendisini bu grupları dağıtmakla görevlendirmişti.
ilhak ve işgalleri önlemek için kurulan bu dernekler ve Batı Anadolu’da yunan işgalini durdurmak için Kuvayı milliye adı altında toplanan silâhlı halk kuvvetleri daha çok bölgesel endişelerden doğduğu ve aralarında temas ve münasebet kurulamadığı için vatanı kurtaracak ve milleti bağımsızlığa kavuşturacak bir güç kazanamıyordu.
Mustafa Kemal ilk çabalarını işte bu yüzden bir nokta üzerine topladı.
Bir taraftan da Harbiye nezaretine mütareke şartlarını ihlâl eden, kuvvetlerini artıran ve Anadolu içlerine girmeğe hazırlanan müttefiklerden ve özellikle İngilizlerden şikâyet telgrafları çekerek hükümeti uyarıyordu.
Bu çalışmalar gerek işgal kuvvetleri yetkililerini gerek İstanbul hükümetini son derece tedirgin edince ve bu konuda İngiliz baskısı zamanla artınca hükümet Mustafa Kemal’in geri çağırılmasına karar verdi.
Samsun’a geleli henüz bir hafta olmuştu. Mustafa Kemal de, daha rahat çalışabilme imkânlarını arıyordu.
Bu düşünceyle, karargâhını Samsun’dan seksen kilometre içerideki Havza’ya çekti.
Yolda arabası bozulmuş, yaya gitmeğe mecbur olmuşlardı.
Sonradan Milli Mücadelenin marşı haline gelen Dağ başını duman almış şarkısını Mustafa Kemal ve arkadaşları ilk defa 1200 metre rakımlı bu dağ yollarında söylediler.
Havza, yunan çetelerinin yoğun faaliyet gösterdiği bir bölgeydi.
Rum patriği, buradaki Rumları Pontus devletinin kurulması için ayaklanmağa teşvik ediyordu.
Mustafa Kemal’in Havza’da bir mukavemet çekirdeği kurması bu bakımdan zor oldu.
Fakat o, ne halkın yılgınlığından ne de esnafın korkusundan dolayı ümidini kaybetmedi, kendisi yine ön plana çıkmadan, mitingler düzenletti, Müdafaai Hukuk cemiyetinin Havza şubesini kurdu ve Reddi ilhak, Müdafaai Hukuk dernekleriyle Anadolu ve Trakya’daki bütün kumandanlara ve sivil yöneticilere ilk genelgesini 28 Mayıs’ta Havza’dan gönderdi.
öte yandan işgal altındaki İzmir bölgesi çok daha çabuk teşkilâtlanıyordu.
Osmanlı hükümetine baş kaldırmış olan efeler derhal Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyle işbirliğine karar verdiler.
Bölgeyi Rauf Bey (Orbay) geziyordu.
Havzalılar, İngilizlerin Doğudaki Türklerden alıp Samsun’a sevk ettikleri on bin kadar tüfeği ele geçirmişler, silâhları taşıyan hayvanları satıp parasını Müdafaai Hukuk emrine vermişlerdi.
Artık Havza’dan ayrılma sırası da gelmiş bulunuyordu.
Bu arada AmasyalIlar Mustafa Kemal’i davet ettiler, bu daveti kabul etti.
O sırada Harbiye nezaretinden derhal İstanbul’a dönmesi için bir emir geldi.
Fakat artık Mustafa Kemal bu emirleri dinlemeyecekti.
Havza’dan büyük tezahüratla ayrıldı.
Amasya, Mustafa Kemal’in çalışmalarına en uygun yerlerden biriydi.
Amasya’ya Ali Fuat (Cebesoy) ve Rauf (Orbay) beylerle birlikte geldi.
21/22 Haziran gecesi Amasya’dan Anadolu ihtilâlinin ilk bildirisi olan ünlü Amasya genelgesini yayınladı.
Sivas’ta milli bir kongre toplanması kararını da bu genelge ile halk efkârına, İstanbul hükümetine ve İşgal kuvvetlerine duyurdu.
3 Temmuzda Mustafa Kemal Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye cemiyetinin düzenlediği kongreye katılmak üzere Erzurum’a geldi.
İstanbul’da Mustafa Kemal’in dostu olan Mehmed Ali Bey Dahiliye nazırlığından ayrılmış, yerine Ali Kemal geçmişti.
Ali Kemal, İstanbul’a dönme emrini dinlemediğinden Mustafa Kemal ile bütün resmi temasların kesilmesi için gerekli yerlere talimat verdi.
Bu talimattan da istediği sonucu alamayan İstanbul hükümeti, 7 temmuzda Mustafa Kemal’i görevinden azletti.
Bunu haber alır almaz 3. Ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etti.
Kararını, Milli kurtuluş hareketinde milletle beraber herhangi bir fert gibi çalışmak istediğini ordulara ve millete duyurdu.
Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye cemiyeti Erzurum şubesinin isteği ile derneğin faal heyetinin başına geçti.
Kongre 23 temmuzda toplandı, 7 ağustosa kadar sürdü.
Dokuz kişilik bir Heyeti Temsiliye seçti. Bu temsil heyetinin başında Mustafa Kemal vardı.
Sivas kongresi 4 eylül 1919’da lise binasında toplandı.
Kongre, önce Erzurum kongresinde alınan kararları onayladı.
Misakı Millî’nin metnini daha açık ve güçlü bir şekle getirdi.
Bu kararları uygulamak üzere bir Heyeti Temsiliye seçti.
Devletin amerikan mandası altına girip girmemesi konusu iki celse boyunca tartışıldı.
Kongre bütün heyecanıyle çalışırken, bir taraftan da Damat Ferid’in adamı Elazığ valisi Ali Galip, C. Noel adlı bir İngiliz binbaşısıyla birlikte kürt aşiretlerini Mustafa Kemal’e karşı ayaklandırmaya çalışıyordu.
Maksatları kongreyi dağıtmak, Mustafa Kemal’i tevkif etmekti. Fakat Ali Galip ve Noel bu teşebbüslerinde muvaffak olamadılar.
Kürt’ler dağıldı, Noel sınır dışı edildi. Ali Galip yakalandı, Mustafa Kemal tarafından sorguya çekildi, Halebe kaçtı.Sivas kongresi bu hava içinde sona eriyor (11 eylül 1919).
Mustafa Kemal de yine telgraf başında İstanbul’daki Dahiliye nazırı ile konuşmak istiyordu. Nazıra kongre kararları bildirildi.
Bu bilginin Padişaha arz edilmesi istendi. Nazır bu isteği reddetti.
Mustafa Kemal bunun üzerine doğrudan doğruya Padişaha tel çekerek durumu bildirmek istedi, fakat İstanbul telgrafhanesi Saraya yol vermemekte ısrar ediyordu.
Bunun üzerine Mustafa Kemal bütün telgraf merkezlerine bir tamim çıkararak meşru bir hükümet işbaşına gelinceye kadar İstanbul hükümetiyle bütün resmî bağların ve haberleşmelerinin kesildiğini bildirdi (12 eylül 1919).
Damat Ferid hükümeti bu baskıya dayanamayarak çekildi, yerine Ali Rıza Paşa geldi.
Heyeti Temsiliye yeni hükümeti şartlı olarak desteklemeye karar verdi.
Bu şartlara göre Hükümet Erzurum ve Sivas kongrelerinde dile gelen millet isteklerine uyarak ve Mebusan meclisi toplanıp millet mukadderatına el koyuncaya kadar, yabancı devletlere karşı hiçbir taahhüde girişme-cekti.
Bunun üzerine Hükümet, Heyeti Temsil e ile görüşmek ve bir anlaşmaya varmak üzere Bahriye nazırı Salih Paşayı (Kezrak) Anadolu’ya gönderdi.
Mustafa Kemal Paşa ile Salih Paşa arasındaki görüşmeler üç gün sürdü (20-22 ekim 1919) ve sonunda biri açık diğeri gizli iki protokol düzenlendi; Amasya Protokolleri.
Hükümet temsilcileri, Kanunu Esasiye aykırı olacağı gerekçesiyle Meclisin İstanbul dışında bir yerde toplanması şartı hariç, protokolün diğer maddelerine gücü ve anlayışı çerçevesi içinde uymağa çalıştılar.
Milletvekili seçimleri başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa da Erzurum milletvekilliğine seçildi (7 kasım 1919).
Yakında açılacak olan Meclisin neredetoplanması gerektiğini ve bu mecliste güdülecek olan siyaseti tespit etmek üzere Heyeti Temsiliye üyeleri Sivas’ta Mustafa Kemal Paşanın başkanlığında, kumandanlar, bazı milletvekilleri ve bulunması faydalı görülen kimselerin katılmasıyla büyük bir toplantı yaptılar.
Çoğunluk, Meclisi Mebusanın İstanbul’da toplanmasında ısrar ediyordu (16-29 kasım).
Demek ki Mustafa Kemal’in beklediği vakit henüz gelmemişti.
Bunun üzerine Mustafa Kemal 27 aralık 1919’da Ankara’ya geldi. Sivas’ta iken milli hareketin daha iyi anlaşılması ve yayılması için İradei Milliye gazetesini çıkarmıştı (13 eylül 1919).
Bu defa Ankara’da da Hâkimiyeti Milliye gazetesini kurdu (10 ocak 1920).
Meclisi Mebusan İstanbul’da 12 ocakta açıldı.
Padişah hastalığını bahane ederek toplantıya gelmemişti.
Açılış konuşmasını onun yerine sadrazam Ali Rıza Paşa yaptı.
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a giden milletvekillerine kendisini meclis başkanlığına seçraelerini ve mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk grubu adı altında bir grup kurmalarını teklif ve tavsiye etmişti.
Fakat kendisi bizzat hazır bulunmayan bir kimseyi başkanlığa seçmenin sakıncalı olacağı düşüncesiyle onu başkanlığa seçmediler ve kurdukları gruba da Felâhı Vatan grubu adını verdiler.
Bu son Osmanlı Mebusan meclisi, Heyeti Temsiliyenin yapılmasını istediği işerden yalnız bir tanesini yapmış, 28 ocak 1920 günü Misakı Milli esaslarını bir bildiri şeklinde kabul ve imza etmiş, 17 şubatta da runun ilânına ve bütün dünya parlamentolarına resmen gönderilmesine karar vermişti.
Olayların bundan sonraki gelişmesi şöyle olur: 3 Martta Yunanlılar işgal alanını genişletmek ve milli kuvvetleri ezmek amacıyla harekete geçtiler.
Aynı gün Ali Rıza Pasa hükümeti istifa etti.
Padişah sadarete tekir Damat Ferid’i getirmek istiyordu.
Fakat Mustafa Kemal Paşanın bizzat ve kumandanlarla sivil makamları harekete geçirerek alaylı olarak yaptığı enerjik baskı üzerine hükümeti Bahriye nazırı Salih Paşa (Kezak) kurdu (8 mart 1919).
Paris’te toplanan Osmanlı devleti ile yapılacak barış antlaşması üzerinde ön çalışmalarda bulunan Müttefikler Arası Yüksek konsey (veya Onlar meclisi) İstanbul’un fiilen işgaline 13 martta karar verdi.
15 Martta İstanbul’daki itilâf devletleri kumandanı yüz elli türk yönetici, kumandan ve aydınını tevkif ettirdi.
16 Martta İstanbul fiilen işgal edildi, işgali Manastırlı Hamdi (Martonaltı) adında vatansever bir telgraf memurundan öğrenen Mustafa Kemal Paşa, olayı dünya parlamentolarına ve Islâm âlemine hitaben yayınladığı bildirilerle protesto etti.
Millete hitaben yayınladığı bir bildiriyle de yedi yüz yıllık Osmanlı devletinin hayat ve hâkimiyetinin sona erdiğini belirterek milleti medeni kabiliyetini, hayat ve bağımsızlığını ve bütün geleceğini korumağa çağırdı.
18 Martta Osmanlı Mebusan meclisi son toplantısını yaparak çalışmalarına ara verdi.
Çünkü ingilizler, Meclisi de basmışlar ve bazı milletvekillerini alıp götürmüşlerdi.
Mustafa Kemal Paşanın meclisin İstanbul’da toplanamayacağı, toplansa bile çalışmalarına devam edemeyeceği hakkındaki görüşü böylece gerçekleşmişti.
Bunun üzerine 19 mart 1920 günü yayınladığı bir bildiri ile Ankara’da olağanüstü yetkilere ve milletin gerçek iradesine sahip yeni bir meclis toplanacağını, bu meclisin milletin yeniden seçeceği temsilcileri ile İstanbul meclisi üyelerinin Anadolu’ya geçebilenlerinden kurulacağını bildirdi.
Ankara’da toplanacak meclise gönderilmek üzere Anadolu’da ve Trakya’da her il ve müstakil sancaktan çıkacak beş milletvekili için seçim yapılırken, 5 nisanda tekrar sadarete gelen Damat Ferid de Anadolu’da başlayan Milli hareketi Padişaha karşı isyan ve bu hareketin başında bulunanları eşkiya diye niteleyen bildiriler yayınlıyordu.
Ayrıca şeyhülislâm Dürrîzade Abdullah Beyin yayımladığı fetvada Millî* Mücadele hareketinin ba-şındakileri kâfir ilân ediyor ve öldürülmelerinin din bakımından caiz ve sevap olduğu hükmünü veriyordu.
Damat Ferid bu fetvadan yararlanarak Anadolu’nun bir kısım saf ve cahil halkını millî kuvvetlere karşı ayak landırıyor, Kuvayı inzibatiye veya Hilâfet ordusu adı altında ingilizlerin yardımıyla kurduğu kuvvetleri Anadolu’ya göndermeğe yelteniyordu.
Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet meclisi ilk toplantısını 23 Nisan 1920 cuma günü en yaşlı üye Sinop milletvekili Şerif Beyin başkanlığında yaptı.
Ertesi günü Mustafa Kemal Paşa Meclis reisliğine seçildi ve yaptığı uzun konuşmada Mondros mütarekesinden o güne kadar geçen olayları anlattıktan sonra bir hükümet kurulmasının zorunlu olduğunu söyledi, bu konuda bir önerge verdi.
Meclis 25 nisanda hükümet görevlerini yerine getirmek üzere beş kişilik bir Muvakkat icra encümeni seçti. Bu heyetin tabii başkanı, T.B.M.M. reisi sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa idi.
Meclis daha sonra icra vekilleri heyetinin seçimi hakkındaki kanunu kabul ederek buna göre 3 mayıs 1920 günü on bir kişilik ilk icra Vekilleri heyetini seçti.
Mustafa Kemal Paşa, 20 ocak 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye kanunu ile İcra Vekilleri Heyeti reisliği kuruluncaya kadar bu heyetin de başkanlığını yaptı, icra Vekilleri heyeti ilk toplantısını 5 mayısta Mustafa Kemal Paşanın başkanlığında yaparak iç ve dış siyasette takip edilecek yolları, usulleri tespit etti.
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da olağanüstü yetkileri bulunan bir meclisin toplanması için çağrıda bulunurken bunun bir Meclisi Müessisan (Kurucu Meclis) olmasını ve bu deyimi açıkça kullanmayı istiyordu.
Gerçekte ise T.B.M.M. çıkardığı kanunlar ve aldığı kararlarla bir Kurucu meclis niteliğini almıştı.
29 Nisan 1920 günü kabul edilen Hıyaneti Vataniye kanunu ile T.B.M.M.’nin meşruluğuna isyan niteliğinde olarak sözle, yazı ile veya eylemli şekilde muhalefet ve fesat yapanların vatan haini sayılacağı belirtildi.
Meclis, bu gibi kimseleri yargılamak ve haklarında gerekli cezaları vermek üzere kendi üyelerinden meydana gelen İstiklâl mahkemeleri kurulmasına karar verdi.
Bu suretle T.B.M.M., yasama ve yürütme yetkileri yanında yargı yetkisi de bulunan bir ihtilâl meclisi karakterini alıyordu.
Mustafa Kemal Paşa 24 nisan 1920 günü meclis başkanlığına verdiği ve o günden başlayarak takip edilmesi gereken yolu gösteren önergesi ile 20 ocak 1921 tarihli ilk Teşkilâtı Esasiye kanununa (Anayasa) esas olan teklifini Halkçılık programı adı altında bir gece içinde bastırarak üyelere dağıtmıştı (13 eylül 1920).
Teklifte saltanat ve hilâfet makamından söz edilmemesi meclisin muhafazakâr üyelerinin tepkisi ile karşılaştığı gibi, her iki belgenin adeta bir parti programı gibi Halkçılık programı adı altında yayınlanması Mustafa Kemal Paşanın dış düşmanlara karşı kazanılacak bir zaferle yetinmeyerek memlekette köklü birtakım reformlar yapmak istediği anlamına alınarak buna karşı mecliste Tesanüt grubu, istiklâl grubu, Müdafaai Hukuk zümresi, Halk zümresi ve Islahat grubu adlarını taşıyan muhalefet gruplarının doğmasına yol açmıştı.
Sayıları çok fakat üyeleri az olan bu gruplar, meclis çalışmalarının uzamasına yol açıyor, doğru ve sağlam kararlar alınmasını geciktiriyordu.
Bu grupların meclis dışında dayandıkları teşkilâtları da yoktu.
Buna karşılık çoğunluğun üyesi bulunduğu ve sanki bir iktidar partisi durumunda olan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk cemiyetinin de meclis içinde grubu yoktu.
Mustafa Kemal Paşa bu çelişik durumu ortadan kaldırmak, meclis çalışmalarında çabukluğu ve kararlarda birlik ve beraberliği sağlamak amacıyla Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk grubunu kurdu (10 mayıs 1921) ve bu grubun başkanlığına seçildi.
Bu grubun kurulmasından sonra Mustafa Kemal Paşaya muhalif olanlar da birleştiler ve kendilerinin de Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk cemiyetinin üyesi olduklarını, fakat bu cemiyet üyelerinin kurduğu ilk gruba (Birinci grup) girmemiş veya alınmamış olduklarını söyleyerek kurdukları gruba ikinci grup adını verdiler.
Kurtuluş savaşı süresince görev yapan bu Birinci Meclis, üyeleri arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden zaman zaman çok sert tartışmalara sahne olmakla beraber vatanın kurtuluşu söz konusu olduğu zaman temiz vatansever hislerden, birlik ve beraberlikten hiç bir zaman ayrılmamış, nihayet zaferden sonra, 16 nisan 1923 günü son birleşimini yaparak tarihin şeref sayfalarına geçmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, meclis çalışmalarında büyük ikna kabiliyeti olan bir hatip ve her türlü parlamento taktiklerini netice alıcı şekilde kullanmasını iyi bilen bir parlamento adamı olarak sivrilmiştir.
Bu dönem içinde, meclis çalışmaları yanında, Mustafa Kemal Paşayı en çok meşgul eden konuların başında şüphesiz ki savaşın yönetimi gelmiştir.
Her şeyden önce Birinci Diinya savaşından ağır kayıplarla çıkan, mütareke hükümlerine göre elinden silâh ve cephanesi alman, çoğu yerde sadece bir isim ve kadro olarak kalan türk ordusunu yeniden seferber etmek, silâhlandırmak ve eğitmek gerekiyordu.
Mustafa Kemal Paşa, ordu savaş gücünü kazanana kadar, Kuvayı Milliye adı verilen milis kuvvetlerinden yararlanmayı düşünmüştür.
Güneyde Mersin’den Urfa’ya kadar Fransızlara karşı yapılan savaşlarda bu kuvvetler kahramanca çarpışmışlar ve büyük başarılar elde etmişlerdir.
Fakat başlarında Çerkez Ethem ve Demirci Mehmed Efe gibi sergerdeler bulunan diğer kuvayı milliye birliklerinin gittikleri yerlerde keyfî davranışlarda bulunmaları, halktan asker ve vergi toplamaya kalkışmaları faydalarından çok zararlarını ve bir an önce muntazam ordu kurmak zorunluğunu ortaya koymuştur.
Yeter sayıda muntazam ordu birliklerinin bulunmadığı günlerde cehalet, taassup ve tahrikler sonucu yer yer patlak veren iç isyanların bastırılmasında kendisinden yararlanılan Kuvayı Seyyare kumandanı Çerkez Ethem elde ettiği başarılardan şıplarmış, emir ve kumanda dinlemez olmuştu.
Yunanlıların ileri harekete geçmek üzere oldukları en kritik günlerde Garp cephesi kumandanı albay İsmet’in (İnönü) cephe emrine girmek çağrısını reddetti (27 kasım 1920),Mustafa Kemal Paşa’nın aracılığı da sonuç vermeyince İcra Vekilleri heyeti Çerkez Ethem kuvvetlerinin tenkiline karar verdi (27 aralık 1920).
Çerkez Ethem kısa bir mukavemetten sonra birlikleriyle beraber Yunanlılara iltica etti (5 ocak 1921).
T.B.M.M. orduları doğuda, güneyde ve batıda olmak üzere üç cephede çarpışmak zorunda kalmış, ayrıca Pontus Rum çetelerine karşı dolgun mevcutlu bir merkez ordusu bulundurulması da zorunlu olmuştu.
Çarlık Rusyası’nın bolşevik ihtilâli ile sarsıldığı ve bir dağılma dönemine girdiği günlerde Kafkasya’nın Ermenistan diye bilinen bölgesi ile 1877 Osmanlı-Rus savaşı sonunda Rusya’ya kalan Kars ve dolaylarında bağımsız bir Ermenistan devleti kurulmuştu.
Müfrit milliyetçi Taşnak* partisinin yönetimindeki Ermeniler, o bölgedeki Türkleri kitle halinde öldürüyorlar, aynı zamanda İngilizlerle açıkça işbirliği yaparak bağımsızlığı için savaşan Türkiye ile, onun gibi emperyalist âleme karşı savaşan ve bu yönden ortak çıkarları bulunan S.S.C.B.’nin bağlantısını kesmeğe çalışıyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa Erzurum’daki 15. Kolordu kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’yı 9 haziran 1920’de doğu cephesi kumandanlığına gönderdi ve doğu illerinde seferberlik ilân edilerek kuvvetli bir ordu meydana getirildi.
Nihayet 28 eylül 1920’de taarruza geçen Kâzım Karabekir Paşa kuvvetleri Sarıkamış, Kars ve Gümrü’yü işgal etti.
Ermenistan’ın isteği üzerine 18 kasımda ateşkes antlaşması, 3 aralık 1920’de de, T.B.M.M. hükümetinin taraf olduğu ilk milletlerarası antlaşma olan, Gümrü barış antlaşması imzalandı.
Bu suretle ermeni meselesi kaldırılmış, doğu cephesinden elde edilen kuvvetlerin de batı cephesine aktarılması imkân içine girmiş oluyordu.
Güneyde Mersin’den Urfa’ya kadar uzanan bölgede ise fransız işgal kuvvetlerine karşı girişilen savaşlar Mustafa Kemal Paşanın direktifi altında ve ordunun subay ve silâh yardımıyla daha çok milis kuvvetleri eliyle yürütülüyordu.
Bu savaşlar, türk halkının bağımsızlığı uğrunda katlanmayacağı fedakârlık olmadığını bütün dünyaya bir kere daha ispat etmiştir.
Fransızların «Türk Verdun» ü dedikleri Antep’in kahramanca savunması üzerine bu kente T.B.M.M. kararı ile Gazi unvanı verilmiştir (8 şubat 1921).
Fransızlar, Türkleri yenmenin mümkün olmadığını anlamışlardı.
Yalnız, müttefiklerinden koparak ayrı bir barış anlaşması da yapamıyorlardı.
Ancak Sakarya zaferinden sonradır ki Türklerle savaşmanın sonuç vermeyeceğini görerek Ankara itilâfnamesini imzaladılar (20 ekim 1921).T.B.M.M. hükümeti adına Dışişleri bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Fransa adına eski bakanlardan Franklin Bouillon tarafından imzalanan bu anlaşma ile Fransa, İskenderun sancağı (bugünkü Hatay) hariç, Güney Anadolu’daki bütün kuvvetlerini geri çekiyor, İskenderun sancağındaki türk halkı için dfe özel haklar tanıyordu.
Bu antlaşmanın asıl önemi, T.B.M.M. hükümetinin ve Türklerin Misakı Millî’de ifadesini bulan bağımsızlık davalarının ilk defa bir batılı devlet tarafından tanınmış olmasıdır.
Mustafa Kemal Paşanın bizzat yönettiği savaşlar ise batıda Yunanlılarla olmuştur.
15 Mayıs 1919’da itilâf devletleri donanmalarının himayesinde İzmir’e çıkan Yunanlılar, milli kuvvetlerin karşı koymasına rağmen, işgal bölgesini hayli genişlettikten sonra İngiliz generali Milne’in adına bağlanarak Milne hattı denilen hat üzerinde durmuşlardı.
22 Haziran 1920’de, türk ordusunun kurulmasına fırsat vermemek ve Osmanlı hükümetini tebliğ edilen barış antlaşması projesini kabule zorlamak çift amacıyla, kuzeyde Akhisar-Soma, doğuda Salihli ve güneyde Aydın Nazilli doğrultusunda üç yönden ileri harekete geçtiler.
Büyük Millet meclisi, dağınık milli kuvvetleri bir kumanda altında toplayarak yunan ilerleyişini durdurmak üzere, Ankara’daki 20. Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa’yı (Cebesoy) batı cephesi kumandanlığına getirdi.
Yunan ileri hareketi özellikle kuzey yönünde başarılı olmuştu: 30 haziranda Balıkesir’i, 8 temmuzda da Bursa’yı işgal etmişlerdi.
20-27 Temmuz arasında ve bir hafta gibi kısa bir süre içinde, Edirne dahil, bütün Batı ve Doğu Trakya’yı da işgali başarmışlar, 1. Kolordu komutanı Cafer Tayyar Paşa’yı (Eğilmez) ‘esir etmişlerdi.
Trakya’daki bir kısım türk birlikleri ise Yunanlılara esir olmaktansa silâhlarını bırakarak Bulgaristan’a iltica etmeyi tercih etmişlerdi.
Kısa zamanda gelişen bu işgaller, Mecliste sert tenkitlere yol açtı.
Milletvekilleri, Bursa’nın Osmanlı devletinin ilk başkenti olması ve devletin kurucusu Osman’ın orada gömülü bulunması sebebiyle konuyu biraz da hissi açıdan ele alarak sert tenkitler yaptılar ve sorumluların adalete teslimini istediler.
Bursa düşman işgalinden kurtulana kadar Büyük Millet meclisi başkanlık kürsüsünün siyah bir, örtü ile örtülmesine de karar verildi.
Mustafa Kemal Paşa, bazı bölge ve kentlerin ve oralardaki halkın düşman eline geçmiş olmasının çok üzücü olduğunu, ancak bunun bir askeri yenilgiden ileri gelmediğini, ordumuzun henüz kuruluş halinde olduğunu, kendisinin son ve kesin zafere inancının hiç sarsılmadığını söyleyerek milletvekillerini yatıştırdı.
Fakat yunan ileri harekatı, İstanbul hükümeti üzerinde etkisini gösterdi.
Vahideddin’in başkanlığında toplanan bir Şurayı Saltanat, topçu feriki (korgeneral) Ali Rıza Paşa (1854 -1921) hariç, diğer bütün üyelerinin katılmasıyla teklif edilen barış antlaşması projesinin kabulüne karar verdi (22 temmuz 1920).
Osmanlı murahhasları (Damat Ferid, Hâdi Paşa, Reşat Halis, Rıza.Tevfik [Bölükbaşı] barış antlaşmasını 10 ağustosta imzaladılar.
Büyük Millet meclisi, Osmanlı devletine son veren ve türk milletinin ölüm fermanı demek olan bu antlaşmayı imza edenleri vatan haini ilân etti (19 ağustos).
Bu antlaşmayı türk milletine ve onun gerçek temsilcisi olan T.B.M.M.’ye ancak zorla kabul ettirebileceklerini anlayan İtilâf devletleri, yunan kuvvetlerini tekrar saldırıya geçirdiler.
Batı ve güney cephelerindeki türk ordusunun hemen bütünüyle Kütahya Gediz bölgesinde âsi Ethem’i tenkil ile meşgul bulunmasından yararlanan Yunanlılar, 6 ocak 1921’de Bursa üzerinden takviyeli bir tümenle Eskişehir doğrultusunda ilerlemeğe başladılar.
Ali Fuat Paşanın (Cebesoy) Moskova elçiliğine tayini üzerine batı cephesi kumandanlığına getirilmiş olan albay ismet (İnönü), yunan kuvvetlerinin büyük kısmını İnönü mevzilerinde karşıladı.
Üç gün süren (9-11 ocak) ve her an değişik durumlar gösteren çetin muharebeler sonunda yunan kuvvetleri çekilmeğe mecbur kaldılar itilâf devletleri bu yunan yenilgisi üzerine Sevr antlaşmasını Ankara hükümetine bir kere de uzlaşma yoluyle kabul ettirmeyi denemek istediler.
İngiliz başbakanı Lloyd George, osmanlı murahhasları ile birlikte Ankara hükümetinin temsilcilerini de Londra’ya çağırdı.
Ankara hükümetinin Dışişleri bakanı Bekir Sami Beyin temsil ettiği Londra konferansı on üç gün sürdü (27 şubat-12 mart 1921), fakat İngilizler umduklarını elde edemediler.
Diplomasi yollarıyla başarı elde edemeyince gene silâha baş vurdular: yunan kuvvetlerini 23 martta tekrar saldırıya geçirdiler.
İnönü mevzilerinde 2. defa yapılan İkinci İnönü muharebesi gene Yunanlıların yenilgisi ile sonuçlandı (1 nisan 1921).
Bu arada Ankara hükümeti S.S.C.B. ile T.B.M.M.’nin açıldığı günden beri sürdürdüğü dostça ilişkilerin bir sonucu olan Moskova antlaşmasını imzalamış ve diplomatik alanda daha güçlü bir duruma gelmişti (16 mart 1921).
Buna karşılık büyük ümitlerle Anadolu’ya çıkan yunan kuvvetlerinin henüz kuruluş halindeki türk ordusu karşısında başarı gösterememesi Yunanistan’da hoşnutsuzluğa ve siyasî buhrana yol açmıştı.
Bu durum, son bizans imparatoru Konstantinos XII’nin halefi olmak iddiasıyla kendisine Konstantinos XIII unvanını veren Megalo İdea fikrinin takipçisi kral ve onu bir plebisitle iktidara getiren güçler için büyük bir hayal kırıklığı doğurmuştu.
Anadolu’daki yunan kuvvetleri başkumandanı general Papulas da hükümetine verdiği raporda henüz kuruluş halinde olan türk ordusu kuvvetlenmeden taarruz etmek gerektiğini söylüyor, bunun için büyük takviye birlikleri istiyordu.
Nihayet 10 temmuz 1921’de yeniden büyük bir taarruza geçtiler.
Bu kez İnönü mevzilerinde zayıf birlikler bırakmışlar, büyük bir kuvvetle türk cephesini sol kanadından çevirmek taktiğine baş vurmuşlardı.
Yunanlıların üstün kuvvetlerle yaptığı bu çevirme hareketi karşısında türk batı cephesi kumandanlığı savunma ve oyalama muharebeleri vererek cephe hattını geri çekme kararı almıştı.
18 Temmuzda batı cephesi karargâhına gelen Mustafa Kemal Paşa, batı cephesi kumandanına ordusunu önce Eskişehir kuzey ve güneyinde toplaması, sonra düşmanla araya büyük bir mesafe koyarak Sakarya doğusuna kadar çekilmesi emrini verdi.
Bu suretle Sakarya hattına kadar bütün Batı Anadolu yunan işgali altına girmiş olacaktı.
Bunun, yurtta ve Mecliste büyük hoşnutsuzluk yaratacağı şüphesizdi.
Fakat Mustafa Kemal Paşa «askerliğin icabını tereddütsüz yapmak» kararında idi.
Mecliste beklenen fırtına Mustafa Kemal Paşanın T.B.M.M. orduları başkumandanlığına getirilmesi ile sonuçlandı (5 ağustos 1921).
Gerçi Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı günden itibaren, hattâ ordu müfettişliğinden ve askerlikten çekildikten sonra dahi, şahsiyetinden, Birinci Dünya savaşında kazandığı zaferlerin türk ordusu kumanda heyeti ve subayları üzerinde yarattığı güvenden ve davasının haklılığından aldığı kuvvetle fiilen Anadolu’daki türk ordularının başkumandanı gibi davranıyor, emirlerini yürütüyordu.
Fakat bunun hiç bir resmî ve hukukî dayanağı yoktu. T.B.M.M.’nin 5 ağustos 1921 günü kabul ettiği bir kanunla olağanüstü yetkilere de sahip olarak türk ordularının başkumandanı oluyordu.
Ancak Mustafa Kemal Paşa, kendisine Meclisin bütün yetkilerini veren bu kanunun üç aylık bir süre ile sınırlandırılmasını ve gerekirse her üç ayın sonunda sürenin uzatılmasını istemişti.
Başkumandan olduktan sonra milleti bütün gücü ile savaşa sokabilmek için Tekâlifi Millîye Emirleri yayınladı.
Halkın elindeki yiyecek ve giyecek maddeleri ile yatak, yorgan, kapkacak, taşıt araçları, binek hayvanları, nal, mıh, eğer takımları ve benzerleri gibi savaş için gerekli her türlü malzemenin belli bir kısmının ordu emrine verilmesini öngören bu emirleri uygu