Balta Asmak Deyiminin Hikayesi | Osmanlı Tarihi |
Balta asmak deyiminin anlamı,Balta asmak deyimi,Balta asmak ne demek,Balta Asmak Deyiminin Hikayesi Yeniçerilerin, temeli yükselen yapılarla limana gelen gemilere birer tahta asmak suretiyle yapı ve gemi sahiplerinden para koparmalarını belirten bir deyimdir.
Yeniçeriler gemi azıya aldıkları son zamanlarda, ve hemen bütün esnafı haraca kestikleri sırada çeşitli sebeplerle çıkar sağlamaya koyulmuşlardı.
Bina sahiplerinden ve kullandıkları ameleden kendileri için birer hisse almak da o vesilelerden biriydi.
Yeniçeriler hükümete ait her nerede bir bina yapılmaya başlandığını haber alırlarsa, dülger, nakkaş, sıvacı ve sair amele için birer nişan tahtası getirilir ve binânın yapıldığı yere asılırdı.
Bu nişan bina sahibinin istediği gibi amele kullanmamasına işaret olduğu gibi, amelenin yevmiyelerinden birer hisse almaya da vesileydi.
Vak’anüvis Lûtfi Efendi (Lûtfi Tarihi, C. 1. s. 240) “nişan tahtasından bahsederken “böyle balta asmaktan garazları amelenin paralarından kesip almaktı” kaydını koymuşsa da balta asmayı şöyle anlatıyor:
“Eskiden binalar ekseriyetle cesîm olup bittabi inşaatta şimdikileri nispetle daha mukavim battal meşe keresteleri istimal edilmekteydi.
Bir de evâilde şimdiki gibi Avrupa’dan gelme ufak ve zarif çiviler kullanılmayıp inşaat memlekette imâl edilen büyük çivilerle yapılırdı.
Bu çivileri battal ve mukavim meşe kerestelerine çakmak ve keresteleri yontmak için neccarlar keser yerine balta istimâline mecburdular.
Şu halde arzulan isaf edilmediğinden dolayı inşaatı tadile gelen yeniçeriler neccârların elinden baltayı alıp orada bir çiviye asmak suretiyle inşaatı tatil ederler, ve zımmen ‘ lhaddin varsa asılan baltayı al tekrar işe başla” demek isterlerdi.
Baltayı asıldığı yerden alıp inşaata tekrar başlamak o devirde her yiğitin kârı olmadığı için zorbaların gönlü hoş edilinceye kadar balta asıldığı yerde dururdu. ”
Cevdet Paşa Cevdet Tarihi’nde balta asmak olayından şöyle sözetmektedir:
“Yeniçerilerin âdetlerinden biri de bazı binaları balta asmak tâbiriyle tamir ve inşaattan men etmekti.
Bu bapta yeniçerilerin zamanını idrâk etmiş ve şahs-ı mâruf mühim bir zât tarafından ifâde olunmuş olan fıkra-i âtiyeyi derç ile teyid-i müddeaya mübâderet ederiz: Bu zât ile bir gün ahval-i sabıkadan bahsolunurken dedi ki: “Ben on beş, on altı yaşlarındaydım.
Yeniçerilerin utuv ve tuğyanı artık tahammül olunmaz derecelere varıp bütün halk bunları gulv ü tahakkümünden bizâr olmuşlardı.
Hattâ Peykhâne semtinde pederimin bir harap konağı olup tâmirini murad eylediğinden hedmedilerek yeniden inşâsına başlanır.
Konağın cadde üzerine olan köşesinde Ayşe Kadın namında dul bir hatunun iki odak harâbe bir hanesi vardı ki, anın o halde durması konağın manzarasını çirkin bir şekilde bulunduracağı bazı ahibbâ tarafından pederime ihtar edildiği cihetle bir sabah Ayşe Kadın ‘ı çağırıp: “Komşu kadın, senin hanenin bana lüzumu oldu.
Râyic-i vakte göre kaç kuruş değeri varsa bana terk eyle” demesiyle, hatun bin kuruş taleb etti, pederim razı olarak “Yarın sabah gel de paranı vereyim” demişti.
Kadın ertesi günü gelip bin beş yüz kuruşu istedi.
Biraz muhavereden sonra anada razı olup fakat paranın verilmesi daha ertesi güne kaldığından Ayşe Kadın üçüncü günü sabahleyin gelerek iki bin kuruştan aşağı vermiyeceğini ve nihayet bu miktara dahi muvafakat olunduğu halde dördüncü günü sabahı gelip üç bin kuruş verilmezse razı olmıyacağını söyledi.
Bin kuruş değeri olan bir haneye hâtunun üç bin kuruş istemesi pederin gücüne gittiğinden Ayşe Kadın’la münazaaya başlayıp “iki bin beş yüze vermezsen ben de haneni cebren alırım” deyu tahvif yolunda bazı sözlerle kadını defedip tamirâtla meşgul olduğu sırada Peykhânede çalışmakta olan boyacı ustalarından ve yeniçeri eşbehlerinden Ahmed Ağa namında bir herif konağa gelip “Validemin hanesini iki hin beş yüz kuruşa cebren alarak yıkacak beyefendi kimmiş bakayım, çıksın meydana göreyim!” diye asıp savurmaya başlayınca peder yanına çağırıp lisan-ı münasible macerayı anlatmak istedikçe herif evza-ı bâride izhâriyle huşunet eder: “Aman dayı hele söz dinle, iş şöyle başladı, böyle oldu” denildikçe ustanın hiddeti şiddet bulur.
“Be canım, sen emr-i Hakk’a dahi razı olmaz mısın, işte mahkeme, işte hâkim haydi gidelim danışalım.
Hükümet ne rey ederse razı olalım.
Buna diyecek kalmaz ya?” gibi sözlerle iknaa başlayınca “Ben he hâkim, ne şeriat tanırım.
Ben yeniçeriyim, benim sözüm sözdür” diye feryada başladıkta herifin had-naşinaslığı pederin hiddetini tahrik eylediğinden “Vay, bre edepsiz! Bak ettiği hezeyana! İşte ben adama şeriati böyle tanıtırım.
” diye Ahmed Ağa’yı mecruh edinceye kadar hizmetkârlara döğdürür.
O gün öylece vakit geçip sabah oldukta konağı inşâ etmekte olan dülger ve amelenin birisinden eser görünmez.
Ebniye muattal kalır.
Sebebi tahkik olundukta saka namiyle mârûf olan yeniçeri zâbitanından birisi alessabah gelerek işbaşıları çağırıp “yapı paydos oldu.
Balta astık; işlenmiyecek” demesi üzerine amelenin dağıldığı haber alınır.
İş bu pereseye geldikte peder Ayşe Kadın ın evini almaktan ve Ahmed Ağa’yı dâvâ etmekten vazgeçerse de yapıya devam etmkenin bir türlü çâresini bulamadığı mucib-i hayret olur.
“Kendisi Babıâli memurlarından olduğu için bir gün âmedî efendiye nakl-i mâcera ile istimdad eyledikte âmedî efendi izfıar-ı esef ve hayretle “Acayib şey, ne diyorsunuz?”gibi birkaç söz ile lâkırdıyı kapatır.
Efendinin bu vaziyeti pedere bir kayıtsızlıktan ibaret gibi göründüğünden ertesi günü sadaret kethüdası efendiye hikâye-i hâl ederek çarecu oldukta o dahi “Aman ne söylüyorsunuz, bu ne kadar cürettir?” filân diye beyanı tahayyürden sonra sözü başka cihete atfederek işe girmekten istinkâf tavrı gösterince pederin tedbir ve iradesi elinden gidip böyle ehemmiyetsiz bir işi Sadrazama kadar söylemeyi niyet ederek gidip bîl-etraf anlatır.
Sadrazam fakat izhar-ı hayret ve telâş etmiyerek “Ne çâre beyefendi, herifler söz dinlemekten kaldı. Mülâyemetle bir çare bulunuz.
Yorgunluk faide vermez” diye cevab-ı yeis vermiş olduğunu akşama bize hikâye eder.
Akrabadan olup orada mevcut bulunan bir zât söze başlıyarak “Be efendim, işin böyle hâsıl olmıyacağını ben size evvel söylemiştim.
işi benim reyime bırakınız” deyip ertesi gün elbiseye mütaallik bazı eşya-i nefiseden mürekkep bir bohça tertib ettirip ve bir miktar para hazırlayıp beni dahi yanına alarak doğruca yeni odalar denilen Atmeydanı kışlasına gittik.
Yolda giderken otuz birinci cemaatin ustası olup yine akrabamızdan bulunan Hüseyin Ağa’ya müracaatla defi müşküle çare bulunacağı haber verilmişti, kışla denilen mahalle vusulümüzde ebniyelerinin menâzır ve medâhili insana dehşet verecek yolda korkunç cesim bir daireye girip Hüseyin Ağa’nın odasını bulduk.
Kapıda nöbet beklemekte olan karakollukçu ile bade’l-isti-zan huzuruna girdik.
Bu Hüseyin Ağa uzunca boylu, köse sakallı, bakışı mahuf, sözü sert ve yüksek, fakat dil-nü-vaz bir adamdı.
Refikim bohçayı önüne koyarak pederden arz-ı selâm ile macerayı anlatıp “Bu da mahdumudur.
Siz pek küçükken görmüştünüz, belki tanımadınız” diye söze hitam verdi.
Ben ise Hüseyin Ağa’nın evzâ ve ahvâline bakarak dalmıştım.
Hediyeye izhar-ı beşasetle “Zahmet olmuş, bu tekellüfe ne hacet vardır? Anların hizmeti bizimdir”gibi beyan-ı tesliyet sırasında “karakollukçu bre!” diye bir sayha eyledi ki aklım başımdan gidiyordu.
Karakollukçu kemal-i tazimle titriyerek odaya girdikte “kahve ve şerbet” diye bağırıp ve bunlar geldikte içildikten sonra “Haydi! Bu efendiyle bu çelebiyi alıp filân ortanın ustası ağaya götür.
Benden selâm edip yoldaşlardan birkaç erkânsız filân mahalde yapılmakta olan konağa balta asmışlar, indirsinler.
Orası bizimdir, söyle” diyerek bizi herife terfik etti.
Birçok dairelerden ve meydanlardan geçerek diğer bir oda kapısına daha geldik.
Bu dahi evvelki ustanın aynı ve faksi yastık bıyıklı pek kerihü’l-manzar bir adamdı.
İkram ve iltifata tenezzül etmiyerek dargın bir çehreyle “Bizim o konağa kem nazarımız çoktu.
Ama varın ağa biraderimize duâ edin, baltayı aldık.
” cevabiyle başından savdı.
Biz bade’t-teşekkür avdette evvelki ağaya dahi uğrıyarak ana da arz-ı teşekkürle gelip pedere işi anlattık.
Zavallı adam heriflerin şu hallerinden dolayı hayretten hayrete uğradığı için sabahı dar edip erkenden ve hepimiz birlikte yapılmakta olan konağa geldik.
Bizi mütaakıp kışladan iki saka usta gelip konağın karşısındaki kahvenin peykesine oturup kahve çubuk içtikten sonra dülger kafasiyle ırgatbaşıyı yanlarına çağırarak “Şimdi işe başlayınız! Lâkin dikkat edilecek hâl eğer ağacın birisi yanlış kesilir veya bir çivi eksik olursa kendinizi yok biliniz!” diye heriflere bir de talimât vererek çıkıp gittiler.
Konak da yapılıp bitti ve Ayşe Kadın’ın evi bin beş yüz kuruşa alındı. ”
İstanbul’a mal getiren gemiler limana dâhil olunca kalyoncular, yahut yeniçeriler geminin baş tarafına bir balta asarlar, bu suretle ticaretin bir kısmına hissedâr olurlardı.
Gerek binâlara ve gerek gemilere balta asıp para koparmak yeniçerilerin ilgasına kadar devam etmiş, onlarla birlikte tarihe karışmıştır.
Haksızlık ölümdür, hak yaşamaktır:
Sürünüp yaşıyan millet alçaktır.
Gözünü aç, oğul, düşman allâkür.
Devletli kapıya balta asmasın.
Rıza Tevfik
Balta asmış meh-i mevkânna gerdun-ı felek Yeni baştan yine sâmanser-i devran olsun.
Hâtem”