Batınilik | Tarihi,Hareketi,Tarikatı | Tarikatlar Tarihi |
Batinılik İslam dininde Kuran ve hadislerin herkesçe kavranabilecek anlamlarının ardında iç (batın) anlamlarının da bulunduğu inancını benimseyenlerin tuttuğu yoldur.
Batınilik Tarihi
Bazı mezhepler içinde yer edinmiş olmakla birlikte Batınilik’i belli bir mezhebin özelliği olarak ya da tek başına bir mezhepmiş gibi düşünmek yanlış olur.
Değişik mezhepler ve İslam dışı bazı dinsel akımlar içinde de bu yolu benimseyenler vardır.
Batınilik Hareketi
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, halife (peygamber vekili) seçimiyle ilgili anlaşmazlıklar çıktı.
Peygamberin amcasının oğlu ve damadı olan Hz. Ali’yi halife yapmak isteyenler Şiilik adı altında ayn bir grup oluşturdular.
Bu siyasal amaçlı ayrılık Müslü manlık’ın temel ilkelerinden uzaklaşmamakla birlikte giderek inanç değişikliklerine de uğradı.
Halifeliği kabul etmeyen Şii topluluklar Hz. Ali soyundan gelen imamları kendi dinsel önderleri olarak tanıyorlardı.
8. yüzyılda altıncı imam Caferü’s-Sâdık’tan sonra oğlu İsmail’in imam olması gerektiğini savunanlar ayrı bir kol oluşturdular.
Daha sonra gizli bir örgüt niteliğine bürünen ve İsmailiye diye adlandırılan bu görüşü benimseyen topluluk, gördükleri büyük baskılar yüzünden Irak, İran, Hindistan, Türkistan gibi ülkelere dağıldı ve buralarda daha önce ortaya çıkıp yaygınlaşan dinlerden, düşünce akımlarından etkilenmeye başladı.
Böylece inanç ve düşünce açısından İslam dünyasında bir değişim söz konusu oldu.
Bu değişimin yarattığı görüş ve yorumlara göre Kuran’ın herkesçe anlaşılabilen anlamı yanında herkesin kavrayamayacağı “iç” anlamlan da vardır.
Bu anlamlarının anlaşılabilmesi için yorum yapabilecek ve Hz. Hüseyin soyundan gelen bir imama (kaimu’z zaman) gereksinim vardır.
Bu imam sözcüklerin gizli anlamlarını ortaya çıkartarak, yeniden anlamlandırarak ya da harflerin sayısal değerlerini kullanarak bir sonuca varır.
Bu yolla ulaşılan gerçek, kişiyi dine uygun bir yaşam sürdürmesi için aydınlatır.
Gizli anlam lan bulan kişi için artık dinin bağlayıcı kuralları geçerli sayılmaz.
Böylece ibadetin biçim sel olarak yerine getirilmesine de gerek yoktur.
Batinilik Tarikatı
Batınilik’in İsmailiye görüşüyle ilgisi olmayan, değişik zamanlarda ve değişik görünüşlerle ortaya çıkmış birçok kolu vardır.
“Kad-dah” diye de anılan İran asıllı Meymun bin Deysan ve Hamdan Karmat 9. yüzyılda, Fatımi Devleti’nin kurucusu Mehdi Ubeydul lah 10. yüzyılda, Haşan Sabbah ise 12. yüzyılda Batınilik’in değişik kollan olarak görülen dinsel ve siyasal hareketleri başlattılar.
Batıniler’in büyük baskı görmesi, tarih boyunca pek çok eleştiriye uğramalan, yaz dıkları kitaplann yakılması ve oturdukları kentlerin yakılıp yıkılması kendilerini gizli tutmalarına yol açmıştır.
Korunmak ve düşüncelerini egemen kılmak için Batıniler de birçok yol denediler.
Kimi zaman şiddete başvurmaktan çekinmediler.
İslam ülkelerinde çatışmalara giriştiler, ayaklanmalar ve suikastlar düzenlediler.
Rey ve Isfahan kentlerinde büyük bir gizli örgütlenmeyi ve ayaklanmayı gerçekleştiren Hasan Sabbah, İran’ da hüküm süren Büyük Selçuklu Devleti’ni güç duruma sokmuştu.
1092’de Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk de bu düşünceyi benimseyen eylemciler tarafından öldürülmüştü.
Bâtınîliği meydana getiren sebep ve inançlar: Bâtınîlik, eski hint-iran dinleriyle, Sâbiliğin ve yunan felsefesinin İslâmlaşmış bir şekli olan Hükemâ felsefesinin karışımından meydana gelmiştir.
Bâtmîler, Tanrı, akıl, nefs, mekân, halâ (bosluk) olarak kabul ettikleri ve bütün varlık âleminin, bundan meydana geldiğine inandıkları beş cevheri sâbık, tâli, ced, feth, hayâl adını verdikleri beş cevherle karşılamışlardır.
Sâbık, önce var olan, varlığına bir sebep bulunmayıp kendiliğinden mevcut bulunan yaratıcı kudret olan akl-ı küll’dür (tüm akıl).
Tâlî, ilk varlıktan sonraki varlık, onun ardından gelen kudret nefs-i kül (tüm nefis).
Ced, maddenin, bütün suretleri kabul etme yeteneğidir.
Hukema, buna heyûlâ demiştir..
Feth, yaratılışa vasıtadır.
Feth, varlık suretlerinin zuhuruna mekân olacak boşluktur.
Hayâl, mutlak zamandır.
Tanrı, yaratıcı kudrettir, ondan aktif bir kudret olan akl-ı kül meydana gelmiştir; bu aktif kudret, pasif bir kabiliyet meydana getirmiştir.
Bu aktif ve pasif kabiliyet gökleri ve göklerin bedenleri olan yedi yıldızı meydana getirir.
Göklerin dönüşü, ateş, su, yel ve toprağı (dört unsuru) meydana getirir.
Dokuz gökle dört unsur, cansızlar, bitkiler ve canlıları doğurur.
Canlıların en olgunu insandır.
İnsan bedene, yaratıcı kudretten başlayarak bütün bu varlıklardan devrederek gelir.
Ancak bu yaratılış ve yaratış, zamanla kayıtlı değildir.
Yaratıcı kudret her an aktif bir güce sahiptir; bu güç, pasif kabiliyeti meydana getirir.
Bu aktif ve pasiklif gökleri; göklerin hareketi unsurları; unsurlar da cansızları, bitkileri ve canlıları doğurur.
Yaratışın önü ve sonu yoktur, yaratılış sonsuzdur.
Tanrı, bütün kemal sıfatlarına sahip olan ve her şeyden münezzeh bulunan bir kudret sahibi değil, yaratıcı kudrettir.
Yaratılış tanrı iradesiyle değildir, bir oluştur, bir zarurettir.
Bâtınîlikte kıyamet iki şekilde anlamlanır.
Bir bakıma ölen adamın kıyameti kopmuştur.
Ahret, bedenin, unsurlar âlemine geçişi, çürüyüp âleme karışmasıdır.
Bir kısım Bâtınîlere göre insanın ruhu, dünyada yaptığı işlere göre, ölümden sonra cansızlara, bitkilere, huyuna uygun bir hayvana girer ve yeniden, olgunlaşmak için bu âleme gelir, olgunluğa ulaşıncaya kadar böylece yürür gider.
Buna tenasüh (ruh göçü) denir.
Bir kısmına göreyse ruh, bedenden ayrıdır.
Bu bakımdan da ölümden sonra ruh, bu âlemin mânâsı olan ahret âleminde, kendisine yakışan bir makama gider.
O âlemde olgunlaşma çabasına başlar.
Bâtınîler, kâinatı Batlam-yus ve Hukema felsefesine göre kabul etmişler, mezheplerini bu inancı dünyevî bir sistem haline getirmek suretiyle kurmuşlardır.
Akıl ve nefse karşılık natık ve samit’i, yedi yıldıza karşılık yedi imamı kabul ettikleri gibi on iki burca karşılık da on iki hüccet kabul etmişlerdir.
Teşkilât yedi dereceye ayrılır:
1. imam, bâtın bilgisine sahip olan ve bütün Batınîlerin reisi.
2. Hüccet, imam vekilidir, emirleri bizzat imamdan alır. 3. Zû-Massa (,süt emen); bâtın bilgisini hüccetten alır.
4. Dâi-i ekber (en büyük davetçi), halkı bâtınîliğe davet edenlerin en büyüğü ve onları idare eden.
5. Dai-i mezun (izinli davetçi), halkı bâtınîliğe davet edip kabul edenlerin akdini alan ve dâî-i ekber’in emrinde bulunan.
6. Mükelleb (avlanmaya alıştırılmış), bâtınîliğe girebileceklerin fikirlerini çelen, onları dâîye teslim eden.
7. Mümin yahut müstecib (inanmış, davete uymuş), bâtınî mezhebine girmiş olan.
Bâtmîlerin kitaplarında olmayan, onları yerenlerin kitaplarında bulunan davet dereceleri şunlardır:
1. Teferrüs (anlamaya uğraşmak). Mükellebler, bâtını olmayanlar arasında bu mezhebi kabul edebilecekleri bulup fikirlerini çelip kendilerine bağlarlar.
2. Te’nis (uzlaşmak, uyuşmak), meşrebi anlaşılan adamı bâtınîliğe kabule hazırlamaya başlarlar.
3. Teşkik (şüpheye düşürmek), bâtınîliğe kabul edecek duruma gelen kişide şüpheler uyandırırlar. (Göklerin, yerlerin, yıldızların yedi olusu gibi).
4. Ta’tik (ileriye başlama), bâtını anlamları öğrenmek isteyen kişiyi, henüz vakti gelmediğini, bunları yalnız imamın bildiğini, ondan me’zûn olmadan öğrenemeyeceğini söyleyip bir süre oyalamak.
5. Rabt (bağlama), bâtını anlamları öğrenmekte ısrar edeni mükelleb, Bâî-i Me’zuna götürür, yemin ettirir, sırları, tanıdığı tanıyacağı kişileri kimseye söylemeyeceğine dair söz alınır.
6. Tedtîs (karanlıkta bırakma), öğreneceği sırların önemi belirtilir, tanışmasına imkân bulunmayan şöhret sahibi büyük kişilerin hep bâtıni oldukları söylenir.
Mezhebe yeni giren kişinin önüne sır perdeleri gerilir.
7. Te’sis (kurmak), bâtınîliği benimsemiş olan kişiye yorum yapıp bâtınîliğe inancı güçlendirilir.
8. Hal (çıkarmak), bâtıni yorumları kavrayan, hattâ artık kendisi de yorumlar icat eden bâtınîye, şeriatın, âlem düzenini korumak için kurulduğu, zahir ehline ait olduğu, bâtına ulaşan kişinin artık banlara bağlı kalamayacağı telkin edilir.
9. Selh (derisini yüzmek, soymak), bu dereceye ulaşan bâtıni nazarında ne mezhebin, ne dinin, ne imanın bir önemi vardır.
Bunlar insanın aklından doğmuş şeylerdir.