Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Coğrafya

Bulgaristan,Tarihi,Coğrafi Özellikleri,Eserleri | Coğrafya |

Bulgaristan
Bulgaristan Balkan yarımadasında devlet; Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye’nin Avrupa’daki parçası arasında; 110 927 km2; 8 987 000 nüf. Başkenti Sofya. Avrupa’nın en büyük 16. ülkesidir.

Bulgaristan Balkan yarımadasında devlet; Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye’nin Avrupa’daki parçası arasında; 110 927 km2; 8 987 000 nüf. Başkenti Sofya. Avrupa’nın en büyük 16. ülkesidir.

Bulgaristan, ege denizinin kuzeyi ve aşağı Tuna vâdisinin güneyindeki dağlık bölgededir.

Bir yandan Orta Avrupa ve Doğu Avrupa, öte yandan da Akdeniz kıyısındaki Avrupa arasında bir geçiş ülkesidir.

Bulgaristan Coğrafi Özellikleri

Fizikî bakımdan, Bulgaristan iki büyük bölgesel bütüne bölünebilir: 1. Tuna ovaları, nehirden Balkan sıradağlarına kadar uzanan eğimli büyük yaylalardan ve Balkan sıradağlarından meydana gelen bütün; 2. Meriç havzasını (eski tarihî Rumeli bölgesi) ve bu havzayı çevreleyen dağları (kuzeyde Orta Balkan, güney ve güneybatıda Rila, Pirin ve asıl Rodop dağlarını içine alan Rodop kütleleri) kapsayan bütün.

Bulgaristan İklimi

Ilıman bir kara iklimi mevcuttur.

Yıllık ortalama sıcaklık 13°C, ocak ortalaması 0°C, temmuz 22°C’dir. Kuzey kısımları güneye nazaran daha soğuktur. Senelik yağmur ancak 640 milimetreyi bulur.

Yaz aylarında yeterli olmayan bu durum, toprak kullanımında çok geniş bir sulama sisteminin gelişimini gerekli kılmıştır.

Bulgaristan Tarihi

Bugünkü Bulgaristan topraklarında Trak’lar oturuyordu: ülkeye M.ö. 30’dan 8’e kadar Romalılar hâkim oldu. Augustus, iktidarının son yıllarında Bulgaristan’ı bir roma eyaleti (Mesia) yaptı.

Claudius tarafından gönderilen bir temsilcinin yönetimindeki Mesia, Domitianus tarafından iki eyalete (aşağı Mesia ve yukarı Mesia) bölündü; bu bölmenin sebebi akınlara karşı aşağı Tuna’nın savunma sistemini sağlamlaştırmaktı; bugünkü Bulgaristan toprakları bu eyaletlerin İkincisi üzerindedir.

VI. yy.ın başından itibaren slav kabileleri Mesia’ya girmeye başladılar; 581’den itibaren de buraya yerleştiler.

Taş taş üstünde bırakmayan akınlarına rağmen sağ kalabilen yerli kabilelerin yanısıra, toprakların kalabalıklaşmasına yol açtılar.

680 Yıllarına doğru Karadeniz’in kuzeyinden Bulgar Türklerinin gelmesiyle bulgar tarihi başlamış oldu.

Hun imparatorluğu içinde önemli rol oynayan Bulgar Türkleri On-ogur grubundandır.

Bulgar Türkleri 481’den itibaren yalnız Yukarı Tuna kıyılarında değil, Volga ve Kama vâdilerinde de göründüler ve orada ilk bulgar egemenliğini kurdular.

Bu egemenlik Büyük Bulgaristan adıyla, XV. yy.a kadar sürdü.

Aşağı Tuna bölgesine yerleşen bulgar kabileleri ise daha önce birçok defa Balkanlar’ı yağmalamış, İstanbul’u tehdit etmiş (540, 558-559 akınları) ve Avarlar ile birlikte bu şehri ele geçirmeye çalışmışlardı (626); 679’da Asparuh Han yönetiminde bu kabileler nehri geri dönmemek üzere aştılar ve ovayı Balkanlara kadar işgal ettiler.

Asparuh’un yerine geçen Tervel, imparator İustinianos’un tahtını yeniden ele geçirmesine askeri bakımdan yardım etti; iustinianos da Bulgarlara Trakya’nın büyük kısmını bıraktı; böylece imparatorluk başkenti savunmasız kaldı (755 akını); Konstantinos V, sonradan, bu bölgeyi geri almaya çalıştı (756’dan 775’e kadar 6 akın).

Bulgaristan topraklarının fethini IX. yy.da Krum tamamladı.

Krum herkesin çekindiği bir handı, 809’da Serdika’yı (Sofya) işgal etti, imparator Nikephoros I’in ordusunu dağıttı, imparatoru öldürdü (811) ve İstanbul’u kuşattı (814).

Şehir, Krum’un ansızın ölmesiyle kurtulabildi; ama imparator Leon, Krum’un oğlu Omurtag Hana Yukarı Meriç vâdisinin Manan bölümünü Rodoplara kadar bırakmak zorunda kaldı.

Bizans’taki bölünmelerden (ikona kavgaları) yararlanan Omurtag (814-831) ve Malamir (831-836), slav topraklarını Arnavutluk’a kadar işgal ettiler, ama Ege denizine ulaşamadılar.

Birinci Bulgar Krallığı

İşgalciler kendilerine Balkanlar’da tartışılmaz bir egemenlik sağlayacak kesin savaşa girmeden önce, kabile teşkilâtını terk ettiler ve bir devlet kurdular; bu değişikliği Bulgarların ilkel kabileler ve slavlar ile çok çabuk kaynaşmaları hızlandırdı.

Ama Bulgarlar dil bakımından slavlaşırken bu yeni milletin yönetici unsurunu meydana getirdiler.

Bulgar adıyla anılan bu milletin meydana gelmesinde başlıca etken, Boris I’in din değiştirmesi oldu.

Boris başlangıçta Bizans’ın etkisinden kurtulabilmek için Roma’daki dini liderliğini kabullenmeyi aklına koymuştu, ama sonra İstanbul’un fethini kolaylaştıracağını düşünerek İstanbul’daki patriğe bağlandı.

870’te Bulgaristan’a bir başpiskopos tayin edilmesi milli kilisenin kurulmasıyla sonuçlandı; bu milli kilisenin resmi dili slavcaydı; ayrıca Kiril harflerinin benimsenmesi de Bulgaristan’ın medeni bir ülke olmasına yardım etti.

Sağlam temeller üstüne kurulan Bulgaristan’ın başına geçen Boris’in ortanca oğlu Simeon (893-927), sırp topraklarını (Adriya denizi kıyıları dışında), Belgrad, Batı Makedonya ve Arnavutluk’a kadar kontrolü altına alarak Büyük Bulgaristan’ı kurmaya girişti.

Simeon, Methody’nin çömezi Kliment’in yardımıyla bu topraklarda Hıristiyanlığı yaydı.

İstilâ tehlikesi karşısında kalan Bizans imparatorluğu, macar kabilelerinin duruma müdahale etmelerini sağladı (895); ama Bulgarların İstanbul’u tehdit etmelerini ve yıllık vergiye bağlamalarını (897) önleyemedi.

Simeon, Edirne’yi iki kere (914 ve 923) ele geçirdi, İstanbul’u kuşattı. Şehir ancak slavların bizanslı Romanos I’in kışkırtması sonucu isyan etmeleriyle (924) kurtulabildi.

Simeon’un ölümünden az sonra Petr’in (927-969) imzaladığı barış antlaşmasıyla bu başarılar onaylandı.

Sırbistan, Doğu Bosna, Karadağ’dan Valona’ya kadar Adriya denizi kıyıları (Durazzo dışında). Makedonya ve Selânik ile Ege denizi kıyılarında bütün Trakya’yı içine alan gerçek bir Bulgar imparatorluğu kuruldu.

Bulgar hanlarına çar unvanı, Preslav başpiskoposuna da patrik unvanı verildi; ayrıca bulgar kralı, imparatorun kızını aldı.

Bu parlak dönem, uzun sürmedi, çar Petr’in otoriter olmayışı ve Romanos I’in kışkırttığı Macar ve Peçeneklerin hücumları Bulgaristan’ı zayıflattı; ülke zaten hanedanların iç kavgaları, Sırpların düşmanlığı (931’de bağımsızlıklarını kazandılar) ve adının Bogomil olduğu sanılan bir rahibin yaydığı sapkın mezheplerle içten içe kemiriliyordu.

Bogomil’in yaydığı mezhebin Küçük Asya’dan geldiği ve Mani’cilikle ilgisi olduğu sanılır.

Bu mezhep barış ve mal ortaklığı ilkelerine dayanıyordu.

Bogomil’ciler, kilisenin ve büyük bulgar senyörlerinin mallarını bölüştürmek isteyerek, köylüleri imparatorluğun yönetici çevrelerine karşı ayaklandırdılar; böylece Birinci Bulgar krallığının yıkılmasına yol açılmış oldu.

Yıkılma, genç çar Boris II zamanında (969-972) gerçekleşti.

Ülkeyi önce Kiev’li Ruslar (967-972 istilâsı), sonra İoannes Tsimiskes yönetiminde Bizanslılar (972) işgal etti.

Çar esir alındı, Bizans’a götürüldü ve hükümdarlıktan vaz geçirildi.

Bizans, krallığı ilhak ettiği gibi patrikliği de kaldırdı. Yalnız Batı Bulgaristan bağımsızlığını koruyabildi.

Bizans işgalinin şiddeti, milli bir ayaklanma doğurdu (980); ayaklanmanın başına soylu bir bulgar, Samoil geçti.

Samoil, 986-995 arası Simeon’un krallığını Bosna’dan Tesalya’ya kadar yeniden kurdu; ama Selânik önünde başarısızlığa uğradı.

Sperkheios bozgunundan (966) sonra, fethettiği yerlerin doğu kesimini kaybetti.

Geçici bir kalkınma döneminin ardından (1005-1014), Samoil’in bir kumandanı, daha sonra da kendisi 1014’te yenildi.

Samoil’in Strumca kıyılarında bozguna uğraması imparatorluğun sonu oldu.

Basileios II (bu savaştan sonra bulgar-kıran unvanını aldı) 15 000 harp esirinin gözlerini kör ettirdi ve bunları Samoil’e gönderdi; Samoil iki gün sonra öldü.

1018’de bütün Bulgaristan Bizans’a boyun eğdi ve eyaletlere bölündü.

İkinci Bulgar Krallığı

Bizans hâkimiyeti 1018’den 1186’ya kadar sürdü.

Son bulgar kralının oğulları tarafından 1040 ve 1072’de çıkarılan isyanlar sonuç vermedi.XI. yy.ın ikinci yarısından itibaren Bulgaristan’ı türk soyundan Peçenek, Guz ve Kumanlar istilâya başladılar, özellikle Kumanlar (Kıpçak), Bulgaristan’da Bizans’a karşı beliren hareketleri destekleyerek, Asen hanedanı idaresinde, ikinci Bulgar krallığının kurulmasında başrolü oynadılar.

Tırnova beyleri olan Kuman asıllı Asen ve kardeşi Petr, Bizans’ın Anadolu’da Selçuklu Türkleriyle uğraşmasından yararlanarak Bulgaristan’ın siyasî ve dinî bağımsızlığını ilân ettiler (1186).

Asen ve kardeşi Bulgaristan’ın eski başkenti Preslav’ı zaptederek, Bizans’ı kendileriyle barışa zorladılar.

Haçlı seferleri sırasında Latinler’in eline geçen Bizans’ta kurulan Latin imparatorluğunun yeni Bulgar krallığına açtığı savaş Edirne’de tam bir bozgunla sonuçlandı (1205).

Kumanların da büyük ölçüde katıldığı bu savaşta Bizans imparatoru Bulgar kralına esir düştü.Asen’in ikinci kardeşi Kaloyan Macaristan ile de savaşarak, Bulgar krallığının sınırlarını güneyde Filibe’yi, Makedonya’nın büyük kısmını, batıda Niş ve Sofya’yı içine alacak şekilde genişletti.

Kaloyan, Bulgar kilisesinin Roma kilisesi ile birleşmesini kabul ederek Papa İnnocentius III’ten krallık tacı aldı (1204) ve böylece İkinci Bulgar krallığının avrupa devletlerince tanınmasını sağladı.

Kaloyan 1207’de kuman asıllı bir voyvoda tarafından öldürüldü.

Boril adında bir zorbanın tahta çıkıp indirilmesinden sonra, Bulgar krallarının en büyüklerinden sayılan ve Asen hanedanından olan Asen II (1218-1241) tahta geçti.

Asen II Epir’deki Komnenoslara karşı Klokotinitsa savaşını kazandı (1230).

Edirne ve Dimetoka dahil Trakya’yı, Makedonya’yı, Arnavutluk, ve Banat’ı sınırları içerisine kattı. İznik Rum imparatorluğu ile anlaşarak Bulgar kilisesini patriklik haline getirdi (1235).

Bulgar krallığı Balkanlar’ın en kuvvetli devleti olduğu sırada, 1241’de Moğollar Bulgaristan’ı çiğneyip geçtiler. Moğollar, Asen’in oğlunu Büyük Hanın metbuluğunu tanımaya zorladılar (1243). Moğol istilâsından sonra Bulgaristan çökmeye başladı.

Arnavutluk, Makedonya ve Trakya kaybedildi. İç isyanlar başgösterdi.

1277-1279 Yılları arasında İvaylo adında bir çoban tahta geçti ise de, bir kuman boyarı olan Terter, Tımçya’da çarlığını ilân etti (1279) ve Terter hanedanını kurdu.

Terter, Moğol hakanını metbu tanıdı, fakat Bizans’ın nüfuz ve müdahalelerine son verdi. Terter zamanında Kuman Boyarları, Altınordu’nun batısına hâkim büyük moğol kumandanı Nogay’a dayanarak, devlete sahip oldular.

Bulgaristan’ın gerçek hâkimi Nogay’dı. Bulgar Boyarları ancak Güney Bulgaristan ve Rodoplar bölgesinde hâkim olabildiler.

Gerçekte ise bu devirde Bulgar krallığı birliğini kaybetmiş bulunuyordu.

1300’de Nogay’ın oğlu Kaka, bulgar tahtına oturdu ise de kayınpederi Sretoslav Terter onu öldürterek tahtı geri aldı.

Terter’in oğlundan sonra, Tımova’da toplanan büyük mecliste çar ilân edilen kuman boyarı Şişman, devletin birliğini kurmaya çalıştı ise de, Köstendil’de sırp kralı tarafından büyük bir bozguna uğratıldı.

ivan Aleksandır zamanında (1331- 1371) Bulgaristan ikinci plana düştü.

Sırpların Balkanlar’da üstünlük kurduğu bu devirde. Bulgar toprakları daha Murad I zamanında (1362-1389) alınmıştı.

İvan Aleksandır’dan sonra Bulgaristan, Osmanlılara bağlı 3 parçaya bölündü: Vidin, Dobruca beylikleri ve Tırnova krallığı. Yıldırım Bayezid devrinde Osmanlılara karşı çıkmaları üzerine, 1393’te Tırnova, 1396’da Niğbolu zaferinden sonra Vidin ve 1400’de Dobruca zaptolunarak Bulgar krallığı tamamen ortadan kaldırıldı.

Birincisinde olduğu gibi İkinci Bulgar krallığında da Kuman (Kıpçak) Türkleri büyük rol oynadılar, hâkim sınıf durumunu devam ettirdiler. Hızla türkleştikleri için Moğollar zamanında da Bulgaristan’da kuman hâkimiyeti devam etti.

XIV. Yüzyıl ortalarında kuzeydeki Türkler gibi, Bizanslılar da güç durumda bulunuyordu. Bu devirde kuvvetli olan Sırplar ve Macarlar üstünlük kurmak istemişlerse de bu sefer güneyden gelen Osmanlılar Bulgaristan’a hâkim oldular; Bulgaristan’a birlik, merkezilik ve düzenli bir idare getirdiler.

Bulgaristan’ı 500 yıl Osmanlılar idare etti.

Osmanlı tarihi boyunca Anadolu’dan getirilen Türklerin yerleştirildiği Bulgaristan, Sofya’da oturan Rumeli beylerbeyi tarafından idare edilirdi. Bu devirde Bulgaristan Silistre, Niğbolu, Sofya ve Çirmen sancaklarına ayrılmıştı.

1864’te avrupa kanunlarına benzetilerek hazırlanan vilâyet kanunuyla teşkil edilen Tuna vilâyeti, Rusçuk, Varna, ‘Vidin, Tolci (Tulca) ve Tımovi sancaklarına ayrıldı.

Bu idare, 1878’de Bulgaristan prensliği kuruluncaya kadar sürdü.

Bulgaristan, Osmanlılar zamanında, imparatorluk merkezine yakınlığı ve sefer yolları üzerinde olması bakımından, ticarî yönden gelişti.

Osmanlılar, bulgar tüccar larına büyük imtiyazlar tanıdılar.

XVII. Yüzyılın sonlarına kadar Bulgaristan halkı barış içinde yaşadı.

Osmanlılar Bulgarlara karşı bir İslâmlaştırma veya temsil siyaseti gütmediler. Ancak Bulgaristan, Yeniçeri ocağı için devşirme bölgesiydi.

Eski bulgar askeri gruplarından bir kısmı voynuk adıyla osmanlı askerleri arasına alındılar.

Bu askerler sonraları yalnız saray atları hizmetine ve ordunun ağırlıklarını taşımaya verildiler.

Voynuk köyleri mahalli otoritelerin müdahale edemedikleri imtiyazlı yerlerdi.

Bu köyler XIX. yüzyılda birer isyan merkezi haline geldi.

Bulgarlar, genellikle Osmanlı imparatorluğundan reaya adını taşıyan, vergiye tabi çiftçi sınıfları halinde kaldılar. Bütün Hıristiyanlar gibi, Müslümanlardan fazla olarak, cizye adlı bir vergi ödüyorlardı.

Bulgar kilisesi, Osmanlı devletinin Ortodoks Hıristiyanlarının reisi olarak tanıdığı, İstanbul rum patriğine bağlandı. Rum patrikliği, Bulgarları istismar ederek, onları rumlaştırmaya çalıştı.

1767’de, bulgar kilisesinin bakiyesi olan Ohri başpiskoposluğu kaldırıldı.

Bulgar halkı içişlerini, dinî yetkileri yanında İdarî yetkileri de olan kilise veya köylerde «knez» adlı muhtarlıklar yoluyla yürütüyordu.

Bulgar isyariları. 1443’te macar ordusu, İzladi (Zlatitsa) derbendine kadar ilerlediği zaman, Sofya ve Radomir Bulgarları ayaklanarak düşmanla birleştiler. XVI. yüzyıl ortalarında Balkanlarda, çoğunluğunu Bulgarların teşkil ettiği hayduk (haydut) denilen çeteler türedi.

1595’te, Doğu Bulgaristan’da Tuna ahalisi Transilvanya ve Eflak voyvodalarının kışkırtmasıyla isyan ettiler. Sinan Paşa, merkezi Tırnova olan bu isyanı bastırdı. Avusturyalılar.

1683’ten sonra Batı Bulgaristan’ı ele geçirdikleri sırada Kutlovitsa ve Pirot bölgelerinde bir kısım bulgar reayası düşmanla birleşti. Fâzıl Mustafa Paşa bu bölgeyi Avusturyalılardan geri aldı.

XVIII. Yüzyılda, Bulgarlar, diğer Balkan milletlerinin uyanış hareketine katılmadılar. Şehirlerde yerleşmiş olan ve ticareti ellerine geçiren Rumlar’, bulgar milletinin izlerini silmeye ve onları rumlaştırmaya çalışıyorlardı.

Rumlaştırma hareketine karşı ilk millî tepki bulgar rahipleri arasında görüldü.

Hılander manastın keşişlerinden Paisiy, Rumların ve Sırpların küçümsemelerine karşı «Bulgar Milletinin, Çarlarının ve Azizlerinin Tarihi» adlı bir eser yazdı.

Daha sonra Sofroniy adlı bir papazın, Pazvandoğlu isyanı hakkındaki yazıları görüldü.

Rus casusları Balkanlar’a girerek Ortodoks Hıristiyanları ayaklandırmaya çalışıyorlardı.

1828’de rus orduları Balkanlara girmeye hazırlanırken Venelin adında bir ukraynalı’nın Eski ve Yeni Bulgarlar adlı eseri, rus halkı arasında Bulgarlar lehine bir cereyan uyandırdı.

1828-1829 Türk-Rus harbinde rus ordusuna katılan Bulgarlar, barıştan sonra Eflak ve Boğdan’a yerleştiler. Osmanlı hükümetinin kabul etmesiyle tekrar yurtlarına döndüler.

Bundan sonra Bulgaristan’da rus çarları geniş faaliyet gösterdiler.

Milliyetçilik hareketlerinin yanı sıra bulgar okulları açılmaya, bulgarca gazete ve kitaplar yayımlanmaya başladı, ilk bulgar gazetesi Tsarigradski Vestnik 1848’de İstanbul’da yayımlandı.

Patrikhane ve Rumlara karşı mücadeleye başlayan Bulgarlar, rum rahiplerini bulgar şehirlerinden kovdular (1825).

1870’e kadar süren mücadele, bu tarihte padişahın bir fermanı üzerine bulgar kilisesinin kurulmasıyla sonuçlandı. Rumların ruhanî meclislerinin, 1872’de toplanarak Bulgarların dinden sapmış olduklarını ilân etmesiyle iki kilise birbirinden ayrıldı.

1835’ten itibaren Bulgarlar, Rusların kışkırtmasıyla büyük isyan ve komitecilik hareketlerine başladılar. Rusya’dan yardım gören bu komitecilerin amacı bir Bulgar beyliği kurmak, isyan hareketleri sonunda, büyük devletlerin müdahalesiyle ortaya bir bulgar meselesi çıkarmaktı.

1835’te rus üniformalı Georgi Mamarçev’in idaresindeki Tırnova isyanı; 1841’de Niş te, 1850’de de Vidin’de Sırbistan komitecilerinin katıldığı bulgar isyanları bastırıldı.

Kırım harbine (1854-1856) rus saflarında iki bin kişilik bir gönüllü ordusuyla katıldılar. 1856’da Tırnova’da yeni bir isyan hareketi görüldü.

Bütün bu isyanlara ve komiteci faaliyetlerine karşılık, Osmanlı hükümeti Çorbacı nizamnamesi gibi bazı kanunî tedbirler alarak Bulgaristan’da asayişi korumaya çalıştı.

Buna rağmen çeteler ülkeyi karıştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Lyuben Karavelov başkanlığında, Bükreş’te kurulan Bulgar Merkezî ihtilâl komitesi 1869’da, büyük bir isyan hazırlamaya karar verdi.

Bu sıralarda kurulan Tuna vilâyetinin başına, geniş yetkilerle getirilen Midhat Paşa, Bulgaristan’a büyük hizmetler yaptığı gibi, komitecilerle de uğraştı.

Şair Hristo Botev ve Stefan Stambulov’un yeniden kurdukları İhtilâl Merkez komitesinin 20 nisan 1875’te Koprivştitsa ve Panagyurişte’de başlattıkları büyük isyan hareketi şiddetle bastırıldı.

1876 Aralık ayında İstanbul’da toplanan büyük devletler, iki muhtar bölge teşkilini teklif etti; bunu kabul etmeyen Osmanlı devletine karşı Rusya harp ilârı etti (24 nisan 1877).

Bulgarlar, rus ordusuV na katıldıkları gibi, Türklere karşı tedhiş hareketlerine giriştiler.

Ruslar İstanbul önlerine kadar ilerlediler. Harbin sonunda Ruslar ile imzalanan Ayastafanos (Yeşilköy) antlaşmasına göre (3 mart 1878) Osmanlı devleti, Üsküp, Ohri, Manastır, Görice, Kavala ve Serez’i içine alan muhtar bir bulgar prensinin idaresinde, büyük bir Bulgaristan kurulmasını kabul etti.

Diğer büyük devletlerin itirazı ile toplanan Berlin kongresi (13 temmuz 1878) ile Dobruca Romanya’ya, Niş bölgesi Sırbistan’a veriliyor, Trakya ve Makedonya çıkarıldıktan sonra, Balkanlar ile Tuna arasında küçük bir Bulgar prensliğinin kurulması kabul ediliyordu.

Bu prenslik, yerli halkın seçip Babıâli’nin tasdikinden geçecek olan bir hıristiyan prens tarafından idare edilecek, merkezi de Sofya olacaktı. Balkanların güneyindeki başka bir kısımda «Rumeli-i Şarkî vilâyeti» adında muhtar bir vilâyet kurulacak, Babıâli’nin seçeceği bir hıristiyan vali tarafından idare edilecek ve merkezi Filibe olacaktı.

Tırnova’da, çarın gönderdiği prens Dondukov-Korsakov tarafından toplanan kurucular meclisi demokratik bir anayasa kabul etti.

29 Nisan 1879’da toplanan ilk bulgar parlamentosu, rus çarının 22 yaşındaki tecrübesiz yeğeni Aleksandır Battenberg’i bulgar prensi seçti. Prens kısa zamanda meclisi dağıtarak (aralık 1879) Bulgaristan’ı, Rusya’dan beraberinde getirdiği generallerle idare etmeye başladı.

Bunun üzerine memlekette birisi rus taraftarı, diğeri demokratik batı taraftarı iki akım ortaya çıktı.

Avusturya, İngiltere ve Osmanlı hükümetleri, prensliği Rusya’nın tahakkümüne bırakmak istemediler, böylece Bulgaristan’da büyük devletlerin nüfuz mücadelesi başladı.

Bulgar prensi yeni rus çarı ile bozuştu ve anayasayı yürürlüğe koyarak, hükümeti seçimle Karavelov’a devretti.

18 Eylül 1885’te komiteciler bir hükümet darbesi yaptılar, valiyi tutuklayarak, Şarkî Rumeli vilâyetini Bulgaristan ile birleştirdiler ve Aleksandır’ı prens seçtiklerini ilân ettiler.

Bulgaristan’ın kuvvetleneceğini düşünerek Rusya’nın karşı çıktığı bu durumu avrupa devletleri ve umumî siyaset icabı Osmanlı imparatorluğu kabul etti.

Bulgaristan Sırplara karşı kazandığı zafer sonunda 3 mart 1886’da yaptığı antlaşmayla dışarıda ve içeride durumunu kuvvetlendirdi.

Uzun zaman direndikten sonra, prens Aleksandır, Rusların baskısı ile tahtını kesin olarak bıraktı (7 eylül 1886). 25 Haziran 1887’de Ferdinand von Coburg-Kohâry, bulgar prensi seçildi.

Hükümetin başına da Stefan Stambulov geçerek, Bulgaristan’ın iç ve dış ilişkilerini düzene soktu. Ferdinand’ın İtalyan prensesi Mariya-Luiza iîe evlenmesinden (1893) Boris dünyaya geldi (1894).

Stambulov’un istifası ve öldürülmesinden (1894) sonra, Türkiye aleyhinde Sırbistan ile bir anlaşma imzalandı (1904), fakat Avusturya’nın işe karışması bu faaliyeti engelledi.

1899’da Stoylov kabinesinin istifasından sonra köylü ayaklanmaları oldu ve 1901’de de şiddetli bir malî buhran başgösterdi.

Rusya ve Avusturya’nın nüfuz ve rekabet mücadelelerinden sonra, kanlı tecavüzler pahasına Bulgarlar amaçlarına ulaşarak Makedonya meselesini milletlerarası bir mesele haline getirdiler.

1908 Meşrutiyetinden sonra, Osmanlı hükümeti 100 milyon mark karşılığında Rumeli-i Şarkî eyaletini Bulgaristan’a bıraktı (nisan 1909). Bulgaristan 3 ekim 1908’de tam bağımsızlığını ilân etti ve prens Ferdinand çar unvanını aldı.

Tırnova başkent oldu. Rusya’nın kışkırtmasıyla Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ bir Balkan ittifakı kurdular ve Türkiye’ye harp ilân ettiler (ekim 1912).

Kırkkilise ve Lüleburgaz savaşlarını kazanan Bulgarlar, 3 aralıkta Çatalca mütarekesini imzaladılar Rusya ve Avusturya’nın Balkan devletlerini kışkırtmaları sonucu savaş yeniden başladı ve Bulgarlar Edirne’yi aldılar (26 mart 1913).

Londrada türkiye ve bulgaristan arasın da imzalanan anlaşmaya Enez-Midya hattı sınır kabul edildi.

Makedonya’nın bölüşülmesi meselesinde anlaşamayan balkanlı müttefiklerin birbirleriyle savaşmalarından (haziran 1913) yararlanan Osmanlılar Edirne’yi geri aldılar (20 temmuz 1913). Bunun üzerine barış istemek zorunda kalan Bulgarlar .10 ağustos 1913’te Bükreş’te Balkanlılar ile yaptıkları anlaşmayla Makedonya’yı bırakıp Dobruca’yı Rumenlere verdiler.

Bulgarlar 29 eylül 1913 İstanbul antlaşmasıyla de Edirne’yi ve Dedeağaç demiryolunu Osmanlılara bıraktılar.

Birinci Dünya savaşı sırasında uzun süre çekimser kalan çar Ferdinand, ittifak devletlerine katıldı ve Sırbistan’a hücum etti (ekim. 1915). Ama Vardar vâdisi girişinde Selânik ordusunu uzun süre uğraştıran Bulgar ordusunun direnmesi en sonunda kırıldı (15 eylül 1918) ve 28 eylülde savaşın ilk mütarekesini kabul etmek zorunda kaldı.

Askerî çözülme ve balkan hoşnutsuzluğu karşısında Ferdinand, oğlu Boris III lehine tahttan çekildi (3 ekim).

27 Kasım 1919 Neuilly antlaşması Bulgaristan’ın ele geçirdiği toprakların büyük kısmını geri aldı (Ege denizine açıldığı bölüm dahil), ordusunu 33 000 kişiye indirdi ve hava kuvvetlerini ortadan kaldırdı.

Boris III, Bulgaristan’ı bir köylü demokrasisi kurmak ve bir güney slav birliği meydana getirmek için, Yugoslavya’ya yaklaştırmak istiyordu; iktidarının başlangıcında Stamboliyski bir köylü diktatörlüğü meydana getirdi (1919 seçimlerinden sonra) ve çok sıkı baskıya rağmen komünistler ve MakedonyalIlar Milletlerarası Devrimci Makedonya teşkilâtını kurdular.

1923’te Alexandr Tsankov yönetiminde bir koalisyon tarafından devrilen Stamboliyski idam edildi.

Karışıklık yeniden başladı; toprak reformu taraflısı ayaklanmalar, komünist kışkırtmaları (bulgar komünist partisinin kuruluşu 25-27 mayıs 1919); suikastler (en şiddetlisi bir kilisede 150 kişinin ölmesine yol açtı) ülkeyi karıştırdı ve tepkilere yol açtı.

1927’ye doğru daha da ciddileşen bu yarı devrimci durum, kral kişiliğini kabul ettirmeye başladıkça duruldu.

1934’te Boris, Anayasayı yürürlükten yeniden kaldıracak, M.D.M.T.’yi kapatacak, S.S.C.B ile ilişkileri yeniden kuracak ve yeniden Yugoslavya’ya yaklaşacak (1937 antlaşması) kadar otorite kazandı.

Dört yıl sonra parlamento yeniden toplanınca kiralın kişisel gücü aynı kaldı; ama git gide faşist Almanya ve İtalya’nın etkisine girdi.

1940’ta S. S.C.B., Romanya’dan Besarabya’yı alınca Bulgaristan da güney Dobruca’nın kendisine bırakılmasını sağladı (7 eylül).

Hitler S.S.C.B.’ye hücum etmeden önce, Bulgaristan’ın tarafsızlığını sağlamak için Viyana antlaşmasını yaptı (1 mart 1941); Bulgaristan’ı Wehrmacht’a işgal ettirdi (18 Mayıs 1941); ama bulgar kuvvetlerinin yunan ve sırp makedonyalarına girmelerine ve bu bölgeleri ilhak etmelerine izin verdi.

Bununla birlikte Boris’in Hitler ile çatışmalı geçen bir görüşmeden dönerken naziler tarafından öldürülmesi (28 ağustos 1943), bulgar-alman ittifakının çürüklüğünü gösterir.

Ama Almanya 1941-1942’den itibaren Bulgaristan’ı Anglosaksonları karşı savaşa sürükledi ve komintern’e karşı pakta katılmasını sağladıysa da (aralık 1941), S.S.C.B. ile ilişkilerini kestiremedi; Sofya savaş sırasında hem alman hem de sovyet askerî ataşelerinin bulunduğu tek başkent oldu.

1944’te sovyet orduları bulgar sınırına ulaşınca S.S.C.B. Bulgaristan’a savaş ilân etti (5 eylül); çatışma ancak 24 saat sürdü. S.S.C.B. Bulgaristan’ı işgal etti ve III. Reich’e karşı savaşa katılmasını sağladı; o tarihte 450 000 bulgar, Yugoslavya ve Macaristan’daki savaşlarda mareşal Tolbuhin komutasındaki sovyet kuvvetlerinin yanında çarpıştı.

9 Eylül 1944’te patlak veren ayaklanmadan sonra Vatan cephesi desteğiyle kurulan bir hükümet, ittifakın yıkılmasını kolaylaştırdı.

Hükümet Zveno adlı bağımsız partinin başkanı Kimon Georgiev yönetiminde, nazi Almanya’ya bütün düşman kütleleri (çiftçiler, sosyalistler, komünistler, radikaller) içine alıyordu.

Bu hükümet iki alanda faaliyet gösterdi: ittifak devletleriyle barış yapmak (Moskova mütarekesi, 28 ekim 1944) ve nazi taraftarlarını ülkeden çıkarmak için Almanya’ya karşı savaşmak

(2680 kişi ölüme mahkûm edildi; aralarında ülkeyi 1943’ten beri genç çar Simeon II adına yöneten üç naip [Prens Kiril, general Mihov, eski başbakan Filov] de vardı).

Sıra yeni rejimin gelecekteki eğilimini belirlemeye gelince, ilk amaçlar mı gerçekleştiren Vatan cephesi dağıldı; dağılmanın sebebi çiftçiler birliği başkanı, eski Meclis başkan vekili Nikola Petkov’un seçimler sırasın da komünist partisiyle ortak liste hazırlamayı reddetmesiydi.

A.B.D. ve Büyük Britanya’nın işe karışmasına rağmen komünist partisinin emirlerine uyan Vatan cephesi, tutumunu değiştirmedi; 18 kasım 1945 seçimlerinde kesin başarı kazandı.

Bununla birlikte 27 ekim 1946’da muhalefet partilerinin (çiftçiler ve sosyalistler) seçime katılmalarını kabul etmek zorunda kaldı; muhalifler oyların üçte birini aldılar ve 100 milletvekilliği (69’u çiftçi) kazandılar.

Ne var ki, muhaliflerin bu nispî başarısı muhalefet önderlerinin bulgar hükümetinin kara listesine girmesine yol açtı; nazilere karşı savaştaki kahramanlıklarına ve batı devletleri temsilcilerinin bütün kurtarma çabalarına rağmen Nikola Petkov idam edildi.

Bu tarihten itibaren iktidarı tek başına elinde tutan Komünist partisi muhalifleri ortadan kaldırdı, cumhuriyeti ilan etti (8 eylül 1946 referandumu) ve meclis başkanlığına Georgi Dimitrov’u getirdi. Dimitrov eski komintern genel sekreteriydi: uyruğuna geçtiği S.S.C.B.’den geliyordu.

Bu tarihten itibaren ülkenin bir halk demokrasisi haline getirilmesi için çalışmalar hızlandırıldı ve gerekli tedbirler alındı: özel toprakların yüzeyini en çok 20 ha’da sınırlayan (Dobruca’da 30 ha) toprak reformu, ortaklaştırmanın artırılması (köylü ailelerinin yüzde 50’den çoğu, toprakların yüzde 50’ye yakını), devletleştirme (millî iktisatla özel sektör payını iki yıl içinde yüzde 5’e düşürmeyi öngören 1946 kanunu) ve planlama (1949-1953 ve 1953-1958 arası iki beş yıllık planın gerçekleştirilmesi) gibi ilk beş yıllık planın amacı temel sanayi üretiminin arttırılmasıydı; ikinci beş yıllık planın amacı ise köy iktisadının geliştirilmesiydi (üretimin makineleştirilmesi, köylere elektrik verilmesi, toprakların verimli kılınması).

Köy iktisadına önem verilmesi tamamıyla tarıma dayanan bir ülkede çabuk sanayileşmenin tehlikeli sonuçlst doğuracağına inanılmasıydı.

Ayrıca haziranda oylanan Anayasa, 4 aralık 1947’de yürürlüğe girdi.

Bu Anayasa rus ve yugoslav anayasaları örnek tutularak hazırlanmıştı. Böylelikle Bulgaristan, birkaç ayrıntı dışında (mülkiyet hakkının tanınması) tam mânâsıyla bir halk cumhuriyeti halini aldı.

Bulgaristan’ı S.S.C.B.’ye bağlayan ilişkiler sıklaşmaya başladı.

Bulgaristan’a eski ele geçirdiği topraklardan yalnız güney Dobrucayı bırakan ve ordusunu 55 000 kişiye indiren Paris antlaşmasına (10 şubat 1947) rağmen Bulgar ordusu sovyet yönetimi altında hızla yeniden kuruldu ve 1953’te 500 000 kişiye yaklaştı Dinî alanda, 1393’te ortadan kalkan bülgar patrikliği yeniden kuruldu; ama aslında Moskova patrikliğine bağlandı (1953).

Diplomatik alanda Bulgaristan’ın büyük bir bağımsızlığı yoktur, Dimitrov, Tito ile anlaşarak halk cumhuriyetlerini federasyon haline sokmaya çalıştıysa da bu işten caymak, zorunda kaldı.

Ama Dimitrov ölünce (1945) yerine geçen Kolarov (1949-1950) ve Çekyenkov (1950-1956) zamanında bulgar-yugoslav ilişkileri git gide gerginleşti.

Gerginlik ‘özellikle bulgar meclis başkan vekili Kostov, Belgrad ile anlaşmayla suçlanıp ölüme mahkûm edilince (1963’te yanlışlığa kurban ‘gittiği resmen açıklandı) iyice arttı.

O tarihten beri S.S.C.B.’yi örnek alan bulgar hükümeti, stalinci yöntemleri bıraktı. Kişiye tapınma siyasetine önayak olduğu gerekçesiyle Meclis başkanlığına Çervenkov’un yerine Anton Yukov’un, onurç yerine de Jivkov’un getirilmesi (1962) bu tutumla açıklanabilir.

Bu arada parti de ülkenin İdarî yapısını merkeziyetçilikten kurtarmaya karar verdi; bu kararın nedeni bürokratlaşma tehlikesinden kaçınmak ve bazı İktisadî bakanlıkları ortadan kaldırmaktı.

Kaldırılan bakanlıkların yerini başkanları bakan seviyesinde olan komiteler aldı.

Bu değişikliğin nedeni iktidarın örgütünü sağlamlaştırmaktı (mart 1959).

1962 Martında Bulgar Millî meclisi, meclis başkanlığına Jukov’u ve bu başkan vekilliğine Tsankov’u dört yıl için yeniden seçti.

Kasımda Komünist partisi genel sekreteri Todor Jivkov’un yönettiği şiddetli muhalefet bir temizlik hareketiyle sonuçlandı: Jukov ile Tsankov bölücü faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle partiden ve hükümetten atıldılar.

Jivkov meclis başkanı seçildi, parti yöneticiliğini de sürdürdü.

1964’te Millet meclisi praesidium’u başkanlığına Ganev’in yerine Traykov’un getirilmesiyle temizlik tamamlandı.

Ama Bulgaristan Sovyetlerle ittifakına bağlı kalmakla birlikte komşularıyla de ilişkilerini geliştirmek istediği için, Arnavutluk ve Yugoslavya’ya karşı şiddetli eleştirilere girişmedi.

27 şubat 1966 seçimleri Vatan cephesinin zaferiyle sonuçlandı; bu fırsattan yararlanılarak milletvekili sayısı 321’den 416’ya çıkarıldı. Ayrıca hükümet mekanizması yeniden düzenlendi: 7 devlet komisyonu (iş ve ücret, sigorta, makine yapımı, akaryakıt ve enerji, hafif sanayi, besin sanayii, orman ve orman sanayii) bakanlık haline getirildi; böylece kabine üyelerinin sayısı 34’e yükseldi.

Todor Jivkov, 11 mart 1966’da yeniden seçildi; sosyalist ülkeler içinde hem meclis başkanı hem de Komünist partisi genel sekreterliği görevlerini yüklenen tek liderdir.

İktisadî kalkınmayı hızlandırmak için parti merkez komitesinin politbüro’su yeni bir planlama sistemi ileri sürdü: bu sistem iktisadın aşırı merkezîleştirilmesini sınırlama eğilimindedir.

Plan 1966-1970 arasında millî gelirde sanayi payının yükselmesini öngörmektedir.

Bulgaristan dış ilişkilerini de çoğaltmaktadır.

Birçok bulgar yöneticisinin 1966 ekiminde Paris’e gitmelerinden sonra Sofya’da Bulgaristan ve Fransa arasında üçlü (kültürel, ilmî ve teknik) bir antlaşma imzalandı.

Bir ay sonra Sofya’daki amerikan temsilciliğinin ve Washington’daki bulgar temsilciliğinin elçilik haline getirilmeleri bulgar dış siyasetinin batıya açılmaya verdiği önemi gösterir.

Türk-Bulgar ilişkileri 1961 yılında bir hayli gerginleşti.

Türk hükümeti 1961 eylülünde Bulgaristan’da yaşayan 900 000’e yakın türk’ün milletlerarası antlaşmalarla garanti altına alınmış olan azınlık haklarına uyulmadığı gerekçesiyle, Bulgaristan’a bir nota verdi.

1964 Sonlarında türk dışişleri bakanı Feridun Cemal Erkin’in Moskova ziyaretinden sonra Türk-bulgar ilişkilerinde belirli bir iyileşme görüldü.

18 Aralık 1964’te bulgar dışişleri bakanı İvan Başev, Birleşmiş milletlerde «Türk hükümeti, ülkelerimiz arasında askıda kalan meselelerin çözümü için gittikçe artan bir ilgi göstermektedir» dedi.

1965 Yılı ocak ayında Ankara’da Türkiye ile Bulgaristan arasında bir ticaret anlaşması imzalandı.

1966 Yılı ağustosunda da bulgar dışişleri bakanı Başev, Türkiye’yi resmen ziyaret etti.

Bu ziyaretin sonunda, yakın akrabaları 1951 yılından önce Türkiye’ye göç etmiş olan türk asıllı bulgar vatandaşlarının Türkiye’ye ihtiyarî göçleri konusunun «makul bir şekilde» en kısa zamanda çözümlenmesi kararlaştırıldı.

İki ülke arasındaki bu dikenli mesele, 19 ağustos 1969’da resmen yürürlüğe giren 14 maddelik «yakın akraba göçü» anlaşmasıyla kesin bir çözüm şekline bağlandı ve Bulgaristan’dan Türkiye’ye büyük göç başladı.

Bulgaristan Tarihi Eserleri

Bizans sınırlarında yaşayan bulgarlar, ülkelerine, önce steplerin sanatını soktular; hıristiyanlığı kabul ettikten sonra bütünüyle süslemeye dayanan bu sanatı bir daha ayrılmamak üzere yerleştikleri ülkenin sanatıyla kaynaştırdılar.

Kayaya oyulu Madara Atlısı, Nagy-Scent-Mikloş Hâzinesi (Viyana müzesi) ve eski başkentleri Pliska Aboba yıkıntıları arasında bulunan iki saray kalıntısı bulgarların en eski anıtlarıdır.

Pliska Aboba kilisesinde (yalnız IX. yy.da yapılan etekduvarları kalmıştır) ve Preslav sarayı ile kilisesinde (çember planı, mozayikleri ve kakmalı mermerleriyle ilgi çeker) bizans etkisi görülmeye başladı.

Aziz Pantaleimon manastırının harabeleri arasında önemli emaye levhalar bulundu.

İkinci Bulgar krallığı sırasında yapılan anıtların boyutları daha küçüktür.

Bu dönemin yapıları özellikle Tırnova’da ve bu şehir çevresindedir. Başlıca özellikleri sadelikleridir; bu sadeliğin nedeni Bogomil’in başlattığı dinî harekettir.

Taş dayanaklarda yer yer tuğla da kullanılır; emaye levhalara pek sık rastlanmaz; freskçiler bizans sanat geleneğine gerçekçilik ve sadelik katarlar (özellikle Sofya yakınındaki küçük Boyana kilisesinde; kilisenin absidindeki «İyilikçi İsa» bizans sanatınm Balkanlardaki en güzel eserlerinden sayılır.)

Bu sadelik eğilimi osmanlı egemenliği devrinde de sürdü.

Kremikovtsi manastırının (1493), Poganovo manastırının , Tımova’daki Aziz Petr ve Aziz Pave (XVI. yy.) kilisesinin duvar resimlerinde bu eğilimin örneklerine rastlanır.

Ne var ki bu sadelik anlayışı XVII. yy.da yerini bizans etkisine bıraktı, sonra XVIII. yy. sonunda ressam Hristo Dimitrov ve okulu sayesinde yeniden ortaya çıktı (Plevne, Pazarcık kiliseleri, Backovo ve Rila manastırları).

Minyatür sanatı da bazen bizans geleneğinin (giyeceklerde), bazen gerçekçiliğin (yüzlerin temsil edilişi) etkisinde kalır.

Çar İvan Aleksandır’ın İncili (1356, British Museum), Georges Manase’nin kronikleri (1360. Vatikan müzesi) minyatür sanatının en başarılı örnekleridir.

Manase’nin kroniklerinde halk yaşayışından sahneler resimlenmiştir.

Taş heykellere rastlanmaz; ama tahta oymacılığında çok üstün eserler vardır: Rila manastırındaki (XIV. yy.) taht ve manastırın kapısı; Lutakovo kilisesinin (XVIII. yy.) frizleri (Sofya müzesi).

1830’dan itibaren siyasetin canlanmasının yanısıra, sanat hayatında da bir uyanış görülür (Pazarcıkta Meryem Ana kilisesinin yapılması; Rila’da Aziz İvan manastırının yeniden yapılması).

Çek asıllı ressam Jan Mrkvicka, yerel giyecek, kişi ve adetlerden esinlendi; bu yüzden milli sanatçı olarak kabul edildi.

Hristo Dimitrov’un oğlu, Zograf Zahari ve torunu Stanislas Dospevski de batılı anlayışta eserler veren ilgi çekici portre ressamlarıdır.

Nikola Petrov izlenimciliği benimsedi. Vladimir Dimitrov, Maistora, Georgi Popov ve Gendov da önemli renkçilerdir.

Lazarov heykeltıraşların yurt dışında en çok ün yapanıdır. Gerçeküstücü Papazov ve ekspresyonist Pasin Paris okulundandırlar.

Bir yanıt yazın