Büyük Britanya | Tarihi,Coğrafyası,İklimi | Coğrafya Bilgileri |
Büyük Britanya Britanya takımadalarının en büyük adası. İskoçya, asıl İngiltere ve Galler ülkesini içine alır.
Büyük Britanya Coğrafyası
Avrupa’nın kuzeybatısında; 230 000 km2. bu krallık büyük Britanya adası ve İrlanda’nın kuzeyinden başka, ikinci derecede önemli birçok takım adayı (Shetland, Orkney, Hebride’ler, İskoçya’nın güneybatısındaki adalar, Anglesey, Wight v.b.) yani 244 000 km2’lik bir alanı kaplar.
Buna karşılık İrlanda denizindeki Man adası da, Manş denizindeki Channel adaları da (Channel İslands) İngiltere kırallığına bağlı oldukları halde Birleşik Krallığa girmezler.
Büyük Britanya Sınırları ve Boyutları
Büyük Britanya güneyde Manş denizi, doğuda Kuzey denizi, kuzeybatı ve güneybatıda Atlas okyanusu, batıda İrlanda denizi ve buraya açılan boğazlarla (Kuzeyde Kuzey kanalı, güneyde Saint George kanalı) çevrilidir.
En uzun kesiti kuzeydoğuda Duncansbv burnu ile güneybatıda Lizard burnu arasıda 955 km; en geniş yeri batıda Saint-David çıkıntısı ile doğuda Great Yarmouth arasında 485 km.
Büyük Britanya, beş büyük kütleden meydana gelir.
Bu kütleler Kaledonya kanalı, iskoçya’nın «alçak toprakları», Eden -Tyne çöküntüleri ve Severn-Thames kıstağı ile birbirlerinden ayrılır.
Büyük Britanya Yapı ve Yerşekilleri
B. Britanya, yapıları farklı iki bölüme ayrılır: biri Exeter’den Newcastle’a uzanan çizginin kuzeyinde ve batısında kalan dağlık bölge; öbürü bu çizginin doğusundaki daha alçak bölge.
Birincisi genellikle, çöküntü bölümlerine tekabül eden alçak bölgelerle ayrılmış kütlelerden meydana gelir.
Kütlelerin yükseltisi fazla değildir (en yüksek noktaları Ben Nevis, ancak 1340 m).
Gerçekten bunlar kuzeyde özellikle kaledonyen kıvrımlar devrinden, güneyde ise’ hersinyen kıvrılmalardan kalma eski kütlelerdir.
Başlıcaları: iskoçya’nın «yüksek toprakları» (Highlands) [Highland’ler: kuzey Highland’leri, Grampian’ler, güney Highland’leri veya Southern Uplands olmak üzere 3’e bölünür]. Pennine’ler kütlesi; Galler ülkesi dağları.
Bu dağların en yüksekleri derin vâdiler meydana getiren Dördüncü zaman buzullaşma ve volkanlaşmasının etkisinde kaldı.
Kütleler bir denizden öbürüne, baştan başa alçak tepe ve ova bölgeleriyle bölünür (msl. İskoçya’nın alçak topraklan veya Lowland’ler [Grampian ve Southern Uplands arasında] ve Pennine sıradağları ile Galloway dağı arasındaki Midland’ler).
Güneydoğu İngiltere, tortul bir havzadır.
Sert kayalardan meydana gelen aynı kıyı engebeleri dizisine burada da rastlanır:
Marlberough Hills ve Chiltern Hills, Cotswold Hills v.b.Büyük Britanya kıyıları, içine oyulduğu kayaların cinsini ve çevrelediği ülkenin engebesini yansıtır.
Iskoçya’da buzul devrinden kalma derin körfezlerle kesilmiş yüksek kıyılar (Norveç fiyordlarına benzeyen firth’ler); güneydoğu ovasında kireçli ve tebeşirli yalıyarlar.
Büyük Britanya İklimi
Her yandan denizlerle çevrili Büyük Britanya’nın iklimi, ılıman okyanus ikliminin en iyi örneğidir.
Isı ortalamalarında aşırılıklar görülmez.
İrlanda’nın güneybatısındaki Valentia adası genellikle okyanus ikliminin örnek bir istasyonu kabul edilir (ocak 7°C; temmuz 15,2°C).
Doğuda, batıya oranla daha belirli olan en yüksek ve en düşük ısılar da aşırı değildir (Scilly adasında ocak ayında —4°C; Ben Nevis’-de —17°C; temmuzda Valentia’da 27°C, Liverpool’da 31°C).
Mevsimler uzun geçiş süreleriyle ayrılmıştır: bu yüzden şubat ayı (Hebride’lerde mart ayı bile) ocak ayından daha soğuk geçer.
Doğuya ve batıya düşen yağmur oranı iyice farklıdır.
Okyanus rüzgârlarıyla kamçılanan batı dağlarına çok bol yağmur düşer (Ben Nevis yakınındaki Glencoe vadisinde 4 m’ye kadar; ençok yağmur alan yerleşme yöresi Seathwaite’de 3,05 m).
Buna kıyasla doğu kurak sayılabilir.
Bütün tortul İngiliz ovasına düşen yağış oranı 75 sm’den azdır.
Güneyde, kışların ılıklığı sayesinde kar yağışı enderdir.
Buna karşılık Pennine’lerde kar örtüsü yılda kırk gün, Highland’lerde yüz gün kalır.
Ama, en kurak bölgelerde bile gökyüzü az güneşlidir.
Bulutlarla kaplı olması yüzünden güneş güneyde günde ortalama 4,5 saat, kuzeydeyse ancak 3,5 saat görünür.
Adayı çoğunlukla yoğun sisler kaplar.
Isınma gereçlerinin modernleştirilmesi sonucunda atmosferdeki dumanların azalmasından beri ünlü londra sislerine daha az rastlanmaktadır.
Büyük Britanya Tarihi
Büyük Britanya milletlerinin oluşumu.
Tarihi devrin basında Britanya adalarında Kelt’ler veya keltleşmiş halklar yaşıyordu; iki büyük adadaki halklar arasında daha o zamanda bir farklılaşma başlamıştı.
Britanya’da Brittonlar, irlanda’da Gaeller. M.S. V. yy.dan itibaren Anglosaksonların Britanya’da giriştikleri fetihler ve sömürgeleştirme çabası adayı birçok bölüme ayırdı.
Büyük Britanya’nın Kuruluşu
Bu şekliyle alabildiğine yaygın bir İngiltere ortaya çıkıyor, ileride İskoçya’yı meydana getirecek Kuzey kelt ülkelerinden ve Batıda Brittonların sığındığı bölgeden (en önemlisi ve süreklisi Galler ülkesidir) ayrılıyordu.
VIII. yy.ın sonunda iskandinav akınları başladı ve iki yüzyıl boyunca, belli aralıklarla istilâya uğrayan yarımada da bir sömürgeleşme bile görüldü.
X. yy.ın sonunda Britanya adaları bütünüyle Danimarka idaresine girmekten güç kurtuldu.
Kuzeylilerin yerleşmeleri sonunda yalnız İngiltere’nin doğusu, İskoçya adaları ve Man adasında kökleştiyse de ülkenin her yanında ticareti geliştirdi, şehirleşmeyi canlandırdı veya yarattı.
Ortaçağdaki Gelişme
1066’da William I ve norman şövalyeleri Manş’ı geçtiler.
İskandinav yarımadasından gelenlere karşı savaş sırasında kurulan anglosakson krallığı yeniden yabancı egemenliğine boyun eğdi.
Bu temel olay İngiltere’nin kendine has oluşumları arasında en önemlisidir.
Kıta ile daha sıkı ilişkiler sonucunda ülke medeniyeti Norman ve Anjou’lu krallar zamanında iyice gelişti.
Bu gelişme krallığa fetihci bir güç sağladı: Galler ülkesine git gide artan sızmalar (XIII. yy.da bu bölge boyun eğdi); daha o zamanlardan birleşmiş ve düşman bir İskoçya’nın kısmen ingilizleştirilmesi; günümüzde bile bütünüyle çözümlenmemiş bir mesele halinde kalan İrlanda’nın fethedilmesi (XII. yy. sonu ve XIII. yy.). Ortaçağda britanyalı milletler iyice belirlendi.
Avrupa’nın milli birliğe kavuşmuş ilk milleti olan krallık ve derebeylik Ingilteresi (1215 «Magna Carta»sı krallıkla derebeylik arasındaki dengeyi belirtir), «Common Law» ile kurduğu medeniyeti perçinlemiş, parlamento ile dengeli bir kuruluşa kavuşmuş, yeomanry ile de sağlam bir toplumsal temele oturmuştu.
Ama derebeylik ilişkileri ve yün ticareti Ingiltere’yi kıtada çok büyük ve sonu kötü biten serüvenlere sürükledi.
İskoçya, klan düzeninden, derebeylik düzenine geçti.
Yoksul, kahraman ve çoğunlukla karışıklık içindeydi.
İskoçya nefret ettiği İngiliz kültürünün ve XIV. yy.dan XVI. yy.a kadar da fransız siyasetinin yörüngesinde gelişti.
Gallerin ülkesi olan şiir dolu ve savaşçı İrlanda, siyasi kargaşalıkta eski durumunu kaybetti, fakat birbiri ardınca gelen istilâcıları çabucak kendi içinde eritti.
İngiliz sömürgesi ilân edildi ve bu yabancı unsurlardan tamamen kurtulmayı bir türlü gerçekleştiremedi.
Buhran ve İngiliz Üstünlüğü (1460-1603)
XV. yy.ın ortasında İngiltere’de büyük kargaşalık başladı: uzun süren ve pahalıya mal olan Yüzyıl savaşları sonunda kıta Avrupasından kovulunca kendi içinde de bölündü.
İki Gül savaşları soylular sınıfının kökünü kazıdı.
Bu karışıklıklar, gelişmesi XV. yy.da önemli ölçüde artan iskoçya’nın ve belli bir oranda düzene ve bağımsızlığa kavuşan İrlanda’nın özgür olma şansını arttırdı.
Her iki ülke, bu düşman krallığı daha çok zayıflatmak için İngiliz iç çatışmalarına müdahale de ettiler.
Henry VII’nin 1845’te tahta çıkması çöküşü durdurdu.
İngiltere, Tudor hanedanı zamanında kalkındı ve krallık parlamentonun desteğiyle yeniden güçlendi.
XVI. yy.ı bulandıran dini çatışmalar başladığı sırada, mali ve sosyal meselelerin çıkmazda olmasına rağmen millet oldukça kaynaşmıştı.
Henry VIII hem katolik, hem de iyice ingihzleşmiş (Anglikan) bir kilise kurabildi; gerçekte Roma’dan ayrılma (1533) İngiltere’yi protestan blokuna katmıştı.
Ülke iktisadı hızla gelişmeye başladı; İngiltere, okyanusu keşfetti ve deniz aşırı serüvene atıldı.
Geleceğin Britanya imparatorluğunu hazırlayan ilk hareketler Elizabeth zamanında başladı.
Güçlü bir donanmanın desteğiyle ticaretini geliştiren İngiltere bu sayede üstünlüğünü kabul ettirdi ve İskoçyalılarla kurduğu aile bağlarının da yardımıyla yarımadanın yönetimini ele geçirdi.
Henry VIII 1541’de kendini İrlanda kralı ilân etti ve adada İngiliz iktidarını yeniden kurmaya girişti.
Mary I ilk büyük tarım işletmesini kurdu.
Ama ülkeyi İngiliz egemenliği altına sokan.
Elizabeth zamanındaki zorlu seferler oldu.
Aynı zamanda İskoçya İngiltere’ye yanaştı.
Bu gelişmede Reform ile Marie Stuart’ın ihtirası önemli rol oynadı.
Elizabeth mirasçı bırakmadan ölünce James Stuart İngiliz tahtına vâris oldu.
Böylece son merhale de aşıldı, uzun süredir birbirine düşman iki krallığın hanedanları birleşti.
1603’te İskoç kralı James VI, James I adıyla İngiltere ve İrlanda kralı oldu.
Fakat, her şeyden önce bir iskoçyalı olduğundan, İngilizlerin, daha çok da İrlandalıların zararına kendi vatandaşlarını kayırdı.
Siyasette olduğu gibi dini alanda da otoriterdi; katoliklerin ve koyu Protestanların umudunu boşa çıkardı ve onlara zulüm yaptı.
Bunun üzerine, Kuzey Amerika’nın sömürgeleştirilmesinde başlıca rolü oynayan puritanların göçü başladı («Pilgrim Fathers», 1620).
Charles I in İngiliz tarafı daha ağır basıyordu ama daha beceriksizdi; sonunda herkesle çatıştı.
İngiltere’nin İspanya ve Fransa karşısındaki güçsüzlüğü ortaya çıktığı sırada Kutsal imparatorlukta Protestanlık davası tehlikeye düşmüştü.
Tebasının hoşnutsuzluğuna (Hak Dilekçesi [Petition of Right], 1628) rağmen sertlikle hareket eden Charles I, başbakanı Strafford ve din meselelerinde Laud’un desteğiyle, üç krallığını disipline sokmayı denedi (1629’dan 1640’a kadar süren «uzun zorbalık» devri).
İskoçya 1639 ve 1642’de isyan etti. İngiltere’de de bir iç savaş başladı.
İngiliz parlamentosunun isyanı, 1648-1649’da gerçek bir devrim halini aldı.
Cumhuriyetçi ve demokratik eğilimlerini Cromwell’in dizginlemeye çalıştığı puritan ordusu devrime sahip çıktı ve düzen değişikliğini kabul ettirdi.
Cromwell askeri bir diktatörlükle naiplik arası bir rejim olan «Himaye» rejimini kurdu.
İngiltere’de başarıya ulaşan puritan devrimi, İrlanda ve Iskoçya’nın düşmanlığıyla karşılaştı.
Köylü ve katolik İrlanda daha 1641’de dinine hücum eden ve topraklarını ele geçiren İskoç ve İngiliz kolonlarına karşı ayaklanmıştı; sonra kralcılığı destekledi.
Bu üçlü saldırıya karşı Cromwell hükümeti tepki gösterdi.
Ordusu 1649’dan itibaren İrlanda’yı yeniden ele geçirdi (Drogheda katliamı) ve büyük bir baskı kurdu; mülklere el konulması, büyük tarım işletmelerinin kurulması ve sürgünler.
Sonra sıra İskoçya’ya geldi; İskoçya İngiltere’ye düşmandı ve devrilen hanedanı tuttuğu için ayaklandı.
1651’de Cromwell zaferi kazandı ve İskoçya boyun eğmek zorunda kaldı.
Cromwell takımadada ingilizlerin ve Protestanlığın üstünlüğünü kabul ettirdi.
Dışta da aynı canlılığı gösterdi.
Ticaret ve sömürge yayılması gittikçe artan bir canlılıkla sürdürüldü; «Deniz Seferi antlaşması» (1651) Hollanda’nın deniz üstünlüğüne bir meydan okumaydı.
Bu antlaşmayı izleyen savaşta İngilizler çok istedikleri Sunda adalarından pay alamadılar ama donanmaları bu tarihten itibaren en güçlü donanmalar arasına girdi.
Sonra denizlerdeki rakibi ve dini düşmanı İspanya ile savaş, Amerika’da yeni başarılara yol açtı.
Stuart hanedanı 1660’ta yeniden kuruldu.
Bu dönem mübalâğalı bir şekilde Monk adı verilen Restorasyan devridir; ama Cromwell’in vurduğu damga derin izler bırakmıştı.
İngiliz halkı ordudan ve ihtilâllerden büyük ölçüde çekinmekteydi; bununla birlikte krallık da, kilise de, aristokrasi de eski iktidarlarına kavuşamadılar (Test act 1673, Habeas Corpus, 1679).
İskoçya ve İrlanda’da yavaş yavaş yeni karışıklıklar başladığı sırada İngiltere, ticareti, donanması ve git gide genişleyen sömürge alanı sayesinde hızla ilerlemeye devam etti.
Gentry’nin yanı sıra, aralarında anglikan olmayan birçok kişi bulunan burjuvazi git gide artan bir önem kazandı.
Bu yükseliş İspanya ve Birleşik eyaletlerle rekabete yol açtıği gibi, fransız iktidarıyla da çatıştı.
James II’nin Louis XIV ile dostluk ilişkileri kurmasında katolikliğinin olduğu kadar, tebalarının git gide yoldan çıkmasının ve 1688 ihtilâlinin doğurduğu parlamentoyu küçümsemesinin de payı vardı.
Devrim Tudor’ların ve Stuart’ların getirdiği aşırılıkları kaldırarak geleneksel özgürlükleri sağlamlaştırdı ve protestan eğilimleri destekledi.
Protestanlık İskoçya’ya 1688 ihtilâlini kabul ettirdi, buna karşılık İrlanda’yı rejime karşı ayaklandırdı.
Bu ayaklanma 1690’da silâh zoruyla bastırılabildi.
O zaman yenik İrlanda adasının üstüne Protestanların intikamı çöktü; «ceza kanunları» yüzyıl kadar adanın elini kolunu bağladı.
İrlanda’yı ezen, İskoçya’yı kendine bağlayan İngiltere, Avrupa’yı tehdit eden fransız egemenliğine karşı çıkabilirdi artık.
İspanya veraset savaşındaki zaferi denizaşırı ticaretine yeni imkânlar sağladı (asiento tekeli ve İspanyol sömürgelerinde izinli gemiler).
Bu zaferler veraset sorunu ve iskoç-ingiliz ilişkileri sorununun çözümlenmesiyle tamamlandı.
Papaya karşı hareketin canlandırdığı Parlamento, 1701 düzenleme akti ile Hanover’li kuzenleri yararına Stuart hanedanına son verdi.
Sonra hanedan değişikliği İskoçya-İngiltere ilişkilerini yeniden ortaya atar gibi olunca, yeni hanedan İskoçya parlamentosunun 1707 Birleşme aktini onaylamasını güçlükle sağladı.
Böylece Büyük Britanya krallığı kuruldu.
Whig’ler devri (1714-1760)
1714 Hanedan değişikliği Whig partisinin işine 1688 ihtilâlinden daha çok yaradı.
İki yabancı kralın (George I ve George II), bu partiye beslediği güven, bir whig oligarşisinin (Walpole tarafından bir kurum seviyesine yükseltilen rüşvet verme ve baştan çıkarma pahasına) siyasi iktidarı ele geçirmesini sağladı.
Ama aynı zamanda günlük yaşayışa kabine, parti yönetimi, bakanlık sorumluluğu kavramları yerleşti.
Böylece gelecekteki parlamento rejiminin temelleri atıldı.
Sömürgelerin yöntemli işletilmesi, işletme anlayışının uyardığı ticarî etkinlik, milletin zenginliğini özellikle de Atlas okyanusu limanlarının refahını arttırdı.
İskoçya bile, bu tarihten itibaren sömürgelere el atabildiğinden yoksulluğundan kurtulmaya başladı.
Walpole ticareti desteklemek için barışçı bir siyaset benimsedi.
Ama bu barış siyasetinin sağladığı ilerlemeler 1739’dan itibaren ispanya ve Fransa ile rekabeti yeniden canlandırdı ve İngiliz krallığını Avrupa’da çatışmalara sürükledi.
Neyseki Yedi Yıl savaşı (1756-1763) yeni denizaşırı ilerlemeler sağladı (Paris antlaşmasıyla Kanada boyun eğdi [1763].
Hindistan’ın ele geçirilmesine başlandı); bu arada birinci Pitt’in belâgati milliyetçi duygulan körüklüyordu.
Buhranlar ve Tepki (1760-1822)
George III’ün tahta çıkmasıyla İngiltere milliyetçi ve iyi niyetli bir krala kavuştu.
George III, krallığın eski gücünü ve itibarını yeniden sağlamak istiyordu ama aklî dengesizliği yüzünden ancak kötü sonuçlu işlere girişti.
Beceriksiz otoriterliği halkın öfkesini uyandırdı. (Wilkes olayı, 1763-1769).
Amerika sömürgeleri isyan etti (1775), sonra krallıktan ayrıldı (1776).
Aynı dönemde İngiltere’de dini uyanış görüldü; bu uyanışın ülkede uzun süredir unutulmuş olan ciddiyet ve ahlâk anlayışının canlanmasına katkısı oldu.
Eyaletlerin bağımsızlığına yol açan 1783 yenilgisiyle Birleşik krallık yeniden gerilemeye başladı. A.B.D.’nin bağımsızlığa kavuşması (Versailles antlaşması).
Ama Büyük Britanya ikinci Pitt ile yeniden kalkınmayı sağlayabilecek güçte enerjik bir devlet adamına kavuştu.
Gelişmeleri yüzyılın ortasından beri önemli ölçüde artan Britanya krallıklarının zenginliği de Pitt’e yardım etti; yarı yarıya sömürge olan İrlanda krallığı bile bu büyük zenginlikten yararlandı.
Amerikan buhranı, yükselme hareketini çok az yavaşlattı.
İcatların ve tekniklerin çoğalmasına paralel olarak nüfus da arttı.
Böylece şehirlere işçi sağlayan aşırı kalabalık taşrada, gerçek bir İktisadi ve sosyal devrim başladı.
Hızla kalkınma ve geleneksel toplum yapılarının altüst olması, az ölçüde ayarlama güçlüğü de yarattı.
Fiyatların yükselmesi ve halkın hoşnutsuzluğunu uyandıran sürekli bir işsizliğin çoğalması; bu arada bazı siyasi çevrelerde reform isteğinin gelişmesi ilk radikalizmin doğmasına yol açtı.
Başlangıçta her iki ülke siyasetini yaklaştıracağa benzeyen Fransız devrimi, britanya çevrelerinin çoğunda sempatiyle karşılandı.
Ama halk arasında hızla yayılması ve benimsenmesi, sonunda ilişkilerin kesilmesine yol açtı.
Fransız devrimr İrlandalılar gibi milli, işçiler gibi sosyal (özellikle Iskoçya’da) bir baskı altında bulunanlar (halkın büyük kısmı) arasında coşkunluk uyandırdı.
Kısacası; Britanya halkının çoğu devrime bel bağladı.
Buna karşılık, kanunlara bağlılığı ve korkunun kışkırttığı yönetici sınıflar arasında kin uyandırdı.
Burke bu ateşli düşmanlığın başlıca temsilcisidir.
Fransa’nın toprak bakımından genişlemesi korkuyu artırdı ve britanya aristokrasisine milli duygudan yerleşmiş düzen adına yararlanmak imkânı verdi
1793’te açılan savaş, hemen hiç kesilmeden (1802-1803 ve 1814 ateşkesleri) 1815’e kadar sürdü.
Fransa’da Napolyon’un tahta çıkması savaşta hiç bir değişiklik yapmadı; ancak ideolojik yönünü hafifletti ve milliyetçi özelliğini çoğalttı.
Ama o sırada britanya nüfusunun üçte birine sahip olan İrlanda’daki ayaklanma kıpırtıları İngiltere’de varoluşu için çarpışıyormuş duygusunu uyandırdı.
1798 İrlanda cumhuriyetçi ayaklanması (Wolfetone), Pitt’i sorunun ancak bu adayı Büyük Britanya krallığına katmakla çözümlenebileceğine inandırdı.
Böylece 1800’de iki adayı (büyük Britanya ve İrlanda) tek bir Birleşik krallık haline sokan antlaşma yapıldı (Union act).
Savaş güçlüklerle devam etti.
koalisyonların ezici mali yükümleri; kıta ablukasının zaman zaman daralması ve bir İktisadi çözülme belirtileri; makineleşmenin her aşamasında patlak veren Luddies ayaklanmaları (özellikle 1811 ayaklanması) bütün bunlar savaş uzadıkça daha da tehlikeli baskılar halini alıyordu, ama ilk çöken Fransa heyulası oldu.
1815’te zaferin kazanılması ve yeniden barışa kavuşulması bütün sorunları çözümlemedi.
Birçok gerilimlere boyun eğen Birleşik krallık her türlü değişmeden korkarak dondu kaldı.
Bu korkak muhafazakârlık Wellington’un kişiliğinde etkili bir önder buldu.
Ama britanya toplumu bir buhran dönemindeydi.
Savaş sırasında yükselen tahıl fiyatları birden düşerek köylüleri iflâs ettirdi ve köylerin boşalmasına yol açtı.
Makineleşmenin ilerlemesiyle büyük bir atılım yapan sanayi, muhtaç olduğu işçileri hızla gelişen proletarya sınıfından seçiyordu.
Amansızca sömürülen proletarya, zaman zaman sefaletten kurtulmak için ayaklanıyordu.
Bu ayaklanmaya tepki gösteren aristokrasi, aslında o günün şartlarına uymayan bir düzeni savunmaktaydı.
Sanayi ve burjuvazinin ortaya çıkması (1822-1851)
Makineleşmenin kesin zaferi Britanya’nın gücünü yeni sanayinin enerji kaynağı olan maden kömürüne dayandırdı.
İngiltere’nin batısı ve kuzeyi, daha sonra İskoçya’daki Clyde havzası, fabrikalarla doldu.
Şehir nüfusu çoğaldı ve şehirlerin çevresini yoksul barakalar sardı.
Sınai gelişmenin hızlanması ticaretin de işine yaradı ve burjuvazi milletin hâkim sosyal sınıfı olarak ortaya çıktı.
Burjuvazinin bu ilerleyişi eskiden daha açık görüşlü olan ama bir kuşaktan beri düşünceleri katılaşan aristokratik düzenle çatıştı.
Bu çatışmadan reformcu bir hareket doğdu.
Bu reformculuk Birleşik krallığı yüzyılın ilk yarısında etkileyen reformculuktan çok daha değişik ve karanlıktı.
Burjuvazinin gelişmesi ve seçmenlik haklarımın genişletilmesi ve yeniden düzenlenmesi, himayecilikten vaz geçilmesi için giriştiği mücadele köylü ve katolik İrlanda’nın kanuni eşitsizliğe isyan edişi.
Krallığın bütünlüğünü tehdit eden bu kaynaşma karşısında hükümet kaçınılmazlığına inandığı ve çok tehlikeli saymadığı birtakım tavizler verdi; işçi «trade-union»larına karşı çıkarılan kanunun (1799) 1825’te iptali; 1829’da katoliklere tanınan özgürlük hakları; 1832’de orta sınıfların gerçek önemlerine daha yakın bir temsil imkânını sağlayan seçim reformu (143 milletvekilliği).
Ama yönetici sınıflar «chartism»e enerjik bir şekilde karşı koydular.
Toplumsal sorunu işçilere daha çok pay verilmesi ile değil de toplam refahı arttırmakla çözümleyebileceklerini sanıyorlardı.
Burjuvazinin çoğunluğu zenginleşmenin serbest mübadeleyle sağlanacağına kesin olarak inanıyordu.
Peel’in yönettiği muhafazakâr grup bu düşünceyi benimsedi ve geleneksel malî çıkar sahiplerinin sert muhalefetine rağmen himayeci kanunları (Corn Laws, deniz seferi akti) birbiri ardına kaldırdı.
Victoria dönemi (1851-1880)
Artık Birleşik krallık serbest mübadele serüvenini rahatça karşılayabilirdi.
Liberalizm başarıya ulaşmıştı.
Gerçekten, yüzyılın ortasına doğru britanya iktisadı, iyice yerleşmiş olması bir yana, öbür ülkelere oranla ezici bir üstünlüğe de erişti.
Büyük Britanya 1850-1860 yılları arasında bütün dünyada çıkarılan kömürün yaklaşık olarak yüzde 60’ını ve dünya dökme demir üretiminin yüzde 50’den çoğunu üretmekteydi.
Pamuklularını çok uzak ülkelere bile satıyordu (tüm ihracatın yüzde 40’ı); bu sırada donanması da bütün denizlere hâkimdi.
Britanya’nın bu devirdeki deniz ticareti üstünlüğü Hollanda’nın iki yüz yıl önceki üstünlüğüne benzetilebilir. Halk tabakaları henüz bu refahtan pay almaktan uzaktı.
İngiltere ve Galler ülkesinde yardıma muhtaç bir milyon yoksula karşılık 7 000 kişilik bir azınlık milli gelirin yedide birini paylaşmaktaydı.
Ama orta sınıfların ilerlemesi duraklamadı.
2 Milyondan çok kişi tam bir refah içindeydi.
Bu devrin temsilcisi hâlâ güçlü olan eski soylu sınıftan çok, kendini saydırmaya meraklı liberalizme ve dine samimiyetle bağlanmış, haklarını ve sorumluluklarını çok iyi bilen ve soylu sınıfa karşı kıskançlıkla karışık bir hayranlık duyan burjuvazidir.
Bu faal girişken sınıf gerçi zenginleşme peşindedir ama bir yandan da «centilmenler» sınıfından sayılmak için can atar.
Krallık siyasi faaliyette de açıkça görülen yeni bir sosyal dengeye doğru ilerlemektedir.
Çeşitli burjuva tabakaların bir üst aşamaya geçmesi işçi topluluğunun yüksek tabakalarında da hissediliyordu.
İşçi sınıfını amansızca hırpalayan istismarlar ilk sosyal kanunlarla yavaş yavaş ortadan kalktığı sırada kesin sendikacılık eski «trade-union» doktrininden doğarak örgütlendi ve işveren sınıfıyla eşit haklar elde etti (işverenler ve işçiler kanunu adı verilen 1871 ve 1875 kanunları).
Disraeli tarafından parlak bir şekilde temsil edilen «ilerici tory’cılık» işçi sınıfının sefaletine eğildi; sonra liberalizmden kesinlikle halkçı yeni bir radikalizm doğdu.
Gladstone’da en yüce temsilcisini bulan muzaffer radikalizm, küçük burjuvazinin yükselişini destekledi (1867-1872 seçim reformları).
Kraliçe Victoria’nın yeni anlayışa yatkın kişiliği tahta uzun zamandan beri kaybolmuş bir itibar ve anlam kazandırdı.
Bir anlık bir denge olan Victoria devri bütün yükselme devirleri gibi, gerilemeye çok yakındı.
1876-1879 İktisadi buhranı Birleşik krallığın faaliyetini azalttığı sırada krallığın güvendiği İktisadi üstünlük payı azalmaya başlamıştı.
Milli gelirin dağılımındaki eşitsizlik yalnız sosyal sınıflar arasında değil, krallığın en büyük üç bölümü arasında bile göıülüyordu.
1867’de kişi başına gelir ortalaması İngiltere’de İskoçya’dakinin üç buçuk katı, İrlanda’dakinin otuz altı katıydı.
İrlanda sorunu yeni bir şekilde ortaya çıktı: öneminden hiç bir şey kaybetmemişti.
1846-1848 Büyük kıtlığı, için için hazırlanan bir buhranın birdenbire patlak vermesine yol açtı.
Bunun kötü etkileri İktisadi ve sosyal sarsıntılarla daha da arttı.
Britanya göçleri gibi ayarlayıcı olmaktan çıkan İrlanda göçleri gerçek bir iç kanama halini aldı.
Milliyetçi kıpırdanmalar İrlanda köylüsünün dramını siyasi planda yansıtan hareketlerdir.
1867’de fenian hareketinin patlak verişi, sonra Parnell’in disipline soktuğu irlanda partisinin sistemli bir şekilde engellemeye girişmesi.
Zorluğu ortadan kaldırma bakımından iç anlaşmazlıklara düşen Birleşik krallık, gücünü bütün dünyaya kabul ettiriyordu
İmparatorluktan başka, «romalı» bir anlayışla britanya vatandaşlığını da savunan Palmerston’un mağrur milliyetçiliği yerine, Disraeli’nin ortaya attığı şiir dolu, hattâ mistik diyebileceğimiz emperyalizme bıraktı.
Ama bu emperyalizm ortodoks emperyalizmin direnmesiyle karşılaştı.
Ayrıca liberalizm, getirdiği reformlarla (Kanada dominyonunun kurulması [1867] imparatorluk hayatına olumlu katkılarda bulundu.
Bu çelişmeler mağrur ama dar görüşlü, girişken ve can sıkıcı, yüce ve daha o zamandan sallantıda olan bir devrin ne kadar coşkun bir canlılığı olduğunu göstermeye yeter.
Emperyalizm ve Demokrasi (1880-1918)
Birleşik krallığın alman kalkınması karşısında nispeten gerilemesi bir savunma tepkisine yol açtı.
Bu tepki britanyalıların o devirde öbür avrupalı ülkelerle paylaştığı üstünlük duygusuyla birleşince yeni emperyalizmi doğurdu.
Radikallerin etkisiyle daha da halkçı bir özellik kazandı ve federalizme doğru gelişti.
Ama bazı büyük planların (Commonwealth ülkeleri mallarına özel bir gümrük tarifesi uygulanması), gerçekleştirilmesi liberal gelenek tarafından kösteklendi.
Buna rağmen üç yüz yıla yakın süredir git gide artan göçlerle canlanan İmparatorluk yerli yerine oturmuştu; fakat başka devletlerin nüfuz sahalarına tecavüz eden yayılması milletlerarası çatışmaların çoğalmasına yol açtı ve İngiltere’nin o «şahane yalnızlığına» kesinlikle son verdi.
İrlanda’nın krallıktan ayrılmasına 1886’dan itibaren karşı çıkan birlik taraftarı yeni akım da imparatorluk idealinin bir tepkisidir.
Hiç değilse Londra hükümetine başlangıçtan beri yabancı kaldığı bir eyalette sosyal durumun korkunçluğunu keşfetti: tarım kanunları (1870, 1881, 1885, 1903) durumu düzeltmeye uğraştı.
Fakat bütün bu çabalar boşa gitti: istenilen özellik henüz elde edilmeden Sinn Fein’in ortaya attığı tam bağımsızlık düsüncesi gelişti ve 1913-1914 yılları arasında protestan ve rejim taraftarı «orange»’cı tepkinin başlamasına yol açtı.
Krallık gibi İrlanda’da da bölünmeler başlamış demekti.
Birlik tehlikeli bir buhran içindeyken britanya toplumunun temelleri yeniden söz konusu olmaya başladı.
İktisadi güçlükler yeni sosyal karışıklıklara eklendi.
Sosyalist hareketler gelişti.
Bunların bazısı Fabian topluluğu gibi tamamıyla fikir düzeyinde, bazıları da 1900’de kurulan ve sendikacılığa çok şey borçlu olan işçi partisi gibi siyasiydi.
Halk kütleleri, radikal önderler yönetiminde (Chamberlain, Lloyd George) toplumda git gide daha çok söz sahibi olmaya başladılar.
Muhafazakâr aristokrasi son bir korunma çaresine baş vurduysa da, 1909-1911 Anayasa buhranı lordların bozgunuyla sonuçlandı (Parliament act, 1911).
Birinci Dünya savaşı sınıflarla partileri birbirine yaklaştırdı ve savaşın kazanılması imparatorluğun en geniş sınırlarına ulaşmasını sağladı.
Ama bu arada başlanmış olan evrimi de hızlandırdı.
1918 Seçim reformu, siyasi demokrasinin kesin zaferine yol açtı.
Bu buhrandan krallık da, imparatorluk da geleneksel alışkanlıkların direnmesine rağmen, iyice değişmiş olarak çıktılar.
1918’den 1929’a kadar çoğunlukta olan muhafazakârlar Britanya’nın büyüklüğüyle birlikte İngiliz lirasının milletlerarası değerini ve mali gelenekleri (altın-paranın 1925’te Baldwin tarafından yeniden konuluşu) muhafaza etmek istediler.
Ne var ki, gerçek durumu iyi bilmeyişleri buhranı ağırlaştırdı. Bu buhran özellikle İktisadîydi.
Modern sanayi teşkilâtına herkesten önce ulaşan Büyük Britanya, XX. yy.ın başından beri daha genç ve daha atak rakipler tarafından sanayi yarışında geri bırakıldı; ayrıca nüfusu da azalıyordu.
Yalnız adı kalmış bir saltanatın ağır mirası krallığın 1923-1929 yılları arasında ancak sosyal karışıklıklarla canlanan bir durgunluk devrine girmesini açıklar.
Ardında hiç bir zaman milyondan aşağı düşmeyen bir işsiz kitlesinin ağırlığını sürükleyen iktisat nispi gerileyişinin en alt seviyesine düştü.
Bu durumdan siyasi hayatın geleneksel biçimleri de etkilendi; liberal parti yeniden gençleşmeye başlayan bir muhafazakâr parti ile işçiliğin yeni sosyalist kütlesi arasında ezildi (1923-1924’te Mc.Donald yönetiminde ilk sosyalist kabine)
Birleşik krallık, zaten yüzyıldan çok süredir içinde yaşadığı şekil ve sınıfları kaybetmekteydi.
Kanlı ayaklanmalardan sonra Krallık ve İrlanda birbirinden ayrıldı.
1922’de takımada Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik krallığı ve özgür İrlanda devleti arasında resmen ikiye bölündü.
1949’da İrlanda cumhuriyeti’nin ilânı bu gelişmede yeni ve önemli bir merhale oldu; ama adanın bölünmüş olması istikrarı engelledi.
Birlik parçalanırken imparatorluk da daha sakin ama köklü bir şekilde değişerek 1931’de özgür bir birlik (Commonwealth) haline geldi.
Dünya buhranı 1930’da ülkeyi şiddetle sarstı.
Ama krallık sonra beklenmedik ve ilgi çekici bir direnme gösterdi.
1929’dan beri iktidarda olan işçi partili Macdonald 1931’de bir milli birlik kabinesi meydana getirdi.
Aynı yıl altın para esasından vaz geçildi ve himayecilik Ottawa antlaşmasrndaki maddeleri (1932) uygulayarak imparatorluk çapında bir pazar kurmayı denedi ama istenilen başarıya ulaşamadı.
Aynı zamanda Britanya iktisadı büyük bir gelişme ve iç ayarlama çabasına girişti.
İktisadi gerilemenin durmasına siyasette sağlamlaşma eklendi (Edward VIII’in 1936’da tahttan çekilmesi adı geçen sağlamlaşmayı tehlikeye düşürmedi).
Bu sağlamlaşmayı milletlerarası durumun kötüye gitmesi zorunlu kılmıştı.
Milletlerarası durum karşısında Britanya’nın elinden hiç bir şey gelmedi (1935’te İtalya’ya karşı tedbirlerin ve 1936-1939’da İspanya İç savaşmına karışmama siyasetinin boşa gitmesi) ve tek isteği barışı korumaktı.
(N. Chamberlain’in eylül 1938’de Münih anlaşması müzakereleri).
Bu sırada yatıştırma siyasetini tehlikeli bulanlar azınlıktaydı (Eden’in istifa etmesi, şubat 1938).
Ama alman birliklerinin Bohemya ve Moravya’yı işgal etmesi (mart 1939) britanya kamuoyunu tekrar birleştirdi.
1939-1945 Dünya savaşına İngiltere birleşmiş bir millet olarak katıldı.
Churchill 1940 mayısında kurduğu Milli Birlik kabinesini kuvvetli kişiliğiyle ayakta tutuyordu.
Başlangıçta güç katlanılır bir savunmaya zorlanan (İngiltere savaşında hava zaferi [1940 ağustos], ama denizaltı tehdidi) Birleşik krallık. önce S.S.C.B., sonra da A.B.D. (1941) savaşın yükünü sırtlarına alıncaya kadar kahramanca direndi.
Hava ve özellikle denizde harcadığı çaba 1945’te muzaffer, büyük devletler arasında yer almasına yol açtı.
Cripps’in hazırladığı kemerleri sıkma siyaseti ile büyük güçlük ve sıkıntıların da üstesinden gelebilen Krallığı, aslında bu savaş neredeyse tüketmişti.
1945’te İşçi partisinin ezici zaferiyle iktidara gelen Atlee kabinesi hemen maden kömürü yataklarını (1945) ve demircilik sanayiini (1950) devletleştirdi.
(Bu son tedbiri muhafazakârlar 1953 te kaldırdılar.) Muhafazakârlar iktidarı 1951’den 1964’e kadar ellerinde tuttular.
İlk başbakanları Winston Churchill idi, sonra sırasıyla Antony Eden (1955), Harold Macmillan (1957) ve sır Alec Douglas Home (1963) iş başına geldi.
Muhafazakarlar İktidarda
10 Ocak: 1957’de, Mührühas bakanı Harold Macmillan, başbakan olarak Anthony Eden’in yerini almıştı.
1959’da, yeni genel seçimlere gitme kararı verdi; parlamento 18 eylülde feshedildi.
8 Ekim seçimleri ile Muhafazakâr parti açık bir ilerleme kaydetti (1955’teki 345’e karşı, 365 sandalye) ve İşçiler geriledi (277 yerine 258 sandalye); Liberaller 6 milletvekilliğini korudular.
Macmillan hükümetinin kuruluşu değişmedi: Selwyn Lloyd, Dışişleri bakanlığında kaldı, temmuz 1960’ta Home bu göreve getirildi.
Muhafazakâr hükümet, savaş sonrasının mirası olan ve esas itibariyle sanayi alt yapısının eskimesinden doğan zor mali ve ekonomik durumlarla sürekli olarak karşılaştı.
Böylece, 1960’ta, ithâlat tutarı 1959’unkine kıyasla yüzde 14 artış gösterirken, ihracat ancak yüzde 6 artabilmişti.
«Muhteşem yalnızlık» devrinin sona ermiş olduğuna kanaat getiren Macmillan, İngiltere’yi kıta Avrupası’na daha kesin olarak yöneltmeyi kararlaştırdı.
10 Ağustos 1961’de, Çalışma bakanı Edward Heath İngiltere’nin Ortak pazar’a kabul edilmesini istedi.
Teşebbüs, ülkede büyük polemiklere yol açtı.
Hükümetin bu Avrupacı tutumunda «Commonwealth»i (İngiliz Milletler topluluğu) Avrupa’ya kurban etme isteği görenler vardı.
İşçi partisi, itiraz ve ihtarları arttırdı, işçi partisi ayrıca, muhalefetine dayanak ve hedef olarak Muhafazakâr partinin milli savunma siyasetini ve özellikle tek taraflı bir nükleer gücün geliştirilmesi çabalarını alıyordu.
Macmillan, iskonto haddini yüzde 5’e, sonra da yüzde 4,5’e indirince (mart-nisan 1962) hoşnutsuzluk başladı.
Kısmi seçimlerin birçoğunda Muhafazakârlar aleyhine hem işçi partisinde, hem de programı daha az ürkütücü olan Liberal partide ilerlemeler görüldü.
Mayıs 1962 belediye seçimleri daha da kesin yönler gösterdi.
İşçiler 294, Liberaller 332 yer kazandılar, Muhafazakârlar (Tory’ler) 558 yer kaybettiler.
Butler ve Milli Savunma bakanı Thomeycroft gibi Ortak pazar taraflıları lehine yapılan oldukça şiddetli bir kabine değişikliği de siyasîi havayı düzeltmeye yetmedi.
13 Aralık 1962’de, İngiltere’nin Ortak pazar’a girmesini engelleyen ekonomik güçlükleri gidermek amacıyla Macmillan, general de Gaulle ile görüştü.
İngiltere başbakanı, dış siyasetinin amerikan ittifakı ve Atlantik paktı mihverinde olduğunu belirttiği için bu karşılaşmadan bir sonuç alınamadı.
Birkaç gün sonra Macmillan, Kennedy ile Nassau’da buluştu.
General de Gaulle’ün 14 ocak 1963 basın toplantısı, son umutları da ortadan kaldırdı.
Fransız Devlet başkanı, «Polaris» füzeleri ile donatılmış denizaltıların A.B.D. tarafından İngiltere’ye satışı karşılığında Macmillan’ın ülkesinin yanaştığı «çok taraflı güce» Fransa’nın katılmayacağını bildirdi.
Öte yandan da İngiltere’nin hazırlıklı olmadığını öne süren Fransa, tam bir Avrupa politika ve ekonomisinin meydana getirdiği Ortak pazar’a bu milletin katılmasına karşı çıktı.
İşçi sendikaları Ortak pazar’a girilmesine çoğunlukla taraftar olduklarını bildirince, Macmillan’ın başarısızlığı işçilerin işine yaradı.
Labour party (İşçi partisi) lideri Gaitskell, 18 ocak 1963’te öldü, yerini 14 şubatta Harold Wilson aldı.
Üç yeni olay, işçilerin durumunu sağlamlaştırdı.
20 Şubat 1963’te yayımlanan milli savunma konusunda bir Beyaz Kitap’ta hükümet, bağımsız bir nükleer «hücumdan vaz geçirme» gücüne taraftar olduğunu ilân etti.
İşçiler böyle bir siyasete karşı çıkarken, «nükleer silâhsızlanma» taraflılarınca gösteriler tertiplendi (nisan 1963).
öte yandan haziranda Macmillan hükümeti bir skandal yüzünden lekelendi: Savunma bakanı John Profumo, Sovyet yüzbaşısı ivanov’un metresi Christine Keeler adlı bir kadınla ilişki kurduğu yolunda açıkça suçlandırıldı.
Casusluk söz konusu oldu.
Profumo istifa zorunda kaldı (5 haziran 1963).
Temmuzdaki kısmi seçimde (West Bromwich, Deptford) İşçiler rakiplerini ezdiler ve 30 eylül parti kongresi Harold Wilson için bir zafer oldu.
8 ekimde nastananeye Kaldırılan Macmllan 10 ekimde çekildi.
Kraliçe, başbakan olabilmesi için lordluk payesi kaldırılan Home’u yeni kabineyi kurmakla görevlendirdi.
Bu kabine bir öncekine fazlasıyla benziyordu.
Fakat İngiltere seçim öncesi havasına çoktan girmişti: bütün partiler, ülkenin çağa uyması konusunda fikir birliği halindeydi.
Wilson programında iki ana nokta vardı: birincisi vergi reformuna, sanayi kesimi kuruluş ve sistemlerinin değiştirilmesine dayanan bir İktisadî gelişme, İkincisi yeni üniversiteler ve teknik kolejlerin açılması.
15 Ekim 1964 seçimlerinde, Muhafazakârlar 62 sandalye kaybettiler (365 yerine 303), Liberaller 3 (6 yerine 9) ve İşçiler 59 fazla milletvekilliği (258 yerine 317) kazandılar.
Ertesi günü Harold Wilson, Home’un yerine başbakan olarak yeni kabineyi kurdu.
George Brown, yeni kurulan İktisadi İşler bakanlığını aldı; bir de Teknoloji bakanlığı kuruldu.
Modernleşme isteği açıkça belirmişti
İşçiler İktidarda
Harold Wilson başkanlığındaki İşçi hükümeti, önce bölgesel İktisadi krizi yenmeye çalıştı.
Bunun için, Labour party’nin programına zıt iki tedbire baş vurdu: iskonto haddi yüzde 5’ten 7’ye çıkarılacak ve ithalâttan alınan vergiye yüzde 15 zam yapılacaktı.
Kasım 1964’te, tehlikeli durumdaki sterlini korumak amacıyla, on bir ülkenin Merkez bankası, İngiltere’ye kredi kolaylıklan tanıdılar (3 milyar dolar).
Liberal bir ekonomiye sosyalist bir program uygulamak kararındaki Wilson, İşçi sendikalarının desteğini sağladı (1964 ve 1965 kongreleri) ve demir-çelik sanayiinin tekrar millileştirilmesini öngören Beyaz Kitabını kabul ettirebildi (6 mayıs 1965).
Yeni bir yasa 5 ağustos 1965’te yürürlüğe konularak, İşletmelerin Birleştirilmesi komisyonunun yetkileri genişletildi, öte yandan Wilson, Parlamentodan, ölüm cezasını kaldıran yasayı çıkardı (28 ekim 1965).
1966 Yılı başında, Wilson çok tutuluyordu.
Kamuoyu, İktisadi buhrana hâlâ, eski muhafazakâr çoğunluğun sebep olduğuna inanıyordu.
Mührühas bakanı James Callaghan’ın ileri sürdüğü «kemerleri sıkma» programına hak verdiren bu durum karşısında Muhafazakâr partinin yeni lideri ye Home’un yerini alan Edward Heath bir şey yapamadı.
Avam kamarasındaki zayıf çoğunluğunu arttırmak amacıyla Wilson, genel seçimlere gitti.
İyimserliği, uzağı görürlüğü doğru çıktı: 31 martta Labour party eskisinden 850 000 daha fazla oy kazanarak 46 milletvekilliği daha fazla elde etti (317’den 363’e).
Liberal parti 9 yerine, 3 fazlası ile 12 sandalyeye çıkarken, Muhafazakârlar 303’ten 253’e düştüler.
Fakat 12 mayıs 1966 belediye seçimleri, genellikle Muhafazakârların zaferini sağladı.
Bundan da bölgesel düzeyde, seçmen yığınının dikkati çekecek kadar geleneklere bağlı kaldığı ortaya çıkmış oldu.
Başarılı genel seçimlerin hemen ertesi günü, kuruluşu hiç değiştirilmeyen Wilson hükümeti, İngiliz ekonomisinin ciddi sorunları ile yeniden karşı karşıya bulunuyordu.
Olağanüstü durum ilânını (23 mayıs) gerektiren deniz adamları grevi (15 mayıs-29 haziran 1966), sosyal huzursuzluğun en göze çarpar belirtisiydi.
«İktisadi Dunkerque» adını verdiği bir krizi önlemek için Wilson, ücretleri dondurmak yoluna gitti.
3 Temmuzda Teknoloji bakanı bu yüzden çekildi.
İşçi partisinin 28 milletveMli de bu tasarıya olumsuz oy verdiler (25 ekim). Ağustosta, Sosyal Güvenlik bakanlığı kuruldu.
Fiyatların ve vergilerin dondurulması, İngiliz işverenlerinden oldukça büyük bir kısmını İşçi partisi saflarından kopardı.
1967 Başında, ödemeler dengesindeki açık azalmış, altın ve döviz rezervleri 14 milyon sterlin artmıştı.
İngiltere bankasının temmuz 1966’da yüzde 6’dan 7’ye yükselttiği iskonto haddini yüzde 0.5 oranında indirmek mümkün oldu.
Fakat işsiz sayısı, 1963’ten bu yana en yüksek düzeye çıkmıştı (600 000).
Gerekli bulduğu siyaseti uygulamak üzere, Wilson Avam kamarasından çelik sanayiinin millileştirilmesi kararını çıkarttı (26 ocak 1967).
Haziran 1967’de bitecek olan, kemerleri sıkma programını da bir yıl uzattı.
Ödemeler dengesinde normal sonuçlar vermekle beraber, İktisadi etkinlik gerilemesi üzerine bu siyasetin etkileri sınırlı oldu.
Macmillan’dan daha büyük bir kararlılıkla ve çok ağır basan mecburiyetler sonucu (özellikle, İngiliz pazarının zayıflaması ve hükümetin Rodezya’daki başarısızlığı), üstesinden gelinecek zorlukları da göz önüne alarak Wilson Batı Avrupa’ya yöneldi.
Kurallara az uyan genç bir siyasetçi olan George Brown’u ağustos 1966’da Stewart’ın yerine, Dışişleri bakanlığına getirdi.
Kısa veya uzun sürede ülkesinin Ortak pazar’a girişini sağlamak amacı ile Wilson, 1967 başlarında Batı Avrupa’ya bir gezi yaptı.
En önemli ziyaret Paris’e idi.
24-25 Ocak 1967’de Wilson, general de Gaulle ve Başbakan Pompidou ile görüştü.
İki Fransız devlet adamı Roma antlaşması hükümlerinin olduğu gibi ingilizler tarafından kabulünde direnirlerken, Wilson ülkesinin ve Commonwealth’in, özellikle tarım alanında çıkarlarını korumaya çalışıyordu.
Açıkça söylenmemiş olmakla beraber, lngilizlerin (Wilson [1966] ve Brown [1967] Moskova gezilerinin sonuç vermemesine de yol açan), Amerikan ittifakına bağlılıkları Fransızlar gözünde, İngiliz davası aleyhinde durumlardır.
İngiliz hükümetinin haziran 1966’da Vietnam’daki amerikan siyasetinden (ilk defa olarak) ayrılmış olması da kâfi sayılmamıştır.
Fransa’nın olumsuz tutumu, Wilson’u mayıs 1967’de, Roma antlaşmasının 237. maddesine dayanarak, Ortak pazar’a ve ayrıca Euratom (Avrupa Atom birliği) ve Kömür-Çelik birliğine ülkesinin alınmasını istemekten alakoyamadı.
Aynı zamanda, Wilson İngiliz milletvekillerine, çözümü güç sorunları açıkladı: İngiliz tarımının özel durumu, tarım siyasetine gerekli mali destekler, Commonwealth’in, özellikle şeker ve tereyağ üreticisi ülkelerin çıkarları, sermaye hareketleri, bölgesel siyasetler.
İngiltere’nin Ortak pazar’a girmesi İngiliz siyasetinin temel sorunu olacak ve çözümü de, Harold Wilson’a göre öteki sorunların «buzlarını çözmeye» ve Labour party’ye, iktidarda kalabilmesi için ihtiyacı olan başarıyı sağlamağa yarayacaktır.
Oysa, yakın gelecek biraz karanlıktı: 23 ekim 1967’de Lüksemburg’da toplanan Ortak pazar bakanları, İngiliz adaylığı konusunu geri bırakma kararı aldılar.
Bunun sonucu, İngiltere’de ciddi karışıklıklar çıktı.
Ortak pazar temasları ile görevlendirilmiş bakan lord
Chalfont, ülkesinin ittifaklarından vaz geçebileceğini belirterek Altılar’ı, tehdit eder bir hava estirdi.
Kasımda, reeskont haddi iki defa arttırıldı; bu arada da İşçi partisi sol kanadı, grev halindeki madencilerin savunucusu oldu.
Nihayet, 18 kasımda reeskont haddinin çok yükseltilmesiyle (yüzde 8) beraber, sterlinin değerinin yüzde 14,3 oranında indirilmesi kararı alındı.
Bu çok önemli tedbir, ingilizlere göre, kendilerinin Avrupa topluluğuna girmesini kolaylaştıracaktı.
Fakat İngiltere’nin İktisadî geleceği konusunda Fransa’da duyulan şüphenin başlıca engel olduğu general de Gaulle’ün 28 kasım basm toplantısında ortaya çıktı.
Bununla birlikte Büyük Britanya, sterlinin durumunu düzeltme ve Avrupa’ya gittikçe daha çok yaklaşma isteğini, dış (Süveyş’in doğusundaki üslerin bırakılması) ve iç (parlamentoya mart 1968’de sunulan kısıntılı bütçe) siyasetinde aldığı kararlarla ortaya koydu.
Ama, belediye seçimlerinin de belirttiği gibi (İşçiler, kendileri için bir yenilgi olan bu seçimlerde 1282 sandalye kaybettiler) İngiliz kamuoyu bu kararları iyi karşılamadı.
imparatorluk ve Commonwealth
İkinci Dünya savaşı ertesinde, geniş imparatorluk sömürgelerinin bırakılması işine başlandı.
Gerek İngiliz hükümetinin kendi isteği, gerekse bazı ciddi olayların baskısıyla 1960’tan beri bu çalışmalar gelişti.
Yıllar süren kanlı mücadelelerden sonra,son, Yeni Zelanda ile Avustralya’nın Vietnam savaşına A.B.D. yanında daha çok katılmalarını sağladı.
Yakın Doğuda İngiltere’nin durumu git gide daha çok zayıfladı.
İsrail-Arap anlaşmazlığı (haziran 1967) ingilizlere Süveyş kanalını ve doğu petrolü yolunu kapattı.
Büyük Britanya Tarihi Eserler
Büyük Britanya adalarında en eski mimarlık kalıntıları İrlanda’da bulunur.
Kerry, Galway, Mayo, Sligo, Donegal ve Antrim yörelerinde, kelt kaleleri (dun) ve kuru taştan örülü surlar; Gallarus, Senach adası ve Saint Finan’da tek tek rastlanan küçük kiliseler; Kilcrony ve Saint Caimin kiliseleri.
İngiltere’de ilkel hıristiyan mimarlığını Silchester bazilikası temsil eder (IV. yy.).
Dini mimarlık türü romalı benedikten papazlarının ve aziz Augustinus’un İngiltere’ye gelişlerinden sonra (597), geniş sahınlı kiliselerle özellikle Kent bölgesinde (Canterbury, Reculver), dar ve yüksek sahınlı kiliselerle de Northumbria bölgesinde (Hexham, Monkwearmouth, 675) gelişti.
Danimarkalıların istilâsı (IX. yy.) karolenj tarzı mimarlığın ilk gelişimini yarıda kesti; günümüze kalan «sakson» anıtları kaba bir roman üslûbunu yansıtır; Roma, İrlanda, İskandinav ve barbar geleneklerinin ürünüdür.
Bu anıtlar X. yy. başından norman istilâsına kadar süren dönemde yapılmıştır.
Özellikleri: çift apsis, çift çapraz şahın, kemerli çan kulesi, tahta kule, kare biçiminde mihrap kısmı, illere göre değişen örgüler, Roma tuğlaları, özel köşe bağlantıları, sakson döneminin sonuna doğru ise merkezî planlar ve yuvarlak yapılar (Abingdon ve Canterbury [Saint Augustine] kiliseleri).
XI.-XIII. yy.lar arasında, esin kaynağı norman mimarlığıdır; Westminster kilisesinin (1050) kökü Jumeges’dedir.
İngiltere bu dönemde şahın, yan sahınlar, çapraz şahın, apsisli veya çevredalızlı mihrap kısmı gibi unsurlardan meydana gelen latin haçı biçimindeki planı benimsedi.
Birbirinden farklı üç apsis kullanan norman planına Canterbury katedralinde (1070), Lincoln katedralinde (1072), Ely’deki Saint Albans manastırında (1080) ve Durham’da (1093) rastlanır.
Fransa’nın Loire bölgesine özgü çevredalızlı plan, İngiltere’ye Marmoutier keşişleri aracılığı ile geldi (Gloucester [1089] ve Baltle manastırları).
Bu dönemde birçok büyük manastır ve katedral yapıldı: Winchester (1079’da başlatıldı), Tewkesbury (1087), Norwich (1096)’, Peterborough (1117), Rochester (1130).
Dindışı mimarlık da büyük bir gelişme gösterdi, bunun örnekleri özellikle Lincoln’da (Yahudinin evi, Saint Mary loncası) ve Milborne Port’ta bulunur.
Bunlardan başka West Mailing (Kent), Rochester, Newcastle, Scarborough, Goodrich, Guildford, Bamburgh ve Norwich’deki kuleleri, ayrıca Londra kulesini de saymak gerekir.
Fransa’daki Cluny manastırının etkisi Canterbury (1096-1107), York (1160) ve Lincoln’da (1192); Citeaux manastırının etkisi ise Waverley (1128), Tintern (1131), Rievaulx (1132), Fountains (1135), Kirkstall (1152) manastırlarında görülür.
İlk sivri tonozlar Durham’da yapıldı (XI. yy. sonu).
İngiliz gotik üslûbu üç evreye ayrılır: early english style (ilk dönem İngiliz üslûbu) veya ilk gotik, XIII. yy. norman gotik karşılığıdır (Canterbury katedralinin Guillaume de Sens tarafından yeniden yapımı [1175-1192], Westminster manastırının [1245-1270], Salisbury katedralinin yeniden yapımı); decorated (bezekli) veya curvilinear style (eğrili üslûp), fransız «parlak» üslûbunun öncüsüdür (1280): Lincoln, Beverley, Exeter, Lichfield, Ely kiliselerinin koroları: perpendicuthr style’ın (dikey üslûp) özellikleri, paralel bölmeli pencere üstü dolguları ve yelpaze tonozlardır (Gloucester manastırı, Cambridge’te King’s College kilisesi, Westminster’de Henry VII kilisesi, Oxford’da Divinity School).
XV. yy. sonunda Tudor kemeri denilen, kırık sepet kulpu kemer ortaya çıktı ve XVII. yy.a kadar uygulandı.