Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Bilim

Cilalı Taş Devrinin Özellikleri Nedir

Cilalı taş devrinde yaşanan gelişmeler,Cilalı taş devri hangi yıllar arasındadır,Cilalı taş devri ödev,Cilalı taş devri hakkında bilgi,Cilalı Taş Devrinin Özellikleri Nedir,Mesela, bu devir Mısır’da M.ö. VI. bin yılda başlamışsa da kısa bir süre sonra Maden çağına girilmiş, fakat Batı Avrupa’da 3 000 yıl süresince devam etmiştir.

Asya’da ise Bakır ve Demir devirleri süresince, Milâdın V. yy.ına kadar taş da kullanılmış, taşm hâkimiyeti Afrika’da XX. yy.a kadar devam etmiştir.

Bu safhada insanlık en büyük evrimlerinden birini gerçekleştirmiştir.

Bu büyük evrim, üretimin başlaması, yani ziraat ve hayvancılığın insan toplulukları tarafından öğrenilmesidir.

Tarımın başlaması devamlı yerleşmeyi zorunlu kılmış, bunun sonucu olarak köyler ve şehirler kurulmuştur.

Çağımızın sosyal ve ekonomik düzeninin Cilâlıtaş devrinde atıldığı söylenebilir.

Cilâlıtaş devrinin diğer bir özelliği de pişmiş topraktan kap yapımının, yani keramiğin başlamasıdır.

Ancak yeni araştırmalar keramiğin daha kullanılmadığı bir keramiksiz Cilâlıtaş devrinin varlığını ortaya koymuştur.

Son yıllara kadar Anadolu’da Ci-lâlıtaş devri kültürü sadece Toroslar’ın güneyinde kalan Çukurova ve Amuk ovasındaki höyüklerde tespit edilmişti.

Anadolu yaylasında Cilâlıtaş devri medeniyeti 1957’den sonra yapılan kazılar sonunda ortaya çıkmıştır.

Burdur gölünün güneybatı köşesinde Hacılar höyüğü ile Konya ilinin Çumra ilçesi civarındaki Çatalhöyük’te yapılan arkeolojik kazılar bu çağa ait bilgilerimizi çok arttırmış ve Anadolu’da ön Asya’nın en yüksek Cilâlıtaş devri kültürlerinin varlığını açıklamıştır.

Cilâlıtaş devrinin en önemli özelliği, üretime dayanan ekonomik düzene geçiştir, ön Asya’da Cilâlıtaş devri genellikle küçük köy kuruluşlarından ileri gitmemektedir.

Halbuki Hacılar ve Çatalhöyük yerleşmeleri köy değil şehir kuruluşundadır.

Bugün için en eski şehir kuruluşlarının Anadolu’da bulunduğunu söylemek fazla iddialı olmayacaktır.

Bugüne kadar Batı ve Orta Anadolu’da, önemli birkaç merkez hariç Cilâlıtaş devrine ait yerleşme yerlerine ve bu devre ait âletlere rastlanmamıştır.

Orta Anadolu’da Alişar. Alacahöyuk, Büyük Güllüce*, Kültepe; Batı Anadolu’da Truva, Yortan, Beycesultan gibi büyük şehirlerin mezarlıklarının hiç birinde Cilâlıtaş devrine ait izlere rastlanmamıştır.

Anadolu’nun maden filizleri bakımından zengin olması, Yarım ada’da komşu bölgelere bakınca, bu malzemenin daha erken ve bol sayıda kullanılmasını sağlamıştır.

Sistemli kazıların ışığında ortaya konulan bu gerçeği. M.ö. IV. bin yılda Orta Anadolu platosunun ve Batı Anadolu’nun iskân edilmediği şeklinde yorumlanmamalıdır.

M.ö. IV. bin yılın sonunda büyük ve müstahkem şehirler olarak ortaya çıkan Doğu-Batı Anadolu höyüklerinin Cilâlıtaş devrinde iskân edilmemiş olmaları bu bölgelerde göçebe hayatının Güney ve Güneydoğu Anadolu’ya bakınca, daha uzun sürdüğü ve insanların, ancak bu devrin sonunda ve ilk madenler çağının başında belirli yerlerde oturmaya başladıkları şeklinde izah edilmelidir.

Bu durum Anadolu medeniyet tarihinde önemli bir dönüm noktasını temsil etmektedir.

Bununla beraber adı geçen bölgelerin daha çok güney kısımlarında (Niğde-Konya-Burdur illerinde) yüksekliği pek az olan höyüklerde, büyük kaya sığınaklarında, tabiaten korunaklı ve müstahkem yerlerde, bitek vâdilerde sonraki devirlere bakınca, fazla olmamakla beraber Cilâlıtaş devrine ait eserlere ve iskân yerlerine rastlanmaktadır.

Bunu doğrulayan buluntu yerlerinden ilkini Konya yakınındaki Çatalhöyük temsil etmektedir.

Höyükte şimdiye kadar on yapı katı tespit edilmiştir.

Çatalhöyük’ün bütün bu yapı katlan Cilâlı taş devri içine konulmaktadır.

Burada çok ileri bir şehir kültürüyle karşılaşılmaktadır.

Açılan geniş sahalarda evlerin birbirlerine yapışık olarak inşa edildiği görülmüştür.

İlk dört yapı katında evler gruplar halindedir ve geniş avlulara açılmaktadır.

Daha eski katlarda ise evler büyük kompleksler halindedir.

Evlere giriş yukarıda tavandadır.

Evler genellikle iki odalıdır. Büyük olan odalarda, toprak sekiler, dolaplar, fırın ve ocaklar vardır.

Küçük olan diğer oda. kiler olarak kullanılmıştır.

Oturma odalarındaki sekilerin altında karışık bir şekilde konmuş insan iskeletleri vardır.

Mezarların oda içlerinde olması Cilâlıtaş devrinin dini inançlarıyla izah edilebilir.

Bir kısım evlerin planları değişiktir.

Bunların duvarlarındaki sıva üzerine kırmızı boya ile yapılmış resimler bulunmuştur.

Büyük panolar halindeki resimlerde başlıca sahneler dans ve av sahneleridir.

Ayrıca boğa, geyik, eşek, domuz, akbaba da en çok resmi yapılan hayvanlardandır.

Bazı evlerde boyalı el resimleri veya kabartma yapılmış ana tanrıça, boğa, koç başları vardır.

Bu şekildeki evlerin normal ev olmadıkları açıktır.

Av ve dans sahneleriyle, hayvan tasvirleri Cilâlıtaş devri toplumlarında büyük rol oynadığı anlaşılan dini olay ve âyinleri tasvir etmelidir.

Bu bakımdan duvarları fresklı ve kabartmalı olan binalara arkeologlar tapınak adını vermiştir.

Çatalhöyük’ün küçük buluntuları içinde taştan veya topraktan yapılmış heykelcikler. büyük bir yer tutmaktadır.

Kadın heykelcikleri, ana tanrıçayı tasvir etmektedir.

Bu devir insanlarının ziraatı bildikleri ele geçirilen kömürleşmiş tahıl kalıntılarından anlaşılmıştır.

Ayrıca bol sayıda av hayvanı kemiği de ele geçmiştir. Tapınak duvarlarına av ve dans sahnelerinin yapılması, avcılığın Cilâlı taş devri insanının hayatında hâlâ önemli bir rol oynadığını gösterir.

Orta Anadolu’daki ikinci buluntu yerini Tuz gölünün güneydoğusundaki Ilıcapınar temsil etmektedir.

Burada bulunan obsidiyen âletler, iki yüzleri de düzeltilen ve kesitleri oval olan ok uçlarından, delici ve kesici âletlerden ibarettir.

Ilıcapınar’ın arkeolojik olarak en büyük önemi, Cilâh taş devrinde büyük bir merkez olan Mersin yanındaki Yümüktepe eserlerine benzeyen kalıntıların kuzeyde. platoda da bulunabileceğini göstermiş olmasındandır.

Üçüncü buluntu yerini de Burdur ilinin 32 km güneybatısındaki Hacılar temsil etmektedir.

Höyüğün en altında yedi mimarlık katı halinde keramiksiz Cilâlıtaş, bunun üzerinde de dört kat halinde geç Cilâlıtaş devrine ait buluntular ele geçirilmiştir.

Keramiksiz Cilâlıtaş devrinin mimarlık kalıntıları azdır. Binalar dikdörtgen odalıdır.

Evlerin temelleri taştan, üst kısımları kerpiçten yapılmıştır. Odaların duvarları ve tabanları sıvalıdır.

Bazı tabanların kırmızı boyayla boyandığı görülmüştür.

Evlerin avlularında ocak ve fırınlar vardır. Bazı evlerin avlularında yere kafataslarının gömüldüğü kazılar sırasında tespit edilmiştir.

Bu âdet herhalde dinî inançlarla izah edilmelidir.

Filistin’de Eriha’da aynı devre ait katlarda, Hacılar’a benzer şekilde kafataslarına rastlanmıştır.

Ayrıca Eriha’da kırmızı aşı boyalı tabanlar da bulunmuştur.

Hacılar’ın geç Cilâlıtaş devri tabakalarındaki ev planları tek veya iki odalıdır.

Küçük buluntular arasında özellikle VI. katta ele geçen tanrıça heykelcikleri önem taşımaktadır.

ön Asya’da Cilâlıtaş devrinde böylesine gelişmiş heykelcilik sanatına ilk defa Hacılarda rastlanmaktadır.

Heykelcikler pişirilmemiş kilden yapılmıştır.

Keramik çok gelişmiş olarak birden ortaya çıkmıştır.

Bu durum keramiksiz Cilâlıtaş devri katları ile geç Cilâlıtaş devri arasında uzun bir zaman fasılası olduğuna işarettir. Keramik bu zaman fasılası içinde keşfedilmiş olmalıdır.

Bu ara bin sene olarak kabul edilmiştir.

M.ö. 5700-5500 yıllarına tarihlenen Hacılardaki Cilâlıtaş medeniyeti kıta Yunanistan’daki ilk medeniyetlere de büyük yakınlık göstermektedir. Hacılar’ın keşfinden sonra,

Yunanistan’daki Cilâlıtaş devri medeniyetinin kökünü Anadolu’da özellikle, Göller bölgesinde aramanın doğru olacağı anlaşılmıştır.

Cilâlı taş devrinde Güney ve Güneydoğu Anadolu’da durum kuzey bölgelerine kıyasla çok değişiktir.

Çukurova, Antakya ovası ve bütün Güneydoğu Anadolu yani Akdeniz’den Van gölü çevresine kadar uzayan geniş bölge Cilâlı taş devrinde kesif bir iskân sahası haline gelmiştir.

Çukurova’da Cilâlı taş devrine ait iki önemli merkez sistemli bir şekilde araştırılmıştır.

Bunlardan İlki Mersin yakınındaki Yümüktepe’dir.

Buradakî Cilâlı taş devri medeniyetinin kalınlıgı 8 m’dir. Alt ve üst Cilâlıtaş olmak üzere iki safhaya ayrılmıştır.

Evler taş temelli, kerpiç veya çamur duvarlı, dikdörtgen planlıdır ve bir aileyi barındırabilecek ölçüdedir.

Elde yapılmış çanak-çömleğin rengi siyah, gri, kahverengi ve kırmızıdır.

Hepsi iyi pişirilmiş, astarlanmış ve iyi perdahlanmıştır.

Bazıları sivri uçlu, sert âletlerle çizilmek suretiyle yapılmış üçgen, kafes ve zikzak motifleri ile bezenmiştir.

Cilâlıtaş devrinde insanların yün eğirmeyi ve dokumayı bildiğini, pişmiş topraktan yapılmış ağırşak ve dokuma ağırlıkları ispat etmektedir.

Cilâlı taş devri insanlarının en karakteristik âletlerini sert taşlardan yapılan âletler teşkil eder.

Çoğu siyah obsidiyenden, bazısı ise çakmak taşından yapılan bu âletlerin teknik üstünlüğü, ait olduğu medeniyete verilen adın doğruluğunu belirtmektedir.

Tarsus içindeki Gözlükule höyüğünde rastlanan Cilâlı taş devri medeniyeti Yümüktepe’de keşfedilenin hem çağdaşı hem de eşidir.

M.ö. yaklaşık olarak 5000 yılında başlayan bu medeniyetin Amuk ovasında gelişen en eski Cilâhtaş devri medeniyetiyle akrabalığı vardır.

Burada sir Leonard Wooley’in 1936’da yaptığı kazılarla ortaya çıkarılan Tel-el Cüdeyde höyüğünün ana toprak üstündeki ilk yerleşme katında çıkarılan maddî medeniyet eserleri, Yümüktepe ve Gözlükule’de keşfedilmiş olanlara paraleldir.

Amuk ovasında Cilâhtaş devri medeniyetinin geniş bir sahaya yayıldığını, bu bölgedeki höyüklerden derlenen çanak-çömlek parçaları doğrulamaktadır.

Ayrıca, Antakya ovası höyükleri, Çukurova’da gelişmiş olarak karşımıza çıkan Cilâhtaş devri medeniyetinin Suriye içlerinde, Lübnan, Fenike kıyılarında gelişen medeniyetlerle irtibatını temin etmiş Anadolu’nun Cilâlıtaş devrinde tesir sahasını genişletmesine vasıtalık etmiştir.

Doğu Torosların güneyinde Fırat ve Habur nehri vadilerinden doğuya genişleyen bu kültürün Maraş ovasındaki önemli merkezlerinden biri.

1908!de keşfedilen, Fevzipaşa yakmındaki Sakçagözü höyüğüdür.

Çukurova ve Amuk ovalarındaki kültürlere kıyasla mahalli bir özellik gösteren Sakçagözü kültürü, çok önemü bir Hitit şehri olan Eski Kargamış’ta (bugünkü Cerablus) temsil edilen Cilâlıtaş devri kültürünün akrabasıdır.

1963 Yılından beri Urfa, Siirt ve Diyarbakır çevresinde Chicago ve İstanbul üniversiteleri adına araştırmalar yapan Prof. R.J. Braidwood ve Prof. Halet Çambel, Urfa yakınındaki Söğüt tarlası höyüğünün ikinci katında keramiksiz bir Cilâlıtaş devri katını tespit etmişlerdir.

Ayrıca Ergani yakınındaki Çayönü tepesinde yapılan kazılarda, keramiksiz bir Cilâlıtaş devri kasabası keşfedilmiştir.

Burada obsidiyen âletler, el değirmenleri, malahit taşından boncuklar, mahallî bakırdan yapılmış âletler ve iğneler bulunmuştur.

Bu geçiş çağı sırasında maden işçiliğinin ortaya çıkışı çok Önemli bir noktadır.

Nusaybin’in güneyinde ve Habur nehrinin Suriye’de meydana getirdiği ovanın kuzeyindeki höyüklerde yapılan yeni kazılar, Cilâlıtaş medeniyetinin kesiksiz olarak, bütün Güneydoğu Anadolu’yu ve Suriye’nin kuzey kısımlarını kapladığını buluntularla belgelendirmiş bulunmaktadır.

Anadolu Cilâhtaş devri kültürünün doğudaki sonuncu merkezi Van şehrinin 4 km kuzeybatısındaki Kalecik harabesidir.

Urartulara ait bir kalenin üzerinde kurulduğu sahada yapılan sondajlarda, en derin katlarda ele geçirilen buluntular Cilâh taş devri kültürünü Doğu Anadolu’da temsil eden eserlerdir.

Buradaki kültür de Anadolu’nun diğer kısımlarında geliştiğini gördüğümüz Cilâlı taş devri kültürüyle bir bütün teşkil etmektedir.

Anadolu’da Cilâlı taş devri kültürünün üçüncü gelişme safhası Antalya çevresidir.

Antalya’nın 30 km kuzeybatısında Antalya-Burdur şosesi yakınında Yağca köyü çevresindeki Karain mağarasında 1946 yılından sonra Prof. Kılıç Kökten tarafından kazılar yapıldı.

Bu çalışmalar sonunda Karain mağarasında sekiz kat tespit edilmiştir.

Bu sekiz kattan altısı Paleolitik (eskitaş). fakat en üst iki kat aynı tipolojik malzemeyi gösterdiği halde Cilâhtaş devri kalitesinde koyu renkli keramikleri de ihtiva eder.

Fakat bu keramikler biraz da Mesoneolitik karakter taşır.

Ayrıca yine Antalya çevresindeki Beldibi mağarasının (B) adı verilen katında Cilâlı taş devri keramiği ele geçirilmiştir.

Bu keşifler, Antalya çevresinde Cilâlı taş devri kültürünün, doğudakilerin aksine höyüklerden çok kaya inlerinde geliştiğini göstermektedir.

Anadolu’da Cilâlı taş devri kültürünü temsil eden insanlar kendilerini takip eden ve madeni keşfetmekle medeniyet tarihinde yeni bir gelişmenin başlamasına sebep olan ilk madenler devri medeniyetlerini hazırlamışlar onlara ziraatı, hayvancılığı, köyler kurmasını, dokumacılığı, örgüyü çanak-çömlek yapmasını öğretmişlerdi.

Anadolu’da yoğun toplayıcı ve avcılıktan ilk üretime geçiş devirlerini yansıtan son zamanlarda kazılmaya başlamış şimdilik üç yerleşme yeri vardır; Çay önü tepesi, Çatalhöyük ve Suberde, Hacılar’da olduğu gibi bu üç yerin ikisinde de keramiksiz katlara rastlanmıştır.

Bu üç yerleşme yerinin birleştikleri diğer ilgi çekici noktalardan birisi de, hepsinde daha bu kadar eski devirlerden (yaklaşık olarak M.ö. VII. bin) itibaren maden eserlerinin bulunmasıdır, önceleri, keramiksiz bir Cilâlıtaş devri düşünülemezken, bugün arkeolojik belgelere dayanarak «madenli Cilâlıtaş» daha da ileriye giderek «madenli keramiksiz Cilâhtaş» devrinin varlığı inkâr edilemez.

Madenî eserlerin bulunduğu Cilâlıtaş devri tabakalarına Romanya’daki Vadastra ve İran’da Deh Luran höyüğünde de rastlanmıştır.

Araştırmalar arttıkça Eski Dünya’da her bölgede aynı durumla karşılaşılacağı anlaşılıyor.

Anadolu Cilâhtaş devri ve Minos medeniyeti: Knossos’u kazan İngiliz arkeologu sir Arthur Evans 1921 tarihinde §u fikri ortaya attı; «Girit’teki Cilâlı taş devri kültürünün menşei Anadolu olmalıdır».

Minos medeniyetinde M.ö. II. binde ortaya çıkan «çifte balta» ve «boğa güreşçisi» motifleri Anadolu ile ilgili olmalıdır.

Son Çatalhöyük ve Hacılar kazılan bizi bu olabilirlerden kesin kararlara götürmüştür.

Hayvanlar hâkimesi ana tanrıça kültü ve boğaya tapınma Çatalhöyük ve Hacılar’ın ortak görünüşleridir.

Diğer taraftan Girit’teki Minos dininde de aynı yön vardır.

Bu ortak âdetler Anadolu ve Girit arasında dinî yönden bir bağın varlığını ispatlar.

Ayrıca, ana tanrıça ve leoparlar arasındaki yakın bağlantı da yine iki ülkede bulunan bir benzerliktir.

Bir yanıt yazın