Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Tarih

Çin Dinleri,Sinizm,Konfüçyanizm,Taoizm | Dinler Tarihi |

Konfüçyanizm nedir felsefe,Sinizm felsefesi nedir,Geleneksel çin dinleri,Çin dinleri nelerdir,Çin dinleri ve özellikleri,Çin dinleri hakkında bilgi,Çin Dinleri  Birçok milletlerde olduğu gibi Çin’in tarihi de efsanelerle başlar.

Bu efsanelere göre Pan Ku adı verilen ilk insan gökleri ve dünyayı on sekiz bin yılda kurmuş.

Tarih döneminin başlangıcından bu yana Çin siyasal bakımdan yüzyıllarca bölünmelere uğramıştır.

Aynı zamanda Çin çok uzun bir süre batının etkisinden kendini korumuştur.

Sinizm Nedir

Çok eski çağlardaki Çin’in ulusal dinine Sinizm adı verilir.

Bu dinde birçok tanrılar ve ruhlar vardı.

Bu tanrıların en büyükleri Göklerin Oğlu olarak kabul edilen imparator tarafından ancak saygı görebilirdi.

Çin düşüncesinde böylece üçlü (teslis) bir düşünce ortaya çıkıyordu.

Göklerdeki Egemen Varlık evrenin düzenini ayarlıyordu, imparatorun başlıca görevi de bir aracı gibi in* sanlarla ilgili düzeni güven altına almak oluyordu.

Çin dinleriEski Çin düşünürleri sadece evrenin düzenli bir kozmos (evrenin bütünü) olduğunu keşfetmekle kalmadılar aynı zamanda kutupsallık prensibini de buldular.

Bu prensibe göre her şey iki kutup halinde karşı karşıya geliyordu.

Karşıt kuvvetler aynı zamanda birbirlerini tamamlıyorlardı.

Örneğin gece hayvanı ve karanlıkların sembolü baykuşun gözleri güneşin ve ışığın sembolleriydi.

Çünkü bu düşünce düzenine göre ışık karanlıklarda gizli olduğu gibi karanlıklar da ışıkta gizlenmiştir.

Onun içindir ki Sinizm’i daha belirli bir şekilde açıklamak isteyen azmanlar biribirine paralel olan şu iki nazariyeyi ele alırlar:

Birinci nazariyede unsurlar karışıklıklığı yok etme prensibine göre birbirlerini ortaya çıkarırlar.

İkinci nazariyede ise unsurlar birbirlerini dünyaya getirirler.

Şöyle ki: «Toprak içine suyu çeker, su ateşi söndürür, ateş madeni eritir, maden tahtayı keser, tahta toprağı altüst eder.» Bu diziyi başka bir biçimde de kurmak mümkündür: «Tahta ateşi doğurur, ateş toprağı doğurur (kül şeklinde), toprak madeni doğurur, maden suyu doğurur (eridiği zaman), su ağacı doğurur.»

Bu dünya kavramı Yang ve Yin sembollerinde özetlenir. «Yin» sinizm dininin temelidir.

Dişi bir prensip olan «Yin» rutubeti, soğuğu temsil eder. «Yang» ise erkek prensiptir.

Sıcağı ve güneşi temsil eder.

Yang aktiftir. Işığın kendisidir.

İşleyen ve değişikliğe uğrayan her şeydir.

Dişi olan Yin ise bunun tersine pasiftir.

Karanlık olan her şeydir.

Yang göklere, Yin ise toprağa yani dünyaya aittir.

Yang’ın kudreti kendini yazın gösterir.

Yin’in kudreti ise kışın ortaya çıkar.

Dünyada var olan her şey bu kuvvetlerden birine atfedilir ama kutupsallık prensibine göre iki karşıt arasında her zaman için olumlu bir ilişki vardır ve bu ilişkinin de aktif olması gerekmektedir.

Sinizmde en üstün prensip Gök’tür.

Gök, tanrının yerini tutar.

Bu Gök Çincede Çang-Ti’dir.

Gene Çincedeki gök İmparatorluğu ve «Göklerin Oğlu» gibi deyimler daen gelmektedir.

Bu tanrı, dinler tarihinde sık sık sözü edilen Üstün Varlığın çok ufak ayrıntılarla benzeridir

Bütün bunların yanında Tao’nun tabii şeyler düzeni olan Yol düşüncesi de sinizmde büyük bir önem taşır.

 Konfüçyanizm Nedir

Çin ’de birçok felsefeci çıkmıştır.

Ama bunların pek azı tanınmıştır.

Bu felsefecilerin içinde en tanınmışı muhahakkak ki Konfüçyüs’tür.

Bu felsefecinin asıl adı Fu Çeu’dur.

Konfüçyüs M. ö. 551 yılında Çeu’da dünyaya geldi.

Uç yaşındayken babasını kaybetti.

Annesi sayesinde iyi bir eğitim gördü.

Geleneksel din törenlerine, din kavramlarına ve sorunlarına çok genç yaşta ilgi göstermeğe başladı.

Bugün bizim için bu gibi kavramların törensel yönleri pek de gerekli değildir, çünkü temel kavramları yansıtmaktan uzaktır. Ama Konfüçyüs’ün çağında geleneksel törenlerin çok büyük bir önemi vardı.

Önce memur olarak yetişen Konfüçyüs daha sonra Tu Prensliğinin Hükümdarının Adalet Bakanı oldu.

Konfüçyüs gerçekten büyük bir kişiliğe sahip bir insandı.

Bu büyük felsefeci kendi hakkında şu açıklamayı yapmıştır: «On beş yaşındayken kendimi okumaya vermiştim.

Otuzunda artık iyice durmuş oturmuştum.

Kırkında artık inancım tamdı.

Altmışında duyduğumu anlıyordum. Yetmişinde kalbimin eğilimlerine uyarak yasalara, buyruklara karşı gelmiyordum.»

Konfüçyüs, mutluluk gibi görünen şeylere de hiçbir değer vermiyordu.

Bunu şu sözlerle açıklamıştır: «Yiyecek pirince, içecek kadar suya sahip olduğum ve kolumu başımın altında yastık gibi kullanabildiğim sürece başıma gelebilecek her şeye neşeyle karşı koyabilecek güçte olacağım.

Haksızlıkla elde edilen zenginlik ve şerefler benim için gökte belirip kaybolan bulutlar gibidir »

Konfüçyüs ne peygamberdi, ne de sezgilerini açıklayarak din yolunda ilerleyen bir düşünürdü.

Sadece bir bilgin ve eğiticiydi.

Konfüçyüs öğretimini kendisinden çok önceki din anlayışları üzerine kurmuştu.

Bununla beraber Çin dininin sistemini tabiat üstü unsurlardan kurtararak bu dini değiştirmişti Konfüçyüs’ün öğretiminde kişisel tanrıların da yeri yoktu.

Doğrudan doğruya bu tanrıların varlıklarını inkâr etmiyordu ama fizik – ötesi sorunları da ele almayı reddediyordu

Konfüçyüs’ün sistemi temel bakımından pratik ahlâk üzerine kurulmuştur. Bu sistemde insanın uyması gerektiği yedi tane erdem vardır Bu erdemler sırasıyla şunlardır:

1) «Çung» kendine olduğu kadar başkalarına karşı da bağlılık.

2) «Çu» özgecilik yani başkalarmı düşünme.

Bu değer söz konusu olunca Konfüçyüs şu altın kuralı sık sık tekrarlar: «İnsan kendi için istemediği birşeyi başkaları için de yapmamalıdır.»

3) «Yen» mükemmel insanlık anlamına gelir .

4) «Yi» insana yakın davranış, törenlere saygı hakbilirlik.

5) «Li» tnsana yakın | davranış, törenlere saygı.

6) «Çe» kavrayış, zekâ.

7) «Hısin» doğruluk Konfüçyüs prensip bakımından insanın «iyi» olduğunu söyler Konfüçyüs’ün düşüncelerine çok yakını olan ve M. Ö. 4 üncü yüzyılda yaşayan ünlü Çin felsefecisi Meng Tiseu da bu iyilik düşüncesini ele alarak geliştirmiş ve bunu şöyle özetlemiştir: «Aşağı doğru akan bir nehir olmadığı gibi insanlar arasında da iyi olmayan tek bir kişi yoktur.» Ama Siun Tıseu adında başka bir Çin düşünürü bu düşünceye karşı çıkmış ve insanın mizacının bozuk olduğunu iddia ederek şunları söylemiştir:

«Daha doğar doğmaz insanlar sahip olma isteğinin tutsağı olurlar.

Sahip olma tutkusundan kurtulamadıkça da kavgalar, çatışmalar çıkar ortaya.

Bu da karşılıklı anlaşmaları ve hoşgörüleri sıfıra indirir.

İnsanlar doğar doğmaz görme ve duyma zevklerinin, insan sesinin ve

vücut güzelliğinin tutsağı olurlar.

Bu tutkuya kendilerini teslim ettiler mi ortaya ahlâksızlık ve anarşi çıkar.

Geleneksel törenleri, adaleti, kültürü ve aklı sıfıra indirir.» Çağındaki bazı karşıt düşüncelere rağmen Konfüçyüs’ün ahlâk ve felsefe sistemi Çin kültürünü derin bir şekilde etkilemiştir.

Taoizm Nedir

Taoizm Konfüçyüs’ün çağdaşı Lao-Treu tarafından kurulmuştur.

Milâttan önce 570 – 490 yıllarında yaşayan Lao-Tseu Konfüçyüs’ün en büyük hasmıydı.

Bir efsaneye göre bu iki büyük düşünür bir gün karşılaşmışlar.

Lao-Tseu Konfüçyüs’e: «Dostum, gururlu davranışlarım, sonsuz isteklerini, tasarladığın geniş plânları bırak.

Bütün bunların hiçbir önemi yoktur: önemli olan senin içindekiler!» Konfüçyüs’ün ise Lao-Tseu hakkındaki düşüncesi şu olmuş: «Kuşlar mı?» Onların uçabildiğim biliyorum.

Balıklar mı? Onların yüzebildiğim biliyorum.

Av hayvanı mı? Onun çok hızlı koşabileceğini biliyorum.

Ama ejderhanın göklere nasıl yükselebileceğine aklım ermiyor.

Bugün Lao-Tseu ile karşılaştım: Ejderhaya benzettim onu.»

Bu hikâye gerçek olmasa bile Taozim bakımından çok mânalıdır.

Konfüçyüs’ün tam tersine Lao-Tseu her zaman geri plânda yaşamış bir insandır.

Lao-Tseu politikacı değildi, mistikti.

Konfüçyüs, insanların evrenin bütünüyle bir âhenk içinde bulunabilmesi için onların dünyasını düzenlemek kaygısını taşıyan bir insandı.

Lao -Tseu ise insanları daha çok dünya işlerinden kaçmağa çağırıyor, onları kişisel bir özgürlüğü ve kuvveti aramağa yöneltmek istiyordu.

Bu iki karşıt düşünce akımı, Çin’in bütün tarihini kaplamış, bu ülkeye canlılığını kazandırmıştır.

Taozimin özünü kavrayabilmek için birkaç örnek verelim:Bu ahlâk ve felsefe anlayışında duyuların ve zekânın tecrübesi sonucunda önümüze serilen dünya gerçek değildir.

Sadece uzlaşmaya dayanan bir dünyadır.

Asıl gerçeğe ulaşabilmesi için insanın mistik sezgiyi deneyerek hayal dönemini aşması gerekir.

Ama gene de bu düşünceyi bu şekilde anlatmak belki açık seçik değildir.

Onun için daha somut bir örnek verelim: Ellerimizi nasıl hareket ettireceğimizi, nasıl soluk alacağımızı ve bunlara benzer daha bir sürü şeyi biliriz.

Ve bütün bunları anlatmak için bizim derin bir düşünceye dayanan deyimleri bilmemiz gerekli değildir.

Bütün bilgimiz, bu hareket biçimini uygulamaktan ibarettir.

Demek ki herhangi bir şeyi yapmadan önce düşünmek zorunda kaldığımız sürece o şeyi bilmediğimiz ortaya çıkmaktadır.

Taoizmin bir başka ödemli prensibi de «Vu-vei» dir.

Bu prensibe göre insan hareket etmeden hareket halindedir.

Buna «Pasif kalarak aktif olma sanatı» da denebilir.

Taoizme göre insanlar mevcut olmayan bir dünya görmek için kendilerini zorlarlar.

Gerçek bir ilgiyi kendi dışında aramak gereksizdir.

Onu kendi içinde aramalıdır insan.

Bu konuda Lao-Tseu şu açıklamayı yapar:İnsan evinden çıkmadan insanları tanıyabilir, bakmadan bakışla nüfuz edilebilir.

Çok şey gören pek az şey bilir.

Aynı zamanda bilge yürümeden ulaşır, gözlemcilik yapmadan bilir, istemeden tamamlar.

Kutupsallık prensibi de Taoizm düşüncesini bütünü kaynaştırmıştır.

Örneğin büyük olmadan küçük olmaz kuvvetli olmadan zayıf olmaz, çıkış olmadan iniş , doluluk olmadan boşluk olmaz.

Lao-Tseu’nun düşüncelerinde boşluk da bir değerdir.

Lao-Tseu şöyle der:

çömlekler kil ile yapılır,

çömleğin varlığını teşkil eden şey kili çevreleyen boşluktur, kapılarıyla duvarlar evi ortaya getirirler, bu duvarların arasındaki boşluk evin kendisidir.

Taoizmde birçok âdet, uygulama ve uyarmalar varki bunlara usçuluk, yani akılcılık üzerine kurulmuş Konfüçyanizmde rastlanmaz.

Onun içindir ki Taoizm de büyü ile, alşimiyle, birçok halk inanışlarıyla ilgili sayısız kalıplar bulunmaktadır.

Çinde Budizm

Milâttan Sonra ilk yüzyıllarda Çin’in içerilerine kadar sızmıştır.

400-700 yılları arasında Budizmi öğrenmek amacıyla birçok Çinli seyyah, Hindistan’ı ziyaret ettiler.

Bunun sonucunda birçok Budist ekolü kuruldu Bunların arasında meselâ «Çan» Budizmi vardır.

Bu ekolden ortaya Japon «Zen» i çıkmıştır. Taoizm ile Çin Budizmi arasında derin etkiler meydana gelmiştir.

Bir yanıt yazın