Çivi Yazısı,Tarihi,Çözümü ve Safhaları | Tarih Bilgileri |
Çivi yazısını kim buldu,Çivi yazısını kullanan uygarlıklar,Çivi yazısı nereden gelmiştir,Çivi yazısı hakkında uzun bilgiler,Çivi yazısı hakkında bilgiler,Çivi yazısının doğuşu ve gelişmesi,Çivi yazısının özellikleri,Çivi yazısı, kullanılan işaretler çivi biçiminde olduğu için bu adla anılmaktadır.
Çivi Yazısının Tarihi

Mezopotamya’da çivi yazısından önce resim yazısı kullanılıyordu.
Güney Mezopotamya’daki Uruk kazılarında, M.ö. 3400-3300 yıllarına ait resim yazısı ile yazılı tabletler bulundu.
Çivi Yazısı Sümerler
Sumerlerin resim yazısını geliştirerek çivi yazısı haline getirdikleri bilinmektedir.
Uruk yazısı, tek heceli bir dil olan Sumerceye elverişli bir kelime yazısı idi.
Soyut kavramlar, eşyanın özelliklerine bağlanarak anlatılıyordu.
Resimle gösterilmesi güç olan kavramlar için zamanla kelimeler ses unsurlarına bölündü.
Yazı işaretleri ses ve hece değeri kazandıktan sonra, çivi yazısı meydana geldi.
Bu yazıda kelimelerin cins ve sınıflarını belirten baş ve son işaretleri de kullanılıyordu.
Resim yazısı, düz duran resimler veya resim çizgileri şeklinde yazılırken, çivi yazısında işaretler 90° sola yatık şekiller halinde yazılmaya başlandı.
Yazı malzemesi olarak ağaç levhalar ile benzeri maddeler yerine kil tabletlerin ve ucu sivriltilmiş kamışların kullanılması, işaretleri şematik sivri şekiller haline getirdi.
Böylece çivi yazısı, yuvarlak resim çizgilerinden uzaklaştı.
Kalabalık çizgiler ve çivi işaretleri zamanla azaldı.
IV. Uruk katından sonraki III. ve II. Uruk dönemlerinde bir kısım işaretler resim yazısına ait özelliklerden uzaklaşmıştı.
I. Uruk dönemine rastlayan Güney Mezopotamya tabletleri ile Arkaik Sümer devri tabletlerinde (yaklş. ol. M.Ö. 2600-2400) çivi yazısının en eski şekli görülür.
Bu yazı geliştirilerek belli dört çivi işaretine dayanan asıl çivi yazısı meydana getirildi.
Kullanılan çivi işaretleri dikey çivi, yatay çivi, aşağı veya yukarı eğik çivi ile köşe çengeli idi.
2 000 kadar hece ve kelime işareti bulunan çivi yazısında en çok kullanılan işaretlerin sayısı 1 000’e yakındı.
Bu yazı Mezopotamya’ya yerleşen başka kavimler tarafından da bazı değişikliklerle Milât yıllarına kadar kullanıldı.
Çivi yazısı, Anadolu’da M.ö. II. binyıla doğru aslî resim niteliğini büsbütün kaybederek yalnız çivi ve köşe çengeli ile yapılmıştır.
Asurlular Çivi Yazısı
Anadolu’da çivi yazısı ilk olarak, merkezleri Küttepe olan asurlu kolonlarda görülür.
Bu yazı örneklerine en çok Kültepe’de, daha az sayıda Boğazköy ve Alişar gibi Asurluların başlıca ticaret şubelerinde rastlanmıştır.
Burada ele geçen metinler daha çok ticarî mahiyettedir ve kil levhalar üzerine yazılmıştır.
Hititlerin yaklaşık olarak aynı zamanda kullanmaya başladıkları çivi yazısı, asurlu kolonlarda yazı örneği ve işaret şekilleri bakımından oldukça ayrıdır.
Bu bakımdan hitit çivi yazısının Kuzey Mezopotamya veya Kuzey Suriye yazıcı okullarından birinde öğrenilmiş olması gerekir. Bu yazının III. Ur yazısından alındığı ileri sürülür.
Daha o zamanlar özel hiyeroglif yazıları olduğu halde, Hint-Avrupa dilleri için elverişsiz olan çivi yazısını Hititlerin niçin aldıkları şimdiye kadar çözülememiş bir meseledir.
Hititlerin fırsat düştükçe kültepe kolonlarının çivi yazısını da kullandıklarını 1954 yılında bulunmuş olan bronz bir Kültepe hançeri göstermektedir.
Hançer yazıtı, anlaşıldığına göre, asurlu bir yazıcı tarafından bir hititlinin siparişi üzerine hazırlanmıştır.
Birkaç çivi işaretinin basitleştirilmiş olmasından ve bu İşaretlerin çivi yazısını andırmasından, asur yazıcısının Hititlerin alışık olduğu çivi yazısını gözönünde bulundurmak istediği anlaşılabilir.
Büyük devlet zamanında, yani M.ö. II. binyılda, Hititler tarafından sadece çivi yazısı Hititçesi ve Hurruce, Palca gibi akraba Hint-Avrupa dilleri değil, aynı zamanda Hurrice, Protohattice, Akkadca ve Sumerce gibi tamamen ayrı dil ailelerine ait oan çeşitli diller de çivi yazısıyle kil levhalara yazılmıştır.
Fakat Hititler, Mezopotamyalıların aksine olarak hiç bir zaman çivi yazılı taş yazıtlar yaptırmamışlardır.
Hititler çivi yazısında esaslı değişiklikler yapmadılar, ancak wa-, we-, wî-wu işaretleri gibi birkaç yenilik, Hititlerin bu yazı sistemini kendi özel maksatları için daha kullanışlı hale sokacak durumda olduklarını gösterir.
M.ö. 1200 tarihleri civarında Büyük Hitit imparatorluğunun yıkılmasıyla hitit çivi yazısı kaybolur.
Asur kolonlarının kullandıkları çivi yazısı. 100 yıldan fazla bir süre sonunda, daha Eski Hitit devleti zamanında Anadolu’dan kaybolmuş’tur.
Son çağda, yani yaklaşık olarak M.ö. 1200’den VII. yy.ın ortalarına kadar, Anadolu’da çivi yazısı geleneğini devam ettiren iki yeni bölge meydana çıktı.
Bu bölgelerden biri Asurlular tarafından iskân edilmiş Anadolu topraklarındadır.
Bu metinlerin dili Yeni Asurca’dır.
Van gölü bölgesinde ise durum farklıdır.
Burada Van merkezi ile M.ö. I. binyılda dili Urartu veya Haldi olarak adlandırılan büyük bir devlet gelişti.
Urartular da M.ö. IX. yy.dan VII. yy.m bitimine kadar sayısız taş yazıtları için asur çivi yazısından faydalandılar, fakat bir hiyeroglif yazıları da vardı.
Yani durum Büyük Hitit devleti anıtlarınınkinin aynıydı; ne var ki Urartular çivi yazısını daha çok taş anıtlar için kullanmışlar, Hititler ise bu husus için hiyeroglif yazısını kullanmayı tercih etmişlerdir.
Urartular, dili Hunice’ye çok yakın olan bir halktır.
Büyük devlet çağında Güney Anadolu’da ve Kuzey Suriye bölgelerinde yerleşmiş olan Hurri’ler, Hititlerinkİne çok yakın olan bir çeşit çivi yazısı kullanmışlardır, özet olarak, Anadolu’da çivi yazılı metinler Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya inhisar eder.
Batı ve Kuzey Anadolu’da bu çeşit yazı anıtları şimdiye kadar bulunmamıştır.
Çivi yazılarının çözümü ve safhaları
Eskiçağ yunan yazarları, Akamanışlar sülâlesi zamanında Doğu ile yakından temas imkânını buldular ve Doğu dünyasının yazıları arasında çivi yazısı denen yazı ile de karşılaştılar.
Bu yazarlar, eserlerinde dört çeşit yazı ayırt ederler:
1. Grammata Assyria.
2. Grammata Khaldaia.
3. Grammata Syria.
4, Grammata Persı’ka.
Herodotos, Thukydides, Ksenophon, Aristobulos, Diogenes, Diodoros, Strabon ve Eusebios gibi antik yazarlar bu yazılardan çeşitli vesilelerle bahsetmişler ve bu yazıların hangi dilde olduklarını belirtmişlerdir.
Yeni çağ yazarlarından ilk defa İtalyan gezgini Pietro Della Salle bu konu üzerinde çalıştı ve 1650 tarihinde yazdığı kitabında Mezopotamya yazı örneklerine dair bazı metin kopyalarına yer verdi.
Bu gezgin 1621 tarihinde İran’da Persepolis harabelerini gezerken bazı anıtlar üzerinde gördüğü birtakım yazıların kopyalarını çıkardı ve bu yazının yönünün, göstermiş olduğu özelliği göz önünde tutarak soldan sağa olması lâzım geldiğini ileri sürdü.
Aynı yıllarda bir fransız şarkiyatçısı olan Jean Chardin, Persepolis’te bulduğu bir yazıtı yayımladı.
Bu yazıt çok iyi korunmuş durumdaydı.
Bu yazıdaki işaretlerin çiviye benzediğini fark ettiği için yazıya çivi yazısı adını verdi.
Buluntu yeri Persepolis olduğu için yazı nm pers yazısı olabileceği ihtimalini ileri sürdü.
Fakat malzeme noksanlığından çözüme hemen başlayamadı.
XVII. yy. sonlarında yaşamış olan alman bilgini E. Kampfer de Jean Chardin’den habersiz olarak çivi yazısı deyimini kullandı.
1765’te Persepolis şehrini ziyaret eden alman bilgini Carsten Nİebuhr buradaki bazı yazıtların kopyalarını aldı ve bunları 1888’de yayımladı.
Bulmuş olduğu bu yazıda üç çeşit yazı şekli tespit etti.
Bunlardan en basiti kendisine göre 42 işaretli bir alfabe durumu göstermekteydi.
1798’de alman şarkiyatçısı Gerhard Tychsen önemli bir keşifte bulundu:
Persepolis yazıtlarında işaret gruplarından sonra tekrarlanan eğik (eğri) çivi işaretinin kelime ayrımı işareti olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri sürdü; bundan başka yazının küçük aralıkları bulunduğunu fark etti ve görünen üç yazı çeşidinin ayrı ayrı üç dile ifade vasıtalığı yapması gerektiğini doğru olarak ileri sürdü.
Ama daha ileri gidemedi. Daha sonraları danimarkalı bilgin Friedrich Münter, Persepolis yazıtlarının Akamanış sülâlesi krallarına ait olması gerektiğini ileri sürdü; aynı zamanda, görülmekte olan üç yazı çeşidinden birincisinin alfabe, İkincisinin hece, üçüncüsünün ise monogram yazısı olduğunu tespit etti.
Bundan başka Münter’in dikkatini Persepolis’teki üç yazıt çekmişti.
Bu üç yazıtın hem dil. hem yazı çeşidi bakımından birbirinden farklı olduğu halde aynı maksadı ifade ettiklerini tespit etti (1802).
Çeşitli gruplarının tekrarlanması özellikle gözden kaçırılmaması gereken bir husustu.
Münter tekrarlanan bu işaret gruplarının (kelimelerin) «kral» ve «kralların kralı» anlamına gelmesi gerektiğini tahmin etti.
Fakat işaretlerin ses kıymetlerini bulmakta başarılı olamadı, yalnız bazı kelimelerin hece seslerini tesadüfen tespit etmeyi başardı.
Pers çivi yazısının çözümlenmesinde ilk başarı alman lise öğretmeni George Friedrich Grotefend’in çalışmalarıyla sağlandı.
Grotefend 4 eylül 1802 tarihinde GÖttingen şehri Bilginler cemiyetine sunduğu bir bildirisinde, pers çivi yazısının çözümleme tekniğini hangi esaslara göre yaptığını açıkladı.
Ele geçmiş olan üç çeşit yazı, ayrı ayrı üç dile ifade vasıtalığı yapmaktaydı.
Grotefend. bu üç çeşit çivi yazısından birini, alfabe yazısı olarak tahmin edilenini, esaslı bir incelemeye tabi tuttu ve bu işaretleri birer birer gözden geçirdi.
40 Kadar olan bu işaretler sık sık tekrarlanmaktaydı.
Şu halde bu yazı ancak bir harf yazısı olabilirdi.
Hele kelimelerden bazılarının 7-8, hattâ 10 şekilden meydana gelmesi, bu yazının hece yazısı olmadığını gösteren ayrı bir delildi.
Grotefend inceleme konusu olarak iki yazıtı ele aldı.
Bu kısa yazıtların konusunun ne olabileceğini araştırmağaw başladı.
Münter’in daha önce tahmin ettiği kral kelimesini ve bu işaret grubunun iki defa tekrarlanması halinde «kralların kralı» unvanı olabileceği fikrini varsayım olarak kabul etti.
Bu gibi unvanların göründüğü yazıtlarda kral adlarının da bulunması gerektiğini iieri sürdü. «Kralların kralı» esasen Eskiçağ ve Ortaçağ krallıklarında kullanılan bir unvandı.
Demek ki her iki yazıtta kral anlamına gelen kelimelerden önce kral adının görülmesi olağan sayılırdı.
Grotefend ikinci yazıtın kelimelerini inceledi.
İsim ve unvanlardan başka, birinci yazıtın birinci kelimesinin, yani kral adının, ikinci yazıtta altıncı kelime olarak görüldüğünü fark etti.
Bundan da ikinci yazıtın sahibi olan kralın, birinci yazıtın sahibi olan kralın oğlu olması gerektiği sonucunu çıkardı.
Düşüncesini ispat etmek için pers tarihini inceledi.
Aynı sesle başlamayan bir baba ve oğul adının Dara ve Kserkses sülâlesinden olması gerektiğini ileri sürdü.
Birinci yazıtın birinci kelimesindeki kral adı üstüne elde ettiği bilgileri öteki çivi yazısı işaretlerine teker teker varsayımlı olarak uyguladı.
Sonra ikinci yazıtın birinci kelimesi olan kral adını Hşarşa (Kserkses) şeklinde okumayı başardı.
Bu metotla Hystaspes (Vistaspesha) adını da okudu.
Bu suretle pers çivi yazısının ilk çözümleme denemesi Grotefend tarafından başarıyla yapıldı.
Fakat Grotefend eski doğu dillerinin büyük bir kısmını bilmediği için daha ileri gidemedi ve başka metinleri okuyamadı.
Pers çivi yazısının okunmasında dikkat çeken bir ilerlemeyi daha sonra, fransız şarkiyatçısı Eugene Bumouf ve alman bilgini Christian Larsen’in çalışmalarında görmekteyiz.
Larsen’in çalışmaları özellikle şu bakımdan gelişme göstermiştir: Larsen pers çivi yazısının hemen her ünsüz harfinde tıpkı hint alfabesinde olduğu gibi bir «a» ünlüsünün saklı olarak bulunabileceğini ileri sürdü.
Bu duruma göre «b» harfi gerektiğinde «ba», «g» harfi «ga», «z» harfi «za» olarak okunabilirdi.
Avrupa’da çivi yazısının çözümlenmesine çalışılırken İngiltere’nin hint ordusu subaylarından Henry C. Ravlinson Yakındoğuda yine bu amaçla çalışmaktaydı.
Grotefend’İn pers çivi yazısını okuyuşundan 33 yıl sonra, Ravlinson 1835’te Hystaspes, Dara ve Kserkses adlarını okumayı başardı.
Çalışmalarını Dara’nın 400 satırlık çivi yazısının bulunduğu Behistun kayalığına hasretti.
Bu suretle pers çivi yazısıyla kaleme alınmış yazıtlar bilim alanına sunulmuş oldu.
Böyle bir durum ise eski pers dilinin bünyesinin anlaşılmasında büyük fayda sağladı.
Pers çivi yazısının anlaşılması bilginlerde, öteki çivi yazısı çeşitlerinin okunması konusuna ilgi uyandırdı.
Söz konusu olan çivi yazısı sistemlerinden biri elam, öbürü asur çivi yazılarıydı.
Grotefend daha önce bu iki çeşit yazının Pers imparatorluğu halkından başka kavimlere ait olduğu, meselâ Babilliler ve Medler tarafından kullanılmış olabileceği hakkında bir fikir ileri sürmüştü.
Hattâ Grotefend’den önce Münter bu yazı çeşitlerinden birinde 111 aet işaret çeşidi saymış ve bu yazının bir çeşit hece yazısı olması gerektiğini öne sürmüştü.
Yine Grotefend, bugün Elam yazısı adını verdiğimiz bu yazıda kelime ayırıcı işaretler olmadığını, fakat kişi adlarından önce dikey bir çivinin geldiğini ve bu çivinin kişi işareti olduğunu tahmin etmişti.
Bu arada Jules Oppert de elam çivi yazısını tamamlamağa çalıştı.
Bu dil Akamanışlar devrinde Sus şehrinde ve çevresinde konuşulan dildi.
Buluntu yeri olan Sus şehrine izafeten bu dile Yeni Sus dili veya Yeni Elamca adı verildi.
Asur fe babil çivi yazısının okunması.
Bu yazının okunması, daha güç oldu.
Bu konuda Eduart Hincks ilk adımı atanlar arasındadır.
Hincks, üçüncü yazı çeşidindeki işaretlerin sayısını göz önünde tutarak, bu yazının alfabe yazısı değil, hece yazısı olduğunu ileri sürdü.
Mezopotamya’da yapılan kazılar sayesinde, belgelerin artması ve bunların Babilonya’da meydana çıkması bu yazı çeşidinin Babilce veya Asurca’ya ifade vasıtalığı yapmış olması gerektiği hakkında ileri sürülen fikri destekliyordu.
1842’de Paul Emile Botta, Musul’un karşısında bir tepede kazılar yaptı.
1846’da Henry Layard aynı tepede çalıştı Ye buranın eski Ninova şehri olduğunu tespit etti.
Bu arada birçok çivi yazılı vesika ele geçti ve bu vesikaların Asurbanipal’in ünlü kütüphanesine ait oldukları anlaşıldı.
1851’den 1863’e kadar Jules Oppert başkanlığında yapılan araştırmalarla, Babil şehrinin yeri bulundu.
Bu kazı sırasında ele geçen malzeme çözümleme işine hız verdi.
Nitekim fransız bilginlerinden Adrien Longperier, Harşava yazıtlarında görülen Sargon adını tanıdı ve bundan elde ettiği işaret değerleriyle başka kelimeleri de okumağa çalıştı, Çalışmalarıyle bu dilin sami bir dil olduğunu anladı.
Fakat pek çok işaret çeşidi gösteren bu çivi yazısının okunması cidden güç bir meseleydi.
İşaretlerin sayısı 500’ü geçiyordu.
Buna rağmen sabırlı bilginlerin dikkatli çalışmaları sayesinde asur yazısının çözümlenmesi mümkün oldu.
Yazı sisteminin belirlenmesi başta gelen meselelerden biriydi, işaretlerin fazlalığı bu yazının hece yazısı olmasını zorunlu kılıyordu.
Fakat bağımsız tek işaretlerin görülmesi bu yazıda ideogram ve belirleyicilerin de kullanıldığına işaretti.
Yazının okunmasındaki ilk olumlu adım isveçli Lavens–tem tarafından atıldı.
Lavenstern bir metinde kral ve oğul kelimelerini buldu.
Pers çivi yazısı metinlerine uygulanan mantık bu metnin başındaki birinci kelimenin kişi (kral) adı, ondan sonra gelenin unvan olması gerektiğini gösteriyordu.
Bu yoldan Kserkses ve Darayavahuş (Dara) adları okundu.
1846 Yılında irlandalı bilgin Hincks önemli bir keşif yaptı ve eskiden beri ileri sürülen tek ünlülük prensibine itiraz etti.
Her ünsüz harfin önüne bir ünlü eklenerek çeşitli hece meydana getirildiğini isabetli bir şekilde tespit etti: r ünsüz harfi ra, re, ri, ar- gibi.
Bundan başka birleşik hecelerin varlığını da gösterdi: tir, tüm gibi.
Diğer taraftan çok ünlülük prensibini buldu.
1850 Yılında Behistun yazıtının Babilce metni neşredildiğinde, bulunmuş olan bu değerler yerlerine konuldu ve doğru oldukları anlaşıldı.
Bundan sonra çalışmalar hızla gelişti.
Tercümeler ilerledikçe yazıtlardaki dil çeşitleri de anlaşılmaya başlandı, öte yandan benzer işaretlerin bazı küçük farklar gösterdiği de tespit ediliyordu.
Bu gelişmeler sonucunda Eski Babil devri çivi işaretleriyle Yeni Babil devri işaretleri ayırt edildi.
Kazılar sonucu ele geçen çok sayıdaki çivi yazılı belgeden de, asur yazısının incelenmesi gerçekleşti.
Esasen Babilce ile Asurca arasındaki fark falza değildi.
Asur ve babil çivi yazılarının okunması bazı çevrelerde itirazlara sebep oldu.
Bu şüpheyi ortadan kaldırmak için Londra Şarkiyat cemiyeti 1857’de bu konuyu iyi bilen dört bilgine, yeni bulunmuş bir metni tercüme etmeleri için verdi ve her bilginin tek başına çalışarak tercümelerinin sonucunu bir zaman sonra Londra’ya göndermelerini istedi.
Bilginlerin ayrı ayrı yaptıkları tercümeler Londra’da törenle açıldı; görüldü ki metinde esas noktalarda benzer sonuçlara varılmış ve metnin asur kralı Tiglatpilezer Fe ait olduğu bütün bilginlerce tespit edilmişti.
Böylece Asiriyoloji’nin temelleri de atılmış oldu.