Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Tarih

Doğu Latin Devletleri | Tarih Bilgileri |

Doğu Latin Devletleri,Haçlı seferi sonunda haçlılar, her biri birer latin devletinin çekirdeğini teşkil eden bellibaşlı şehirlerde (Edessa’da [Urfa, 1097], Antakya’da [1908], Kudüs’te [1099] ve daha sonraları Trablus’da [1109]) yerleşmişlerdi. B

u bölgelerde emirlerindeki askeri birliklerle baronlar bulunuyordu.

Batıdan önce şövalyeler gelerek yeni devletlerin ordularını kurdular; sonra kendilerine toprak verilen göçmenler şehir ve kasabalara, hıristiyan hacılarsa kutsal topraklara ve limanlara yerleştirildiler.

Bu latin unsurları, diğer «diller»in üstüne geldiler: müslüman aristokrasisiyle zengin müslüman burjuvazisinin malları ellerinden alındı; bazı şüpheli ermeni senyörleri de bertaraf edildi.

Bu istisnalar dışında halkın çeşitli sınıfları daha önceki statülerini ve kurumlarını, yeni latin senyörlükleri çerçevesi içinde, muhafaza ettiler.

Halkın dini statüsünde de değişiklik yapılmadı.

Müslümanlara din hürriyeti tanındı, din değiştirmeleri için herhangi bir baskıya başvurulmadı.

Nitekim müslümanları hedef alan hıristiyan propagandasının ve kiliselerin birleşmesi için yapılan görüşmelerin yaygınlaşması XIII. yy.a rastlar.

1109’dan itibaren Kudüs krallığı, Latin Devletler birliği içinde hâkim duruma geldi: Kudüs kralları prenslik ve iki kontluğun işlerine (özellikle bunları müslümanlara karşı korumak için) sık sık müdahale ettiler. Feodal düzen yürürlükte olduğundan devlette krala, prense veya kontlara bağlı olan ve senyörlüklere sahip baronlar vardı.

Şövalyelere ise, baronlara hizmet edebilmeleri için fiefler verilmişti. Kudüs kralı Amalricus I, 1163’e doğru, bütün şövalyeleri doğrudan doğruya krala bağlayan bir emirname çıkardı.

XIII. yy.da derebeylik hukuku birçok derlemeye konu oldu: Livreau Roi (Kralın Kitabı); Livre de Philippe de Navare (Navarra’lı Filippo’nun Kitabı); Livre de Jean d’ibelin (Jean d’lbelin’in Kitabı); Assises de la Cour aux Bourgeois (Burjuva Saray Yasaları Külliyatı); bunların tümü Kudüs Yasaları Külliyatını meydana getirdi.

Bu yasalar külliyatı fief’lere ve fief halkına yüksek mahkeme tarafından uygulanırdı; öteki davalara vikontların başkanlığındaki burjuva mahkemeleri, ticaret ve deniz işlerine de ticaret ve denizcilik mahkemeleri bakardı.

Bundan başka Kilikya Ermeni krallığmca benimsenen Antakya Yasaları Külliyatı da vardı.

Bu külliyat baronlara, birçok kere, şehirleri komün düzenini benimsemeye zorlayarak

(Akkâ komünü, 1232; Tralus komünü, 1288), krallık, prenslik veya kontluk iktidarına meydan okuma imkânını sağladı.

Latin kilisesi, geleneksel düzene uymaya çalışılarak kurulmuştu; fakat Kudüs patrikliği, Antakya patrikliğine ait bir araziyi işgal edince (Sur başpiskoposluğu) papalık, temsilciler yollayarak duruma müdahale zorunda kaldı.

Rahipler meclisi tarafından yönetilen büyük kutsal yerler (Kutsal tapınak), Haçlı seferlerine başlangıç olan hac ziyaretlerine yol açtı.

Hacılara iki ayrı tarikat mensubu hizmet ederdi.

Hac yolcularının bakımıyla uğraşan Hospitaliye’ler ve tehlikeli yollarda onlara refakat eden Tampliye’ ler.

Bu tarikatların ikisi de askeri bir nitelik kazanarak çabucak birer siyasi güç durumuna geldiler; ruhban sınıfına bağlı olmadıkları için, kilise ile araları açıldı.

Kıyı kentlerinin işgali sırasında, abluka için deniz kuvvetlerini tahsis eden siteler (özellikle İtalyan siteleri) bu kentlerde tüccar eşyasını muhafaza için yapılan büyük depolar ve dükkânlar sayesinde ticaretlerini geliştirdiler.

XIII. yy.da, Ceneviz veya Pisa konsülleriyle Venedikli balyozlar bölge yönecilerine karşı tam bir bağımsızlık kazanarak kendi aralarında sık sık çarpışıp durdular.

Bu ticaret yerlerinin aracılığıyla Batı ve Doğu arasında geniş bir alışveriş (flaman ve İtalyan kumaşları; Musul ve Şam yoluyla gelen baharat; ipekliler ve pamuklular v.b.) başladı.

Hacıları getiren gemiler, İstanbul ve Mısır’a kadar uzanan ticaretin çabucak Suriye, Lübnan ve Filistin kıyılarına doğru yön değiştirmesine sebep oldu; Akkâ 1291’de tahribine kadar milletlerarası büyük alışveriş merkezlerinden biri haline geldi.

Suriye kıyılarındaki devlet teşkilâtı, Kıbrıs’ın Aslan Yürekli Richard tarafından zaptedilmesinden (1189) sonra kurulan Kıbrıs kıratlığına örnek oldu.

Kudüs Yasalar Külliyatı, adamlarının kral Petrus I’e karşı isyan etmeleri sonunda (1369) Kıbrıs’ta kanun niteliği kazandı.

Suriye’de olduğu gibi Kıbrıs’ta da senyörlük düzeni vardı; fakat gerçekte bu düzen çok kesin olan bizans sistemi örnek alınarak kurulmuştu: çok ağır ödemeler ve angaryalar altında inleyen serf’ler (veya parek’ler), XV. yy. dan sonra, vergi borçlarından kurtularak azat edildiler.

Ancak Lefkoşe’deki vikont mahkemesinde yargılanabilen ve Lefkoşe’ye sığınmış olan Latin ve Suriyelilere göre daha az imtiyazlı olan yunanlı şehir burjuvaları ise bu çağda hürriyetlerini kazandılar.

Yunanlı rahiplerin latin rahiplere bağlanmaları, Kudüs’tekinden daha ciddi problemler doğurdu; papa Alexander IV’ün bir bulla’sı ile her latin piskoposa yardımcı olarak yunanlı bir piskopos verildi; yunan kilisesi papazları da bu piskoposa bağlandı (şehirler dışında pek az latin cemaat vardı).

Papaların Mısır sultanına bağlı ülkelerin ablukaya alınmasını istemeleri üzerine, Asya kıyılarındaki limanların oynadığı ticari role Kıbrıs, büyük ölçüde mirasçı oldu.

Ceneviz ve Venedik kolonilerinin merkezi olan Magosa’ya yanaşan ticaret filoları, buradan Hindistan, Çin ve Türkistan’dan gelen malları yüklüyorlardı.

Bu ticari rolüne ve görülmemiş ölçüde bir refah seviyesine rağmen Magosa, Layas’ın ve Kilikya ermeni kırallığının yayılmasına engel olamadı.

Üstelik Magosa da Cenevizlilerin eline geçti (1373).

Doğu ülkeleri müesseseleri ve özellikle Kudüs Yasaları Külliyatı, 1204’ten sonra Bizans imparatorluğunda kurulmuş olan devletlerdeki müesseselere ve özellikle Akhaia prensliği müesseselerine örnek oldu.

Bu müesseseler 1325’e doğru Romen Yasalar Külliyatı halinde kanunlaştırıldı.

Doğu devletlerinde güçlü bir düşünce hayatı gelişti; büyük hukukçularla birlikte, tarihçi Sur’lu Guillaume ve şair Navarra’lı Filippo, bu gelişmelerin başlıca temsilcileri oldu.

Doğulu yazarlardan tercümeler yapıldı; Latinler Arapça ve Grekçe öğrendi.

Bir yanıt yazın