Ermeni kültürü hakkında bilgi, Ermeni Müziği, Ermeni ve Osmanlı İişkileri, Ermenilerin tarihi hakkında bilgi, Türk idaresinde Ermeniler,Ermeniler Kimdir Ermeniler, nordik ve alpin ırkları karışımı bir halk topluluğuna Perslerin verdiği ad. Ermeniler kendilerine Hayik, yaşadıkları bölgeye de Hayastan derler. Bu bölge Anadolu’dan İran yaylasına geçişi meydana getirir.
Ermenilerin Tarihi
Bu bölgenin bilinen en eski sakinleri Urartulardır. Ancak bir çeşit kafkas dili konuşan bu halkla, bölgeye M.ö. VII. yy. da gelen ve dilleri hint-avrupa ailesinden olan Ermeniler arasında herhangi bir ilişki kurulamamıştır.
Ermenilerin Kökeni
Ermeni adına, eski yunan kaymaklarında, M.ö. VI. yy. sonlarından itibaren rastlanır. Bu sıralarda Kafkaslardan Kimmerlerle; kısmen de batıdan, Balkanları ve Küçük Asya’yı geçerek, Friglerle birlikte gelip yerleştikleri sanılır.
Dilleri yunan ve İran dilleri arasında bir özellik gösteren Ermenilerin soylarına ait bu tahmin, üzerinde en çok durulan ve kabul edilen görüştür.
Ermenileri, Kitabı Mukaddes’teki bilgilere göre Sincan’dan gelmiş olan Yafes soyundan kral Hayk’a bağlayanlar vardır.
Bu söylentiye göre Hayk, Ermenilerin ilk kralı idi. Ermeni tarihçilerinin Hayk ve halkının Milâttan 2 200 yıl önce bu bölgeye geldikleri konusundaki iddiaları tutarsızdır.
Hint-avrupalı Ermenilerin Hayk’ıtı yönetiminde bölgeye gelişlerinin, M. ö. VII. ve VI. yy.’lara rastladığı kabul edilebilir.
Ancak Urartu devletinin yıkılışından sonra bölgeyi ellerine geçiren Ermeniler, dillerini yerli halka benimsetmeye çalıştılar.
Ermenilerin yaşadıkları bölgeyi de içine alan Asur imparatorluğu, M.ö. VII., yy. sonlarında, Medler ile Kaidelilerin ortak saldırılarıyle ortadan kaldırıldı.
Bundan sonra kurulan Med imparatorluğu Ermenilerin yaşadığı bölgeyi de içine aldı (M.ö. 590-559).
Medlerle İranlıları birleştiren kral Keyhüsrev, Ermenileri de hâkimiyeti altına aldı; sonra Mezopotamya ve Küçük Asya’yı da eline geçirerek Akamanış Pers imparatorluğunu kurdu.
Dara zamanında en ileri devrini yaşayan bu imparatorluk, sınırlarını Türkistan ve Hindistan’a kadar genişletti.
Ermenistan adı ilk defa bu dönemde ünlü Behistun yazıtında Dara’nın Ermenistan’ı fethettiği anlatılırken geçer (M.ö. 521). Bu yazıtta krallar kralı Dara’nın Ermenilerle yaptığı Zura, Tigra ve Uyama savaşları anlatılır.
Bu savaşlar sonunda Ermenistan bölgesi, Dara I idaresinde Boğazlardan (Karadeniz ve Akdeniz) Hindistan’a, Mısır’dan Kafkasya’ya kadar uzanan Pers imparatorluğu içine katılmıştır; ikiyüzyıl boyunca Akamanışların Pers imparatorluğuna bağlı kalan Ermeniler, imparatorluk ordusunda çeşitli görevlerde bulundular.
Büyük İskender, Dara’nın Akamanışlar imparatorluğunu devirerek Küçük Asya’yı ele geçirdikten sonra (M.ö. 334) Ermenistan’ı da bir vilâyet haline getirdi; buraya aslen iranlı olan ve kendisine Sarduye kalesini teslim eden Mithrines’i satrap tayin etti.
M. ö. 322’de satraplık ermeni sülâlesinin eline geçti.
Ermeni veya İran menşeli bir satrap ailesinden türemiş olabileceği kabul edilen bu sülâlenin kurucusu Orontes I’dir (Hrant veya Ervand). Orontes I’den sonra Artavazd ve Orontes II kral oldular.
M. ö. 215 – 190 yılları arasında Ermeniler Selefkilerin idaresine girdi.
Antiokhos II zaptettiği Ermenistan’ı Büyük Ermenistan (Fırat’ın doğusundaki asıl Ermenistan) ve Küçük Ermenistan (Fırat’ın batısındaki bölge) olmak üzere iki kısma ayırdı ve her birine satrap veya stratej (stradigos) denen iki vali tayin etti.
Böylece Artakserkses Büyük Ermenistan’ın, Zariadres (Zareh) Küçük Ermenistan’ın yönetimiyle görevlendirildi.
Ancak, Antiokhos III, M.ö. 190 yılında yaptığı Magnesia (Manisa) savaşında Romalılara yenilince 188’de imzalanan Apameia barış antlaşması sonunda, Artakserkses ve Zariadres, Selefkilerden ayrılarak Roma imparatorluğu himayesinde krallıklarını ilân ettiler. M.ö. 190’dan başlayarak Artaksias I (öl. 161), tahta çıktıktan sonra bir yandan Selefkilerin saldırılarına karşı koydu, bir yandan Albanoi’lerle savaşarak Kur ırmağının sol kıyısını ele geçirdi ve memleketini genişletti.
Aras kıyılarında Erivan yakınlarında adını verdiği Artaxata şehrini merkez edindi.
Artaksias sülâlesinden Tigranes merkezi Harput olan Küçük Ermenistan ile Büyük Ermenistan’ı birleştirerek (M.ö. 95-96), Tigranokerta (Meyyafarikin, Silvan [?]) şehrini (M.ö. 77) hükümet merkezi yaptı.
Pontos kralı Mithridates VI ile bir askerî anlaşma imzalayan Tigranes romalı Sylla, Lucillus ve Pompeius ile yaptığı savaşlarda yenilince topraklarının büyük bir kısmını kaybetti; böylece bölge bir kere daha iranlı Parth’larla Romalılar arasında bir tampon haline geldi.
M.ö. 53’te Karrai (Harran) savaşında Parth’lar, romalı kumandan Crassus’u yenilgiye uğrattılarsa da M. S. I yılında Caius Caesar, ermeni krallığını ortadan kaldırarak bu bölgeyi Roma imparatorluğuna kattı.
Parth’larla Romalılar arasındaki düşmanlıktan zaman zaman faydalanmasını bilen Ermeniler, bazen Romalılar bazen de Parth’ların vasalı olan kralların idaresinde yaşadı; barışçı bir siyaset güden Roma imparatoru Neron devrinde kral Tiridates I ile Roma generali Corbulo arasında yapılan barış görüşmeleri sonunda Tiridates Roma’nın vasalı olmayı kabul etti.
Halefleri (Arsakidler sülâlesi ile Parth menşeli hükümdarlar) zamanında Ermeniler Parth’-larla Romalılar arasındaki mücadelelere karışmak zorunda kaldı ve çoğunlukla Parth’ların tarafını tuttu.
Nitekim Romalılar Traianus zamanında Ermenilerin ülkesini yeniden ele geçirdiler (114); Marcus Aurelius zamanında general Priscus tekrar hücum ederek Ermenilerin başkenti Artaxata’yı tahrip etti.
Bunun üzerine Erivan yakınlarında Vatarşapat (şimdiki Eçmiyadzin) başkent yapıldı.
216’da Caracalla bu ülkeyi yeniden Roma’ya katmak istedi.
224’te İran’da Parth sülâlesi son bularak yerine Sasanîler geçince, Ermenilerle İran ilişkileri bozuldu, kral Tiridates Il’nin mukavemeti kırılarak öldürüldü, sasanî hükümdarı Şapur I (Şahpur) kendine bağlı bir kralı onun yerine geçirdi.
Ancak Romalılar imparator Diocletianus ve Aurelianus zamanlarında doğu siyasetlerini başarıyla yürütünce Sasanîler Ermenileri bırakmadılar. Tiridates III, 287’de roma himayesinde kral oldu.
Büyük unvanını alan bu kral zamanında en önemli olay, Ermenilerin Hıristiyanlığı kabul etmesidir. Bu olayı Gregorios Photistes (Lusaroviç) adlı ve Parth menşeli bir din adamı gerçekleştirdi.
Kayseri’de yerleşen, Hıristiyanlığı kabul eden Gregorios, ermeni kralı Tiridates III’ü vaftiz etti (301).
Bu kralın ölümünden sonra Ermeniler, kralların yetersizliği, iç mücadeleler ve özellikle Sasanîlerin kuvvetlenmesiyle Roma imparatorluğunun zayıflaması gibi bazı sebeplerle tarihin güç bir devresine girdi.
Bu sıralarda Roma imparatorluğu Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılıyor; Roma, Sasanîlerin gücü karşısında Ermenileri kendi kaderine terk ediyordu.
386’da Roma imparatorluğu ve Sasanîler arasında yapılan anlaşma ile Ermenistan bölgesinin batı kısmı Roma imparatorluğunda kaldı; Sasanîler, Erivan’ı ve çevre şehirlerini içine alan Doğu Ermenistan bölgesi üzerinde metbuluk hakkını kazandı.
429 Tarihine kadar varlığını koruyan bu bölge, ermeni feodalitesinin bilinçsizliği yüzünden, tamamen Sasanî imparatorluğuna katıldı.
Ermeniler, 325’te İznik’te toplanan ve bütün Hıristiyanlığı temsil eden birinci konsile (ruhanî meclis) katıldılar.
Bundan sonra kilise adamları süryanî ve bizans kültürüne bağlı olarak Ermeniler üzerinde büyük rol oynadılar. Siyasî meseleler ise naharak denilen feodal beyler tarafından yönetiliyordu.
429’da bu feodalite ve din büyüklerinin siyaseti ile Arsaklı hanedanı hâkimiyetine son verildi.
Ermeniler, Sasanîlerin morzpan denilen genel valileri tarafından idare edilmeğe başlandı.
Böylece merkezî Ermeni krallığının zayıflaması, sasanî siyasetine de uygun düştü.
Bu sonuç elde edilince Ermeniler tamamen İran hâkimiyeti altına girmiş oldu.
Ermeniler ve Iranlılar arasındaki asıl büyük çatışma dinî alanda oldu.
Din konusunda çok müsamahalı olan Parth’ların yerine geçen Sasanîler, Arsaklı sülâlesi ortadan kalkınca Ermeniler üzerindeki baskılarını arttırdı.
Sasanî hükümdarı Yezdgerd II (439-457) bu memlekete ateşe tapan din adamları gönderdi.
Bunun üzerine ermeni din adamları ile feodal asillerin katıldığı büyük bir meclis toplandı. Bu meclis Yezdgerd’in emir ve bildirisine ret cevabı vererek savaşa girişti.
451’de Avarayr savaşlarında yenilen ermeni ordusunun kumandanı öldürüldü, İran’a götürülen ermeni din adamları da aynı cezalara çarptırıldı.
Bu sırada İran, Ak Hunlar’ın saldırısını karşılamakla uğraştığı için Ermeniler üstündeki baskı bir ara gevşedi; mücadele, mevziî ve münferit bir savaş şeklini aldı.
Piruz’un (458-488) saltanatı sırasında da uzun yıllar sürdü, öte yandan, 451’de Khalkedon’da (İstanbul’da Kadıköy) toplanan büyük ruhanî meclise (IV. konsil), Ermeniler katılamadığı için kararlarını da kabul etmedi. Bu yüzden Ermeniler ile Bizans’ın din ve kültür ilişkileri zayıfladı.
484’te Ak Hunların büyük bir zafer kazanması üzerine iranlılar, Ermeniler ile Nuvarsak antlaşmasını imzaladılar ve dinî ayaklanmanın lideri olan Vahan Mamikonyan’a muhtariyet verdiler (485).
Çeyrek yüzyıllık bir barış döneminden sonra, Justinianus zamanında Ermeniler, İran ile Bizans arasında yine anlaşmazlık konusu oldu, iki devlet arasında çarpışmalar devam ederken İslâm orduları Kadisiye (636) ve Nehavend (640) zaferleri sonunda iranlıları kovarak ermeni topraklarına yerleştiler.
Feodal şeflerden Theodoros Rştunî İslâm akınlarını durduramayınca Araplar ile Ermeniler arasında antlaşma yapıldı ve 681’de birleşerek Hazar Türklerine karşı aynı cephede çarpıştılar.
Araplar zamanında da Ermeniler, genel valiler ile yönetildi, bunlara marzpan yerine ostikan adı verildi.
Abbasî hâkimiyeti sırasında (750’den itibaren) bölgede büyük bir isyah çıktı (771-772); bastırılan hareketin sonunda Abbasî devleti onlara muhtariyet verdi.
Araplar zamanında üçü Bağrat (Ani Bağratlıları 885 – 1045, Kars Bağratlıları 968-1064, Taşirk Bağratlıları 982-1064) ve biri Ardzrunîler (808-1021) olmak üzere dört ayrı krallık kuruldu.
Bunların en önemlisi, başkenti Ani’de bulunandı.
Ardzrunîler, krallıklarını, merkezi Van olan Vaspurakan eyaletinde kurdular.
Ani krallığını 1045’te Bizanslılar yıktı.
Ardzrunî’ler de selçuklu akınlarına dayanamayacaklarını anlayarak ülkelerini Bizans’a bıraktılar (1021).
Kars Bağratlıları ise başkentleri Kars’ı Alp Arslan’a teslim ettiler (1064).
Merkezi Lari’de bulunan Taşirk krallık ailesi selçuklu himayesine girerek islâmiyeti kabul etti (1064) ve uzun süre yaşadı.
Selçuklu fetihleri sırasında ermeni toprakları Türk-Bizans mücadelelerine sahne oldu.
Bizans’ın gregoriyen ermenilere yaptığı devamlı baskı yüzünden bir kısım ermeniler Kilikya’ya yerleştiler.
Bizans himayesindeki Bagrat sülâlesinden kral Gagik II, Bizanslılarca öldürüldü (1079), o zamana kadar varlığını sürdüren ermeni birliği fikri büsbütün zayıflayınca Kilikya’ya doğru ermeni göçü arttı, öldürülen kralın yakını olan ve Bizans’a isyan ederek göç hareketini düzenleyen Rupen, Kilikya’da bir beylik kurdu (1080), daha sonra Haçlılara yardım ettiği için halefi Leon II’ye, Haçlılar tarafından krallık tacı verildi (1198).
Bu şekilde kurulan Kilikya Ermeni krallığı 1375’e kadar sürdü.
Rupen sülâlesi 1226 yılına kadar devam etti, sonra yerini Hethum ailesine bıraktı.
Bu sülâle zamanında moğol istilâsı yüzünden, zaman zaman’çarpışmalar veya antlaşmalar oldu, 1342’de Hethum sülâlesi yerini Kıbrıs’ta hüküm süren frank asıllı Lusignan sülâlesine bıraktı.
Mısır Memlûklarının Suriye ve Güney Anadolu’da hâkimiyetleri başlayınca Ermeniler onlarla da mücadeleye giriştiler. Sonunda Lusignan hanedanından Kilikya Ermeni kralı Levon VI Memlûklara esir düşünce krallığı ortadan kalktı. (1375).
Türk idaresinde Ermeniler
Osmanlı devleti Anadolu’da Türk birliğini gerçekleştirdiği sırada yurtlarında kalan Ermeniler güvenlik içinde yaşadılar ve yavaş yavaş Orta ve Batı Anadolu’ya doğru yayılmaya başladılar; Osmanlı devletinin sadık, çalışkan zimmî reayasını meydana getirdiler.
Timur ordusu 1400’de Sivas kalesini ele geçirerek tahrip ettiği sırada Yıldırım Bayezid’in kuvvetleri arasında şehri savunanların çoğu ermeni askerler idi.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra rumlarla birlikte ermenilere de bazı haklar tanıdı.
Ermeni ve Osmanlı İişkileri
Galata ve İstanbul tarafında yerleşmiş ermeniler yerlerinde kaldılar. Daha önceki osmanlı hükümdarları da ermenilere bazı imtiyaz ve muafiyetler tanımış, rumlardan ayrı bir cemaat olarak yaşamalarına müsaade etmişlerdi.
Ermenilerin Batı Anadolu’da ilk ruhanî merkezi Kütahya oldu, bu merkez sonradan Bursa’ya nakledildi. İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmed, Bursa’da bir ermeni piskoposunu tanımış (Ovokim) ve daha sonra onu İstanbul’daki ermeni cemaatine patrik tayin etmişti.
İstanbul’da bunlar arasında sanatkâr, mimar, tüccar, ayrıca ziraatla meşgul çiftçi ermeniler de vardı.
İstanbul’a, başka yerlerden gelen ermeniler de yerleştirildi; Fatih bu azınlığın sadakat ve bağlılıklarından emin olduğu için şehrin en önemli yerlerine; Samatyakapı, Topkapı,Kumkapı, Edirnekapı gibi semtlere öncelikle onları yerleştirdi.
Ermenilere Samatya’da Sulumanastır kilisesini verdi; Ovakim’i ermeni cemaatinin patriği ilân eden bir ferman çıkardı (1461).
Bu ferman şimdi Kumkapı Ermeni patrikhanesinde saklıdır, daha sonra Bayezid II de 1485 tarihli bir fermanla Sulumanastır Ermeni kilisesinin bu cemaate ait olduğunu teyit etti.
Anadolu’daki şehirlerden ermenilerin İstanbul’a gelmeleri XVI. yy’ da da devam etti.
1534’te Kanunî Sultan Süleyman zamanında Van ve çevresinin fethi sırasında birçok usta ve sanatkâr ermeni İstanbul’a getirtildi.
Meşhur kuyumcu Baha Zezon Kazagyan, gümüşçü Kashar bunlar arasındaydı. 1590’da Gürcistan’ın fethi sırasında da bu türlü nakil ve iskânlar yapıldı.
Çeşitli yerlerden gelip İstanbul’a yerleşen ermeniler cami, saray, medrese, kervansaray ve hamam inşaatında işçi, kalfa, usta ve mimar olarak çalıştılar.
Bundan sonra XVII. yy. da İstanbul’daki ermeniler arasında yerliler ve taşralı diye ayrılıklar doğdu.
Yerli ermeniler, Doğu Anadolu bölgesinden göç eden taşralı ermenilere cemaat işlerine karışma konusunda hak tanımak istemediler. Eçmiyadzin taraftarı diye anılan, Doğu’dan gelenler ise cemaat işlerine karışmak istediler.
Bunların sayısı çoğalınca nüfuzları da arttı.
Eçmiyadzin ruhanî reisinin 1651’de İstanbul’u ziyareti sırasında Eçmiyadzin ve Kilikya ruhanî reislikleri arasında bir anlaşma imzalandı; bu sırada dengeyi korumak isteyen, üçüncü grup Ermeni Katolikler partisi meydana geldi ve bu yeni parti, tutucu ermeni cemaati olan Doğuluların hücumuna uğradı.
1681’de ermenilerin sayısı İstanbul’da yerli 40 000, sonradan gelenler 50 000 olmak üzere 90 000’e ulaşmıştı.
Öte yandan, XVIII. yy. başlarında Kafkas’lı ermeniler, İran – Osmanlı anlaşmazlığından yararlanarak, Karabağ’da bir derebeylik kurarak kendilerine Karabağ melikleri adını verdiler.
Bunlar 1722-1724 yıllarında Davit Bey adındaki reislerinin önderliğinde Osmanlılara karşı savaştılar.
Bu olaylar batılı ermeniler üzerinde de etki yaptı, Osmanlı – Rus savaşlarında o bölgedeki ermeniler Ruslara yardım ettiler.
Zaten XVII. yy. ortalarından itibaren bir kısım ermenilerin Ruslara bel bağlaması yüzünden çar Büyük (Deli) Petro da dikkatini Kafkaslara dikmiş; oraya sızmaya başlamış; Eski Ermenistan’ın bir kısmını teşkil eden bu bölgeyi İran’dan almayı da başarmıştı.
Ancak Ruslar orada hiç bir zaman bir ermeni krallığı kurmadılar ve bu yüzden, ermeniler, Rus – İngiliz rekabeti karşısında zaman zaman ingilizlerin yardımıyla bağımsızlığa kavuşmak ümidine kapıldılar.
İstanbul’da ve bütün osmanlı ülkelerinde ise ermeniler sakin, kendi halleri ve işleri ile meşgul olarak yaşadılar.
Her çeşit sanayi ve ticaret işlerinde iyi bir vatandaş gibi çalışarak özellikle kuyumculuk, yazmacılık, çuhacılık gibi el sanatlarını İstanbul, Sivas, Kayseri, gibi büyük merkezlerde geliştirdiler.
Çarlık Rusyası ermenileri XIX. yy. başlarından itibaren kışkırtmaya, metbu devlet aleyhine ayaklandırmağa çalıştı.
1826’da teşkilâtlanmaları için Polojeniya adı ile bilinen bir program ve plan da hazırladı.
Osmanlı devleti ise Tanzimat fermanı ile, diğer bütün gayrimüslim unsurlar gibi, ermenilere de eşit vatandaşlık hakları tanıyarak 1860’ta ermeni cemaati teşkilât projesini hazırlattı.
Buna göre ermeniler dinî, millî ve sosyal meselelerini müzakere ve idare etmek üzere Ermeni Genel Millî meclisi adı altında bir meclis kuracaklardı.
Böylece cemaate ait meselelerini hallediyor, din adamlarını, öğretmenlerini serbestçe tayin ediyor; aynı zamanda hükümette de önemli ve siyasî memuriyetlere tayin olunuyorlardı.
Ermeni halkı ise, kendilerinden asker alınmadığı için bütün gayretini ticaret, sanayi ve tarım işlerine verdi; refah ve huzur içinde yaşayarak, İktisadî faaliyet alanında etkili bir unsur oldu (XIX. yy. ın ikinci yarısı ortalarına kadar).
Çarlık Rusya’sındaki Ermeniler ağır bir baskı altında idiler.
Ermeni dili ile öğretime izin verilmez, seyahat hürriyeti esirgenir, başkaldıranlar da Sibirya’da siyasî mücrim olarak mahvedilirdi.
Osmanlı memleketlerindeki ermeniler ile Türkler arasındaki karşılıklı güvene dayanan durum, aşağı yukarı 1877-1878 Osmanlı – Rus savaşlarına kadar sürdü.
Bu tarihten sonra devletin siyasî ve askerî zayıflığından faydalanmak isteyen devletlerin tahrikiyle ermeni komitecileri, bağımsızlık ülküsüne kapıldılar.
İstanbul Ermeni patrikliğinin kuruluşundan 1861 tarihine kadar patrikler ve patrikhane, devlete karşı, görünüşte bile olsa, sadakat göstermişti.
Rusya’da ise katolikoslar rus siyasetine âlet oluyorlardı.
Bu katolikosların adlarının İstanbul ve başka yerlerdeki kiliselerde âyin sırasında anılması âdet olmadığı halde, İstanbul’daki rus elçisinin telkiniyle patrik bu yolu açtı.
Bu hareket, patriklik ile katolikosluğun birleşmesini hedef tutuyordu.
Devlet, ermenilere birçok yardımlar yaptı.
Yedikule Ermeni hastahanesine, Hasköy yetimhanesine resmî ödenekler ayrıldı: patrikhanenin yıllık bütçe açığına karşılık hâzineden para verildi.
Bu sırada Van’da (Varak manastırında) bir din adamı bir matbaa kurdu, ermeni bağımsızlığı amacını güden Van-Kartalı adlı gazeteyi yayınladı; diğer vilâyetlerde de bağımsız Ermenistan için çalışmalar başladı.
Bu hareketin başında bulunan Mıgırdiç Harimyan 1869’da Ermeni patrikliğine seçilerek İstanbul’a gelince Ermeni Millî meclisinde çalışmalara başladı; ermeni çetelerinin baskılarını kapatmak için vilâyetlerde ermenilere haksızlık ve zulüm yapıldığına dair raporlar yayınladı.
Ayastafanos antlaşmasından sonra Harimyan’ın başkanlığındaki heyetin grandük Nikola’ya verdiği muhtırada Osmanlı devleti aleyhinde şikâyetlerde bulunuldu.
Ermenilerin bulunduğu doğu vilâyetlerinin Ermenistan olarak istiklâl kazanması, olmazsa, bu vilâyetlerin rus kontrolü altına alınması istendi.
Yine Harimyan başkanlığındaki bir başka heyet Roma, Paris, Viyana ve Londra’yı ziyaret ederek Berlin kongresine bir muhtıra sundu; Berlin antlaşmasına konan 6. madde ile Avrupa, ermeni meselesini kabul etmiş oldu.
Kanunuesasi’nin ilânında da bir kısım ermenilerin taşkın hareketleri görüldü; okullarda ihtilâl, isyan ve istiklâl manzumeleri okutuldu, Gedikpaşa tiyatrosunda eski Ermenistan tarihinden alınan Vartan Mamikonyan gibi millî kahramanlar için piyesler oynatıldı.
Ararat, Kilikya gibi cemiyetler de memleketin her tarafına fesat tohumları ekti. Bunun sonucu olarak her tarafta ermeni isyanları başgösterdi.
I862’de Maraş’ın Zeytun (Süleymunlı) nahiyesinde bir çeşit derebeylik halinde yaşayan ermeniler ayaklandılar. Bu ayaklanmalar 1865, 1867, 1878 ve sonraki yıllarda tekrarlanarak Babıâli için büyük birer gaile oldu.
Bundan sonra asıl ihtilâl komiteleri teşekkül etti (1880).
1882’de ilk defa Erzurum Silâhlılar cemiyeti kuruldu. Birkaç yıl sonra Van’da bir ayaklanma oldu.
İstanbul’da, Muş’ta, Eleşkirt’te ayaklanmalar başladı.
1886’da İsviçre’de Nazarbey adlı biri ile karısının sosyal demokrat nitelikte kurduğu Hınçak cemiyeti aynı adla bir gazete çıkardı.
Bu komitenin amacı Ermenileri yeni bir muhtar idareye kavuşturabilmekti. önce İstanbul, izmir, Halep gibi merkezlerde şubeler açıldı.
Ermenilerden birçoğu bu cemiyete girdi.
Programında ermeni davasının avrupa devletlerinin aracılığı ve müdahalesiyle çözümlenebileceği düşüncesi faydasız sanılıyor, ancak iyi bir teşkilâtlanma ve uygun fırsatlarla ihtilâller yapılması, bu yoldan millî emellerin gerçekleştirilmesi isteniyordu.
Daha sonra 1890’da Ermeni ihtilâlciler birliği demek olan Taşnak (Taşnaktsutyun) komitesi kuruldu.
Derhal çalışmaya geçen bu komiteler, Erzurum ve İstanbul’da (1890) gösteriler; Kayseri, Merzifon, Yozgat’ta (1892-1893) ve Sason’da (1894) ayaklanmalar tertipledi.
Rus ve İngiliz elçilikleri, doğu vilâyetlerindeki konsolosları vasıtasıyle bu komiteleri gizlice teşvik ediyorlar, onlara her türlü yardımı yapıyorlardı.
Bu kuruluşlara bağlı tethişçi silâhlı komiteciler 1896’da Galata’daki Osmanlı bankasını basarak, batı devletlerinin müdahalesini sağlamak istediler.
Sason’daki yeni bir ayaklanma (1904) ile Abdülhamid II’ye karşı yapılan Yıldız suikastı (1905) yine onların eseri oldu, ikinci Meşrutiyetten önce, Abdülhamid’in devrilmesi için ittihat ve Terakki cemiyeti ile işbirliği eden ermeni komiteleri, Meşrutiyetin ilânından sonra da fesatçı hareketlerine devam ettiler ve Adana’da ayaklanma tertiplediler (1909).
Bu olay 31 Mart irtica hadisesinden faydalanılarak çıkarılmıştı.
Zira, komiteler 1905’te Paris’te yaptıkları bir kongrede her ne suretle olursa olsun, Adana, Maraş bölgesinin (Kilikya) istiklâlini sağlamayı kararlaştırmışlardı ve bunda
Akdeniz’de kendine bir nüfuz bölgesi sağlamak isteyen Rusların da parmağı vardı.
Olay, müslüman halkın dinî ve millî duygularına saldırma, türk evlerine haç işaretleri çizme, sokaklara tehdit edici yaftalar yapıştırma, yollarda erkek ve kadınlara fiilen hücum, jandarmanın ve halkın öldürülmesi şeklinde başladı; tenkil harekâtına girişilince, müdahale istekleriyle hükümeti suçlamağa başladılar.
Daha sonra, ermeni yazarlarınca Adana katliamı, Adana faciası adlı birçok eser yazıldı.
Birinci Dünya savaşından önce ermeni komiteleri genel bir ayaklanma için geniş çapta hazırlıklar yapmış, kasaba ve köylerde teşkilât kurmuş, gizli silâh depolarında yığınaklar yapmışlardı.
Osmanlı hükümeti İtilâf devletleriyle harbe tutuşuncaya kadar geçen üç, dört aylık zaman, komiteler için iyi bir fırsat oldu.
Bu devletlerden, A.B.D. ve Mısır’dan gelen açık veya şifreli mektuplarla komiteciler adamlarına gereken talimatı veriyorlar, geniş çapta bir ihtilâl çıkarmak için her türlü tedbiri alıyorlardı.
Osmanlı Meclisi Mebusam’nda Erzurum mebusu olan Taşnak komitesinden Pastırmacıyan, Avrupa’dan Rusya’ya geçerek Kafkaslara inmiş, Osmanlı devleti harbe girdikten sonra bu cephede Türklere karşı savaşmak üzere ermeni gönüllü intikam taburları kurmuştu, öte yandan, Anadolu’daki komiteciler de buralardaki ermenileri silâhlandırarak, Ermenilerin osmanlı ordularını iki ateş arasında bırakmasını sağlamağa çalışıyor, gerekli propagandalarla sade ermenileri değil Türkleri de kaçmak için kışkırtıyorlardı.
Meselâ seferberlik üzerine erzincan ermenilerinin dörtte üçü İran ve rus hududundan geçerek rus ordusuna katıldıkları gibi Nizamiye ve Amele taburlarına alınanlar da kaçarak yollarda rastladıkları hasta askerlere saldırıyor, köylerde erkeksiz kalan kadınlan tehdit ediyorlardı.
Bu sırada Kemah civarında bir manastırda toplanan komiteciler genel saldırı ve kütle halinde öldürme planı hazırladılar.
Planları gerçekleşmediği için tevkif olunan erzincanlı bir ermeni (Dikran Papasyan), üç, beş gün daha geçmiş olsaydı komitelerin aldıkları tertibat ile Erzincan’ı tamamen ateşe vereceklerini, yakıp yıkacaklarını. genel bir katliam yapacaklarını itiraf etti.
Buna benzer olayların sürmesi yüzünden ve ordunun ısrarı ile hükümeti, Tehcir kanununu çıkarmak zorunda kaldı (14 mayıs 1315).
Tehlikeli bölgelerdeki ermenilerin bir kısmı göçe zorlanarak zararsız hale getirildi.
Birinci Dünya savaşının sonuna doğru çıkan bolşevik ihtilâlinden (1917) sonra Kafkaslarda ermeni, azerî ve gürcü halktan teşekkül etmiş karma bir idare kurulmuştu (aralık 1917).
25 Nisan 1918’de, Rusların çekilmesinden sonra, Kars’ı alarak burada tutunmak isteyen ermenileri yenen ordu, bölgenin üç ayrı cumhuriyete bölünmesini sağladı, bunlardan biri de 28 mayıs 1918’de Taşnak komiteleri idaresindeki Ermenistan cumhuriyeti idi.
Öte yandan da, o zamanki bolşevik Rus hükümeti savaş sırasında işgal ettiği Doğu Anadolu ile birlikte Elviye-i Selâse’yi (Kars, Batum, Ardahan sancakları) Osmanlı devletine geri vermeyi kabul etti (Brest – Litowsk antlaşması, 3 mart 1918).
Ancak 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros mütarekesine göre, türk ordusu 1914’te; savaştan önceki sınırlara çekilmek zorunda bırakıldı.
Ordubat, Nahçivan, Sürmeli, Kars, Ardahan, Artvin, Batum – Acara Türkleri 5 kasım 1918’de, merkezi Kars olan Millî İslâm şûrası adıyla geçici bir hükümet kurdular.
Altı ay Ermeniler ve Gürcülere karşı bu bölgeyi savunan bu millî hükümeti, İngiliz kafkas ordusu, 13 nisan 1919’da dağıtarak 30 nisan 1919’da Kars’ı Ermenilere, Ardahan’ı Gürcülere verdi.
Mütareke devrinde ve özellikle 1919 yılında Ermeniler ile ilgili birçok tartışma İstanbul basınında konu oldu.
Resmî makamlar bazı kararlar almak zorunda kaldılar.
Heyeti Temsiliye reisi Mustafa Kemal Paşa, ermeni patriği Zaven Efendiye 20 ekim 1919’da gönderdiği telgrafta Haymana, Amasya, Tokat ve diğer yerlerde yaşayan ermenilerin millî hareketleri benimsediklerini ve bunlardan hiç birinin memleketini terke mecbur bırakılmadığını; göç eden ailelerin Adana bölgesinde kurulması özlenen müstakbel Ermenistan’daki çoğunluğu teşkil için ermeni komiteleri ile patrikhanenin teşviklerine kapılarak gitmiş olabileceklerini bildirdi.
1920 Yılında Sevres antlaşmasının tanıdığı hükümlere göre Türkiye topraklarını ilhak etmeğe kalkışan Ermenistan cumhuriyeti, askerî teşkilâta giriştiyse de.
XV. Kolordu kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, 30 ekim 1920’de Kars’ı kurtardıktan sonra Ermenileri mütarekeye (6 kasım 1920) ve Gümrü antlaşmasını kabule mecbur etti (3 aralık 1920).
Türkiye ile Sovyet Rusya arasında imzalanan barış antlaşması (16 mart 1921) hükümleri gereğince Azerbaycan. Gürcistan, Ermenistan ve Ukrayna ile Türkiye arasındaki Karadeniz-iran hattı sınırı Kars’ta bugünkü şekliyle tespit edildi (13 ekim 1921).
Yakın tarihte, emperyalist devletlerin teşviklerine, tahrik ve vaatlerine aldanan ermeni komitecileri, kendi vatanlarına vc devletlerine ihanet ederek, bütün Ermenileri şüphe ve töhmet altında bırakmış, bu yüzden ermenileri büyük acılar ve ıstıraplara sürüklemişti.
Aslında, fesatçılara kapılmayan, kendilerini türk vatandaşı sayan ermenilerin sayısı da az değildi.
Bunlar arasında türk kültürüne, sanat, edebiyat ve özellikle tiyatro ve müzik dalarına hizmetleri ve önemli katkıda bulunanları da özellikle anılmağa değer.
Ermeni Edebiyatı
Hıristiyanlık öncesi sözlü ermeni edebiyatından ancak daha sonraki yazarların aktardığı birkaç epik mısra kalmıştır.
300’e doğru Ermenilerin Hıristiyanlığı resmen kabulü.
Zenop Klak’ın kitabı ile Akatangegos’un kroniğine konu sağladı; bu kroniği Pavistos Puzant’ınki takip etti.
Bu ilk eserlerden birinin suriye dilinde, öbürlerinin Yunanca yazıldığı ve sonra Ermeniceye çevrildiği sanılır; çünkü Mesrop, dinin yayılması amacıyla millî alfabeyi ancak X. yy. başlangıcında yazmıştır.
Bundart sonra, incit ve kilise büyüklerinin eserleri Ermeniceye çevrildi. İlâhilerle temsil edilen dinî şiir X. yy.da rahip Krikor Maregasi ve XII. yy.da dindar Nerses Snorhali ile gelişti.
Tarihî edebiyat tüfüniin tanınmış temsilcisi Ortaçağda yaşayan ve üzerinde çalıştığı eski belgeleri tenkitten geçirmeye çalışarak metotlu bir eser vermeye uğraşan Mouses Gorenasi oldu.
VII. yy.a doğru başlayan bilimsel edebiyat XII. yy.da gelişti. XIII. yy.da İran şairlerinin şehevî mistisizmini andıran lirik bir şiir anlayışı ortaya çıktı.
Başlıca şairler Frig Gonstantin Yerzingasi ve Hovannes Tulgaransi’dir. Troubadour’ların tarzına yaklaşan bu şiirin XVIII. yy.da başlıca temsilcisi Sayat-Nova oldu.
XVIII.yy.da din adamı. Mığitar ile Venedik’e yerleşen tarikatı, önemli bir filoloji çalışması yaparak klasik dilde edebî yenilenmeyi hazırladılar (Çamçiyan’ın «Tarih»i, «Bagratuni Kahramanı Haykı Destanı»).
Romantik şairlerle (Terziyan, Turyan, Beşiktaşlıyan) batının bütün okul ve tarzları denendi: şiir (Varujan); sembolist şiir (Siamanto); başlangıçta didaktik iken sonradan edebî olan trajik tiyatro (Şant); gerçekçi roman (Zohrab, Paşalıyan, Odyan); yergi ve komedi (Baronyan, Odyan); edebî tenkit (Çobanyan).
XIX. yy. ortasında Kafkasya’da ortaya çıkan doğu lehçesi, sonradan edebî bir dil oldu; bu edebiyat daha çok rus ve alman etkisinde kaldı, önce yurtsever (Agopyan, Raffi) nitelikte olan roman sonraları gerçekçi nitelik kazandı (Şir-vanzade, Papazyan, Aharonyan).
Tiyatro sosyal (Suntukyan, Şirvanzade), şiir çoğunlukla folkloriktir (Tumanyan). XIX. yy.da ermeni halk edebiyatı, türk halk edebiyatının büyük ölçüde etkisinde kaldı.
Ermeni aşuğları (türk. âşık’tan) türk âşıklarından esinlemekle birlikte, türkçe eserler de yazdılar (Mesih-i Ermeni, Mirza Can v.d.). Ayrıca türkçe şiirler söyleyen ermeni asıllı bektaşî şairleri de yetişti.
Bazı ermeni yazarları da ermeni harfleriyle türkçe edebî eserler verdiler.
Güzel sanatlar
XIX. yy. sonunda alman Lehmann-Haupt, Van gölü yakınında Toprakkale’de, tanrı Haldis için yapılan tapınak ile birçok bronz ve fildişi eşya (British museum) buldu.
Sovyetlerin Karmir-Blur’da yaptıkları araştırmalarda duvarları bugün bile 7 m’yi bulan bir hisar ile, şehrin M.ö. VI. yy.da tahrip edilen bir semti ele geçti.
En ilgi çekici buluntulardan biri kabartmalar ve Saduris’in bir yazıtıyla süslü bronz miğferdir.
Ermenilerde sanat gelişmeleri Bizans sanatıyla aynı döneme rastlar.
Anıtlarının büyük kısmı harabe halindedir. Yalnız kral ve patrik saraylarının duvarları, tahkimli surlar, dinî yapılar ayaktadır.
Başlıca özellikler bizans mimarîsininkilerle aynıdır; bununla birlikte IV. yy. başında gelişen özel bir üslûp göze çarpar.
Bölgenin volkanik taşlarıyla yapılan kiliselerde V. yy .dan itibaren direklerle ayrılmış bir veya üç absidli şahın tipinde bazilikalara rastlanır.
VI. yy.da merkezî planlı yüksek kasnak üzerine oturtulmuş kubbeli, pencereli, dikdörtgen temelli kiliseler yapımı yaygınlaştı.
O çağda inşaatçıların başlıca konusu statik meselelerin çözümlenmesiydi.
Dışa doğru koni biçimi bir çatıyle örtülen kubbe uzantıları, merkezî bir dörtgen çevresinde bazen çok karışık bir plana göre düzenlenmiş absidlerle yansızlaştırılmıştır.
Çoğunlukla yapıya çan kulesi eklenmiş ve bazı kiliselerde (Gosavonk’ta Susp Hovannes kilisesi, 1053) sütunlarla yükseltilmiştir. X. yy.dan yaklaşık olarak XII. yy. sonuna kadar birçok tapmak yapıldı.
Dekorasyon genellikle ciddîdir. Birçok kilisede çatının çok girintili çıkıntılı yapılmasıyle sağlanır.
Heykeller açısından mezartaşları (VIII. – XVIII. yy.) çok önemlidir. XI. ve XII. yy.da birçok alçak kabartmada (Altamar [Ağtamar] kilisesinin dekorasyonu [XI. yy.]) bizans ve suriye etkisi görüldü.
Bizans’tan esinlenen bitki motifleriyle karışık, tek başına veya birbiriyle dövüşen hayvan motifleri, yapıların dışını süsledi.
Bugüne kalan fresklerin hepsi oldukça yakın bir dönemdendir ve her bakımdan bizans kurallarına uygundur.
Minyatür sanatı orijinal biçimde gelişme gösterdi («Eçmiyadzin’in dua kitabı» [989]).
Ermeni Müziği
Ermeniler Ortaçağın başlangıcından itibaren bir müzik merkezi olarak geliştiler. IV. yy. sonuna doğru Ermeniler arasında Hıristiyanlığın yayılmasıyla, ermeni şiir ve müziği derlemesi olan Şaragan başladı.
Şaragan’ın en eski melodilerinde bizansın ekphonesis notalama sistemi kullanıldı. Bu derleme İlâhi yazarlarının eserleriyle zenginleşti: H. Mantaguni, kadın şair Shagatugt (VIII. yy.), Nerses Şnorhali (XII. yy.). Bizans ilâhioiliğinin geliştiği dönemde, ermeni şairlerinin de İlâhiler besteledikleri söylenir.
XIII. yy.da Kaçadur’un başlangıçtaki ekphonesis asıllı ermeni neumoslarına (notalama işaretleri) yeni birkaç işaret eklediği (ermeni notalama sistemine onlu sistem havası vermek için) kabul edilebilir.
Ermeni notalama sistemi neumoslara dayanan bir sistemdir, ekphonesis sistemde olduğu gibi birbirinden ayrı ve metin içine serpiştirilmiş neumoslarla ifade edilir.
XIII. – XVIII. yy. arasında çok güzel bir yazıyle yazılan ve süslenen elyazmalan sayesinde eski ermeni notalama sistemi değişmeden muhafaza edildi.
Ermeni kilise müziği klasik türk musikisi paralelinde değişti, eserlerde klasik türk musikisi makam Ye usulleri kullanıldı.
Klasik türk musikisinde özellikle son yüzyıl içinde ermeni asıllı besteciler yetişti (Hamparsum, Tatyos, Bimen Şen, Nikogos, Asdik).
Ermeni notalama sisteminde Baba Hamparsum tarafından reform yapıldı; Hamparsum, sistemi batı müziğine yaklaştırmağa çalıştı.
Eski şarkının çizgisi nispeten basitse de, reformdan sonraki ermeni şarkısı, kilise İlâhilerinin melismos süslemeleri bakımından en zenginlerindendir.
Eçmiazin din merkezi eski geleneği muhafaza eder; buna karşılık Surp-Gazar (Venedik), Surp Mığitar (Viyana) manastırları ve Hindistan ile İran’daki ermeni toplulukları şarkıya daha çok önem verir (çalgılar; 1. yaylı çalgılar; tar (armut biçimli gitar); saz, kemençe; 2. nefesli çalgılar: kaval, düdük, zurna; 3. vurma: halkalı ve zilli def).
Ermeni halk musikisinde, türk halk musikisinin ve azerî musikisinin büyük etkileri görülür.