Genetik Nedir, Biyoloji | Ansiklopedik Bilgi |
Genetik nedir makale,Gen nedir biyoloji,Genetik nedir fen bilimleri,Genetik mutasyon nedir,Genetik miras nedir,Genetik ile ilgili makaleler,Genetik Nedir,Biyoloji,Genler, bunların kromozomlar üzerindeki yeri ve genetik değişinimleri bulundu, ikinci Dünya savaşı’nın sonunda, DNA’nın işlevini tanımlayan Avery, MacLeod ve McCarty (1944) DNA’ nin rolünü keşfederek molekülsel genetiğin öncüsü oldular.
DNA’nın çift sarmaldan oluşan molekül yapısı 1954’te Watson ve Crick tarafından belirlendi.
Birkaç yıl sonra, Jacob ve Monod bazı genetik düzenleme mekanizmaları bulunduğunu gösterdiler. Sonraki yıllarda genlere doğrudan el atılabileceği ve onlar üzerinde oynanabileceği anlaşıldı.
Biyolojinin hemen hemen hiçbir dalı yoktur ki, şöyle ya da böyle, genetikle ilgisi olmasın: tıp, molekülsel biyoloji, biyokimya, viroloji, vb.
Topluluk Genetiği
Bu alandaki ilk önemli buluş, 1908’de ingiliz matematikçi Hardy ile alman biyolog Weinberg’in keşfettiği ve onların adlarıyla anılan yasadır.
Bu bilginler, çeşitli genotiplerin bulunma sıklığının genlerin bulunma şıklığıyla bağlantılı olduğunu ve dengenin bir kuşaktan diğerine geçerken korunduğunu belirtiyorlardı. Ancak, burada yalnız matematiksel bir tecessüs sözkonusudur.
Aynı yöntemle, Bernstein 1923’te Fransız bilimler akade-misi’ne sunduğu bildiride, Mendel’in yasalarını matematiksel olarak tanıtladı: özelliklerin bağımsız kalıtımı yasasının doğruluğunu ispatlamak için çeşitli renk ve biçimlerdeki bezelyeleri teker teker saymak gerekmez; iki sayfalık bir işlemler dizisi, kalıtımın değişmez ve ikili olarak etkiyen genlerle sağlandığını ve bunun da Mendel yasalarına uygun olduğunu göstermeye yeter.
ikinci Dünya savaşı’na dek uzanan bundan sonraki dönemde topluluk genetiği oldukça ilerledi, ingiliz R. Fisher ve J. Haldane ile amerikalı S. Wright buluşun tamamlanması için temel gereçleri sağladılar: 1924-1932 arasında J. Haldane’in yayımladığı A Mathematical Theory of Natural and Artificial Selection (Doğal ve yapay ayıklanmanın matematiksel kuramı), 1930’da R. Fisher’in yayımladığı The Ge-netical Theory of Natural Selection (Doğal ayıklanmanın genetiksel kuramı) ve 1931’de S. Wrightin yayımladığı Evolu-
tion in Mendeiian Populations (Mendel topluluklarında evrim).
Böylece yavaş yavaş, tutarlı bir öğreti yerleşmeye başladı; Darvin’in düşündüğü evrim mekanizmasının Mendel kuramına ters düşmediği görüldü: hatta bu kuram, Darwin mekanizmasına onda eksik olan biyolojik temeli sağladı.
Matematikçilerin buluşu olan bu uzlaştırma Mendel modelinden yana olan biyologlarla Darwin yandaşları arasındaki kavgaya son verdi: Darwin’in temel görüşü, türlerin evriminin kaynağını bireyler arasındaki sapmalarda görmektir. Türler birbirinden türer.
Türlerin gitgide değişmesi bir ereğin, dıştan bir niyetin sonucu değil, bir iç gereğin rekabetten doğan doğal ayıklanmanın, yaşam için mücadelenin, en yetenekli olanın zaferinin ve bu “en yetenekli”nin taşıdığı ya da edindiği karakterleri sonraki kuşaklara aktarmasının sonucudur.
Bugün gerçeğe uygun olduğu bilinen Mendel varsayımına göre, eşeyli bireylerde bulunan her karakterin kalıtımsal olması, biri anadan, biri babadan gelen iki öğeyle sağlanır; bu genler hiç değişmeden bir arada bulunur; yeni dölün oluşumu sırasında bunlardan biri, rastlantıya bağlı olarak yavruya aktarılır.
XX. yy.in başında birinci görüşün süreklilik kavramıyla, ikinci varsayımın süreksizlik kavramı arasındaki karşıtlığı giderilemeyeceği sanıldı; yenidarwinciliğin kurucusu olan matematikçilerin ince hesapları ve çözümlemeleri bu iki görüşün birbirini tamamladığını gösterdi.
Temel kavram, çok iyi tanımlanmış olan “ayıklayıcı değer” kavramıdır: “bir geno-tipin ayıklayıcı değeri, bu genotipi taşıyan bireyden gelen doğrudan döllerin sayısıyla orantılı bir sayıdır”.
Bu tanım, bazı koşullar göz önünde bulundurularak, genlere, genler arasındaki ilişkilere ve toplumlara dek genişletilebilir; bu durumda, topluluğun “ayıklayıcı değeri” o toplulukta rastlanan genotiplerin tümüne ait ayıklayıcı değerlerin ortalamasıdır.
Bu ayıklayıcı değerlerden yararlanılarak, genetik varlığın tedrici değişimleri açıklanabileceği gibi bu değişimlerin ritmi ve olası dengeleri de belirlenebilir.
Fisher’in doğal ayıklanmanın temel kuramı adıyla ilan ettiği sonuç hiç kuşkusuz bu kuramın en iyi açıklamasıdır: “Bir toplulukta her an artan ayıklayıcı değer çeşitli genlerin ayıklayıcı değerlerinde meydana gelen değişikliklerle orantılıdır.” Bir başka deyişle, bir değişiklik olumluysa, doğal ayıklanmanın etkisi grup için ancak yararlı olabilir; çeşitlenme ne kadar belirgin olursa yarar da o kadar büyük olur.
Çeyrek yüzyıldan beri topluluk genetiğinin en can alıcı özelliği, gün geçtikçe matematiğe daha iyi uyar-lanabilmesidir.
Daha 1948’de fransız G. Malecot, olasılık mantığının kullanılmasıyla araştırmalarda verimliliğin artacağını göstermiştir; genetikte rastlantısal olaylar (ana-babadan çocuklara gen aktarılması ya da bir toplumda meydana gelen değişiklikler) önemli rol oynar; rastlantısal karakteri göz önünde bulunduran yöntemler tam olarak bu soruna uyarlanmıştır.
Özellikle Kimura Motoo’nun temsil ettiği japon okulu bu yönde ilerlemiştir: Kimura Motoo, matematikçi Kolmogorov’un rastlantısal dağılım süreciyle ilgili “backward” ve “forward” denklemlerini ustaca kullanarak, genetik yapının değişme koşullarını inceden inceye belirleyebilmiştir.
Aynı zamanda birçok araştırma birden “genetik yük”e yöneltildi: Bir topluluğu oluşturan yaratıkların çeşitliliği, Fisher’ in temel kuramına uygun olarak, onun evrimi için muhakkak gereklidir, fakat her an için de bir yük oluşturur: ortalama ayıklayıcı değer, aslında, bütün bireyler en yüksek ayıklayıcı değere tekabül eden geno-tiple donatılmış olsalardı ulaşılacak değerden aşağıdır.
Yenidarwinciliğin yakın yıllarda yediği en önemli darbe, hangi türden olursa olsun, bütün topluluklarda çok fazla sayıda
“polimorfizm” bulunduğunun anlaşılması oldu.
Matematiksel modellerin çoğu genetik yapıların evrim sonucunda homojen bir dengeye ulaşması gerektiğini göstermekteyse de, bir proteinin çeşitli biçimlerini ayırt etmeye yarayan tüm gözlemler, özellikle elektroforez yöntemleri kullanarak yapılan deneyler, pek kalabalık olmayan toplumların bile homojen olmadığını göstermektedir: topluluklar hemen hemen tüm karakterler bakımından polimorfturlar.
Uzun vadede polimorfizmin varlığını destekleyen en basit gerekirci süreç, etkileri farklı iki geni bulunan bir bireyin (AA ya da aa homozigotlarına karşılık Aa he-terozigotları) ayıklanmada avantajlı olduğu temeline dayanan süreçtir.
Heterozi-gotların avantajlı olduğu böyle bir karakter örneği insanlarda bulunmuştur: Afrika’ da sıtma görülen bölgelerin birçoğunda rastlanan orak-hücre anemisi, iki S geni taşıyan bireyler bu anemiye yakalanır, fakat yalnız bir S geni taşıyanlar heterozigottur ve sıtmaya dayanıklı olur; böylelikle toplumda S geninin bulunmasını sağlayan bir denge oluşabilir.
Ancak buna benzer başka örnekler bulunamamıştır.
Öyleyse, tüm topluluklarda görülen olağanüstü genetik çeşitlilik nasıl korunmaktadır?
Bu soruya yanıt olarak birinci yol, ayıklayıcı değer kavramından vazgeçmektir: bu durumda çeşitli genlerin yansız olduğu kabul edilir; böylece tüm genlerin ve genotiplerin birbirleriyle eşdeğer olduğu varsayıldığı için genetik yüke ilişkin hiçbir aykırı düşünce kalmaz.
Önemli çalışmalar sonucunda, bazılarınca, biraz da kışkırtma olsun diye, evrimin “darwirıci olmayan kuramı” adı verilen tutarlı bir öğretinin kurulabileceği anlaşıldı.
İkinci bir yol, ele alınan basit bir karakteri etkileyen genlerin evrimini değil, çeşitli lokusların birbiriyle ilişkilerini göz önünde bulundurarak, belli bir karaMeri belirleyen çeşitli kromozomlara dağılmış genlerin tümünü birden incelemektir Günümüzde birçok çalışmalar bu görüş üzerinde yoğunlaşmış ve karmaşık formüllerin ortaya çıkmasına yol açmıştır; formüller ancak bilgisayarlarla çözülebilmektedir.
Toplam genomun ele alınması, bir genin yalnız kendi özellikleri yoluyla etki göstermediğini, aynı kromozom üzerinde bulunan ve çeşitli karakterleri etkileyen başka genler yoluyla da etki gösterdiğini ortaya koymuştur; bu durumda genom birbirinden bağımsız nedenlerden, yani Cournot’nun aldığı anlamda rastlantısal nedenler dizisinden etkilenir.
Bu iki yol da benzer sonuçlar doğurur: evrimi açıklamada rastlantısal olayların önemi büyüktür.
ister “yansızlık” kuramına dayanılsın, ister klasik olarak ele alınan ayıklanma mekanizmalarına karşılık daha gerçekçi olan ayıklanma mekanizmaları göz önünde bulundurulsun, araştırmalar sırasında matematiksel yöntemlerden yararlanmak zorunludur.
Günümüzde topluluk genetiğiy-le ilgili çalışmaların birçoğunda, R. C. Lewontin’in The Genetic Basis of Evolutio-nary Change (Evrimsel değişimin genetik temeli) [1974] adlı yapıtında öne sürülen bir eğilim görülür: gözlemcilerle, kuramcıların düşünceleri arasında koşutluk kurmak.
Asıl sorun canlı dünyanın evrimidir; bunu tanımlamak için, gözlemlenen olaylarla, kuramsal incelemeler arasındaki tutarlılık sağlamlaştırılmalıdır.
Genetik Bilgi
RNA virüsü denen bazı virüslerde genetik bilgi RNA moleküllerinde saklıdır.
DNA virüslerinden memelilere dek tüm başka organizmalarda genetik bilgi DNA molekülünde bulunur.
Bakterilerin DNA’sı, sitoplazmada çıplak ve tek bir dairesel kromozom biçiminde yer alır.
Evrim basamaklarından yukarı doğru çıkıldıkça, çekirdek bireyselleşir ve genetik bilgi birçok kromozomun DNA’sında saklanır.
Genetik bilgi çeşitli şekillerde aktarılabilir: Beden hücresinde, genetik şifreye göre DNA’nın kodladığı genetik bilgi haberci RNA’ya aktarılır.
Haberci RNA sitoplazmaya gelir ve burada bulunan taşıyıcı RNA’ lar şifreyi çözerek polipeptit zincirlerinin yapılmasını sağlar.
Bu zincirler daha sonra bir araya gelerek hücrenin yaşamı için gerekli yapısal ve enzimsel proteinleri meydana getirir.
Genetik bilgi ana-babadan çocuğa gametogenez, daha doğrusu meyoz yoluyla aktarılır.
Bunun yanı sıra, genetik bilgi organizmadan, organizmaya başka yollarla da aktarılabilir: bakterilerin DNA’ları çıkartılarak genetik dönüşümler elde edilirse, bakterilerin birbirleriyle kavuşturulması ya da bakteriyofajlar daha genel olarak da plazmitlerle transdüksiyon yapılması bu yollardan birkaç tanesidir.
Günümüzde genler üzerinde yapılan işlemler yoluyla, bir organizmadan alınan ya da yapay olarak elde edilen genetik bilginin başka bir organizmanın beden hücrelerine aktarılmasına çalışılmaktadır.