İbraniler Kimdir,Sanatı,Tarihi,Dini | Kültür,Tarih,Halklar |
İbraniler Kimdir Sanatı,Tarihi,Dini İbrahim’in soyundan gelen halk.
İbranice sözcüğünün kaynağı, Yaratılış 10.24’te Şhem’in büyük torunu ve İbrahim’in atası olarak adı geçen “Eber” ten geldiği düşünülmektedir.
İbrani Uygarlığı
Başka bir etimoloji orijinal kök kelimeyi “diğer taraftan” ifadesine kadar geri götürür; bu durumda İbranice, İbrahim’in kesinlikle “göçmen” olarak adlandırdığı bir kelime olur.
O sırada bu bölgede Kenanîler yaşıyordu.
Kenanîler İbranîlere karşı iyi davranmadılar.
Yeni gelenlere «nehri aşan» anlamına gelen İbranî adını verdiler.
İbranîler, Kenan ülkesinde kızgın güneş altında yıllarca yaşadılar.
Bulundukları yerde otlak kalmayınca, sürülerini alarak göç ettiler.
Bu suretle yüzlerce yıl Mısır ile Mezopotamya arasındaki çöllerde yaşadılar.
İbrahim’in ölümünden sonra, İbranîlerin başına onun oğulları geçti. Bunların en ünlüleri İshak ile onun oğlu Yakup’tu.
Yakup’un bir gece rüyasında tanrı Yahova ile güreşe tutuşup onu yenmesi üzerine kendisine «Güreşte galip gelen» anlamına gelen İsrail adı verildiği ve ona bağlı olan halkın bu adla anıldığı bilinmektedir.
Yakup’un oğlu Yusuf, Mısır’a gitti.
Orada büyük bir nüfuz kazandı.
Daha sonra da milletinin büyük bir kısmını yanına aldırdı.
İbranîler Mısır’da M.ö. XVII. yy.a kadar yaşadılar; bu zengin ve verimli ülkede çabucak zenginleştiler.
Mısır’ın önemli mevkilerini ellerine geçirdiler.
Bu durum Mısır’ın asıl sahiplerini ürkütmeye başladı.
İbrani Medeniyeti Özellikleri
Bunun sonucu olarak Mısır’da İbranîlere karşı baskı hareketleri başladı.
Bu arada firavun özel bir emirle ibranîlerin çoğalmasını önlemek için, yeni doğan erkek çocukların öldürülmesini emretti.
Musa adlı bir çocuk bu emrin uygulanmasından kurtuldu.
Büyüyüp delikanlılık çağına gelince, hem firavundan öc almak, hem de halkını kurtarmak için ibranîleri Mısır’dan çıkardı.
Onları Sina ve Paran bölgesine yerleştirdi.
Savaşçı bir lider olan Musa, İbranîlere Allah’a inancı aşıladı. İbranîler, Musa’nın gösterdiği yolda yürüdüler.
Musa, onları yeniden Filistin’e götürdü. önce yüksek bir dağın tepesinden, İbranîlere «vaat edilmiş topraklar»ı tekrar gösterdi.
İbrahim’den sonra İbranîler böylece kutsal yere ikinci defa geliyorlardı.
İbranî halkı, Lût gölü çevresine yerleşmek için çetin savaşlar yapmak zorunda kaldı.
Musa’nın ölümünden sonra İbranîler kendilerine Musevî adını verdiler.
Bu ilk devrede İbranîler on iki kola ayrılarak on iki bölgeye yerleştiler.
On iki sayısı, Yakup’un on iki oğlundan gelmekteydi.
Her bölgenin başında dinî niteliğe sahip birer hâkim bulunuyordu.
Bu hâkimler zamanla krallık yetkisi kazandı.
İçlerinden en ünlü kral Câlût’tu (Talut).
Bir söylentiye göre Câlût kendisini bu mevkie getiren kumandanı Davud’u kıskandı, onu öldürtmek istedi.
Ancak Davud karşı koydu.
Kuvvetleriyle Câlût’a hücum ederek onu yendi.
Yenilgiden sonra kaçmak isteyen Câlût, yakalanarak öldürüldü.
Böylece ibranîler tarihinde yeni bir krallık çağı açıldı.
Davud (M.ö. 1025-974), ülke sınırlarını genişletti, ibranîleri düzenli bir sosyal hayata kavuşturdu.
M.ö. 1020 yılında Kudüs’ü ibranîlerin başkenti yaptı.
Musa’nın dinî, ahlâkî ve felsefî görüşlerinden meydana gelen Tevrat’a ilâveler yaptı.
Davud’un fikirleri etrafında gelişen bu kutsal kitaba sonraları Zebur adı verildi.
Davud’un barışçı, teşkilâtçı ve yapıcı kişiliği, oğlu Süleyman’a büyük ölçüde yardımcı oldu.
Efsanevî ve ihtişamlı kişiliğiyle bütün dünya tarihinin en ünlü hükümdar ve peygamberlerinden olan Süleyman zamanında (M. ö. 974-931) ibranîler, tarihlerinin altın çağını yaşadılar, ölümünden sonra ülkede karışıklıklar çıktı.
Kuzeyde, merkezi Samaria olan İsrail devleti ile güneyde merkezi Kudüs olan Yahudi devleti (Yuda) birbirinden ayrıldı.
Bunların bitip tükenmez savaşlarından Mezopotamyalılar faydalandı.
Asurlar İsrail devletine son verdiler (M.ö. 721).
Filistin’e hücum ederek Kudüs’ü yakıp yıktılar.
Filistin halkının büyük bir kısmını kılıçtan geçirdiler.
Babil kralı Nabukodonosor, İbranîlerin geride kalanlarını zincirlere vurarak Babil’e sürdü (587).
Babil esareti diye anılan bu süre 70 yıl kadar devam etti, ibranîler Babil’de çok sıkıntılı ve acı günler geçirdiler.
Rivayete göre, Babil’i zapt eden pers kralı Keyhusrev bunları kurtararak yurtlarına gönderdi (M.ö. 539). Ancak bu esaretten sonra İbranîler kendilerini bir daha gereği gibi toplayamadılar.
İskender ve Ptolemaios zamanında İbranî ilerigelenleri kitleler halinde Mısır’a geldiler.
Zamanla buradan Kuzey Afrika ve İspanya’ya geçtiler.
Yunanlılardan sonra Suriye ve Filistine Romalılar hâkim oldu.
Bu sırada milyonlarca İbranî roma askerleri tarafından yok edildi.
Romalılar zamanında İbranîler kısa bir süre nispeten hür yaşadılar.
Bu çağda Filistin’de, Roma’ya karşı vali durumunda, ama içişlerinde bir kral kadar nüfuzlu olan Herodes iş başında bulunuyordu.
Herodes, güçlü, fakat zalim bir yöneticiydi.
Salome’ye peygamber Yahya’nın kesik başını armağan etmesi sonradan batılı şair ve romancılara konu oldu.
Milâdın ilk yıllarında Filistin’de Hz. İsa meydana çıktı.
Onun peygamberliğini İbranîler kabul etmediler.
Roma valisine şikâyet ederek hakkında iyi düşünmediklerini belirttiler.
Vali, bunun üzerine İsa’yı çarmıha gerdirdi.
Bu durum önce Roma’da, daha sonra da bütün Avrupa’da İbranîler aleyhine büyük bir düşmanlık ve kindarlığın oluşmasına yol açtı.
İskender zamanından başlayarak önce Mısır, Afrika ve Ispanya’ya dağılan Yahudiler, Haçlı seferleri sırasında tekrar doğuya yöneldiler ve çeşitli ülkelere geçerek yerleşmek suretiyle dünyanın hemen her köşesinde azınlıklar halinde bölünüp yer tuttular.
Ortaçağdan sonra başta din taassubu olmak üzere, çeşitli sosyal, siyasî ve İktisadî sebepler yüzünden birçok ülkeler, sınırları içinde yaşayan İbranîleri kovdular.
Bu arada XIII. yy.da İngiltere, XIV. yy.da Fransa, XV. yy.da da Ispanya’da büyük kitleler halinde bulunan İbranîler kovuldular.
Kovulan ibranîleri aynı yüzyılda Osmanlı devleti kabul etti.
Bugün Türkiye’de bulunan musevî azınlığının bir kısmını, bunların torunları meydana getirmiştir.
İkinci Dünya savaşı sırasında da Hitler’in büyük bir takibine uğrayan ibranîler, Almanya’daki yerlerini de terk etmek zorunda kalmışlardır.
Bugün ibranîlerin torunları olan Yahudilerden yaklaşık olarak Asya ve Afrika’da altı milyon, Avrupa’da on milyon, Amerika’da ise beş milyon kişi yaşamaktadır.
1948 Yılında «vaat edilmiş toprak» efsanesi de gerçekleşti, ibranîlerin torunları Filistin’e hâkim olarak bağımsız bir İsrail devleti kurdular.
İbranilerde Din ve İnanış
İktisadî hayat, din ve dilleriyle dünyanın en eski milletlerinden biri sayılan ibranîler tek tanrıya inanan bir din anlayışını tarihte, ilk defa gerçekleştirmişlerdir.
İbranî din anlayışına göre tanrı Yahova’dır.
Yahova’yı tek olarak görmeleri, İbranî din anlayışını diğer ön Asya milletlerinden ayırır.
Bu dinin ilkelerine göre, Yahova birdir.
Bundan başka tanrı yoktur.
Dünyayı yaratan ve yöneten odur.
Yahova dünyanın dışında bir varlıktır.Yahova Musa’ya şu «on emir»i vermiştir:
1.İsrailoğullarını esaretten kurtaran Yahova’dan başkasına ibadet edilmeyecek.
2. Put yapılmayacak ve putlara tapılmayacak.
3. Cumartesi günü istirahat günü olarak takdis edilecek.
4. Anaya babaya hürmet edilecek;
5. İnsan öldürülmeyecek.
6. Zina edilmeyecek.
7. Hırsızlık yapılmayacak.
8. Kimse aleyhine yalan yere şahitlik yapılmayacak.
9. Kötülük yapılmayacak.
10. Kimsenin evine, karısına, köle ve cariyelerine, öküzlerine, eşeklerine, kısaca hiç bir şeyine göz dikilmeyecek.
İbranîlerin din kitabı Ahd-ı Atik adı da verilen Tevrat’tır.
Tevrat, dinî kanun ve duaları toplar.
İbranî dininin Yahova tarafından yalnız İbranî milletine gönderildiği kabul edildiği için, bu din Müslümanlık veya Hıriştiyanlık gibi evrensel bir din değildir.
Bu sebeple ibranîler kendi dinlerini yaymaya uğraşmamış, dolayısıyla da din savaşları yapmamışlardır.
Romalılarca resmî din olarak kabul edilen Hıristiyanlık, İbranî dinini gölgede bıraktı.
İbranîler için kutsal bir yer sayılan Kudiis bir İbranî din merkezi olmaktan çıktı.
İbranilerde Sanat
Puta tapmaya karşı duyulan düşmanlıktan ötürü İbranîlerde plastik sanatlar yalnız biraz müzik ve şiir alanında gelişme gösterdi, öte yandan, yahudi halkının dağılması, yaptıkları sanat eserlerinden birçoğunun kaybolmasına sebep oldu.
Sanat tarihleri, uzun süre bütünüyle İsrail’e özgü bir sanatın varlığından haberdar değildi.
Bu boşluk XX. yy.da birbiri ardı sıra yapılan buluşlarla dolduruldu; bu buluşlardan en önemlisi 1932’de Suriye’de ortaya çıkarılan ve 1939’da yayınlanan III. yy.a ait Dura-Europos sinagogunun freskleridir.
Hıristiyanlıktan önce Filistin’de çanak çömlek, madalyalar, değerli taşlar, oyulmuş fildişleri bulundu; bu eserlerin karakteristik motifleri, Juda arslanı, nar, palmiye ve bağ’dır.
Komşu halkların etkileri özellikle mimarîde sürekli olarak görülür.
M.ö. II. binin ikinci yarısında mısır etkisi ağır basar.
Daha sonra, M.ö.I.binde, Süleyman tapınağı İsrail’in yakındoğu kültür çemberine girdiğini gösterir.
Tapınağın planı, tam oyma hayvan heykelleri asur üslûbundadır.
Bir süre sonra İsrail kültürü çok karışık olarak ortaya çıkar: Megiddo’nun ön lon devri sütun başlıkları, çanak çömlek, mühürlerdeki mısır süslemeleri, babil unsurları.
Helen etkisi, paralarında kült ile ilgili bir sembolizmle hayvan ve bitki resimleri olan Makabe’ler zamanında ortaya çıkar.
Roma hâkimiyeti zamanında şehircilik, sütunlu salonlar, mozaikler, cepheli mezarlar ve seramik kuleler, yunan-roma sanatına yakındır, ama tipik yahudi motiflerini (özellikle yedi kollu şamdan ve kutsal kitap sahneleri) muhafaza eder.
Kazılardan elde edilen en niteleyici parçalar, krallar devrinin lâcivert taşı veya Megiddo ve Samiriye’de ortaya çıkarılan altınla süslü fildişi eşyalardır.
Kral Roboam’ın Mareşa’da bulunan parkeleri gibi ince bir zevkle yapılmış parkeler, Bethjibrin Tabbath, Gerasa’daki mozaikler de bulundu. Hıristiyanlığın başlangıcında ve Diaspora devrinde ağır basan etkiler bizans ve İslâm etkisiydi.
Parşömen üzerine boyanan altın yaldızlı elyazmaları sanatı X. yy.dan itibaren özellikle İspanya.
İtalya ve Orta Avrupa’da gelişti.
Camcılık ve kumaş alanında yahudi zanaatçılarının etkisi ağır basar ve öncülük yapar.
XVII. yy.da Hollanda, İsrail sanatının merkezi oldu; sonra bu sanat Güney Almanya, Polonya, Ukrayna’ya yayıldı; özellikle sinagog duvarlarındaki resimler buralarda çok zengin bir İsrail halk sanatı yaratıldığına tanıklık eder.
İsrail sanatının başlıca özelliği «sürekli tasvirsin sanata girmesidir: aralıksız hareket halindeki bir. dünyada tanrı iradesinin yüce etkisi bir hikâye boyunca aynı kişinin (Ezekiel olacakları bilirken veya İbrahim İshak’ı bağlarken) tekrarlanmasıyla ortaya çıkar.
Böylece eskiçağ sanatının hareketsizliği, doğu âyinciliği sona erdi ve Ortaçağda rastlanan nitelikte bir canlanma ortaya çıktı, öte yandan bazı anlamlı temaların belirttiği gibi (Tanrı ile halkının bağlaşması, Musa devri, tapınağın onarılması, Mesih’in beklenmesi) İsrail sanatı manevî alana yöneldi: Akeda, İshak’ın bağlanması, Süleyman’ın yargılaması, yedi kollu şamdan, hayat ağacı ve ışık kaynağı, Aaron’un çiçek açan asası, Mesih’in asası.
Bu temalar günümüze kadar geldi, oysa palmiye, bağbozumu ve hasat bayramı Eskiçağdan itibaren unutuldu.
Geleneksel İsrail sanatının yanı sıra, çağdaş dönemde Yahudilerin serbest kalmalarından itibaren Orta ve Batı Avrupa’da kişilikleri modern sanatı etkileyen İsrail asıllı çok sayıda sanatçıya ve özellikle ressama rastlanır.
XIX. yy.da bu sanatçılar yaşadıkları ülkeye sıkı sıkıya bağlandılar: meselâ Fransa’da Pissarro, Almanya’da Liebermann, Hollanda’da İsraels, XX. yy.da özellikle Paris okulunda kendilerini gösterdiler; bu okula giren en ünlü ressamlar Modigliani, Chagal, Pascin, Kisling, Pougny, Kikoîne, Kremegne, Mane-Katz ve en ünlü heykeltıraşlar ise Chana Orloff, Lipschitz, Zadkine’dir.
İsrail devletinin kuruluşundan itibaren Tel-Aviv ve Kudüs’te faal bir İsrailli sanatçılar okulu gelişti.
Kassel ve Paris yahudi sanat müzelerinde ve özellikle Kudüs’teki Betzabel müzesinde İsrail sanat eserlerinin önemli koleksiyonları görülebilir.