Kabe Nedir,Tarihi,Törenleri,Tasavvuf | Tarih Bilgileri |
Kabe,Müslümanlarca kıble kabul edilen kutsal yapı.Kâbe küp biçiminde olmasından dolayı bu adı aldı.
Kabenin Mimari Özellikleri
Mekke çevresinde bulunan dağlardan getirilmiş kara taşlardan yapılmış bir binadır.
Binanın kapı yönündeki duvarı 12 m, öteki iki duvarı yaklaşık olarak 10 kadardır, yükseklikleri de 10 m’yi bulur.
Kâbe 25 sm yükseklikte, 30 sm kadar dışa doğru çıkıntısı olan ve Şadırvan adı verilen bir taban üzerine yerleştirilmiştir.
Binanın merkezinden dört köşeye doğru çekilen dört düz çizgi Kâbe’de dört yönü (doğu, batı, kuzey, güney) gösterir. Kâbe’nin her köşesinin ayrı bir adı vardır.
Bunlara «rükn» denir. Kuzey köşesine Er-Rükn-ül-Irakî, güney köşesine Er-Rükn-ül-Yemeni, doğu köşesine Er-Rükn-ül-Esved (Haceriesved’in bu yönde bulunmasından dolayı), batı köşesine Er-Rükn-üş-Şamî adı verilir.
Kâbe’nin kuzeybatı duvarının içinde, 2 m yükseklikte yer yer yaldızlı, işlemeli, üzeri gümüş kaplı bir kapı vardır.
Kâbe açıldığı zaman, bu kapının yanına tekerlekli bir merdiven (daraç, madrac) getirilir.
Bu merdiven Kâbe’nin kapalı olduğu günlerde Zemzem binası ile Beni şeybe denen kapının arasında özel bir yerde durur.
Kâbe’nin içinde tavanı tutan üç ahşap sütun ile tavana çıkmakta kullanılan bir ağaç merdiven bulunur.
Tavanda belli zamanlarda kullanılan altın ve gümüş kandiller vardır, iç duvarlar mermerle kaplıdır ve yer yer döşelidir.
Doğu köşesine, kapıya yakın bir durumda ve yerden 1,5 m kadar yükseklikte Haceriesved konmuştur.
Bu taş, üç büyük ve birkaç küçük parçadan ibarettir. Çevresine taştan bir çember çekilmiştir.
Çemberin çevresinde ise gümüş bir halka vardır.
Taşın, zamanla geçirdiği tortulaşmalar, havanın etkisiyle meydana gelen değişmeler yüzünden, türünü, yapısını anlamak güçtür.
Duvarın Haceriesved ile kapı arasında kalan bölümüne el muntazam adı verilir.
Ziyaretçiler dua ederken buraya elleriyle dokunurlar. Doğu köşesinde, yerden 1,5 m kadar yükseklikte Haceriesved denen ikinci bir taş vardır.
Tavaf sırasında bu taşa yalnız elle dokunulabilir.
Kâbe’de, kuzeybatı duvarının üst kıyısı altından dışarı çıkan, mizab adı verilen bir oluk vardır.
Altın yaldızlı olan bu oluğa mizab-ur-rahme de denir.
Bu olukla batı arasında kalan yer Kâbe’dir. Yağmur suları bu oluktan mozaiklerle döşenmiş taş döşemeye akar.
Kâbe’nin çevresi mermer kaplıdır.
Kuzeybatı duvarının tam karşısında, daire biçiminde, bir duvar daha vardır.
Buna el-hatim denir. Yüksekliği 1 m, kalınlığı 1,5 m’dir. Duvarın her iki ucu Kâbe’nin kuzey ve batı köşelerinden ikişer metre uzaklıktadır.
El-Hatim ile Kâbe arasında görülen yarım daire biçimli alanın, eskiden Kâbe’ye dahil olması dolayısıyla ayrı bir önemi vardır.
Tavaf sırasında buraya ayak basılmaz.
Bu alana El hicr veya Hicri İsmail adı verilir.
Bir söylentiye göre İsmail ile annesi Hacer’in mezarları buradadır.
Hac sırasında tavafın yapıldığı taş döşemeli yere Matat denir.
Burada sığ çukuru andıran bir çöküntü vardır.
En-Nican (tekne) adı verilen bu çöküntü, efsaneye göre İsmail ile İbrahim’in Kâbe’yi yaparken harç kardıkları yerdir.
Mataf çevresinde, ondan biraz yüksek bir durumda, üzerinde otuz iki kadar ince, düzenli sütun bulunan, tabanı taş döşemeli bir kısım vardır.
Bu sütunların arasına her akşam yakılan yedişer kandil asılır.
Bu sütunların meydana getirdiği dizi kuzey duvarının tam karşısında Babı Beni Şeybe kemeriyle kapanmıştır.
Gerekli günlerde açılan bu kapı doğrudan doğruya Mataf’a açılır.
Bu kemer ile Kâbe arasında Makamı İbrahim denen üstü küçük kubbeli bir yapı vardır.
Bu küçük kubbeli yapıda, Kâbe yapılırken, üzerinde İbrahim’in oturduğu veya iskele gibi kullandığı söylenen bir taş saklanır.
Bu taşta, İbrahim’in ayak izlerinin bulunduğu söylenir.
Mehdi, halifeliği zamanında, bu binanın içinde saklanan taşın çevresine altından bir çember çektirmişti.
Makamı İbrahim’in yanında, fakat biraz daha kuzeyde beyaz mermerden yapılmış, bir mimber durur.
Bu mimberin bulunduğu yere açılan sekiz ayrı giriş vardır.
Babı Beni Şeybe’nin yanında, Haceriesved’in tam karşısında, üzeri kubbeli Zemzem kuyusu vardır.
Kuyunun üstü bu küçük kubbe ile kapatılmıştır.
Alt katın avlusunda, suyu çıkrıkla çekilen başka bir kuyû daha vardır.
Burada ayrıca bir küçük mescit yapılmıştır.
Kâbe’nin dört duvarı yere kadar inen ve tabana bakırdan yapılmış halkalarla tutturulan, Araplar arasında kisve veya sitare diye adlandırılan siyah bir örtü ile örtülüdür.
Kapının ve üstten akan suları toplayan olukların bulunduğu yerlerde örtü düzgün bir biçimde kesilmiş, kenarları sırmalarla süslenmiştir.
Süregelen bir geleneğe göre Kâbe’nin örtüsü her yıl değiştirilir, yeni örtü yerine konduktan sonra eski örtü Beni Şeybe diye anılan Kâbe görevlilerinden biri tarafından düzgün parçalara bölünerek hacılara dağıtılır.
Bu örtü, Osmanlı imparatorluğu devrinde özel olarak Mısır’da dokutturulur ve «sürre» denen özel bir kervanla Kâbe’ye örtülmek üzere Mekke’ye gönderilirdi.
Eski örtü her yıl zilkade ayının 25. veya 28. günü çok kısa bir süre için kaldırılır, onun yerine geçici olarak yere yukarıdan iki metre yakınlığa kadar inen beyaz bir örtü çekilirdi.
Buna, «Kabe’nin ihrama girmesi» denirdi.
Hac töreninin bitiminde yeni örtü çekilir, kapı Mısır’da dokutturulan ve el-burku denen özel kumaşla örtülürdü.
Kabe Örtüsünün Değiştirme Töreni
Kâbe örtüsünün üzerine altın veya gümüş sırma ile Kelimei Şahadet işlenirdi, örtünün üzerine yukarıdan aşağı doğru hemen hemen üçte ikisini kuşatan altın işlemeli bir şerit (hizam) geçirilir, üzerine Kuran sureleri yazılırdı.
Bu yazıların çok güzel, ustaca olmasına, sanat değeri taşımasına itina edilirdi.
Kâbe’nin dış kısmında Makam adı ile anılan, değişik mezhebe bağlı kimselerin namaz kılmaları için yapılmış üç ayrı yer vardır.
Bunlar, mezhep kurucularının adıyla anılır.
Makamı Hanbelî, Makamı Hanefî, Makamı Maliki, Şafiî mezhebine bağlı olanlar için ayrı ve özel bir makam yoktur.
Bu mezhepten olanlar, Kâbe’ye geldikleri tören zamanlarında, ya Zemzem binasının damında veya Makamı İbrahim’in yanında namaz kılarlar.
Kabe Tarihi
Kâbe’nin ne zaman, kimler tarafından, hangi amaçlarla yapıldığı kesin olarak bilinememektedir.
Ortaya atılan söylentiler, efsane, masal veya zamanla bu nitelikleri kazanmış, gerçek kaynaklarından uzaklaşmış, tarih belgeleriyle ispat edilemeyen birer düşünceden öteye geçmemektedir.
İslâm dininin doğuşundan çok önceki çağlarda, buranın kutsal bir yer olduğu, putperest dinlerin yaygın bulunduğu çağlarda yaşayan insanlar tarafından buraya bazı kutsallıklar yükletildiği, eski dinler üzerinde yapılan incelemelerden anlaşılmaktadır.
Kâbe’nin kutsal bir nitelik kazanmasını bazı avrupalı tarihçiler zemzem’in varlığına bağlar.
Onlara göre, susuz çölün ortasında hayatî önemi olan bir suyun bulunması, ilk çağ insanı için kutsal nitelik taşıyan bir olaydır.
Birçok suyun, ırmak ve kaynağın kutsal sayılması bu yüzdendir, durum Kâbe için de aynıdır.
Kâbe ile ilgili ilk bilgileri veren Ptolemaios’un Mekke yerine Makoraba (Mabed) demesine bakılırsa bu sözün habeş dilinde mabed anlamına gelen Mikrab sözüyle yakın bir ilgisi vardır.
Bazı tarihçiler, kelimenin kaynağına, doğuş ve değişim biçimlerine bakarak, mikrab, Makoraba sözünden Kâbe’nin M.S. II. yy da kutsal bir yer olarak saygı gördüğünü ileri sürerler.
Kâbe konusunda bilgi veren kaynaklar arasında, M.S. VI. yy.da bu ülkeye bir sefer düzenleyen Abraha’dan söz eden eserler de vardır.
Bu eserler, dolayısıyla da olsa Kâbe’nin varlığını ve onun kutsal bir yer sayıldığını bildirir.
Bir ara Mekke’ye gelen Tubba Esad Ebu Karib-ül-Himyerî’nin Kâbe’ye, din tarihinde ilk defa bir örtü (kisve) çektiği, sürgülü bir kapı yaptırdığı ileri sürülür.
İslam Dini ve Kabe
Birer söylentiden öteye geçemeyen bu bilgilerden, Kâbe’nin İslâmlıktan çok önceki çağlarda da kutsal bir yer olarak saygı gördüğü, benimsendiği, zaman zaman çevresinde özel dinî törenlerin yapıldığı sonucu çıkarılmaktadır.
Bu söylentilerin yanı sıra, Kâbe’nin yapılışı ile ilgili değişik nitelikte söylentiler de vardır.
Bir söylentiye göre burasını Kuseyy yıktırıp yeniden yaptırmıştır.
Başka bir söylentiye göre de İslâmlıktan kısa bir süre önce, Kâbe’yi tütsüleyen bir kadın, elinde olmadan binayı tutuşturmuş, tahta olan yapı kısa bir sürede yanmıştır.
Bu yangından sonra Kâbe yeniden yapılmış, hattâ Cidde’de karaya oturan bir bizans gemisinin kerestesi binanın yapılmasında kullanılmıştır.
Gene eski bir söylentiye göre Kâbe’nin başlangıçta üstü açıktı, binanın yüksekliği ise ancak bir adam boyu kadardı.
Bu yüzden yağmurların yağması sonucu sık sık sel baskınına uğrar, harap olurdu.
Sonradan, bu durumlar göz önünde tutularak bina eskisine göre, biraz daha yükseltilmiş, içeriye ancak merdivenle girilebilecek bir duruma getirilmiştir.
Kâbe’nin içinde bulunduğu Mekke şehri, bazı tarihî belgelere göre 630 yılında müslümanlar tarafından alınmıştır.
Eskiden beri kutsallığını koruyan Kâbe yapısında, çevresinin düzeninde, Hz. Muhammed en küçük bir değişiklik yapmadı.
Ancak 683 yılında Kâbe, Abdullah bin Zübeyr tarafından onartıldı, bazı değişikliklere uğradı.
Abdullah bu sırada, düşmanı El-Hüseyin bin Numeyr’in saldırısına uğradı. El-Hüseyin Mekke’yi dolayısıyla Kâbe’yi kuşattı, çevresine mancınıklar yerleştirdi.
Yapılan savaş sırasında mancınıklarla atılan taşlar yüzünden Kâbe büyük yıkım gördü.
Abdullah, çadırını Kâbe’nin yanına kurdu.
Bu davranışı yüzünden kendisine «mabede sığınan» anlamında «El-eiz bi’l beyt» dendi.
Fakat Hüseyin onun bu tutumuna aldırış etmedi, saldırıya, mancınıklarla taş ve ateş atmaya devam etti.
Atılan yakıcı maddelerin etkisiyle Kâbe yandı.
Yangının doğurduğu yüksek sıcaklık sonucu Haceriesved çatladı, üçe bölündü.
El-Hüseyin bin Numeyr’in yönettiği emevî ordusunun çekilişinden sonra, Abdullah, Kâbe’nin yeniden yapılması, çevresinin onarılması işine koyuldu.
Mekke ilerigelenleriyle bu konuda görüştü, anlaşmaya vardı.
İş, Kâbe yıkıntılarının kaldırılmasına, yarı yanmış ağaçların çatıdan sökülüp indirilmesine gelince, oraya çalışmak için gelen işçiler ve halk ürktü, kutsal taşlara, ağaçlara dokunmaktan kaçındı, çarpılma korkusuna kapıldı. İşe el süren olmadı.
Bunun üzerine Abdullah, işçilerin çarpılmaktan korktuğu yanık ağaçları, yıkıntıları baltayle parçalamaya, söküp atmaya başladı.
Onun çarpılma-dığını gören işçiler, yardımcılar işe koyuldular.
Abdullah, bina yapılırken işçilerin korkmasını önlemek için, Kıble ile Matafın bulunduğu yeri örtmek için üzerine çatı biçiminde bir iskele kurdu, sonra beyaz bir örtüyle örttü, işçiler örtünün arkasında çalışmaya başladılar.
Bu çalışmalar yapılırken, Abdullah, Haceriesved’i bir kumaşa sararak, Dar-ün-Nedve’de bir sandık içinde sakladı.
Kâbe, bu çalışmalar sırasında mekke taşı ve yemen harcı kullanılarak yeniden yapıldı.
Hicr, yapının içine alındı. Doğu yönünde giriş, batı yönünde çıkış için iki ayrı kapı yapıldı.
Çevresi yeniden onarıldı, düzenlendi.
693 Yılında El-Haccac bir büyük saldırıyle Mekke’yi ele geçirdi.
Halife Abdülmelik ile özel bir anlaşma yaparak, Hicr’i Kâbe’den ayırdı, batı kapısını bir duvarla kapattırdı.
Bu olayla, Kâbe İslâmlıktan önce ki durumuna getirildi.
Daha sonraki çağlarda Kâbe, biçim bakımından önemli bir değişikliğe uğramadı.
Yapılan bütün çalışmalar, birer onarım veya küçük ilâveler olmaktan öteye geçmedi.
Cahiliye çağındaki durumuna getirilen Kâbe, birçok defa sel baskınına uğradı, harap oldu.
Bir ara, bu yöreleri ele geçiren Karmatîler, Haceriesved’i aldılar (629); yapılan anlaşmalar sonucunda tekrar eski yerine koydular.
Kanunî Sultan Süleyman, zamanla bozulan, bir ara çökmeye yüz tutan ahşap tavanı bir «irade» ile yeniden yaptırttı, çevresini onarttı (1553).
Kanunî’den sonra tekrar yıkılmaya yüztutan Kâbe, Sultan Ahmed tarafından onartıldı (1612).
1621 Yılında büyük bir depremde Makamı İbrahim ile Kâbe’nin üç yanı yıkıldı; Murad IV tarafından yeniden yaptırıldı (1629).
Kâbe’yi örtme geleneğinin Yemen melîki tarafından konduğu söylentisi de vardır.
Eskiden Kâbe örtüsü her yıl değiştirilmezdi.
örtüler genellikle üst üste konurdu.
Hatta, halife Ömer zamanında Kâbe’nin çatısı üst üste konan örtüler yüzünden neredeyse çökecekti.
Sonraki çağlarda, özellikle yakın zamanlarda, her yıl örtüyü değiştirme geleneği uygulanmaya başladı.
İslâmlığın ilk yıllarında, Aşure günü, Kâbe örtüsünün özel bir törenle yerine konma günüydü.
Kâbe’nin çevresinde görülen makam’ların Abbasîler zamanından kaldığı ileri sürülür.
Bugünkü binalar 1663, kubbe ise 1662 yılında yapılmıştır.
Kâbe’ye İslâmlıktan önceki putperestlik çağlarında da hediye getirmek, adak sunmak geleneği vardı.
Bu eski gelenek, İslâm dininin ortaya çıkışından sonra da korundu ve uygulandı.
Kâbeye sunulan hediyeler, adaklar sonucu büyük bir servet birikmeye başlayınca, Ömer, oraya konan altın ve gümüşleri kaldırtmak istedi, fakat Ali’nin direnişi karşısında bu isteğinden vaz geçti.
İslam Dini ve Kabe
Hicretin ikinci yılından itibaren Kâbe ve hac deyimleri vahiylerde geçmeye başladı.
Namaz sırasında Kudüs’e değil, Kâbe’ye (kıble) dönmenin gerekliliği, bir dinî emir olarak bildirildi. «Sana memnun olacağın bir kıble vereceğiz, yüzünü Mescidi Haram’a çevir» (Kur’an, Bakara suresi, ayet 139).
Kıblenin böyle ilâhî hükümlerle değiştirilmesi İbrahim’in dini ile İslâmlık arasında köklü bir bağlantının bulunması gereği olarak ileri sürüldü.
Hicretin altıncı yılında Mekke’deki ibadet yerlerinin kutsallığı Hudeybiye barışı ile daha önceden sağlanmıştı.
Sekizinci yılda Mekke alındı. O zamana kadar Kâbe’ye asılan ve sayılarının 360 olduğu söylenen putların hepsi indirildi.
Amru bin Luhayy’ın Kâbe’nin ortasında çukura koyduğu Hubel adlı put ile bütün peygamber tasvirleri ortadan kaldırıldı.
Hz. Muhammed, Mekke’yi aldıktan sonra, oradaki dinî ve dünyevî işlerle ilgili bütün törenleri yeniden, İslâm anlayışına, Kur’an hükümlerine uygun olarak düzene koydu.
Cahiliye çağında Kuseyy ile Heza kabilesi arasında yapılan bir savaş sonucu Kuseyy, Kâbe’ye hâkim olmuş, din ve dünya işlerini Dar-ün-Nedve’de görmeye başlamıştı.
Hacıların yemek (rifada), içmek (sikaya) ihtiyaçlarını sağlama, Kâbe’ye nezaret bu ailenin elindeydi.
Bu görevlere sıra ile Abd Menaf, Haşim, Abdulmuttalip, Abbas Ebu Talib, Abdullah, Osman, Abduluzza bakardı.
Mekke’nin alınışından sonra Hz. Muhammed’in amcası veya (bir söylentiye göre) Ali, bu görevi kendisinden istedi.
Bunun üzerine Hz. Muhammed, rifada ve sikaya’dan başka bütün görevleri kaldırdı.
Birinci görevi Abbas’a, ikinci görevi de Osman bin Talha’ya verdi.
Beni Şeybe ise Kâbe’nin kapıcısı olarak kaldı.
Rifada görevi Hicretin dokuzuncu yılında Ebubekir’e geçti. Onun ölümünden sonra, hacıların yiyip içme işleriyle halifeler ilgilendi.
Hicretin dokuzuncu yılında Ebubekir, hacca gelen ve orada toplanan hacılara, Hz. Muhammed adına, gereken emirleri bildirdi.
Bu tarihten sonra, putperestlerin Mekke’de yapılan dinî bayramlara katılmaları kesin olarak yasaklandı.
Hicretin onuncu yılında, Hz. Muhammed, hac törenlerini yönetti, hiç bir putperest buraya sokulmadı.
Böylece Kâbe, bir bütün olarak müslümanların kutsal yeri niteliğini kazandı, namazda herkesin yöneldiği ortak yön oldu.
Kabe’de iki önemli tören yapılır
1. binanın yıkanışı
2. açılışı. Açılma töreni, yılın belli günlerinde olur. önce erkekler, sonra kadınlar içeri girebilir.
içeri girmek için, yukarıda adı geçen merdiven kurulur.
Tören günleri, her yıl, Mekke makamlarınca belirlenir.
Bu törenlerin bazısı Hac ayına, bazısı da muharremin onuncu günü olan Aşure gününe rastlar.
Her müslüman için namazı Kâbe’de kılmak mutlu ve makbul sayılır.
Hac törenleri bittikten sonra zilhicce ayının sonunda, gene özel bir dinî törenle, Kâbe yıkanır.
Bu törende eşraf ve birçok hacı hazır bulunur.
İlk zamanlarda şerif adı verilen görevli Kâbe’ye gelir, iki rekât namaz kıldıktan sonra yeri zemzemle yıkardı, sonradan bu hizmetle görevli olanların sayısı arttırıldı.
Kâbe yıkanırken kullanılan su eşikte açılmış bir delikten akıp gider.
Duvarlar, hurma yapraklarından özel olarak yapılmış bir süpürgeyle süpürülür, temizlenir.
Sonra, şerif, Kâbe’nin içinde bulunan her şeyin üzerine gülsuyu, güzel kokular serper
Yıkama töreni bittikten sonra, Kâbe hac ayından önceki gibi görevliler tarafından kapanır, korunması, çevresinin bakımı, bekçiliği, gözetimi ilgililere verilir. Bu töreni şimdi Suudî Arabistan kralları yürütmektedir.
Tasavvufta Kabe Nedir
Sofilerin Kâbe ile ilgili görüşleri, dinin ileri sürdüğü, şeriatın değişmez birer kural olarak benimsediği görüşlerden farklıdır, imam Gazzalî’ye göre Kâbe’yi tavaf bir din görevidir, yapılması gerekir.
Ancak, gerçek Kâbe, Mekke’de değil insanın gönlündedir.
Taşlarla Örülen Kâbe ancak bir gerçek Kâbe, Mekke’de değil insanıngörünüştür, insanın içinden geçenleri dışa vurma, tören niteliğinde ortaya koyma yoludur.
En büyük hac, bir insanın gönlüne girmektir, Tanrı orada görünür (tecellî eder) [El-Fütuhat-ül-Mekkiye].
İnsan, bir bütün olarak, kendi özünde, evrenin bütün türlerini, varlık katlarını biraraya toplar.
Bu yüzden küçük âlemdir (âlemi suğra). Kâinatı kuran ve içinde her türlü varlığı toplayan bir bütündür.
Kâbe onun varlığındadır. öyleyse, insanı bir bütün olarak kavramak, anlamak, evreni tanımak, bilmek demektir. Evren, Tanrı’nın bir zuhur alanı olduğu için, sağ, sol, ön, arka, alt, üst gibi altı yön kıble’dir.
Tanrı bir yönde değil, her yöndedir.
Tasavvufta bu görüş, insanı bütün varlık türlerinin üstünde gören bir anlayışın ifadesidir.
Muhammed bin El-Fazl’a göre Kâbe, insanın içindedir, gönlüdür. İnsanın, Tanrı’yı, Tanrı evini şurada burada araması gereksizdir, gerçek Tanrı insanın özündedir.
Asıl hac, insan gönlünü yapmak, orada yer etmektir.
Bayezid Bistamî, bu konuda şöyle diyor: «İlk hacca gittiğim zaman yalnız Kâbe’yi gördüm.
Taşlardan yapılmış bir yerdi. İkinci gidişimde Kâbe’yi gördüğüm kadar Tanrı’yı da gördüm, üçüncü hacca gidişimde ise yalnız Tanrı’yı gördüm.
Gerçek beytullah insanın gönlüdür. İçinde Tanrı’nın bulunmadığı bir yeri dolaşmak insanın kendi kendini aldatmasıdır».
Bazı mutasavvıflara göre Kâbe’yi tavaf etmenin amacı Tanrı’nın evini gezmek, görmek, bir din gereğini yerine getirmekse de Mekke’ye gitmek zahirî, yalnız gösteriş ve görünüştür.
Gerçek Kâbe insan gönlüdür.
Kabe ve İnançlar
Kâbe’nin halk arasında kutsal bir yer olarak tanınmasının iki ayrı kaynağı vardır.
Bu iki kaynaktan birincisi Kâbe’nin İbrahim ile İsmail tarafından kurulmuş veya temellerinin atılmış olmasıdır (Bakara suresi, ayet 121).
Kâbe’nin yapılması için Tanrı’nın İbrahim’i görevlendirdiği söylenir.
İbrahim, Sakîna’nın kılavuzluğu altında Arabistan’a gelir, iki başlı bir yılan veya kasırga olarak nitelenen Sakîna, Kâbe’nin olduğu yere gelince durur, temellerin çevresine sarılarak, yapıyı kendi üzerine kurmasını söyler.
İbrahim, onun gölgesi üzerinde Kâbe’yi yapmaya başlar.
İsmail, kendisine yardım eder.
Yapıda kullanılması gereken taşları beş veya yedi dağdan, Hıra, Sabir, Lübnan, Zeytindağı, El-Cebelü’l Ahmer adlı dağlardan taşır.
Bina yükseldikçe, bugün «Makamı İbrahim» denen ve üzerinde onun ayak izleri bulunan taşın üzerine çıkar, o taşı bir yapı iskelesi gibi kullanarak binayı bitirir.
Sonra, Nuh tufanından beri Ebu Kubeys’te saklanan ve o zaman beyazken Cahiliye çağındaki dinsiz, günaha batmış insanların dokunmalarıyla kararan Haceriesved’i Cebrail ona getirir. Haceriesved Kâbe’ye konur.
İbrahim, yapım işi bittikten sonra damı olmayan Kâbe’nin duvarları üzerine çıkarak insanları hacca davet eder.
Her taraftan, bu davete «lebbeyke, Allahümme lebbeyk» sesleriyle karşılık verilir.
Kur’an’ın bildirdiğine göre (Âli imran suresi, ayet 90), insanlar için ilk yapılan ve temelleri İbrahim ve İsmail tarafından atılan ev Kâbe’dir, bu bina kutsaldır, âlemler için iyilik (hayır) kaynağıdır, ikinci görüşe göre Kâbe’nin temellerini atan Âdem’dir.
Âdem, cennetten kovulduktan sonra yeryüzüne çıkarak Mekke’ye gelir.
Cebrail, yedi kat yerin altında kanadıyla Kâbe’nin temelini çıkarır, melekler de Lübnan, Zeytindağı, Cûdî, Hırâ ve Sina’dan kayalar yuvarlayınca açılan temeller dolar.
Tanrı, Âdem’i, barınması için cennetten, kırmızı yakuttan yapılmış bir çadır ile beyaz yakuttan olan Haceriesved’i gönderir.
Sonradan kararan Haceriesved, Âdem’in iskemlesidir.
Başlangıçta Haceriesved bir melekti, Tanrı ona kıyamet günü dil vererek insanlar için tanıklık ettirecektir.
Kâbe’nin yeryüzüne indirilmesinin sebeplerinden biri de Âdem’in boyudur Adem’in boyu çok uzundur.
Arş’ta meleklerin teşbih seslerini duyar. Günah işleyerek cennetten kovulunca boyu kısalır.
Bu olaydan sonra, Âdem, göklerin kendisine kapanmış olduğunu ileri sürerek Tanrı’ya yalvarır.
Bunun üzerine Tanrı da ona meleklere yaraşır bir çadır gönderir ve melekleri temsilen o çadırın çevresini tavaf etmesini buyurur. O zamanlar Mekke’de Kâbe’yi kutsayacak kimse yoktu.
Adem gene, üzüntüye kapılarak Tanrı’ya yalvarır.
Bunun üzerine Tanrı, Âdeme buranın ilerde kutsal bir yer olacağını, insanların baş açık yalın ayak, ağlaya sızlaya tekbir getirerek bunun çevresini dolaşacağını vaat eder.
Efsaneye göre Âdem’in ölümünden sonra çocukları, özellikle Şid, Kâbe’yi onardılar.
Nuh tufanı her yeri olduğu gibi burayı da yıkıp götürdü.
Haceriesved ise melekler tarafından kaldırılarak Ebu Kubeys’te korundu.
Bazı söylentilere göre, tufandan Kâbe’ye zarar gelmemiş, Nuh peygamber onu tavaf etmiştir.
Başka bir söylentiye göre de, tufandan sonra Kâbe’den bir kırmızı tepe kalır, İbrahim Kâbe’yi yapmak istediği zaman bu tepenin yardımıyla yerini bulur.
Gene bir söylentiye göre, Kâbe’nin El-Ahsaf denen çukuru bir hazine olarak kullanılıyordu.
Curhum’lar zamanında burası birkaç defa yağma edilir.
Tanrı, buraya hâzineyi bekleyen bir yılan gönderir.
Kureyşliler Kâbe’yi yıkmak, hâzineyi yağmalamak istedikleri zaman, bir kuş gelerek onu çevre dağlarından birine kaçırıncaya kadar yılan oraya kimseyi sokmamıştır.