Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Bilim

Karma Felsefesi Nedir,Ne Demek

Karma Felsefesi Nedir,Karma Felsefesi Ne Demek,Buna, kişinin kendi sorumluluğu yasası diyebiliriz.

Reenkarnasyon kuramıyla birleşik olduğu gerçeği bunu geçersiz kılmaz, çünkü bunun tamamen şimdiki enkarnasyonumuzda iş başında olduğunu görebiliriz.

Karmanın gerçek anlamı “yapmak”tır, uygulamadaki anlamı ise, basit bir şekilde bir kişinin karmasının, onun kendi yaptığı işler olduğudur.

Karma terimi, özgün ifadesinde zihinsel eylemleri içerir buna göre; kendimizi, şu an ne isek, kendi eylemlerimizle yapmışızdır.

Karma, Evren Zihninin, uymayı gerçekleştirme, dengeyi yenileme ve telafi etmeye yarayan bir denge ortaya çıkarma gücüdür.

Sonuç olarak, herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde ve zamanda yaptığımız bir şey, eninde sonunda bize geri dönecektir.

Yapılan hiçbir iş boşa gitmez; er geç yapan kişiye değiştirilemez bir biçimde geri dönecek olan meyveyi taşıyacaktır.

Karma, kendi kendine işleyen bir güçtür. Hiç kimse, insan ya da insanüstü, bunu işletmek zorunda değildir.

Bu öğreti, bizi uyuşuk kaderciler haline getirmez, çünkü kendini beğenmiş bireyciler olarak şişinmemize izin vermez.

Berbat bir zayıflık konusunda bir özür de sunmaz, ya da yanılsatıcı bir gücü desteklemez.

Bize gerçekten olanaklarımız konusunda dengeli bir bakış, güçlerimiz konusunda mantıklı bir bakış esinler.

Materyalistler, evreni, kaderimiz, düşüncelerimiz ve eylemlerimizin tümüyle fiziksel çevremiz tarafından belirlendiği engin bir hapishane biçiminde berbat bir tablo olarak resmederler.

Doğulular arasındaki bilgisizler, tanrısal önceden belirlenmişliğin mahkumları, aciz bir şekilde, bir aşağı bir yukarı adımladığımız kilitli bir dünyada yaşar.

Karma, bu iki kasvetli savı da çürütür; kendimizi ve çevremizi biçimlendirme konusunda bize yeterli özgürlüğü verir.

Kendi gelişimimizle, çevremizi etkiler ya da zenginleştiririz, Doğa’ya yardımcı olur ya da onu engelleriz, aynı zamanda bunun tersi de doğrudur.

Karma kaderimizin kapısı önünde zavallı dilenciler gibi beklemek zorunda olduğumuzu söylemez.

Geçmiş özgür irademiz, şimdiki kaderimizin kaynağı olacaktır, tıpkı şimdiki özgür irademizin, gelecekteki kaderimizin kaynağı olacağı gibi.

Sonuç olarak, en güçlü faktör, özgür irademizdir.

Bu nedenle, belirsiz bir kadercilik ya da aşırı güvene yer yoktur.

Hiçbirimiz suçu başka bir şeye ya da başka bir kişiye yükleyerek, dış çevreyi ve kendi içsel görüş açımızı biçimlendirme konusundaki kişisel sorumluluğumuzdan kaçamayız.

Engellerle mücadele eden herkes usta besteci Beethoven’ın elinden, bir kadeh ilham şarabı içmelidir.

Müziğin büyülü nağmelerini işitmeye çabalayan Beethoven, tamamen sağırdı.

Yaşamı tümüyle başkaları için melodik kompozisyonlara adanmış olan Beethoven, bir gün kendi kompozisyonlarını işitemez hale gelmişti.

Bu onu hayal kırıklığına uğrattı, ama cesaretini kıramadı.

Bu sorunla sağlam bir yürekle yüzleştikten sonra, “Kader ile boğuşacağım; beni asla alaşağı edemeyecek!” dedi.

Çalışmalarına devam etti ve dünyaya daha muhteşem, daha görkemli şeyler verdi, çünkü acısı içinde öğrendiği şeyi, şarkılarda öğretti.

Karma, biri genel biri de özel olan iki katlı bir yasadır.

İlki mutlaktır, evrendeki her şeye de uygulanabilir, çünkü basit bir şekilde, her ayrı varlığın, kendi sürekliliğinin yasasıdır.

İster bir gezegen olsun, ister bir protoplazma, önceki varoluşunun özelliklerini aktarmak, bu yüzden de sonucu, nedene ayarlamak zorundadır.

İkincisi ise mevcut durumdur, yalnızca kendiliğinin şuuruna varan, böylelikle eylemlerinin başlangıcını beşeri varlıklarla sınırlayan bireyler için geçerlidir.

Bu, bireyi düşüncelerden ve kendi düşüncelerinden doğan eylemlerden sorumlu kılar.

Evren, yerkürenin eksenleri üzerinde ya da gezegenlerin güneşin çevresinde dönmesinde olduğu gibi, bir tür dengeleyici düzen olmasaydı var olamazdı.

Bir parça düşünmek, insanların kendi aralarında ve Dünya Zihni [Tanrı] ile ilişkilerinde de aynı ilkeyi gösterecektir.

Bu ilke, burada kendini karma olarak ortaya koyuyor.

Karmayı evrensel güçten ayırmak ve ayrı bir güç olarak ele almak hata olacaktır.

Bu hata, kozmosun kendini göstermesinde karmanın rolünü anlamadaki güçlüğü açıklamaktadır.

Karmayı, Tanrı’nın bir yönü ve Tanrı’dan ayrılamaz bir şey ya da Tanrı’nın varlığının kendini gösterme biçimlerinden biri olarak ele alın.

Benliğin dışında, insafsızca aciz teslimiyetimiz için emirlerini buyuran bir güç olduğuna inanılırsa karmanın asıl doğası kavranamaz.

Tersine, tüm dünyanın zihinsel olduğu gerçeği nedeniyle, o da, her şeyde ve herkeste işleyen bir güçtür.

Bu, başımıza gelen şeylerin, en içteki varlığımızın gizli iradesiyle gerçekleştiğine dair açık bir anlam ortaya çıkarır.

Bu açıdan bakıldığında, belki katlanmak zorunda olduğumuz acılar mutlak anlamda birer kötülük değil, sadece o an için kötülüktür ve kör bir dışsal ve insafsız kuvvet olarak gözüken şey, gerçekte bilinçli, içsel ve arındırıcı bir kuvvettir.

“Karma” sözcüğünün doğru anlamı, beden, konuşma ve zihin aracılığıyla yapılan iradeli eylemdir.

Bu eylemin sonuçlarını, özellikle yeniden doğmayı ortaya çıkaran ya da bunu etkileyenleri içermez.

Böyle bir dahil etme popüler kavramlara girmiştir, ama söz konusu terimin aslından uzak bir kullanımını göstermektedir.

Karma, sonuç değil, iradeyle yola çıkan sebeptir.

Bu nedenle “Karşılık Yasası” terimi, tatmin edici değildir ve daha iyi bir terime ihtiyaç vardır.

Karşılık yasası terimini, yansıma yasası olarak yeniden adlandırmak belki de daha iyi olacaktır.

Çünkü yapılan iş, sanki muazzam kozmik bir ayna tarafından, her eylemin, bu eylemi yapan kişiye geri yansıtılması, her düşüncenin, kaynağına geri yansıtılmasıdır.

Belki de karşılık fikri oldukça güçlü, saklı bir ahlaksal anlam içeriyor, bu yüzden de “karma” sözcüğünün doğru karşılığı olma konusunda son derece dar bir mana taşımaktadır.

Sonuçlar yasası, asıl olarak etik bir yasa değildir: Etik bir yanı olduğunu söylemek, daha uygun olabilir.

Bir karma “yasa”sından söz etmek yanlıştır ve bilimsel değildir.

Karma, uyulacak ya da uyulmayacak bir yasa değildir, yanlış yapan kişilere yönelik bir ceza kanunu da değildir.

O sadece, kaçınılamaz sonuçlarla ilgili bir ilkedir.

Karma, insanın davranış alanında karakterden ne fazla ne de eksikliği.

Gerçekten de ihtiyacımız kadar özgür iradeye sahibiz. Farkına varamayacak kadar kör olduğumuz için sunulan fırsatlardan yararlanamazsak, hata bizdedir.

Başlangıçta ve yüzeysel olarak yararlı olan, ama mutlak olarak ve derinlemesine bakıldığında kendi çıkarımıza ters düşen bir eyleme girişirsek ve bu eylem de bizi arka arkaya başka istenmeyen eylemlerden oluşan tüm bir diziye kendi sırasında ulaştırırsa, karmanın acımasızlığına değil, kendi akılsızlığımıza ağlamalıyız.

Bir alışkanlık olarak kendine acıyıp duranlar karmada kullanışlı bir günah keçisi bulabilirler, ama gerçek insanlığın zihinsel niteliklerinin ve etik standartların, kaderimizi önceden kararlaştıran gizli faktörler olduğudur.

Karma, zihnimizi köreltmesi ya da ellerimizi felç etmesi gereken bir fikir değildir.

Karma, uluslarda ve bireylerde etik bir sorumluluk duygusu uyandırarak, onları geçmiş hatalardan kaynaklanan yaraları gönüllü olarak iyileştirmeye ikna eden pozitif bir değere ve düzeltici bir etkiye sahiptir.

Geçmiş yüzyılların etiği, belki de var olan bir Tanrı’nın belirsiz korkuları üzerine kurulmuştu; içinde bulunduğumuz yüzyılın etiği ise, tümüyle var olmayan bir Tanrı’ya karşı tam bir kayıtsızlık üzerine kurulu.

İlki, davranışta bazı sınırlamalara yol açtı, ikincisinin yol açtığı şey ise hiç. Geleceğin etiği, karma gücünün rasyonel anlayışı ve kişisel sorumluluk yasası üzerine kurulacaktır; bu da, davranışta doğru bir sınırlamaya yol açacaktır.

Çünkü, yaşamın çevresel kısıtlamalarını, çabalanmamış hazları ve kaçınılmaz sıkıntıları düşündüğümüzde, yavaşça karmanın gücüyle ilgili bir algıya varırız.

Karmada çağdaş tarihimizin birçok sorunuyla ilgili bir anahtar buluruz.

Karma, şimdiki kısmetimizin kozasını, büyük ölçüde geçmiş dünyevi yaşamlar ve şimdiki yeniden bedenlenişimiz süresince kendimizin ördüğü düşünceler ve eylemlerle hazırlamış olduğumuz konusunda bizi uyaran bir doktrindir.

Ve bu doktrin tek tek bireylerin tarihine olduğu kadar tüm insanların tarihine de uygulanabilir durumdadır.

Bunun doğal sonucu, karakterlerimiz ve zihinlerimizin, çağlar boyunca zahmet ve sıkıntı içinde olduğudur; bazıları saçları ağarmış bir geçmişin engin tecrübesiyle yaşlıdır, ama pek çoğu genç, akılsız ve terbiye olmamıştır.

Verdiği ders kimsenin kaderinin ve bireysel anlamda talihin değişen gelgitlerinin anlamsız olmadığıdır.

Tersine, felsefi düşüncelere davetiye çıkarırlar, bu şekilde ihmal edilmiş görevler ya da olumlu yanlış yapmaların nasıl olup da sıkıntılarımızın gizli kökü olduklarını anlayabiliriz.

Karma ilkesini doğru olarak anlayanlar, onu dışsal, bağımsız bir kader olarak yanlış anlamayan ve aslen eylemlerimizle harekete geçirilen bir kuvvet olarak görenler aynı zamanda insan yaşamında acı çekmenin oynadığı anlamlı rolü de anlarlar.

Hak edilmiş ceza aslında ham bir eğitim biçimidir. Düşünceli kişiler kendi kederlerinden dersler çıkarır ve aynı günah ya da aynı hatayı ikinci kez işlememeye karar verirler.

İnsan iradesi tarafından yapılmış olan karma insani değişikliklere tabidir.

Daha yüksek bir gücün buyurduğu kader ise buna tabi değildir. Genel anlamda ölüm gerçeği kaderle ilgili bir örnektir, bu anlamda şair James Shirley’nin dizesi doğrudur: “Kadere karşı hiçbir zırh yoktur.” Ancak özel anlamda ölüm gerçeği, zamanı ve biçimi, değiştirilebilir.

Yaşamın gidişatının önceden kararlaştırıldığı doğru olsa, bu mutlaka yaşamın keyfi bir şekilde önceden kararlaştırıldığı anlamına gelmek zorunda değildir.

Hayır, karakterinizin iyi ve kötü nitelikleri, kapasitelerinizin gelişmesi ya da gelişmemesi ve tesadüfen ya da bir nedene bağlı o olarak alınan kararlar yaşamınızın gerçek belirleyenleridir.

Davranış ve sonuç, düşünce ve çevre, karakter ve alın yazısı arasında kaçınılmaz bir denklem vardır. İşte, karma budur; yaratıcı eşitlik yasası.

İmgeleme süreçleri sonsuzdur, ardı arkası kesilmez.

Zihnin, kendi dinamik karakteri nedeniyle bir fikrin bir başka fikre yol açması gerektiği, zihnin doğasında var olan bir şeydir.

Karma, işte bu ikisini bağlayan yasadır.

Karmanın iki katlı bir karakteri vardır.

İnsan aklının tasarlayabileceği hiçbir şeyin değiştiremeyeceği bir türü ve bir de, karşı düşünceler ve karşı eylemlerle ya da tövbe ve dua ile değiştirebileceğimiz bir türü bulunmaktadır.

Kötü karma, kurnazlıkla değiştirilebilse bile ahlaksal tövbe olmaksızın ortadan kaldırılamaz.

Karmanın özgün anlamıyla, zamanın akışı içinde buna verilmiş olan anlam arasında, büyük ve açık bir faktör vardır…

Karma doğumdan önceki gebe kalma anından ölümden sonraki ölüyü yakma anına kadar insanların yaşamını tamamen önceden kararlaştırdığı ve biçimlendirdiği anlamına gelmeye başlamıştır, oysa özgün anlamı sadece kişinin alışılmış düşünce ve eylemlerinin sonuçlarından kurtulamayacağıdır.

Yaşamdaki başarıların ya da başarısızlıkların büyük ölçüde kendi elimizde olduğu, hoşnutluk ya da kederin kaçınılmaz biçimde erdem ya da yanlış yapmanın ayak izlerini takip ettiği anlamına gelir.

Yetenek ya da hırs, fırsat ya da soyaçekim, kişiyi zenginliğe ulaştıran şey her ne ise bu, bizzat o kişinin karmasının ürünüdür.

Şimdi, bize geçmişten gelir, gelecek de, şimdide oluşturulmaktadır.

Bunların üçü de birbirine bağlıdır…

İnsan yaşamının daha yüce bir güce tabi olduğu; her birimizin, eylemlerimizden daha yüce bir yasaya, karşı sorumlu olduğumuz ve yapılan hataların cezalarından ya da doğruluğun ödülünden kaçamayacağımız fikri, insan kültüründe bulunan en eski fikirlerden biridir.

Eski Roma’nın Stoacıları bu fikre sahipti ve buna Kader demişlerdi. Eski Yunan’ın Eflatuncuları da bu fikre sahipti ve buna Alın Yazısı adını vermişlerdi.

Hintlilerde de, genellikle Budistler ve Hindularda da bu fikir vardı, hala da vardır ve adına Karma denir.

Dünya Fikrinin ifşası, dinsel mistiklerin karşısına çıktığında, buna yalnızca “Tanrı’nın İradesi” diyebileceklerdir.

Yunanlıların karşısına çıktığında, bunu “Gereklilik” olarak adlandırmışlardır.

Hintliler ise buna “Karma” demiştir.

Bunun yankıları bilimsel düşünürler tarafından işitildiğinde ise bu düşünürler buna “Doğanın yasaları” demiştir.

Görebilecek gözü olan bir kişi evrenin kendisinin akıl içeren ve anlaşılabilir bir düzen içinde olduğunu açığa vurduğunu görebilir. Keyfi kapris, zamanın bir yerinde dünyayı yaratmadı.

O zamandan beri de, kör bir düzensizlik hüküm sürmemiştir.

Bu evrensel varoluşta, gerçek anlam vardır, katı bir yasa vardır, hakiki bir tutarlılık vardır, taştan çiçeğe, canavardan insana, bütünleşmenin daha yüksek düzeylerine doğru bir hareket vardır.

Bu anlaşıldığında, karmanın yalnızca aktarılan eski etkilerin ya da kendini yeniden oluşturmanın veya ahlaksal cezalandırıcı adaletin bir yasası değil, aynı zamanda, çok daha büyük bir şey olduğu da anlaşılabilir.

Bireysel anlamda işleyişi, evrensel işleyişe ayarlama eğilimi gösteren ebedi ve ezeli bir yasa vardır.

Bir bütün olarak kendi bütünleyici dengesiyle evrenin sayısız birimini uyum içinde tutacak biçimde evren için çalışır.

Ceza, küçük bir ortak merkezli dairenin daha büyük olan başka bir dairenin içine düşmesi gibi, sadece bu etkinliğin içine düşer.

Her bireyin varoluşunun sonuçları, her kişinin düşünce ve eyleminin kalıtımı kontrol edilmek durumundadır, bu şekilde bunlar sonunda kozmosun kendisinin o daha büyük düzenliliğine uyacaktır.

Her parça, bütüne bağlıdır.

Bu nedenle her şey, mutlak doğruluğa eğilim gösterir.

Aslında evrenin gizli özünde, bu tür anlamlı bir dengeye sahip olduğunu görmek rahatlatıcı bir durumdur.

Karmanın ezoterik yorumu, tümüyle yalıtılmış bir kişinin, yalnızca bir hayal ürünümüz olduğunun, herkesin, yaşamının yerel, ulusal, kıtasal, en sonunda da gezegenlerle ilgili bir boyutun sürekli genişleyen döngüleriyle, tüm insanlığın yaşamıyla birbirine sarıldığının farkına varmak; her düşüncenin, dünyanın baskın zihinsel atmosferinden etkilendiğinin; her eylemin de, insanlığın genel anlamda etkinliğince verilen baskın ve güçlü telkininin işbirliğiyle bilinçdışı bir şekilde yapıldığının farkına varılmasıdır.

Her birimizin düşündüğü ve yaptığı şeyin sonuçları, bir ırmak ayağı gibi toplumun daha büyük nehrine akar ve orada sayısız diğer kaynaktan gelen sulara katılır.

Bu, karmayı, tüm bu karşılıklı ilişkilerin sonucu haline getirir, bu nedenle de onu kişisel bir düzeyden kolektif bir düzeye çıkarır.

Yani, “ben”, diğer tüm bireyler tarafından ortaya çıkarılan karmada, bir bireyin payıdır, diğer yandan onların da, benimkinde bir payı vardır.

Bununla birlikte bu “ben”in kendi kişisel geçmiş etkinliğimin sonuçlarından en büyük payı almasında ve insanlığın etkinliğinin geri kalanının sonuçlarının en küçük payı arasında bir fark vardır.

Bu nedenle, üstü kapalı bir şekilde düşündüğümüz şey, her acının hak edilmediği, ama telafi etme niteliğindeki iyi talihin buna dayanarak oyuna katıldığıdır.

İnsanlığın karşılıklı olarak birbirine bağlılığı yüzünden kişisel olarak hak etmediğimiz bir acı çekmek zorundaysak, aynı karşılıklı bağlılık nedeniyle genel anlamda iyi karmadan hak edilmemiş yararlar görebileceğimiz ifadesi de aynı derecede doğru olur.

Bu yüzden karmanın bu kolektif işleyişi, her iki şekilde de kesen iki kenarlı bir kılıca benzer: Bir tarafı acı verici, diğeri ise zevkli. Ezoterik görüş bu doktrinin popüler biçimine yeni bir yüz getirirken genel olarak arka planda tutulmuşsa, bunun tek nedeni, insanların ortak anlamda mutluluk ve sağlık içinde yaşamaktan çok, kendi kişisel mutluluk ve sağlık içinde yaşamalarıyla daha çok ilgilenmeleridir…

Başkalarıyla ortak yaşarız, ortak günah işleriz ve bunun bedelini ortaklaşa ödemek zorundayız.

Bu son sözdür, belki de arkadaşlarını geride bırakmış olanları yıldırmak, ama geride kalmış olanları cesaretlendirmek.

Bu daha geniş bakış açısına göre karma, bizim bir bütün olarak toplumla acı çekmemizi ve toplumla sevinmemizi sağlar.

Bu nedenle, kendi mutluluk ve sağlık içinde yaşamamızı, toplumsal anlamda mutluluk ve sağlıktan ayıramayız.

İçsel yalıtımdan kurtulmak ve çıkarlarımızı Tümel Yaşam’ınkilere katmak zorundayız.

Sınıflar, uluslar ve ırklar arasında kine gerek yoktur, büyük ya da küçük olsun, farklı gruplar arasında nefret ve çatışmaya gerek yoktur.

Bunların tümü, eninde sonunda karşılıklı olarak birbirine bağlıdır.

Ayrılıkları, bireylerin ayrılığı kadar büyük bir yanılsamadır, ama bu gerçeği yalnızca felsefe ve tarih kanıtlar.

Bugün hepimizin kendini içinde bulduğu durum, karşılıklı çıkarlarımızdaki bu zorlu mücadeleyi gerektiren gerçekliğin kabul edilmesini gerektirir.

İnsanlar mutsuz geçmişleri için acıyla inler ve bu geçmişi değiştiremeyecekleri için sızlanırlar; fakat şu an gerçekleştirmekle meşgul oldukları mutsuz geleceği yeniden yapmayı ihmal ederler.

Uzun vadeli karmik bakış açısına göre düşünüldüğünde, her birimiz kendi dünyamızı ve ortamımızı yaratırız.

Bu yüzden, rahatlığımız ya da acınacak durumumuz için kendimiz dışında teşekkür edecek ya da suçlayacak kimse yoktur.

Özgür iradenin şimdiki doğru ya da yanlış kullanımının, hemen şu an, gelecek yaşamın koşullarını ve durumlarını belirliyor olduğunu da unutmamak gerekir.

Kötü durumlarla karşılaşmak zorunda kaldığımızda pişmanlık duymak mesele değildir, asıl mesele bu konuda neler yapabileceğiniz hakkında zorlu bir mücadeleye girmektir.

Bu durumlar üçlü bir olasılık sunar: kötüleme, durgunluk ya da gelişme.

Zihniniz bu fikirlere yeterince uzun süre alışmış olduğunda ve bu fikirler kendi düşünüşünüzün ürünleri ve kendi deneyiminizin sonuçları olarak yeniden yaratıldığında, alın yazısının zorlu mücadele gerektiren durumları ve talihin değişimleriyle önceden bilinmeyen bir güç ve bilgelikle karşılaşabilirinizi sağlayacaktır.

Kaçınılmaz biçimde eylemlerinizin sonuçlarını alacağınız öğretisi rasyonel bilgi gereksinimi ve duygusal adalet ihtiyacı aracılığıyla tamamen kabul kazandığında; bu fikir belli bir derecede içten bir kuvvet ve entelektüel açıklığa ulaştığında; doğasında varolan gerçekliği inanılır, adilliği de teselli edici olarak kabul edildiğinde ve dünyaya bakış açınızda dinamik olmaya başladığında; işte o zaman, yalnızca dış yaşamınızda etki göstermeye başlamakla kalmayacak, aynı zamanda onu etkilemesi de durdurulamayacaktır.

Görünüşe göre böyle olmadığı yerlerde, bunun nedeni her zaman ya kabulün sadece yüzeysel ve sözde olması ya da doğasında var olan bencillik ve terbiye edilmemiş duygunun kendisini bilinçaltı karakterde kabul ettirmeleridir.

İlk durumda doktrin Doğu’da çoğu kez görüldüğü gibi, yalnızca bozulmuş gelenekle ya da papağan gibi duyduğunu söylemekle bilinir.

Sıradan kabulü yoluyla asla derin bir inanca dönmemiş, sonuç olarak da etik anlamda disiplinsel yönünün büyük bölümünü kaybetmiştir.

İkinci durumda ise kompleksler kişi farkında olmadan iş başındadır ve onun doktrine tüm ağırlığı vermesini engeller. Söylenen şu, düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeyi eninde sonunda yapma eğiliminde olmamız gerçekleşmesi kendiliğinden belirli bir durumdur.

Bir kez bir düşünce serisi ya da eylem yeterince güçlü olduğunda, bunun karmik sonucu pozlandırılmış bir fotoğraf filmindeki bir resim kadar kaçınılmazdır.

Karmik kuvvet belli bir hız kazandığında ileriye doğru hareketi her ne kadar değiştirilebilse de artık durdurulamaz. Bunun, istenmeyen gelişimleri başlangıçta durdurmak, böylece karmik enerjileri değiştirilemez biçimde kesin hale gelmeden önce söndürmek için felsefi bir düstur olmasının nedeni budur.

Belli bir gelişim ve güç dolgunluğuna ulaşmamış olan bir düşünce karmik sonuçlar üretmeyecektir.

Yanlış düşüncelerin başlangıçta durdurulmasının önemine böyle işaret edilir.

Bir kişideki kötü bir eğilimle ya da bir ulustaki kötü bir hareketle mücadele etme biçimi bunu, moment kazanmadan önceki başlangıç evreleri sürecinde durdurmaktır.

Çünkü bunu başlangıçta engellemek, daha sonra güçlendiği zaman engellemekten daha kolaydır.

Gerçekte içteki kusurlarınızın dışarıdaki bir yansıması olan şeyi, izlenemeyen bir alın yazısı ya da zorlu bir çevre tarafından üzerinize yüklenmiş olan şeyden ayırmak için sıkıntılarınızla ilgili kendi sorumluluğunuzun tam olarak nerede başladığını öğrenmek, sizin için değerli bir egzersiz olur.

“Neyi yanlış yaptım?” ve “Neyi yapmadan bıraktım?” gibi sorularla her gece yapılan Fisagorcu kendini sorgulama uygulaması; tutkunun etkisi altındayken hiçbir şey yapmama ve söylememe uygulamaları gibi, yapılan şeylerdeki kötü karmayı etkisiz hale getirmek için yapılan mükemmel bir uygulamadır.

Karma sizin bir parçanızdır ve ondan kaçamazsınız.

Ama, nasıl kendinizde bazı değişiklikler yapabiliyorsanız, karmada da bunların yansımaları oluşabilir.

Fakat, kendi talihlerinizi kişisel olmayan bir şekilde ve yakınmadan yargılayabildiğinizde, alın yazınızın gizemini ve neden belirli bir yönde gitmiş olduğunu anlama kapasitesi geliştirebilirsiniz.

Karma, bir kişinin düşündüğü ve yaptığı şeylerin tam ve kesin sonucudur.

Olaylara ve durumlara verdiğiniz tepki, ne olduğunuzun ve gelişim basamaklarındaki yerinizin ne olduğunun tam ve kesin sonucudur.

Bu yüzden daha az tepki, dolayısıyla daha iyi bir talih, ancak gelişim sürecinde ilerlediğinizde ortaya çıkabilir.

Nereye giderseniz gidin, zihniniz, kalbiniz, karakteriniz hala sizinle birliktedir. Bunlar sıkıntılarınızın gerçek yazarlarıdır. Psişik yaşamınızı, yani kendinizi değiştirmeye başlamadığınız sürece, dışarıdaki hiçbir şey bu sıkıntıları değiştiremez.

Dış yaşamınızın görünümünün kendi görüşlerinizi karşılamasını istersiniz. Ama tüm çabanıza karşın Tanrı ile içsel uyumunuzu bulamamışsanız bu asla gerçekleşmeyecektir.

Tüm tılsımlı önlemler, değerli taş etkileri, vb. gibi şeyler iş başında olan diğer etkileri (karmik, çevresel ve kişisel) artırabilir ya da değiştirebilir; ancak kendi başlarına etkili olmazlar. Hakim olan düşüncelerin türünü değiştirerek, özellikle olumsuz, zararlı ve yıkıcı düşünceleri dışarıda bırakarak, rehberlik için duayla birlikte, bu şekilde daha çok şey yapılabilir.

Kötü karmanın (karşılık) etkilerini değiştirme çabalarınız, herhangi birini şimdiki yaşamda etkin olan sebeplere kadar muhtemelen izleyebileceğiniz yerde, hem başkalarına yapılan yanlışlar hem de kendinize yapılan kötülükler için duyulan vicdan azabını içermelidir. Vicdan azabı duygusu ilk başta doğal olarak ortaya çıkmıyorsa, kişisel olmayan bir bakış açısından yanlış eylemlerinizi yemden düşünmek için sarf edilen birkaç çabadan sonra.görünebilir.

Geçmişinizin önemli günahları ve hataları üzerinde doğru şekilde sürekli düşünme, nasıl davranmış olmanız gerektiğinin resmine karşı gerçek davranışınızın resmini oluşturmak yoğunluğu karakterinizi arındırmaya ve davranışınızı düzeltmeye yardımcı olacak derin bir üzüntü ve pişmanlık duygusunu zamanla ortaya çıkarabilir. Bu tür sık ve tarafsız geçmişe bakışlarla, geçmişteki yanlış davranışın verdiği dersler tamamen öğrenilmişse, Yüce Benliğin lütfunun acı çekilmek için bekleyen kötü karmanın kaydım silebilmesi ya da en azından bunu değiştirebilmesi daha da mümkün olur.

İyi talihleri olanları kıskanmayın. Tanrılar onlara iyi karmadan bir parça ayırmıştır, ama bu tükendiğinde, içsel spiritüel serveti olanların dışındakiler, birçok şeyden mahrum edileceklerdir.

Karma kenar mahallede doğmuş bir kişinin ölene kadar orada kalmak zorunda olduğunu söylemez. Onları oraya yerleştirmiştir, doğru; ama zeka ve kişisel çabaların kullanılmasıyla onları oradan kurtulabilirler. Bununla birlikte, diledikleri her şeyi yapamayacakları da doğrudur, çünkü sahip olduklarıyla başlamak ve kendilerini geliştirmek zorundadırlar. Sir Archibald Wavell “Cesur olmadığı sürece, hiçbir general şanslı olamaz,” demiştir. Yaşamın savaş alanında da aynı şey geçerlidir. Cepheden zaferle ayrılmak istiyorsak bir iki risk almaya hazırlanmış olmalıyız.

Sonuçlar yasasını bir kez gerçekten ciddiye almışsanız, başka bir kişiyi isteyerek ya da bilerek incitemezsiniz. Bu çok aslidir, çünkü kendinizi incitmek istemeyeceksinizdir.

Sadece hareketlerinizin değil; bakış açınızın ve tavırlarınızın sonuçlarım da önceden görmelisiniz.

Bir kişiden herhangi bir şikayetiniz varsa ya da başka bir kişiye karşı öfke, içerleme veya nefret duyguları taşıdığınızın bilincindeyseniz, İsa’nın sözünü dinleyin ve güneşin, gazabınız içinde batmasına izin vermeyin. Bu, o kişileri, kendi uzun deneyimlerinin ve yaşam hakkındaki kişisel düşünüş tarzlarının bir sonucu, dolayısıyla da, kendi geçmişlerinin kurbanları olarak görmeniz gerektiği anlamına gelir; daha iyi bir şekilde davranamazlar, çünkü daha iyisini bilmiyorlar.

Bu durumda, yapılmış olan yanlış ne olursa olsun, otomatik olarak karmik cezalandırmanın kapsamı altına girmiş olacağını kavrayın. Sonuç olarak, sizin işiniz başka bir kişiyi kınamak ya da cezalandırmak değil, uzakta durmak ve onunla ilgilenmeyi karma yasasına bırakmaktır. Sizin düşen, anlamak ve suçlamamaktır. İnsanları oldukları gibi, kınamadan kabul etmeyi öğrenmelisiniz.

Kesinlikle onlara karşı herhangi bir kişisel düşmanlık ifade etmemeye ya da duygusal içerleme hissetmemeye çalışmalısınız. Kendi bilincinizi başka kişilerin kötülüğü, hata yapmaları, zayıflığı ya da kusurlarının üstünde tutmalı ve bunların bilincinize girmesine izin vermemelisiniz; alt benliğinizde olumsuz tepkiler uyandırmalarına olanak tanıdığınızda olan şey budur.

Duygusal yaşamınızdan bu tür zararlı otları kökünden söküp atmak için hemen ve sürekli bir çaba sarf etmelisiniz. Ama bunu yapma biçimi, kendinizi diğer kişinin kusurları, eksiklikleri ve hata yapmalarına karşı körleştirmek değildir. İstenmeyen şeylerle ilgilenmek zahmetine katlanarak da yapılmamalıdır.

Bir öğrencinin başkalarındaki kötülüğü artık aramaması gerektiğini söyleyen bazı iyi niyetli ahlakçılar diğer uca geçer ve yalnızca iyiyi aramamız gerektiğini söylerler. Bununla birlikte, felsefe bizden zayıf olanı yargılamaya hiç, bu kişileri kınamaya da pek hakkımız olmadığına işaret etmek dışında, her iki görüş açısını da onaylamaz. Bunun dışında, başkalarında yalnızca iyiyi aramanın bu kişilerle ilgili yanlış bir resim ortaya çıkarabileceğini söylerler, çünkü doğru bir resim parlak ve karanlık yanları birleştirmek durumundadır.

Bu nedenle, zihinsel olarak onları yalnız bırakmayı ve haklarında herhangi bir değer biçme işine girmemeyi, kendi meseleleriyle ilgilenmeyi ve onları kendi karmalarının şaşmaz adaletine bırakmayı tercih eder. Bu kuralın tek istisnası, ilgilendiğiniz kişinin karakterini anlamayı sizin için zorunlu hale getiren başka kişilerle ilgilenmeye zorlandığınız durumda görülür; ama bu anlama adil, haklı, soğukkanlılıkla yapılmış, tarafsız ve önyargısız olmalıdır.

Özellikle kişisel duygular ya da egoist tepkiler uyandırmamalıdır: Kısacası, kesinlikle kişisel olmamak zorunda kalacaksınız demektir. Ama bir öğrencinin böyle bir istisna yapmak zorunda kalacak olduğu durumlar az görülür. Başkalarının eksiklikleri ve kusurlarına dikkatinizi vermekten sakınmalısınız ve bu kusurlar yüzünden onları asla suçlamamalısınız. Bir başkası tarafından özel olarak bunları incelemeniz istenmediği sürece, eleştirel bakışınızı yalnızca kendinize döndürmeli ve bunu kendinizi düzeltmek, geliştirip daha iyi bir duruma getirmek için kullanmalısınız.

Karmalarına müdahale etmekten korkuyoruz diye, başkalarına yardım etmekten korkmamıza gerek yoktur. Akıl, sempatilerimize yol göstermelidir, doğru ve yardımsever davranışımızın, bu yardımdan yararlanan kişiyi sürekli yanlış yapmaya ya da hataya karıştırma olasılığı varsa, bundan kendini sakınmak daha akıllıca olabilir. O kişinin günahını görmezlikten gelmek ve aptalca gidişinde onu daha güçlü bir şekilde onaylamak cömertlik değildir. Ama iş, kendi işleyişlerini sağlamak için karma yasasına güvenilir biçimde bırakılabilir.

Aslında karmanın bizi, başka birinin acısının belirli bir parçasını değiştirmek ya da sona erdirmek için bir kanal olarak kullanmaya çalışması bile mümkündür. Karmalarına yapılan bir müdahale olabilir diye, bir insanı ya da bir hayvanı acıdan kurtarmayı reddetmek, kişinin, karma yasası bilgisini yanlış uygulaması demektir.

Karmanın eninde sonunda bazen yaklaşık, bazen de yeterli adaleti meydana getirecek biçimde işlediğine inandığımız için, örneğin, onun işleyişine duyulan pasif bir güvenle saldırgan bir yanlış yapmaya tembel bir şekilde yol vermemiz gerekmez. Çünkü karma, araçlar kullanmak zorundadır ve etkileri mucizevi bir şekilde birdenbire ortaya çıkmaz. Bu nedenle, onun amaçlanan eğitici etkisiyle işbirliği yapmak, sezilen işlemleriyle birlikte çalışmak ve tepkilerinin ortaya çıkarılabileceği sebepleri harekete geçirmek için çağrılmışsak bu işten kaytarmamamız gerekir.

En kötü fiziksel karma cinayetle yaratılır. Cezası ertelenebilir ama kaçınılmazdır. Aynı hayatta olmasa da, katilin kendisi de öldürülecektir. En kötü zihinsel karma ise, nefretle yaratılır. Duyulan nefret yeterince şiddetli ve uzun süreliyse, insanı eritip bitiren yok edici hastalıklar ortaya çıkaracaktır.

Gelişiminizin belirli bir evresinde, üstün ideallerden kaynaklandığı için askere alınmaya karşı vicdani itirazlarda bulunmak konusunda ayıplanacak bir şey yoktur. Bu herhangi bir kişinin size ne yapacağınızı emretmeye kalkışacağıyla ilgili bir sorun değildir, çünkü böyle bir görüşe saygı gösterilir ve hoşgörü göstermek bu tür bir durumda önerilen bir şeydir. Yine de, bunun bir gün üzerinden geçeceğiniz bir kilometre taşından başka bir şey olmadığının da farkına varmalısınız.

Daha yüksek olası bir görüş vardır, ama bunun doğruluğunu göremeyecekseniz ya da bunu kabul edecek içsel gücünüz yoksa, kaygılanmanız gerekmez, ama doğru olduğunu düşündüğünüz şeyi yapmalısınız. Bu daha yüksek görüş, kişisel duygularınızı bir kenara bırakmak, ülkenizin insanları arasında doğmuş olduğunuzu ve onun yaşamını paylaştığınızı, onu koruma işini paylaşmak için de karmik bir sorumluluğunuz olduğunu kabul etmektir. İdeallerinin farklı olması sizi sorumluluktan kurtarmaz.

Yalnızca vatandaşlıktan isteyerek vazgeçip yaşamak için başka bir ülkeye gitmek sizi bundan kurtaracaktır ki savaş ilan edilmişse bunun için de çok geç demektir. Silahı alıp bir düşmanı öldürmek konusuna gelince, bu zorunluysa, burada da yine kişinin ülkesini saldırgan bir ulusa karşı savunmak için yapılıyorsa, bir günah değil, bir erdem olur. Çünkü bunu sadece kendinizi değil başkalarını da korumak için yapıyorsunuzdur. Buraya kadar tamamen bencilce olmayan bir şeydir.

Pek çok şey güdünüze bağlıdır. Bir asker insafsız bir saldırgana karşı erdemli bir hizmet ruhuyla diğerkam bir şekilde savaşıyorsa, bu asker egosuzca davranıyor demektir. Yine, salt fiziksel bir bedenin öldürülmesi günah değildir, bu öldürme işine sebep olan güdü ancak onu bir günaha ya da günah olmayan bir eyleme dönüştürebilir.

Karmanın insanlığın talihinin gizli hükümdarı olduğuna ve kuvvetin onun asıl arabulucusu olamayacağına inandığımız için, mutlaka kuvvetin bu nedenle şiddetsizlik etiği lehine vazgeçildiğine inanmamız gerekmez… Bilge, çeşitli felsefi nedenlerden ötürü mistik şiddetsizlik doktrinini kabul etmez. Bununla birlikte asıl nedeni, yanlış yapan kişinin yaptığı yanlışı doğrulamak istememesidir, ayrıca ikincinin yolunu düzlemek, böylece kötülüğü teşvik etmek ya da ona karşı taraf olmak da istemez.

Bir saldırganın iradesine uysalca boyun eğme saldırganın, kendi yöntemlerinin bedeli olduğuna, kararlı bir direnç aşağı doğru gidişini durdursa da, kuşkular ortaya çıkardığına, hatta ceza çekmesini gerektiren ders sağladığına inanmasına yol açar.

Etik bir eğitim eşliğinde olmadan bir suçu cezalandırmak beceriksiz ve etkisiz bir merhametsizlik olur. Özellikle hapis cezası, karma doktrinini içeren etik bir programlama çerçevesinde olmalıdır. Böyle bir ortam olmadan onun caydırıcı etkisi, yarı başarı yarı başarısızlıktan daha fazlası olmasını sağlamak için yeterli değildir.

Bir yanıt yazın