Kavram Nedir,Felsefe | Felsefe Bilgileri |
Kavram Nedir,Nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini içine alan ve onları bir ortak ad altında toplayan genel tasarım.
İmaj, belli ve ferdi bir nesnenin (msl. Chartres katedrali gibi) tasavvuru olduğu halde, kavram, aynı cinsten bütün nesneleri (msl. genellikle bütün katedraller) temsil eder.
Kavram, soyut ve genel bir fikirdir; soyuttur, çünkü, nesnelerin bazı özelliklerini dikkate almak ve algılandıkları halde diğer bazı özelliklerini bir yana bırakmak yoluyla elde edilir; geneldir, çünkü bu yolla ele alınan özellikleri, bu özelliklere sahip bütün nesnelere yayar.
Mantık açısından, her kavram, içlemi ve kaplamı ile belirir: kavramın içlemi, nesnelerde dikkate aldığı özelliklerdir; kaplamı ise, uygulanabileceği nesnelerin tümüdür.
Demek ki, içlem ve kaplam, işlenip ortaya konmuş kavramın mantıksal yanlarını meydana getirir.
Soyutlama ve genelleme ise, kavramın işlenip ortaya konmasını sağlayan psikolojik işlemlerdir.
Kavram, insana özgüdür ve insanın, hayvana üstünlüğünün temelini meydana getirir.
Hayvanda, duyumlar, hatta gelişmemiş halde hayalgücü vardır.
Ama kavrama ve dolayısıyla düşünceye sahip bulunan varlık, yalnız ve ancak insandır.
Kavramın kaynağı ve özü, en eski çağlardan bu yana, filozofları düşündürmüştür.
Eflatun’a göre, kavramlar, bu dünyanın üstünde yer alan «kavranabilir» bir dünyada gerçekten mevcutturlar.
Bunlar, kusursuz ve ebedi idea’lardır.
Görünür eşya, bunların ancak bir yansımasıdır.
Gerçek olan, sadece İdealar alemidir (İdealar gerçekçiliği); buna karşılık, duyusal dünya sadece dış görünüşten ibarettir.
Bu dünyadaki eşyanın nitelikleri, ancak ve yalnız, ebedi İdealara «katılmaları dolayısıyla mevcuttur.
Bu İdealara benzer olan, ama beden içinde hapsedilmiş bulunan ruhumuz, İdeaları ancak ölümden sonra gerçekten tanıyıp eksiksiz olarak bilebilir.
Aristoteles ise, bu görüşün tersine, kavramların, eşyadan hareket edilerek meydana getirildiğini ileri sürer.
Ortaçağda «tümeller», yani kavramlar konusunda ortaya çıkan tartışma, İdealar gerçekçiliği (Aziz Anselmus, Guillaume de Champeaux, Roger Bacon) ile kavramcılık’ı (Abelard) yeniden karşı karşıya getirdi ve bu arada yeni bir teori ortaya çıktı.
Bu teori, «adcılıktı ve Roscelin de Compiegne tarafından temsil ediliyordu.
Compiegne, kavramın, kendisini belirten kelimeden ibaret olduğunu ve biricik gerçekliğin de, ferdî nesnelerin gerçekliği olduğunu ileri sürdü.
XVII.yy.da, Descartes, bu konuda ılımlı bir tutum benimsedi; adcı görüş açısından ele aldığı «tümeller»i gerçekçi görüşle ele aldığı «açık ve seçik fikirler»den ayırt etti.
Çünkü varlığın hakikatine ulaştıracak aracı, bu «açık ve seçik fikirler»de buluyordu.
XVIII. yy.da. başta Hume olmak üzere, ampristler, adcılığı benimsediler.
Oysa Kant, bir idealist akılcı olmak bakımından, a priori kavramları Ue a posteriori kavramlar arasında bir ayrım yaptı; Kant’a göre, a priori kavramlar, deneyden değil de zihnin kendisinden a posteriori kavramlar ise deneyden geliyordu.
Kant’a göre, her bilgi, aynı zamanda, hem duyusal sezgiden hem de kavramdan kurulmuştu’.
Kant, «kavramsız sezgiler kör, sezgisiz kavramlar boştur» diyordu.
XIX.ve XX. yy.da, akılcılığın evrim eştiği görülmektedir.
Husserl ile birlikte, kavram, zihinde bulunan bir soyutlama olarak değil, sezgi ve hayal gücüne dayanan bir bilginin konusu bir «öz» olarak görüldü, öte yandan, bilimlerin ve özellikle matematiğin gelişmesi, kavramların, bilimsel faaliyet içinde yaratıldıklarını ispatladı.
önceden kestirilemeyen ve sonsuz olan bu yaratma, akılcılığın çerçevelerini kırarak bir «akılcı amprizm»in ortaya konulmasına (Bachelard) yolaçtı.
Nihayet, psikoloji ile rosyolojinin gelişmeleri, kavramın, amprist oluşumunu açıklamak imkanını sağladı, öte yandan, Pavlov, marksist filozoflarla beraber, kavramda, «maddenin en yüksek ürünü olan beynin ortaya koyduğu en yüksek ürünü» gördüğü halde, maddeci olmayan fizyoloji ve psikoloji bilginleri de, kavramı açıklamak için «bilinç vaziyet alışları» görüşünü (Würzburg okulu, davranışçılık) veya «kolektif bilinç» (sosyolojik açıklama) görüşünü benimsediler.