Kayseri Tarihi,Eserleri | Tarih Bilgileri |
Kayseri Tarihi Kayseri ve bölgesi iç Anadolu’nun en eski yerleşme alanlarından biridir.
Şehrin kuzeydoğusunda Karahöyük (veya Kültepe) adı verilen yerde M.ö. 2500’den kalma çivi yazılı belgeler bulundu; şehir dolaylarında da hitit eserlerine rastlandı.
Şehrin kuruluş yeri olarak bilinen ilk yer, şimdiki şehrin 2 km kadar güneybatısında, Erciyes dağına doğru yükselen bir tepe üzerindeydi.
Buraya Mazaka (Mazaca) ve Eusebia adları verilirdi.
Bunlardan, birincisi, eski musevi tarihlerinde Nuh peygamberin bir torununa, daha sonra, Ermeniler tarafından kendi hükümdarlarından birine verilen addır.
Ayrıca burçun Kappadokia’lıların atası Mosoch’un adından geldiği de kabul edilmektedir, ikinci ad ise, sikkeler üzerinde görülen Ariarathes Eusebes ile ilgilidir.
Roma hakimiyetinden sonra Mazaka adı, uzun süre tek veya Caesarea Mazaca şeklinde kullanıldı.
Bir ara imparator Julianus tarafından ceza olsun diye Caesarea unvanı değiştirilmek istendi.
Coğrafya eserinde şehrin tasvirini yapan Strabon, burayı yalnız Mazaca olarak yazar, imparatorluk devrinde şehir Kappadokia eyaletinin merkeziydi.
Valentius tarafından bu eyalet ikiye bölündüğü zaman da Kappadokia merkezi olarak kaldı.
Kızılırmak (Halys) boylarından, Karadeniz kıyısından ve Toros geçitlerinden gelen yollar üzerinde bir düğüm noktası olan Kayseri, daha o zaman, ticaret alanında önemliydi.
Kayseri yüzyıllar boyunca doğudan gelen saldırılara açık kaldı.
Daha M.ö. 77’de ermeni Tigranes II tarafından yıkıldı.
M.S. 260 yılında da sasani hükümdarı Şapur’un saldırısına uğradı. Burada yaşayan yahudilerden 12 000 kadarı onun tarafından öldürüldü.
Bu saldırı sırasında Kayseri’nin 400 000 nüfuslu olduğu söylenir.
Hıristiyanlık Kayseri’ye ve yörelerine yayıldı.
Daha sonraki yıllarda, gerileyen şehirde, Theodosius çağından kalma eserler, eski anıtlar büyük yıkım gördü. Justinianos zamanında şehir yeniden kalkındı; etrafı bir surla çevrildi.
Sonradan Türklerin, Eskişehir, Ermenilerin Zorzot adını verdikleri bu eski Kayseri’den bugün hemen hiç bir iz yoktur.
Doğu Roma çağından kalan tapınakların yerlerini bile bulmak güçtür.
Eski Kayseri’nin ne zaman bırakıldığı konusunda kesin bilgi yoktur.
Bazı yazarlar şimdiki kalenin ve izleri bulunan surların, sonra yapılan onarımlarla, Justinianos çağından kalma olduğunu kabul ederler.
Bazıları da, bunların sonradan yer değiştiren şehir çevresinde, Müslüman-Türk hükümdarları tarafından yaptırıldığını yazarlar.
İslam kaynakları, Kayseri kalesinin fethinden söz eder, fakat bunun şimdiki kale ve sur kalıntılarıyle ilgisini açıklamazlar.
Kayseri daha VII. yy.da Doğu Anadolu’daki bütün şehirler gibi Arapların saldırısına uğradı.
Konstantiniye üzerine sefere giden islam orduları Kayseri’den geçtiler.
Şehir 690’da Abdülmelik, 726’da Mesleme, 729’da Said bin Hişam ve 733’te Süleyman bin Hişam tarafından geçici bir zaman için alındı.
Kayseri’yi Türklerin Bizanslardan ne zaman ve kimin eliyle aldığı bilinmemektedir.
Malazgirt savaşından (1071) kısa bir süre sonra burası Türk hâkimiyeti altına girdi.
Selçuklular veya Danişmendlilerin hakim olduğu konusunda söylentiler vardır.
Bu söylentilere göre Kayseri, Tursan Bey tarafından alınarak melik Danişmend Ahmed Gazi’nin hükümetine katıldı.
Tursan Bey, Kayseri’nin ilk valisi oldu; yerine Gümüş-Tigin Gazi geçti (1094).
Kayseri ortaçağ tarihinde en parlak dönemlerini Selçukluların hakimiyeti altında yaşadı.
Şehir değerli anıtlarla süslendi.
XII. yy. sonlarına doğru Kayseri devletini sağlığında 12 oğluna taksim eden Kılıç Arslan II’nin çocukları arasında, didişmelere sahne oldu.
Kayseri, bunlardan Nureddin Sultan Şahın payına düştü.
Nureddin, hükümdarın büyük oğlu Kutbeddin tarafından hileyle öldürüldü.
Daha sonra şehir, Kılıç Arslan’ın öteki oğlu Rükneddin Süleyman’ın eline geçti, ölümünden sonra yerine geçen küçük yaştaki oğlu, amcası
Gıyaseddin Keyhüsrev 1 tarafından, tahttan indirildi.
Gıyaseddin Keyhüfcrev’in Bizanslılar ile yapılan savaşta ölümü (1210-1211) üzerine oğullarından izzeddin Keykavus vali bulunduğu Malatya’dan Kayseri’ye çağrılarak, tahta çıkarıldı.
Fakat kardeşi Alaeddin Keykubad, ermeni Levon II ile birlikte kendisini Kayseri’de kuşattı.
Şehrin valisi Celaleddin, Levon II’yi hediye karşılığında geri döndürdü.
Bunun üzerine yalnız kalan Keykubad kuşatmayı kaldırdı.
Dokuz yıl sonra, izzeddin Keykavus ölünce, Alaeddin Keykubad I, Selçuk tahtına çıktı.
Alâeddin moğol tehlikesine karşı bir tedbir olmak üzere, Kayseri surlarını onarttı.
Şehir gerek onun, gerekse halefi Gıyaseddin Keyhüsrev II’nin zamanında selçuklu mimarisinin en değerli eserleri ile süslendi.
Gıyaseddin Keyhüsrev II zamanında, Selçuklu devletinin siyasi gücü azalmaya başladı.
1243’te Kösedağı bozgunundan sonra, Moğollar Baycu Noyan kumandasında iç Anadolu’ya yayıldılar.
Emir Şemseddin’in karuduğu Kayseri’yi ele geçirdikten sonra yıktılar.
Selçuklu hükümdarlarının haraç vermeyi kabul etmesi (1244-1245) üzerine yeni saldırılardan kurtulan şehir, yavaş yavaş kalkındı.
Daha sonraki yıllarda, Moğolların baskısından bıkan bazı eşrafın çağırmasıyla Mısır memluk sultanı Melik-üz-Zahir Baybars Moğollara karşı savaşa girişti: Moğolları Elbistan’da yendi (1277).
Daha sonra da Kayseriye geldi.
Fakat kısa bir süre sonra geri döndü.
İlhanlıların Anadolu’ya tayin ettikleri genel valiler XIII. yy. sonunda Kayseri’de sikke bastırdılar.
Bir süre sonra hâkimiyet emir Eretna’nın eline geçti (1343).
Emir Eretna burayı Sivas’tan sonra ikinci başkent yaptı.
Emir Eretna’nın kurduğu devlet 1380 yılına kadar sürdü.
Eretna’nın torunu Ali Bey zamanında Karamanlılar Kayseri’ye saldırdılar.
Ali Bey, Sivas’a çekilerek, şehrin kurtarılmasını Kadı Burhaneddin’e bıraktı.
Kadı Burhaneddin kendisini hükümdar ilan ederek Sivas’a döndü.
Kayseri’ye kız kardeşinin oğlu şeyh Müeyyed’i vali tayin etti.
Fakat bir süre sonra isyan eden Müeyyed’i yenerek idam ettirdi.
Kadı Burhaneddin’in ölümünden sonra şehir osmanlı hükümdarı Bayezid I’in eline geçti (1398).
Fakat Timur saldırısı sırasında bölgeye Karamanlılar hakim oldular.
Dulkadırlı Nasırüddin Muhammed Karamanlılarla savaştı; sonra memluk sultanının buyruğu altına girdi.
Kayseri’yi ele geçiren memluk sultanı El-Melikül-Müeyyed burayı Nâsırüddin’e zeamet olarak verdi (1419).
Kayseri bundan sonra Dulkadırlılar ile Karamanlılar arasında sık sık el değiştirdi.
Dulkadırlılar, Karamanlılara karşı Osmanlı devletinden yardım istediler.
Murad II, şehri kuşatarak aldıktan sonra Dulkadırlılara verdi (1430).
Başka bir söylentiye göre Murad II’nin karamanlı ibrahim Bey ile barışmasından sonra Dulkadırlı Süleyman bin Nasırüddin.
Kayseri’yi, uzun bir kuşatmadan sonra aldı.
Kayseri kalesinde bulunan 1431 tarihli bir kitabe dulkadırlı Nâsırüddin Beye ait ise de, 1465 tarihli başka bir kitabe karamanlı Pir Ahmed Beye aittir.
1465’te Fatih Sultan Mehmed Konya’yı alarak, Karamanlılar devletine son verince.
Kayseri gene Dulkadıroğullarının eline geçti.
Daha sonra Bayezid II devrinde, osmanlı-memluk rekabeti sırasında, mısır ordusu bir ara Kayseri’yi kuşattı.
1508’de Şah İsmail Safevi kuvvetleri buraya bir akın yaptı.
Dulkadırlıların bu bölgedeki faaliyetleri, Yavuz Sultan Selim’in seferden dönüşte (1515), Alauddevle Beyi idam ettirmesiyle sona erdi.
1600’de celâli Karayazıcı Halim Şah, hükümet kuvvetlerini Kayseri ovasında yendi.
Hacı İbrahim Paşayı kaleye kapanmak zorunda bıraktı.
1624’te asi Abaza Hasan kuvvetleri, sadrazam Çerkez Mehmed Paşa tarafından, bu yöredeki Karasu’da dağıtıldı.
1649’da Kayseri’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, eski Kayseri’nin dağ eteğinde yüksek bir tepe üzerinde bulunduğunu, yeni Kayseri’nin buradan 8 000 adım kadar uzak bir yerde ve ovada kurulduğunu, kale içinde zahire ambarları ve 600 hane olduğunu yazar.
Evliya Çelebi’nin «gelişmiş bir şehir» dediği Kayseri’de, deri sanayii ileri durumdaydı.
Pastırma daha o zaman da yapılıyordu.
XIX. yy.da Kayseri’yi ziyaret eden Moltke ve Naumann gibi gezginler, Kayseri’yi Anadolu’nun en güzel şehirleri arasında sayarlar.
XIX. yy. başlarında (1813) Kinneir, Kayseri nüfusunun 25 000 kadar olduğunu yazar.
Bunun 15 000’i ermeni idi.
Rumların nüfusu 300 ve yahudilerin 150’yi geçmiyordu.
Texier, 1834’te yapılan bir sayıma dayanarak, müslüman Türklerin 10 000, ermenilerin 1 500, rumların 400 olmak üzere, Kayseri’de 11900 hane bulunduğunu yazar.
Buna göre nüfusun 60 000 kadar olduğu sanılır.
Buna karşılık, birkaç yıl sonra Kayseri’den geçen Ainsworth, şehrin nüfusunu, Texier’e gere, ancak üçte bir olarak gösterir.
Barth’ın (1858) ev sayısı, Texier’ninkinden az farklıdır (10 000).
XIX. yy.ın sonunda Cuinet, şehrin nüfusunu 72 000 olarak bildirir: bunun 45 300 kadarı müslüman, 14 400’ü ortodoks, 9 000’i gregoryen, 1200’ü Protestan, 800’ü katolikti.
XIX. yy. ikinci yarısına doğru Kayseri, bazı yabancı dini kuruluşların merkezi oldu.
Talas’ta amerikan ve cizvit kolejleri ile Zencidere’de rum öğretim kurumları vardı.
Bu kurumlar, Birinci Dünya savaşına kadar varlıklarını sürdürdüler.
Daha sonra göç v.d. sebeplerle şehirdeki hıristiyan nüfus çok azaldı.
Savaştan önce şehrin ticari faaliyeti gelişmiş durumdaydı.
Kayseri’de halıcılık, dokumacılık, dericilik ve bakırcılıkla uğraşılır; şehir yörelerinde çıkartılan güherçile, İstanbul’da Tophane’ye gönderilirdi.
Birinci Dünya savaşı sıralarında, Kayseri bütün anadolu şehirleri gibi bakımsız kaldı.
Kurtuluş savaşı ve bunu takip eden yıllarda şehir yarı yıkık bir durumdaydı.
Cumhuriyetten sonra, yapımına başlanan demiryolu Kayseri’nin kalkınmasında etkili oldu.
Demiryolu 1927’de Ankara’dan Kayseri’ye ulaştı.
Daha sonraki yıllarda Kayseri-Sivas-Samsun hattı (1930) ile Kayseri Karadeniz’e, Kayseri (Boğazköprü)-Ülukışla hattı (1933) ile Akdeniz kıyısına bağlandı.
Son olarak da her türlü motorlu ulaşım araçlarının geçmesine elverişli şoseler yapıldı.
Büyük sanayi gelişti. 1935’te Kayseri’de büyük bir pamuklu dokuma fabrikası kuruldu.
Buna başkaları eklendi. Bu gelişmelere paralel olarak şehrin nüfusu önce yavaş, sonra hızla arttı; 1935’te 46 000’i, 1950’de 65 000’i 1960’ta 100 000’i geçti (102 596.
1965’te 126 653 oldu ve 1990’da 400 000’i geçti.



