Kelam Nedir,Kelam Demek,İslamda Kelam

Kelam Nedir,Kelam Demek,Söz,söyleyiş biçimi,söyleme. İslâm dininde kelâm’ın değişik anlamları vardır.

Kur’an’ın bazı surelerinde geçen kelâm tanrı buyruğu, vahiy, tanrı sözü gibi anlamlarda kullanılır.

Bakara suresinde (ayet 75) geçen «kelâmullah» deyimi vahyedilen söz, tanrı buyruğu anlamlarına gelir.

Tevbe suresinin 6, Fetih suresinin 15, Araf suresinin 144. ayetlerinde tanrı buyruğu, İlâhi bildiri, tanrı sözü karşılığı olarak geçer. Ali İmran suresinin 39., 45.; Nisa suresinin 171. ayetlerinde ise kelam; aynı kökten gelen «kelime» sözü «kelimullah» deyimi olarak İsa anlamında söylenir.

Kur’an’ın birçok yerinde geçen kelam bazen Tanrı’nın takdiri, bazen emri, bazen de vahyi anlamında kullanılır.

Yuhanna İncili’nin başında, kelam yaratıcı ilk varlık, yaratılışın başlangıcı, Tanrı’nın özündeki var edici güç olarak yorumlanır.

İslam düşüncesinde kelam’ın başka bir anlamı da akla dayanan İslam felsefesidir.

Kelam adıyla bilinen bu felsefenin kaynağı Kur’an ve hadislerdir.

Bu felsefe İslam düşüncesiyle birçok konularda bağdaşmayan yeni eflatuncu ve aristotelesçi felsefe akımına karşı doğdu.

İslam dini ilkelerine dayanan ve akılcı bir felsefe çığırı niteliğini kazanan kelâmcılara «mütekellim» adı verilirdi.

Hicret’in ilk yüzyılı sonlarına doğru ortaya çıkan ve itikat, tevhit, Allah’ın sıfatları, kaza ve kader, ahiret, ruhun ölümsüzlüğü, ölümden sonra dirilme gibi konuları işleyen kelam, zamanla, İslam görüşlerini savunmayı ana ilke edindi.

Kelamın üzerinde durduğu konulardan biri de Kur’an’ın varlığıdır. Bu konuda kelamcılar ikiye ayrılır.

Bazısı Kur’an’ın yaratılmış (mahlûk), bazıları kadim olduğunu üeri sürerler.

Bazı kelamcılara göre yaratan (Hâlik) ile yaratılan (mahlûk) arasındaki bağlantı zaman ve mekânla sınırlı olmadığından, insan aklı tarafından bilinemez.

Çünkü, insan aklının bilme ve kavrama gücü zaman ve mekânla sınırlıdır.

Bu görüş, insan aklının her şeyi bilebileceği düşüncesini savunan yunan kaynaklı ve akılcı felsefe çığırma karşıdır.

Tanrı’nın, aklın sınırlarını aşan (müteal) bir varlık olduğunu, insanın ancak onun varlığını düşünmekle yeinmesi gerektiğini ileri süren kelam anlayışı Kur’an’ın bazı hükümlerine dayanır.

İslam dinine göre Tanrı akılla’ kavranamaz, insan için önemli olan sevgi ve saygıdır.

Tanrı’nın özü (zat) akim gücünü aşar. (Nitekim halife Ali’nin, kader konusundaki tartışmalardan hoşlanmaması da aynı sebepten ileri gelmiştir.

Allah katında zaman yoktur ve Allah’ın ilmi mutlaktır.

Allah katında «önce» ve «sonra» olmadığı için Allah’ın her olayın ne şekilde sonuçlanacağını bilmesi de tabiîdir.

Fakat insan zihni zamansızlığı kavrayacak yapıda olmadığından, Allah’ın ilminin mutlak ve sınırsız olduğu inancı, birçok kişiyi insanda irade serbestisi olmadığı ve olup biten her şeyin, önceden Allah tarafından istendiği ve tertip edilerek yazıldığı inancına götürmüştür.

Yaratıcı ve yaratan arasındaki ilişkiyi ilgilendiren meseleler, insan zihnini daima kurcalamıştır.

Bir taraftan insan yaratılışının bu özelliği, diğer taraftan da İslam hakimiyetinin genişlemesi ve İslam düşüncesinin eski ve yeni rakiplerle karşılaşması, İslam ilahiyatçılarını, bu kelam adı verilen dini-felsefi disiplinle uğraşmaya itmiştir.

İslam düşüncesinde kelam deyimi yunanca logos’un karşılığı olarak ortaya çıktı.

Zamanla itikatlar (inançlar) yönünden farklı kelam görüşleri ortaya çıktı.

İslamın, materyalist görüşlere, Hıristiyanlığa, Mecusiliğe ve kısaca İslam inançlarından birini veya hepsini reddeden herhangi bir görüşe karşı savunmasını yapmak için doğan ve ilmi kelam adı verilen dini-felsefi disiplin, farklı mezheplere göre, farklı diyalektik (cedel) metotları kullandılar.

Bu sebeple, yalnız İslam kelamından değil bu kelam’ın bütünlüğü içinde yer alan mutezile kelamından, eş’arî kelamlarından da söz edilebilmektedir.

Kelam ilmi ile uğraşanlar, bir açıdan bakılırsa, uluhiyetçidir.

Ana kaynaklar üstünde yaptıkları bazı yorumlar farklı bile olsa, kendi görüş ve mezhepleri açısından islam inançlarını savunurlar.

Bu bakımdan, kendilerini vahiy, Kur’an ve hadis, nakil ile hiç bağlı saymayan Ye eski yunan felsefesinin çeşitli akımlarının otoritesine hiç değilse öncelik tanıyan filozofları memnun edemediler, kelam ilmi adı altında felsefe yapan bazı sözde kelamcılar hariç, diğer kelamcılar, felsefecilere karsı çıktılar.

Yunan felsefesi geleneğini ıslâm fikir çevrelerinde sürdürmek isteyenlerin kelamcılara yaptıkları itirazları değerlendirirken, konuya bir de bu açıdan bakmak gerekir.

Birçok kelamcılar akla dayanan konuların sınırlarını genişletmeğe, Tanrı’nın zatı ve sıfatlarıyla ilgili düşünceler ileri sürmeye karşı çıktılar.

Onlara göre insan ancak Kur’an ve hadislerin gösterdiği doğrultuda düşünme gereğindedir.

Bunun dışına çıkmak İslam’ın ana ilkelerine aykırıdır.

Tasavvuf yolunu benimseyenlere göre gerçeğe, ilahi öze, akıl ilkelerine dayanan düşünce çığırlarıyla değil, kaynağını «aşk»ta bulan sevgi, sezgi ve irfan ile ulaşılır.

Aşk ve sezgi aklın sınırlarını aşar.

Türk Kelam Bilginleri

Kelam ilmini konusuna ve gayesine göre iki ayrı şekilde tarif ederler: konusuna göre; Allah’ın zatından, ilahi sıfatlarından, peygamberlikle ilgili meselelerden ve başlangıç (mebde) ve son (me’ad) bakımından kâinattaki yaratıkların hallerinden islam esaslarına göre bahseden bir ilimdir.

Gayesine göre, kesinlik ifade eden delilleri açıklayarak, şüpheleri ortadan kaldıran, bu suretle dini inançları ispat için tam bir kudret kazandıran ilimdir.

Kelam ilminin konusu hakkında kelam bilginleri üç görüş ileri sürerler.

1. Allah’ın zat ve sıfatı.

2. mevcut olması itibariyla her varlık.

3. islam inançlarını ispata yarayacak her şey.

Bu konulardan bahseden ilme önceleri fıkhı ekber, ilmi usulüddin, akaid, ilmi tevhid ve’s sıfat gibi çeşitli adlar veriliyordu.

Kelam ilminin gelişmesi üç devrede incelenebilir: birinci devrede, ehli sünnet bilginleri batıl inançlarla savaşmak için tevhit ilmini sistemli bir şekle soktular, imamıazam Ebu Hanife Fıkh-ı Ekber (Büyük Fıkıh) adlı eserinde Ehli Sünnetin görüşlerini savundu.

Bu devrede, Ehli Sünnete karşı olan mezheplerin mensupları bu mezhebin görüşlerini çürütmek için meydana getirdikleri üme, kelam ilmi adını verdiler.

Mutezile mezhebinin kurucusu Vasıl bin Ata ve İbrahim Nazzam, Ebul Huzeyl gibi bu mezhebin ilerigelenleri kelam sahasında ilk eserlerini verdiler.

Bu devrede, kelam ilmi, ehli bid’atın görüşlerini savunmakta bir vasıta olduğu için, ehli sünnet bilginleri bu ilmin öğrenimine karşı çıktılar ve kötülediler.

Ehli sünnet tevhit ilmi; ehli bid’a denilen Ehli Sünnet dışındaki mezhep mensupları da kelam ilmi vasıtasıyla görüşlerini savundular.

Bu devre X. yy.a kadar sürdü.

İkinci devrede, ehli sünnet bilginlerinden Abdullah bin Sâd el-Küllâb (öl. 854-859) Mutezile ve Cehmiye gibi mezheplerin mensuplarıyle yaptığı mücadelelerde kelâm ilminden yararlandı.

Ehli sünnet kelam bu devrede Ebul Hasan Eşarî tarafından kuruldu.

Ebul Haşan Eşarî önceleri Mutezile mezhebindendi. Hocası^Ebu Ali Cubbaî ile arasında fikir ayrılığı çıktığı için Mutezile mezhebinden ayrıldı.

Ehli Sünnetin inancını kelam ilminden yararlanarak sistemli bir şekilde ortaya koydu.

Ebul Haşan Eşarî aynı zamanda Ehli Sünnetin itikadî mezheplerinden Eşariyenin de kurucusu oldu.

Eşarî’den sonra kelâm ilmi kadı Ebu Bekir Bakillânî tarafından genişletildi.

Bakillânî (öl. 1013) mantık ve felsefeden de yararlanarak kelâm ilminde yeni görüşler ileri sürdü.

Ebu Mansur Muhammed Matüridî (893-947) Ehli Sünnetin ikinci itikat mezhebini kurdu; Matüridiye, Karamıta ve Rafıza gibi sapık mezheplerle mücadele etti.

Cüveynî (öl. 1085) Bakillânî’nin yolundan gitti.

Onun fikirlerini genişletti.

Kelâmla ilgili görüşlerini El-ifşad (Olgunlaştırma) adlı eserinde topladı.

Gazzalî (1058-1112) ile kelam ilminin üçüncü devresi başladı.

Gazzalî önceki kelâm bilginlerinin eserlerini, mezheplerin görüşlerini ve islam filozoflarının fikirlerini inceledi; kelam ilminin metodunda bazı değişiklikler yaptı.

Gazzalî’den sonra gelen Fahrüddin Razi (1115-1233) ve Ssyfeddin Amidî (1115-1233) felsefeyle kelâm ilmini kaynaştırdılar.

Beyzavî (öl. 1243) bu konuda daha da ileriye gitti.

Beyzavî’den sonra gelen kelâm bilginleri aynı yolu tuttular. Gazzalî’nin başlattığı üçüncü devrede gelen kelamcılara müteahhirin dendi.

Kelam İlmi bugün eski iskolastik görüşlerden pek ayrılamadı, fakat çağın İlmî başarıları karşısında bazı iskolastik meseleleri bırakmak zorunda kaldı.

Bir cevap yazın