Kılıç’ın Tarihçesi | Tarih Bilgileri |
Kılıç’ın Tarihçesi Eski savaşlarda çok kullanılmış kesici bir silahtır.
Çoğunun iki yanı birden keskin olur, bir ucu sivri, diğer ucu kulplu yapılırdı.
Bu yüzden de gerek savaş sırasında, gerekse barışta, daima belde taşınır.
İnce, uzun, ucu sivri, bir yüzü keskin örneklerinin yanında enli, uzun, ucb küt, iki yüzü de keskin olanları da vardır. Gaulois’lıların kılıçları bakırdandı.
Enli, uzun bir biçimliydiler. Gaulois’lılar kılıçlarını savaşlarda olduğu gibi barış zamanlarında da bellerinden aşağıya sarkıtarak yanlarında taşırlardı.
Romalıların kılıçları ise demirden yapılırdı.
Boylarının uzun olmasına karşılık orta yeri kalın, ucu sivri, her iki yanı kesecek şekilde hazırlanırdı.
Romalıların, Yunanlılar gibi kılıçlarını sadece savaş sırasında bellerine taktıkları bilinir.
Fransızların kılıçları da demirdendi.
Bu kılıçların en belirgin özelliği, ötekilerine göre daha ağır olması, boylarının kısa, uçlarının küt ve iki yanlarının keskin olmasıydı.
Haçlıların kılıçlarının da demirden yapıldığı bilinir.
Fakat kılıç yüzünün çok değişik biçimlerde olmasına karşılık, kabzaları haç şeklindeydi.
Müslümanların, özellikle haçlılara karşı savaşan müslümanların kılıçlan demirden dövülerek yapılırdı.
Bu kılıçlar, ince uzun ve bir yüzleri keskin, orak şeklindeydi.
Orta Asya’da yaşayan ve çeşitli bölgelere akınlarda bulunan Türk boylarının kullandığı kılıçlar da bu konuda önem taşır. Orta Asya’da ve türk boylarının yayıldıkları bölgelerde yapılan arkeolojik kazılarda bulunan kılıç tipleri ve ayrıntıları ilgi çekicidir.
Hunların yaşadıkları Aşağı Volga bölgesinde, Pokrovsk kurganında ele geçirilen hun kılıcı, tek ağızlıdır.
Bu Türk kılıcı Volga bölgesinin yerli kültürüne bütünüyle yabancıdır.
Müslyumova’da bulunan tek ağızlı kılıç da ilgi çekici buluntular arasında sayılabilir.
Avarların kullandığı kılıçlar göktürk kılıçlarıyla yakın benzerlik gösterir.
Altay dağlarında Göktürk çağına ait Katanda kurganındaki kılıçlar, Macaristan’daki bazı avar mezarlarından çıkarılan kılıçlara çok benzer.
Yine Altay dağlarında Kudırge kurganında ele geçen eğri ve uzun kılıç, kabza ve korkuluklarıyla daha sonraki çağlara ait Türk kılıçlarının bir frotipi olarak kabul edilir. Bu kılıcın kını, üç madeni gerdanlıkla tespit edilmiştir.
Batı Göktürk devletinin bir bölümünü meydana getiren Çu havzasında da eğri kılıçlar bulunmuştur.
Bu eğri kılıçlar sonraki yüzyıllarda Güney Rusya Türkleri ve Ruslar arasında yayıldı.
Orta Asya kurganlarında bulunan heykellerin birçoğu kılıç kuşanmış durumdadır.
Altay, Tuna, Moğolistan ve Isık Köl bölgesindeki heykellerin elinde eğri kılıçlar vardır.
Bu kılıçlar, kına bağlı iki kayışla bel kemerine bağlanıyordu.
Göktürkler çağında Güney Sibirya’da, Aşağı Yenisey kıyılarında oturan Kırgızlar demircilik alanındaki ustalıklarını özellikle kılıçlarında göstermişlerdir.
Kırgız kılıçlarının boyları 80-90 sm arasında değişiyordu; her iki tarafı da keskinleştirilen bu kılıçların kabzalarının ağaçtan olduğu tahmin edilmektedir.
Ayrıca bir kırğız kılıcında korkuluk kısmının da bulunması dikkati çekmiştir.
1899’da Harkov eyaletinin Volçansk kazasının Saltova köyündeki mezarlıkta ele geçirilen ve Göçebe Hazarlara ait olan eğri kılıç dikkat çekicidir.
1911’deki kazıda, kını gümüşlerle süslenmiş kılıçlar bulundu.
Bu kılıçların kabzalarında da diken biçiminde süsler vardır. Hazar devletinin nüfuz alanı Kafkasya’nın kuzey kısımlarına ve Kuban bölgesine kadar uzanıyordu.
Kafkasya’da Assin adı verilen bir dağ geçidinde bulunan bir kılıç, Saltova’daki kılıçlarla büyük benzerlik göstermektedir. Yine Hazar devleti sınırları içinde kalan Don ve Dnieper bölgesinde ele geçirilen kılıç kınlarındaki süsleme motifleri de Altay’daki göktürk ve Saltova’daki Hazar motiflerine çok benzemektedir.
Kafkasya’nın kuzeybatısında devlet kurmaya çalışan ve Kurtrigurların bir nesli sayılan Bulgarların, özellikle kılıç korkulukları Macar eserleriyle büyük benzerlik gösterir.
Bulgarların Yukarı Volga vadilerine gelmeleriyle illinskoye, Viyatka v.d. yerlerde eğri Türk kılıçları görülmeye başlandı. Spassk, Sviaysk, Biliarsk ve Kazan’daki Bulgarlara ait kültür çevrelerinde bulunan dört kılıçtan ikisi eğri kılıçtır.
Kıpçakların da (Kumanlar) uzun eğri kılıçlar kullandıkları tespit edilmiştir.
Uygurlar da özellikle maden işçiliğinde çok ustaydılar.Bu yetenekleri Orta Asya’da eskiden beri yayılmış olan köklü bir kültürün devamı olarak kabul edilmektedir.
Osmanlılarda kılıç gerek yapılış gerekse kullanılış bakımından çok değişik biçim ve anlamlar taşımaktadır.
Osmanlı Türklerinde kılıç yapmak, kılıca su vermek, kılıç çalmak, kılıç kuşanmak, kılıç kullanmak başlı başına bir sanat işiydi.
XV. yy.a kadar kılıç sadece savaş sırasında kullanılırken, daha sonraları barışta da kullanıldı.
Türk kılıçlarının üstünlüklerini belirleyen özellikler şunlardır: çok iyi su verilmiş, keskin ve hafif olması, kullananı yormaması, ağzının içe doğru eğik ve eğri yapılması, gerek savaşta gerekse savunmada sonsuz hareket imkanı vermesi, usta savaşçıların elinde yüzünün körlenmemesi, namlunun (ağız) kırılmaması v.b.
Kılıç kullanma yöntemleri
Memluklar kılıcı tutmayı ve kılıçla yapılan hamleleri önce üzerinde çalışıp maharet kazandıkları belli metot ve usullere göre uygularlardı. Bu konuda pek çok eser yazılmış, kılıç kullanma şekilleri hakkında meseleler verilerek çözümlenmiştir.
Mesela Kitab fi ilm-il-fur ûs iye (Atlar Konusunda Kitap) [Ayasofya Ktp. nu. 4198, sayfa 55].
Kılıç kabza siperi
Bir ateşsiz silâhın siperinin biçimi önlemesi gereken darbelerin yönü göz önünde tutularak düşünülmüştür. Eski keskin kılıçlar kısaydı ve daha çok uç kısmıyla vurularak kullanılırdı.
Ama o zaman savunma da kalkanla yapılırdı.
Bundan dolayı da, kabza siperinin, kabzanın altında iki yandaki iki kol biçiminde olması yeterliydi.
Kalkan ayrıca, Ortaçağın iki elle kullanılan ve hasmın örgütü zırh gömlek altındaki omuzunu kırmak amacıyla keskinlemesine vurulan ağır kılıcına karşı korunmayı da sağlardı.
Bu kılıç gözü pek kişilerin silahıydı ve XV. yy.a kadar kullanıldı. XV. yy.da kullanılanlarda, kabza siperine, başparmağı geçirmek için küçük bir halka eklenmişti.
XIV. yy.dan itibaren madeni parçalar halindeki zırhın yerini geçme halkalardan yapılan örgülü zırhın alması üzerine kılıç saldırısı da bu değişikliğe uydu ve kılıç ucuyla yapılan kesme vuruşlarının yerini, kılıcın sivri ucunu örme zırhın halkaları arasından geçirmek amacını güden saplama vuruşlar aldı.
Bu arada kılıcın kabza siperinin artık yeterli olmayan iki düz kolunun yerine de, içe doğru eğik kollar ve başparmağı geçirmek için yapılmış bir halka ile başparmağın üstünü örten küçük bir siper kondu.
Kılıcın namlusunun da, eski sertliğini muhafaza etmekle birlikte, daha hafif olmasına ve kabzanın karşı tarafın kılıcının ucunu kabza kollarının arasına kıstırarak bükmeyi sağlayacak biçimde yapılmasına çalışıldı.
Louis XIII devrinde kılıcın kabza siperi yarım küre biçimindeki bir kapak görünüşündeydi ve düşmanın saldırılarını bu eğik düzlemin üstünden kaydırmak amacı güdülüyordu.
Bu kabza siperinin değişik bir biçimi olan valon kabza siperindeyse, siperin yayvan olan yüzeyi delikliydi ve hasmın kılıcının ucunu bu deliklerden birine sıkıştırarak elinden almak amacıyla kullanılıyordu.
Venedik kılıcının kabza siperinde de aynı amaç güdülmüş ve siperin kollarına eğik bir yön verilmiştir.
Bu arada, iki elle kullanılan ağır kılıç XVII. yy.da da ortadan kalkmadı ve düşman saflarında gedik açmak amacıyle cephe hattının önünde savaşması için kurulan bir birlik bu kılıçlarla donatıldı.
O dönemde, çarpışmalarda kullanılan kılıcın daha hafif olması da mümkündü.
Çünkü kılıcı kullanan kimsenin sol elinde, rakibinin kılıcının ucunu tutmak amacıyla, geniş ağızlı ve kabzasında öne doğru kıvrık siper kolları olan bir dağa bulunurdu.
Ama bu iki parçalı donatım XVIII. yy.da terkedildi ve yerini, esnek olmamasına rağmen (oysa geçit töreni kılıçları esnekti) ince, uzun ve hafif bir kılıç tipi aldı.
Bu kılıçların siperi, ekleme bir kemerden ve üstünde küçük bir siperliği olan kısa bir koldan meydana gelir.
XIX. yy.da kılıç ve eskrim kılıcı birbirinden farklı oldu.
Eskrim kılıcı cephe süvarisinin düz ve sert, ama kabzasının eli korumak için içeri doğru bükülmüş kolları olan kılıcından daha hafiftir.
Hafif süvarinin eğri kılıcının kabza seperi de hemen hemen aynıydı.
Bu kılıcın geniş, uzun ve keskin namlusunun kabzaya göre ağır olması zaman zaman tenkit konusu olmuştur.
Oysa bu ağırlık, kılıcı at üslünde kullanan kimsenin yerdeki bir kimseye vuruşunun daha etkili olmasını sağlamak içindi.
Avrupa müzelerinde, önce Arapların, ardından da İspanyolların büyük üstatlarının eseri olan bu gelişmenin en dikkate değer örnekleri derlenmiştir.
Bu müzeler, XIX. yy.ın yarısından beri, son derecede kendine özgü tir sanatın ürünü olan Japon tsuba’larından örnekler de edinmeye çalışmaktadır.
Samuray’lar kılıç ustalarının XIV. yy.dan beri onlar için yapageldikleri kısa ve eğri kılıçlarla çarpışırlardı ve bu geleneği yakın zamanlara kadar sürdürdüler.
Bu kılıçlar için yapılan kabza siperi.- orta büyüklükte yuvarlak bir parçaydı.
Sonraları bu yuvarlığın çevresine çeşitli süsler de eklenmeye başlandı. En eski siperler kılıçla birlikte dövülürdü.
Bu siperler demirden yapılmıştır, düz ve kenarsızdır.
Daha sonraları ise silah ustaları, kabza siperi yapımında demire bakır karıştırmaya başladılar ve siperlerin kenarları da yüksekçe yapılmaya başlandı.
XV. yy.dan itibaren kabza siperi yapımı ayrı bir meslek oldu.
Ustalar, yaptıkları siperlerin üstüne adlarını da yazıyorlardı.
Böylece ortaya yeni bir meslek çıktı.
Kyoto yapımevi, kabza siperlerini kakmalar ve minelerle süsleyerek, üzerlerine lake cila yaparak, tsuba’ları birer sanat eseri haline getirmeye yöneldi.
Japon kılıçlarında kabza siperlerinin süsleri milli zevkin genel hareketini izleyerek XVIII. yy.da natüralist olmuş, XIX. yy.da da konulu süslemeler biçimini almıştır.
Enli kılıç, Romalıların İspanyol kaynaklı gladius adındaki kılıç tipinden türeyen ve lejyon askerleriyle gladiyatörler tarafından kullanılması dolayısıyla tanınan enli kılıç, basit kabzalı, kısa, geniş ve sağlam tir dürtücü silahtı.
Ortaçağın enli kılıcı ise 7 ayak kadar uzunluğu olan bir çeşit mızraktır.
Daha sonraları, artık ayrı bir adla anılmayan siperli ve iki tarafı keskin bir kılıç halini aldı.