Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

GenelTarih

Korporasyon Sistemi Nedir?

Korporasyon Sistemi Nedir,Aynı işi yapan meslek sahiplerinin oluşturduğu topluluk.

Korporasyon kelimesinin yaygın bir şekilde kullanılışı nispeten yenidir.

Orta çağda görülen mesleki teşkilatlara, genellikle, «esnaf birlikleri» veya «lonca» deniyordu.

Korporasyon kelimesinin XIX. yy.da yaygınlaşmasında, korporatizmi savunan fikir akımlarının etkisi olmuştur.

Korporasyon, meslek esasına dayanır. Üyeleri tek bir mesleğe mensup kimselerdir.

Bunlar bir tek teşkilat veya birbirine bağıntılı teşkilatlar içinde biraraya gelir.

Bu mesleğe mensup kimselerin uzmanlıkları ne olursa olsun, mesleki kademeleşme içinde yerleri vardır.

Demek ki, korporasyon, sendika’ya karşıt dikey bir teşkilattır.

Çünkü sendikanın yatay teşkilatlanışı, aynı meslek içindeki kademeleşmenin çeşitli katlarına dayanır.

Bundan ötürü, mesela, işverenlerin ve ücretlilerin ayrı sendikaları vardır.

Bu durum, korporasyonların, sendikaları kabul etmemesine veya ancak genel bir topluluk halinde bir araya geldikleri takdirde kabul etmesine yolaçtı.

Çeşitli sendikalar, herhangi bir mahzur doğmadan, aralarında yatay olarak birleştirildikleri takdirde, bu amaç gerçekleşmiş oluyordu.

Korporasyon, milli veya milletlerarası bir topluluk içinde yer alan sosyal bir birliktir. Bundan ötürü, organik ve kurumsal bir özellik taşır ve süreklidir.

İç teşkilatlanması temsil edici kurullara, otorite ve yönetme makamlarına ve bütün meslek mensuplarının veya en azından üyelerinin uymak zorunda olduğu tüzüğüne dayanır.

Dış teşkilatlanması ise, öteki korporasyonlarla ve resmi makamlarla arasındaki ilişkilerden doğar.

Korporasyonunun oynadığı rol, birlikler hakkındaki bir mevzuatla belirlenmişse fiili; verdiği kararlar resmi makamlarca kontrol ediliyor ve kabul ediliyorsa, töresel veya yazılı hukuk’a dayanan bir rol olabilir.

Korporasyonların ortaklaşa bir topluluk hayatını dile getiren yanları da vardır.

Bu özellik, toplantılarda veya kutlamalarda, korporasyon üyelerinin ortak bir heyecan, gurur ve sevinç duymalarında açıkça dile gelir.

Korporasyonların çeşitli amaçları olabilir: öteki korporasyonlar ve resmi makamlar karşısında meslek menfaatlerini savunmak; teşkilat içinde iç disiplinin, meslek bilinci ve şerefini sağlamak; meslek içinde ortaya çıkan ferdi veya kolektif anlaşmazlıkları halletmek; meslek mensupları arasında karşılıklı yardımlaşma (özellikle dullara, yetimlere, hastalara ve yaşlılara yardım). Bu sonuncu özellik, korporasyonun, yardımlaşma derneklerine benzer bir rol oynamasına yol açar.

Korporasyon Sistemi Tarihi

XI. yy.dan Fransız devrimine kadar, korporasyonlar, özellikle Fransa’da ve Hollanda’da İktisadi faaliyetin temel çerçevelerini meydana getiriyordu.

Çeşitli adlarla anılan ve farklı teşkilatları kapsayan korporasyonları, belirli bir mesleğin yürütülmesi için, üyelerini kolektif bir disipline sokan ve yarı resmi nitelik taşıyan İktisadi bir grup olarak tanımlamak mümkündür.

Bu çeşit esnaf ve zanaatkar birliklerine, Bizans’ın doğu bölgelerinde ve İslam ülkelerinde de rastlanır.

Ama korporasyonlar, her şeyden önce Batı Avrupa’nın sosyal yapısının bir özelliğidir.

Korporasyonların menşei çok eskilere kadar gider.

Fransa güneyinde, galloromen birlikler, korporasyonların temelini meydana getirdiği halde, çoğunlukla dini amacı olan eski germen loncaları, Fransa kuzeyindeki korporasyonların çekirdeği oldu. Korporasyonlar, kesin şekillerini, ancak X. ve XI. yy.dan sonra yavaş yavaş almaya başladı.

Esnaf birlikleri başlangıçta, çoğunlukla, karşılıklı savunma, yardım ve bağlılık topluluklarıydı. Zanatkarlar ve tacirler, bu birliklerde kolektif varlıklarının ve mahalli otoritelerle yabancılar karşısında hak ve hukuklarının bir garantisini görüyorlardı.

Buna karşılık, korporasyonlar, karşılıklı rekabet bakımından bir garanti sağlayan teşkilatlar olarak ortaya çıktı. Bu teşkilatlar, İktisadi kaynakları henüz sınırlı olan Batı’da zenginliklerden çok, emek ve iş imkanlarını bölüştürmek amacını güdüyordu.

Başka bir deyişle, amaç, üyelerin dayanışmasıyla, tekelden kaçınarak şans eşitliğini sağlamaktı. Bundan ötürü, meslekle ilgili yönetmelikler gittikçe daha sert hale getiriliyordu.

Mesela bu yönetmelikler gereğince, ustanın, sadece bir atelye, belli sayıda işçi ve belli âletlere sahip olması gerekiyordu. Çok geçmeden, fiyatlar da tespit edildi ve malların kalitesi kontrola tabi tutulmaya başlandı.

Korporasyonlara girmenin birçok şartları vardı.

Şahsi hürriyet zorunlu bir şarttı, ama erkek ve kadın arasında fark gözetilmiyordu. XVI. yy.dan sonra ise, protestanlara ustalığa yükselme hakkı tanınmamıştı.

Korporasyon, eşit üyelerden meydana gelmemişti.

Çırak, kalfa ve usta arasında fark gözetiliyordu.

Mesleğe ilk olarak girmiş olan herkes önce bir ustanın yanında çırak olarak çalışmaya başlamak zorundaydı.

Korporasyon tüzüğü, çıraklığın asgarî süresini ve çırakların sayısını belirliyordu.

Ama çıraklara ücret vermeyen ustalar, çok sayıda çırağı işe alıyor ve gerekli süreden daha fazla çalıştırıyorlardı.

Bu durum ise, kalfaların hoşuna gitmiyordu.

Usta olmak için gerekli sermayeye sahip bulunmayan birçok çırak, ücretli emekçi, yani kalfa oluyordu.

Bunlar, çoğunlukla korporasyonlarda ikinci dereceden üyeler olarak kalıyorlardı Ortaçağda birçoğu ustalığa yükselebildiği halde, XVI. yüzyıldan itibaren, ast durumundan kurtulamadılar.

Bunun üzerine, korporasyonlardan yüzçevirip kendi birliklerini kurmaya yöneldiler.

Ustalığa yükselmekte ısrar eden çıraklar ise çetin şartları yerine getirmek zorunda kaldılar.

Bu şartlar arasında, hayranlık uyandırıcı bir eserin yapılması; giriş harçlarının yatırılması Yeya armağanların verilmesi gibi hususlar yer alıyordu.

Sonunda veraset, bütün öteki şartlardan daha ağır bastı.

XVI. yy. sonundan itibaren, ustalık mektuplarının, kraliyet otoritesi tarafından satılması, ustaların seçimindeki oligarşik özelliği daha da pekiştirdi.

Faşist İtalya’da Korporasyonlar

Eski meslek korporasyonları, Ortaçağ’da, İtalya’nın İktisadi ve artistik üstünlüğünü sağlayan unsurlardan biri olmuştu.

Faşizmin kurulmasından hemen önce, bu ülkedeki sanayi ve tarım sendikacılığı, birbirine paralel iki teşkilat dizisi içinde, iyice gelişmiş bulunuyordu.

Bunların birincisi, sosyalistlere bağlıydı ve sınıf mücadelesi görüşünü benimseyerek grevlere her an hazır bulunuyordu.

«Beyaz» diye adlandırılan öteki sendikalar ise, sosyal hıristiyan akımının etkisindeydi ve sayıca birincilerden daha az değildi.

Faşizm, çok geçmeden bu sendikaların hepsine karşı tavır aldı, önce zorbalığa ve vurup kırmaya dayanan «cezalandırıcı akınlar» tertip etti.

Daha sonra, Faşist Sendika Korporasy onları konfederasyonu adıyla rakip bir teşkilat kurdu.

Bu birliğin yayın organı il Lavoro d’İtalia ve genel sekreteri general Edmondo Rossoni idi. Patronların önayak olmasıyla, 1920’de güçlü korporasyonlar kuruldu.

Mesela, Genel Tarım konfederasyonu, işletici veya mülk sahibi olmak üzere, 700 000 çiftçiyi biraraya getirmişti.

Genel Sanayi konfederasyonu ise bütün büyük şirketleri, küçük ve orta işletmelerin dörtte üçünü kapsıyordu. Faşist sendikacılığın yöneticileri, 1923 yılı sonundan itibaren, Sanayi Patronları konfederasyonuyle, sınıf mücadelesini açıkça reddeden bir sözleşme imzalamışlardı.

1926’da, rejim tam anlamıyla faşist niteliğini kazanınca, İktisadi hayatı gittikçe daha sert bir korporatizm içine hapseden bir devlet doktrini ortaya atıldı.

3 Nisan 1926’da yürürlüğe giren «Rocco kanunu» bu yönde atılmış bir adımdı.

Rocco’nun önayak olarak çıkarttığı bu kanun, Rossoni’nin tavsiye ettiği karma sendikaları bir yana bırakıyor ve korporasyonlar içinde, aynı faaliyet alanı için, birbirine pararel mesleki işçi ve patron birlikleri kurulmasını öngörüyordu.

Kanunun öngördüğü öteki temel ilkeler şunlardı: ancak devlet tarafından kabul edilmiş olan sendikalar meşru idi; ayrıca milli bağlılık ve fedâkârlık gösteren İtalyanların başında bulunmadığı sendikalarda meşru sayılmıyordu (böylece, sendikaların başına tanınmış faşistlerden başkası geçemiyordu).

Sendikalar, mületlerarası bir teşkilata bağlı olamazdı; sendikalar, bulundukları yönetim bölgesinde yaşayan meslek ücretlilerinin en az onda birini kapsamak zorundaydı; fikir emekçilerini (mesela mühendisler) kapsayan bir işletmeden, bu emekçiler ayrı olarak sendikaya bağlanmalıydı; nihayet, memurların herhangi bir sendika kurması yasaklanmıştı.

Resmen kabul edilmiş sendikalar, üye olmasalar bile, mesleğe mensup kimselerin hepsinden bir günlük ücrete eşit aidat almak hakkına sahipti, işverenlerden alınan aidat ise yirmi dört saatlik çalışma ücretlerinin toplamı idi.

Bu aidatların büyük kısmını, eğitim işlerine veya İktisadi, sosyal ve manevi yardıma harcamak zorunluydu.

Bu harcamalar, devletin halkı koruyucu ve gözetici rolünü büyük ölçüde arttırıyordu. Sendikalar, kendi üyeleri için kolektif bir çalışma sözleşmesi hazırlıyordu.

Bu, amme hukuku açısından zorunluydu.

Buna karşılık, grev ve lokavt, yasaklanmıştı.

Bu çeşit durumların yaratılmasına önayak olan işçiler büyük cezalara çarpılmak tehlikesiyle karşı karşıya idi. öte yandan, lokavt ancak «haksız» olduğu zaman cezalandırılıyordu ve işverenler istemedikleri işçileri işten çıkarabiliyorlardı.

Sözü geçen kanun, grevleri sona erdirdi.

2 Temmuz 1926’da Korporasyonlar bakanlığı kuruldu ve Mussolini, bu bakanlığın başına Guisseppe Bottai’yi getirdi; ama aynı zamanda Korporasyonlar Milli konseyinin başına bizzat kendi geçti.

Rocco’nun teorilerinden ilham alan bir «çalışma anlaşması» bir yıl önce yayımlanmış olan kanuna otuz madde daha kattı (27 nisan 1927).

Bu maddelerde milli refahın ve büyüklüğün sağlanması için, sınıflar arası işbirliğin gerçekleştirilmesi ve üretim faktörleri arasında dayanışma kurulması üzerinde önemle duruluyordu.

Bu sırada İtalyan Genel İşçi konfederasyonu ve Katolik İşçi sendikaları birlikleri ortadan kalkmıştı.

Faşist korporasyonların kuruluşu, üretim alanının altı büyük kesimindeki meslek federasyonlarının on üç milli konfederasyon halinde biraraya getirilmesiyle 1934’e kadar tamamlanmış oldu.

Bunların altısı işveren, altısı ücretli, biri de sanatçı ve serbest meslek sahibi konfederasyonu idi.

Bu teşkilatların da üstünde yer alacak olan iki genel konfederasyon hiç bir zaman kurulmadı ve sadece kağıt üzerinde kaldı.

Ama, 7 Ekim 1938’-de Büyük Faşist konseyinin kararı üzerine, Milletvekilleri meclisi, Nasyonal Faşist partisinin milli konseyinin ve Korporasyonlar Milli konseyinin üyeleri tarafından meydana getirilen bir Korporasyonlar meclisi haline geldi.

Faşizmin, damgasını tam olarak vurduğu bu kuruluş, beklenen manevi sonuçların sağlanmasına önayak olamadı.

Çünkü devletin hiç bir zaman gevşemeyen sert etkisi, bu kurumun suni bir varlık olmaktan kurtulmasını engellemişti.

Bu etki, sosyal düzenliliği, ağır bir kısıtlama ve baskı pahasına gerçekleştirdi.

Bir yanıt yazın