Kovuşturma Nedir,Hukuk | Genel Hukuk Bilgisi |
Kovuşturma Nedir,Hukuk Kovuşturma, ceza muhakemesi alanında, «suç işlendiği şüphesi» ile başlayan bir faaliyet olarak görünür.
Ancak basit bir şüphe, kovuşturmanın başlaması için yeterli değildir: çünkü bu şüphenin kuvvetlenmesi ve belli bir kişiye isnat yapılabilecek duruma gelmesi gereklidir.
Bu şüphenin kuvvetlenmesi ve isnada yeter duruma gelmesi de, eldeki delil kaynaklarına göre mükün olur.
Savcı suç işlendiği haberini alınca, derhal bir incelemeye girişecek, bu incelemesi sonucunda da, belli bir kişinin belli bir eylemi hakkında kamu davası açmaya yer olup olmadığını tespit edecektir.
Şayet savcı bir dava açmayı ger rekli görmezse, bu halde bir kovuşturmanın başladığından söz edilemez.
Savcılık kamu davasını açmak gereğini duyar ve bu davayı açarsa, ancak bu durumda, bir kimse hakkında kovuşturma başlamıştır denebilir.
Kovuşturma, kural olarak, kamu davasının açılmasıyla başlar, yani savcı hazırladığı iddianame veya talepname ile mahkemede veya sorgu hâkimliğinde davayı açar ve bir kişi hakkında yargılama yapılmasını ister.
Ancak bu genel kuralın istisnaları da vardır.
Bir kimse hakkında, henüz kamu davası açılmadan önce de kovuşturma başlayabilir veya başka bir deyimle, bir kimse sanık sıfatını kazanabilir. Bu iki hal de olabilir.
Gerçekten, sulh hâkiminden (dava açılmadan önceki devrede) bir kimsenin daha hazırlık soruşturmasında tutuklanması veya sanık sıfatıyla sorguya çekilmesi istenirse, ilgili kişi «sanık» sıfatını alır.
Bu şekilde başlayan kovuşturma, iddia faaliyeti ve muhakeme ile birlikte devam eder ve ancak şüphenin sona ermesi ortadan kalkmasıyla son bulur.
Bir kişinin eyleminin, suç teşkil edip etmediğinin kovuşturma ile başlaması, yani bir kimse hakkında dava açılmadan önce yargılama yapılamaması, Türk hukukunun kabul ettiği bir prensiptir.
Bu prensibe «kovuşturmanın zaruriliği prensibi» denir ve bu, kişi güvenliğinin korunmasına hizmet eder.
Bir suçun işlenip işlenmediğini araştırmak ve işlenmişse, kanunda öngörülen sonuçları tayin etmek, yani suçluyu cezalandırmak, kişilere değil, kamuya tanınmış bir yetkidir ve kamu yararını korumak için yapılır, iddia makamında savcının değil de, şahsi davacının bulunması, kamu yararına aykırı değildir.
Bunun sonucu, her kovuşturmanın kamu yararına olduğu ilkesiyle açıklanır ve bu ilkenin istisnası da yoktur.
Kovuşturmayı yapan ve yürüten makamları göz önüne alarak, üçlü bir ayırım yapmak mümkündür: devlet kovuşturması, ferdin tek başına kovuşturması, ferdin savcıyla birlikte kovuşturması.
Bunlar içinde en önemli yeri, devletin iddia ve kovuşturma makamı olarak savcının yürüttüğü kovuşturma faaliyeti alır.
Çünkü her suç, devletin kamu düzenini bozduğu, bu düzene aykırı düştüğü için takip olunur ve birtakım müeyyidelerle karşılanır.
Savcılar bu görevi yerine getirirken, bunu, suç işlediği sanılan kimseler hakkında dava açmak suretiyle yapar.
Bu davaya da kamu (amme) davası adı verilir.
Kanunkoyucu kendi düzenini korur, yani suçları cezalandırırken, ya bütün eylemler hakkında hakimin veya mahkemenin karar vermesini zorunlu görür veya kovuşturmayı yürüten makamın önceden bir eleme yapmasını ve ancak önemli fiillerin yargılanmasını gerekli sayabilir.
Böylece kamu davasının mecburiliği veya maslahata uygunluğu olarak iki ayrı sistem ortaya çıkmaktadır.
Türk hukuku, kovuşturmanın mecburiliği ilkesini, yani her eylemin mutlaka hakim tarafından karar altına alınacağını kabul eder.
Suçları kovuşturmakla yükümlü bulunan makamlar hiç bir dış tahrike ihtiyaç duymaksızın, bunları araştırarak hakim önüne götürebilmelidir.
Bu ilkeye, «kamu davasının doğrudan doğruya oluşu ilkesi» adı verilir.
Ancak bazı durumlarda, istisna olarak kanun belli bir yararı göz önüne alarak, kamu düzenini korumak için bu, «doğrudan doğruya oluş»u engeller ve bir şartın da gerçekleşmesini ister.
Ceza davasını açmakla yükümlü olan makamlar, kamu davasını yürütmek zorundadır.
Kamu davası açmış olan bir savcı, bu davayı geri alamaz: buna, «kamu davasının devamlılığı ilkesi» adı verilir.
Bu ilke, savcının yargılama sürerken ileri süreceği mütalaalarda bağlı olduğunu göstermez.
Kovuşturma, devletin özel olarak kurduğu mercilerce yürütülür. Bu merci, genellikle cumhuriyet savcılığıdır.
Ancak Özel bazı durumlarda başka süjeler de kovuşturma yapabilir (msl. askeri yargılamanın söz konusu olduğu hallerde, askeri savcılık gibi).
Ferdin tek başına iddia makamını işgal etmesi, dolayısıyla kovuşturmayı tek başına yürütebilmesi. şahsi dava açabildiği durumlarda söz konusudur.
Bazen devlet, fertlerin de iddia makamını işgal etmesi ve kamu yararlarını korumasını gerekli görebilir.
Bu durumda kanunkoyucu; suç saydığı eylemleri kovuşturma görevini fertlere yükler.
Böylece fert, ceza davası açmak ve yürütmek konusunda devletin, daha doğru bir deyimle savcının ödevini yüklenmiş olur.
Ancak bu durum istisnaidir.
Şahsi dava açarak suçlunun cezalandırılmasını istemek yetkisi, ancak suçtan zarar gören ferde tanınmıştır; başka kimseler bu davayı açamazlar.
Ayrıca suçtan zarar gören ferdin kanuni temsilcisi bulunduğu takdirde, bu davayı açmak ve yürütmek görevi kanuni temsilciye düşer.
Suç sayılan eylemin kovuşturulmasında ferdin devlet iddiacısı savcı ile birlikte faaliyette bulunmasına usul kanununda ve doktrinde «müdahale yoluyla dava» adı verilir.
Bu kovuşturma yolunun özelliği, iddia makamında birden fazla süjenin bulunmasıdır.
Aslında burada kamu davası yoluyla kovuşturulan bir eylem söz konusudur; ancak kanunkoyucu bu kamu davasına, suçtan zarar gören ferdin de katılmasını istemiştir.
Böyle bir düzenlemenin amacı, gerçeğin ortaya çıkmasını daha iyi sağlamak düşüncesidir.
Çünkü ceza mahkemesinin amacı, muhakeme sonunda maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır
. Müdahale yoluyla kamu davasına katılma ancak savcının bu eylemin kovuşturulması için kamu davası açmasından sonra mümkündür.
Daha önce müdahale talebinde bulunulsa bile, müdahil sıfatı kazanılamaz.
Savcı kamu davasını sorgu hakimliğinde bir talepname veya mahkemede bir iddianame ile açar.
Ancak bundan sonra davaya, suçtan zarar gören ferdin katılması mümkün olur.
Davaya müdahale eden mağdur, sanığın cezalandırılmasını istemek zorundadır; bunun yanında şahsi haklarının da hüküm altına alınmasını isteyebilir.