Kurtuluş Savaşında Kırklareli | Kurtuluş Savaşı Tarihi |
Kurtuluş Savaşında Kırklareli O dönemde Kırkkilise olarak bilinen Kırklareli Sancağı’nın, merkez kaza dışında 7 kazası vardı. Babaeski, Lalapaşa (bugün Edirne lli’ne bağlı), Lüleburgaz, Saray (bugün Tekirdağ lli’ne bağlı), Vize, Pınarhisar ve Demirköy.
Yunan Taburunun Gelişi
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla birlikte, itilâf devletleri Trakya’da adım adım denetim kurmaya başladılar. Mütareke’nin beşinci gününde (4 Kasım 1918) bir Fransız alayı Uzunköprü’den Sirkeci’ye uzanan ve Kırklareli bölgesinden de geçen bütün demiryolu hattını işgal etti.
İki ay kadar süren bu durumu, bölgeye bir Yunan taburunun gelişi takip etti.
Yunan askerleri, Doğu Trakya Rumlarının önemli desteğiyle Uzunköprü-Hadımköy. demiryolu hattını tutarak hat boyundaki kasabalara, bu arada Lüleburgaz’a da müfzereler yerleştirdiler.
Bu durumdan yararlanan Rum çeteleri, kısa süre içinde, bütün Doğu Trakya’da bir kargaşa yaratarak Yunanlı diplomatların uluslararası görüşmelerde ileri sürdükleri “Rum nüfusun Doğu Trakya’da çoğunlukta bulunduğu” görüşünü temellendirmek amacıyla, Türk köylerinde yoğun bir baskı uygulaması başlattılar.
Böylece, bölge halkının başka yerlere göç etmesini sağlamayı umuyorlardı.
Yunan denetiminin Trakya’da adım adım yerleşmeye başladığı günlerde, yenik devletlerin kesin yazgısını belirlemeyi amaçlayan Paris Barış Konferansı da çalışmalarına başladı.
İlk toplantısını 18 Ocak 1919’da yapan konferansta, Ingiltere, etkili bir biçimde Yunan isteklerinin yanında yeralıyordu.
Yunan Başbakanı Venizelos’un, daha Kasım başlarında, konferansı düzenleyen büyük devletlere gönderdiği muhtırada Trakya’ya ait istekler şöyle özetlenmişti:
“Trakya’nın Yunanlılığı apaçıktır.
Bulgarlarda bunu tasdik etmişlerdir.
Eğer, söylenildiği gibi, İstanbul, uluslararası bir nitelik kazanacaksa, Yunanlıların hakları kesindir.
İstanbul’la birlikte bütün Trakya, Yunanistan’a verilmelidir.
Bulgar sınırı Arda Irmağı’nı ve Karadeniz’e kadar uzanan 1913 sınırını takip etmelidir.
En doğru çözüm yolu, İstanbul’u ve İstanbul Vilayeti’ni de Yunanistan’a bırakmaktır.”
Konferans çalışmaları sırasında kurulan Yunan işleri Komisyonu da, hazırladığı 1 Mart 1919 tarihli raporda Batı ve Doğu Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasını teklif etmişti.
Ancak ABD Başkanı Wilson’un teklifi, “Trakya’nın Bulgaristan’a bırakılması” yönünde olduğu için, bu konuda ilk ağızda bir karara varılamamıştı.
Konferans Yüksek Konseyi ise, 11 Mart 1919 tarihli toplantısında, Trakya’nın yazgısının, daha sonra yapılacak Osmanlı-Bulgar barış görüşmelerinde belirlenmesini kararlaştırmıştı.
İlhakın ertelenmesi anlamına gelen bu duraklama ihtimali Yunan işgaline karşı teşki katlanan ve aralarında Kırklarelilerîn de bulunduğu Trakya direnişçileri için önemli bir fırsat yarattı.
Talât Paşa’nın Emri
Milli Mücadele döneminde, Doğu Trakya’da kurulan direniş teşkilâtlarının başlıcası Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi idi.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bernen sonra, ilkeyi terketmeye hazırlanan Talât Paşa’nın emri üzerine kurulan bu teşkilât, çalışmalarına 7 Kasım 1918’de başlamıştı.
Balkan Savaşı sonrasında, bölge Trakya yerine Paşaeli olarak anılmaya başladığı için, teşkilâtın adı da “Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi” olmuştu.
Teşkilatın kuruluş amacı, ABD Başkanı Wilson’un da desteğiyle başlayan ve Trakya’nın bütününü ele geçirmeyi öngören Bulgar hazırlıklarına karşı durmaktı.
Ancak, Bulgarların bu konudaki çabaları oldukça sınırlı kaldığı için, teşkilât, çalışmalarını, Yunanlıların ilhak çabalarına karşı yoğunlaştırmıştı.
Edirne’yi merkez edinen Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi’nin ilk başkanı Edirne Müftüsü Iskeçeli Mestan Efendi’ydi.
Kuruluşunun ilk aylarında, başlıca mücadele yolu olarak, diplomatikgörüşme yolunu seçen teşkilât, beş defa kongre toplamıştı.
Sivas Kongresi kararları uyarınca, teşkilâtın adı Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne çevrildi.
Teşkilâtın Kırklareli şubesi de bu kongreden sonra kuruldu.
Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Ocak 1920 başlarında, “bekçi-korucu” görünümü altında silâhlı güçler meydana getirilmesi konusunu görüşmek üzere, Edirne’de yeni bir kongre topladı.
Kongrede Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Muvakkatesi (Geçici Kurulu) adı altında yeni bir teşkilât kuruldu.
Teşkilâtın diplomatik girişim yollarını bırakarak silâhlı direnişi yeğleyen tutumu, bu kongreyle birlikte ortaya çıkmıştı.
İstanbul’un İtilâf devletlerince işgal edilmesi üzerine, 31 Mart 1920’de toplanan ve Lüleburgaz Kongresi olarak bilinen dördüncü kongrenin, teşkilât çalışmalarında önemli bir yeri vardır.
Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bölgedeki bütün milli güçleri bir merkezde toplayarak, her anlamda direnişe karar veren kongresi, bu kongredir.
Lüleburgaz Kongresi sonrasında Trakya’da atılan başlıca önemli adım, İstanbul’la her türlü ilişkinin kesilmesi ve bütün Trakya’da seferberlik ilân edilmesidir.
Mütareke hükümleri uyarınca silâhsızlandırılan I.Kolordu’nun komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Bey, yeni bir silâhlı güç kurulma ıjn yolunu bunda bulmuştur.
Öte yandan, Cafer Tayyar Bey’le Edirne Vilayeti milletvekillerinin doğal üye olarak yeraldığı, Merkez Komuta Kurulu’nda, Lüleburgaz’ı Şevket Bey, Kırklareli’ni de Şevket (Dingiloğlu) Bey temsil ediyorlardı.
Trakya’nın Yunanistan’a Bırakılması
Edirne ve Trakya’nın hangi ülkeye katılacağı konusu, 1919 sonlarında yeniden gündeme geldi ve bütün Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasını isteyen Ingiliz-Fransız görüşü, Şubat 1920’de güç kazandı.
Her iki büyük devlet San Remo Konferansında Arap topraklarını aralarında paylaşmış, çeşitli bölgelerde “manda”lar meydana getirirken, Yunanistan’ın isteklerini de göz önünde tutmuşlardı.
San Remo Konferansı kararları, bütün İtilâf devletleri temsilcilerinin imzasını taşımakla birlikte, İngiltere’nin başarı hanesine yazılmış kararlardı.
Bunlar arasında yeralan Osmanlı Devleti’nin İstanbul’da varlığını sürdürmesi, Doğu Trakya’nın Yunanistan’a verilmesi kararları, Ingiltere’nin buralarda dolaylı egemenlik elde etmesine izin veriyordu.
24 Nisan 1920 San Remo, Antlaşması kararları, 11 Mayıs 1920’de, Versailles’da Osmanlı Devleti temsilcilerine bildirildi.
Venizelos, Yunan Parlamentosunda yaptığı bir konuşmada, antlaşmanın Yunanlıları ilgilendiren bölümünü şöyle açıklıyordu:
San Remo Konferansı
“Barış antlaşması şartlarına göre, Yunanistan Karadeniz’e ulaşmaktadır.
Bütün Trakya Yunanistan’a verilmiştir.
Dede-ağaç yoluyla, Bulgaristan’a Akdeniz’de ekonomik bir çıkar sağlanmaktadır.
İstanbul, antlaşmanın öbür hükümlerine kesin olarak uymak şartıyla, Türkiye’ye bırakılmıştır.
Antlaşmanın uygulanması için gerekli tedbirler alınmış bulunmaktadır.
San Remo Konferansı kararları, Osmanlı Devleti’ne bildirildiği tarihten çok daha önce, 25 Nisan 1920’de Trakya’ya ulaştı ve büyük bir tepki yarattı.
Zaten böyle bir gelişmenin bekleyişi içinde olan Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk yöneticileri Edirne’de yeni bir kongre toplamayı kararlaştırdılar.
Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin beşinci kongresi olan Büyük Edirne Kongresi, 9 Mayıs 1920’de toplandı.
Yunanlıların Batı Trakya’yı geçerek Doğu Trakya’ya girmesi durumunda kesin olarak direnilmesi kararına varıldı.
Kongre, silâhlı teşkilâtlanmaya gidilmesini ve Avrupa’ya delegeler göndererek Trakya Türklerinin haklarının savunulmasını kararlaştırdı.
Trakyalı Delegeler
Edirne Kongresi’nce seçilen Trakyalı delegeler kurulu, zaman geçirmeksizin Avrupa’ya gitti.
Delegeler, yaptıkları görüşmelerde, Yunanistan’ın Trakya’daki nüfus dağılımı konusunda verdiği bilgilerin gerçeği yansıtmadığını ve bölgede nüfus çoğunluğunun Türklerde olduğunu vurguladılar.
Osmanlı Devleti’ne kalıcı “barış” şartlarını dayatan San Remo kararları, Ankara Hükûmeti’nce tartışmasız reddedildi.
İlk ağızda, İstanbul Hükümeti de benzer bir tutum takındı.
Temmuz 1920 ortalarında Paris’e giden bir kurul buradaki büyük devlet temsilcileriyle görüşmelerde bulundu.
Bu arada, kurula başkanlık eden Dahiliye Nazırı Reşid Paşa konferansa bir muhtıra vererek, Doğu Trakya’nın Yunanlılara teslim edilemeyeceğini, böyle bir durumda İstanbul’un Türklerde kalmasının hiçbir anlamı olmayacağını bildirdi ve barış antlaşması şartlarının yumuşatılmasını istedi.
Yunan birlikleri ise aynı dönemde Batı Trakya’yı işgal etmiş, Edirne kapılarına dayanmışlardı.
İtilâf devletleri, Reşid Paşa’nın bu teklifini 16 Temmuz Spa Konferansı kararıyla cevapladılar.
Bir ültimatom niteliği taşıyan bu kararda OsmanlI istekleri kesinlikle geri çevriliyor ve barış antlaşmasının imzalanması için, İstanbul Hükümeti temsilcilerine 27 Temmuz 1920 akşamına kadar süre tanınıyordu.
Padişah Vahdeddin’in başkanlık ettiği II. Saltanat Şûrası,Spa kararını görüşmek üzere 22 Temmuzda Yıldız Sarayı’nda toplandığında, Yunan birlikleri Doğu Trakya’ya çoktan girmişti.
Doğu Trakya’daki Yunan toplu saldırısı, önce Marmara kıyılarında başladı.
20 Temmuz sabahı, üç savaş gemisiyle Marmara Ereğlisi’ni topa tutan Yunanlılar, Ereğli doğusundaki Sultanköy’e asker çıkarmaya başladılar. “Buradaki çıkarmaya katılan askerler, daha önce Ege harekâtına katılan İzmir Tümeni’ne bağlıydı.
Bu birlikler, Türk 55.Tümeni’nin karşı saldırısını engellemek için, hızla Lüleburgaz-Hayrabolu üzerine yürüdüler.Türk tümenine bağlı 168. Alay ise bu ilerleme karşısında tutunamadı ve Çorlu’daki mevzisini terk etti.
170. Alay’ın 3. Taburu ise daha da kötü bir duruma düşmüş, panik sonucu dağılan askerler Lüleburgaz yönünde kaçmaya başlamışlardı.
Ayaklanan bazı askerler ise, birliklerinin komutanlarını tutuklamışlardı.
Dağılan birlikler Lüleburgaz’a, hattâ daha da gerilere, Babaeski’ye doğru çekiliyorlardı.
Saldırının ilk gününde Tekirdağ, Ereğli, Silivri ve Muratlı Yunanlıların eline geçti.
Saldırının İkinci Günü
Saldırının ikinci günü, durumu değiştirecek önemli bir gelişme olmadı.
Yunanlıların sınırdan yaptıkları yeni bir saldırı püskürtüldü ve Yunan birlikleri eski mevzilerine çekildiler.
22 Temmuzda, Tekirdağ’ı savunmakla görevli 55. Tümen’in bütün direnişi kırıldı.
Bunun üzerine, kolordu komutanlığı 49. ve 60. tümenlerden alınacak bazı güçlerle Babaeski’de bir savunma çizgisi meydana getirmeyi kararlaştırdı.
Bunlara Kırklareli’ndeki sınır taburu da katılacaktı.
Yunan birlikleri,23 Temmuz sabahı, iki koldan; Lüleburgaz ve Hayrabolu yoluyla yeniden saldırıya geçtiler ve bu saldırılar sırasında Lüleburgaz, ardından da Babaeski Yunan birliklerinin eline geçti.
Türk kolordusunun savunma düzeni artık bütünüyle bozulmuştu.
Cepheler ard arda boşaltılıyordu.
Sonunda, Lalapaşa’ya kadar gerileyen 1.Kolordu, bütün birliklerin Büyükderbent’te toplanmasını ve zaman geçirmeksizin Bulgaristan’a geçilmesini kararlaştırdı.
700’ü subay ve askeri görevli olmak üzere 5.000 kişilik bir askeri güç,25 Temmuzda Bulgaristan’a sığındı.
Karşılarında herhangi bir engel görmeyen Yunanlılar da 26 Temmuzda Kırklareli ve Lalapaşa’ya, 27 Temmuzda da Vize ve Demirköy’e girdiler.
Daha fazla direnemeyen İstanbul Hükümeti de, kendisine dayatılan “barış antlaşması”nı,10 Ağustos 1920’de, Sevr’de imzaladı.
Yunanistan, Doğu Trakya’yı kendisine veren Sevr Antlaşmasının imzalanmasından sonra, işgal altında tuttuğu bölgede bir “genel valilik” kurdu.
Doğu ve Batı Trakya, merkezi Edirne’de bulunan “Trakya Genel Valiliği”ne bağlandı ve buralarda yeni bir yönetim teşkilâtı meydana getirildi.
Genel valilik, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Gelibolu, Meriç (Dedeağaç), Rodop (Gümülcine) adı altında altı sancağa ayrılmıştı.
Osmanlı yönetimindeyken Kırkkilise’ye (Kırklareli) bağlı olan Lalapaşa kazası bu yeni dönemde Edirne Sancağı’na bağlanmıştı.
KIrklareli Sancağı ise Kırklareli Merkez, Pınarhisar, Demirköy, Babaeski, Vize, Lüleburgaz ve Saray kazalarından meydana geliyordu.
Yunanistan Hükümeti, bu bölgeyi Yunanlılaştırmak için yoğun bir çaba harcıyordu.
Bu arada, Edirne’de Temin adı altında Yunanistan yanlısı bir de gazete çıkarılmaya başlanmıştı.
Trakya’nın işgalinden sonra, Trakya – Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti büyük bir sarsıntı geçirdi.
Cemiyet önderlerinin bir bölümü Bulgaristan’a kaçmış bir bölümü de Çatalca ve İstanbul’a çekilmişti.
İşgal bölgesinde kalanlar ise yoğun baskı altındaydılar.
Ancak, işgalin ilk sarsıntısı geçtikten sonra, teşkilâtta yeniden canlanma başladı.
Bulgaristan ve İstanbul’da yeni bazı gruplaşmalar oldu ve bu iki grup aralarındaki ilişkiyi geliştirmeye çalıştılar.
Bulgar yanlısı bazı üyelerin dışında, Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk yöneticilerinin bir bölümü Ankara Hükûmeti’nin emirlerine uyuyordu.
Ankara Hükümeti ise, güçleri Batı ve Doğu Trakya’ya bölerek zayıflatmaktansa,Doğu Trakya’nın kurtarılmasına öncelik vermeyi kararlaştırmıştı.
Batı Trakya’nın durumu, bölgede yaşayanların istekleri de gözönünde tutularak, daha sonra çözümlenmeliydi.
İşgalden sonraki bir yıl, teşkilâtlanma ve silâhlı direniş hazırlıklarıyla geçti.
Bu arada, Bulgaristan’da, özellikle Eski Zağra’da silâhlı çeteler kurulmuştu.
Bu çeteler, ülkede genel durumun Ankara Hükümeti lehine gelişmesiyle birlikte. Nisan 1922 ortalarında harekete geçtiler.
Sözkonusu çeteleri n meydana gelmesine özellikle Kasım (Yolageldili) Efendi ve Şevket (Dingiloğlu) Bey önayak olmuştu.
Bağımsız olarak meydana getirilen üç direniş müfrezesi sık sık Doğu Trakya sınırından içeri giriyor ve vurkaç harekâtlarında bulunduktan sonra geri, dönüyordu.
Bunlardan, Hüseyin (Akkerman) Bey yönetimindeki müfreze, özellikle KIrklareli çevresinde harekâtlar düzenliyordu.
Dimetokalı Yüzbaşı Derviş Bey komutasındaki bir başka müfreze de harekâtlarını Vize bölgesinde yoğunlaştırmıştı.
Eylül 1922’ye kadar bu direniş harekâtları Yunanlılar önemli kavıplar verdirdi.
Yunan ordularının Eylül 1921’de Sakarya’da uğradığı ağır yenilgiden ve savaşın Türklerce kazanılacağının artık belli olmasından sonra, itilât devletleri barış yanlısı bir tutum içine girdiler ve çeşitli barış teklifleri sundular.
Bu tekliflerde Doğu Trakya’nın durumu da sözkonusu ediliyordu.
Mesela; Mart ve Mayıs 1922’deki Paris ve Cenova konferanslarında, Doğu Trakya’nın Midye-Gaziköy hattına dek boşaltılması teklif ediliyordu.
Buna göre, Edirne ve Kırklareli Yunanistan’da kalacaktı. Ancak, bu teklifler Türk Hükûmeti’nce kabul edilmedi.
Anadolu’daki son Yunan güçlerinin de ayrılmasıyla sonuçlanan Büyük Taarruz sonrasında, itilâf devletleri, yeniden barış teklif ettiler.
Bu konuda çeşitli teklifler sunuldu ve sonuçta 3 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi ile sonuçlanan ateşkes görüşmeleri başladı Oldukça çekişmeli geçen bölgeler, 11 Ekim 1922’de antlaşmayla sonuçlandı.
Antlaşma nın Doğu Trakya ile ilgili maddesi, Yunan birliklerinin, bir ay içinde yerlerini İtilâf güçlerine bırakarak Doğu Trakya’yı terk etmelerini öngörüyordu, itilâf birlikleri de, zaman geçirmeksizin yerlerini, gelen Türk birliklerine bırakacaklardı.
Mudanya Mütarekesi 15 Ekim 1922 gecesi yürürlüğe girdi.
Yunanlıların boşaltmaya başladığı Vize ve Saray’ı italyanlar Lüleburgaz ve Kırklareli’ni de Fransızlar teslim aldılar.
Doğu Trakya’yı teslim almak üzere İstanbul’a gönderilen Refet (Bele) Paşa da, 23 Ekim 1922’de İtilâf Yüksek Temsilcileriyle bir protokol imzaladı.
Bu protokol, Doğu Trakya’daki şehir ve kasabaların boşaltılması şartını ve tarihlerini belirliyordu.
Ardından, Edirne Valiliği’ne tayin edilen Şakir (Kesebir) Bey de Trakya’ya geçti ve İtalyan denetim bölgesinden başlayarak Doğu Trakya’yı adım adım teslim aldı.
Buna göre, Vize ve Demirköy 2 Kasımda, Lüleburgaz 8 Kasımda, Babaeski 9 Kasımda, Kırklareli de 10 Kasımda Türk yönetimine geçti.