Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Tarih

Kurtuluş Savaşında Mersin,Mersin kuva-yı Milliyesi

Kurtuluş Savaşında Mersin İçel’in Mondros Mütarekesi öncesinde, bugünkü topraklarından bir bölümü Adana Vılayeti’ne bağlı Mersin Sancağı, geri kalan bölümü de bağımsız İçel Sancağı içinde yer alıyordu.

Bugün İçel’in ilçesi olan Tarsus, Mersin Sancağı’na, Silifke, Anamur, Gülnar ve Mut da İçel Sancağı’na bağlıydı.

Her iki sancağın toplam nüfusu 200.000 dolayındaydı ve bu nüfusun 6-7 bin kadarı Ermenilerden meydana geliyordu.

Mondros Mütarekesi imzalanınca, İtilâf devletlerinin ilk işlerinden biri mütareke antlaşmasının bazı maddelerine dayanarak, Çukurova bölgesini işgale hazırlamak oldu.

Mütarekenin 16. maddesi “Toros Tünellerinin itilâf devletlerince işgal edilmesini öngörüyordu.

İngiltere ve Fransa bu madde doğrultusunda hızla harekete geçti.

12 Kasım 1918’de de, İngiliz Generali Clark imzasıyla, ikinci Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya şu notayı yolladılar:

“1 Aralık 1918 Cuma günü, öğleye kadar, bütün Osmanlı birlikleri Ceyhan Irmağı’nın batısına, 5 Aralıktan önce de Adana-Tarsus demiryolunun kuzeyine çekileceklerdi.

14 Aralık 1918’de ise, Osmanlı birliklerinin hepsi Pozantı’nın batısına geçmiş olacaktır.

Osmanlı birlikleri bütün ağır ve hafif silâhlarını Katma Istasyonu’nda ingilizlere teslim edecekler ve terhis işlerini Pozantı’nın batısında yapacaklardır.”

Bu notanın istekleri, İstanbul Hükümeti’nin de yoğun baskısıyla, kısa sürede yerine getirilince, Adana ve çevresinde jandarmaların dışında hiçbir askeri birlik kalmadı.

Kurtuluş Savaşında Mersin

Şehrin Geçici İşgali

17 Aralık 1918’de bir İngiliz savaş gemisi Mersin Limanı açıklarına geldi.

Bir İngiliz subayı filikayla karaya çıkarak, Mersin Mutasarrıfı Galip Bey’e İngiliz Hükûmeti’nin bir notasını iletti.

Notada, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi uyarınca ve bölgede güvenliği sağlamak amacıyla işgallere girişileceği,işgalin Mersin’den başlayacağı, çıkarmanın istasyon yakınındaki iskeleden yapılacağı belirtiliyordu.

Ayrıca, geçici olduğu ileri sürülen bu işgal sırasında, Osmanlı yönetiminin görevlilerine dokunulmayacağı sözünü de veren İngiliz notası, işgal askerlerinin İngiliz fabrikalarına, istasyon binasına, Amerikan Koleji’ne ve iskele çevresindeki alana yerleşeceğini belirtiyordu.

Mersin Mutasarrıfı Galip Bey önce bu notaya karşı çıkmak istediyse de, Adana valisi ile yaptığı telgraf görüşmesi sonunda, ingilizlerin isteğine boyun eğmek zorunda kaldı, ingilizler tarafından yapılan işgalin aynı günü Mersin’e Fransızların komutasında 1.500 kişilik bir birlik daha girdi.

Bu birlik içindeki Fransız askerlerinin sayısı yalnızca 150 dolayındaydı.

Geri kalanlar, “Kamavor” denen Ermeni gönüllülerinden meydana geliyordu.

iki gün sonra 19 Aralık 1918’de Fransızlar Tarsus’u da işgal ettiler.

Aynı gün, Suriye’deki Fransız işgal Güçleri Komutanı General Hamlin’in de önemli bir güçle Mersin’e gelmesiyle Mersin-Tarsus bölgesi, çok sayıda Fransız işgal askerinin yığıldığı bir bölge durumuna girdi.

Gümrük Karakolları

Bir süre sonra, Fransız işgal Komutanlığı idari bir düzenleme yaparak, Mersin işgal Komutanlığı’na Binbaşı Andre’yi Tarsus işgal Komutanlığı’na da Yüzbaşı Coulet’yi tayin etti, işgal komutanlarını sınırsız yetkilerle donatan Fransızlar, hemen hemen bütün görevlileri değiştirerek, yerlerine Fransız subaylarını ya da taraftar olarak gördükleri, eşraftan bazı kişileri tayin ettiler.

Bölgedeki Türk askeri gücünü bütünüyle etkisiz duruma getirmek için jandarma teşkilâtını karma bir yapıya dönüştürmeye çalışan, kimi Ermeni Kamavorlarını da bu teşkilâta sokan işgal komutanlığı, ayrıca bir de milis teşkilâtı kurdu.

Fransız işgal Komutanlığı’nın işgal bölgesinde yaptığı önemli bir düzenleme de Güney Anadolu’da ayrı bir gümrük teşkilâtı meydana getirmek oldu.

Mersin ve çevresinde çeşitli noktalarda gümrük karakolları kuruldu.

Bunların başlıcalarından, Mersin-Silifke çevresinde karayolu üzerindeki Alata Gümrük Kapısı’nın yönetmeliği şöyleydi:

1-Mersin yoluyla, Silifke’den Kilikya’ya girecek her türlü maldan % 11 gümrük resmi alınacak, aynı yolla Kilikya’dan Mersin’e gelecek mallar için ödenecek gümrük resmi ise % 1 oranında olacaktı.

2-Silifke’den,Mersin yoluyla Suriye’ye yapılacak her türlü hayvan, buğday ve arpa ihracatı serbest bırakılacaktı.

3-Bu yönetmeliğe uyulmaması durumunda, sorumlular 1 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacak, mallarına el konacaktı.

4-Bütün askeri ve mülkî yetkililer bu yönetmeliğin uygulanmasından sorumlu olacaklardı.

Fransız işgal Komutanlığı Adana Baştemsilcisi Albay Bremond imzasıyla yayınlanan bu yönetmelikle, işgal bölgesi ile Güney Anadolu’nun işgal dışında kalan bölgeleri arasında yüksek bir gümrük duvarı meydana getirilmiş, Anadolu’nun Mersin’den yapacağı ithalat hemen hemen imkânsız hale getirilmişti.

Nüfus Yapısı Değiştirilmek İsteniyor

Fransız İşgal Komutanlığı’nın girişimlerinden biri de Mersin-Tarsus bölgesinin nüfus yapısını değiştirmeye çalışmaktı.

Bölgedeki azınlıkların sayısı, Mütareke öncesinde toplam nüfusun 1/10’unu bile bulmazken, işgal süresince bu nüfusta gözle görülür değişiklikler oldu.

Fransız askerleriyle birlikte gelen ayrılıkçı Ermeni Kamavorlar, genellikle Mut ve Silifke bölgesindeki köylerde etkili olmaya çalıştılar.

Bunu gruplar halinde Beyrut’tan getirilen Ermeni ailelerin yerleşmesi izledi.

Fransız işgalinin hemen ertesinde, silâhlı Kamavorlarla bunlardan cesaret alan bölücü Ermeni çeteleri bölgede yoğun bir terör başlattılar.

Özellikle Silifke köylerinde ağırlık kazanan bu saldırılar, kısa süre içinde büyüdü.

Öyle ki.evlerin, köylerin yıkılması, toplu katliamların düzenlenmesi biçiminde gelişen olaylar, Fransız işgal makamlarını bile ürkütür oldu.

Diğer taraftan Türk eşrafının ileri gelenleri de işgal komutanlıklarına baskı yapıyor, bütün bu katliamların kaynağının, Mersin’e getirilen Ermeni Kamavor gönüllüleri olduğunu belirtiyorlardı.

Kamavorların hemen geri çekilmesi gerektiğini savunan Türkler, bu saldırılara göz yuman hattâ arka çıkan Fransız yöneticilerinin de değiştirilmesini istiyorlardı.

Bu durum karşısında Adana’daki Fransız İşgal Komutanlığı Baştemsilcisi Bremod, birtakım önlemler almak zorunda kaldı.

Tarsus ve Silifke’deki Kamavorları çekerek, yerlerine Tunuslu ve Cezayirli askerleri yerleştirdiği gibi, Ermenilere açıkça arka çıkan Tarsus işgal komutanını da görevden alarak yerine Binbaşı Costiller’i getirdi.

İşgale Karşı Direnişler

İşgale karşı teşkilâtlanmanın ilk adımları, Mersin’de Fransız işgalinin başladığı gün atılmıştı. B

azı gençler Hürriyet ve itilâf Klubü’nde toplanarak durumu görüşmüş, toplantıya çağırdıkları müftü ve nakipten de türlü desteğin sağlanacağına ait söz almışlardı.

Daha sonra Şafak Gazinosu’nda bir toplantı yapılmıştı.

Son olarak Tevfik Kadri (Ramazanoğlu) Bey’in evinde büyük bir toplantı düzenlenmiş, müftünün önderliği altında birleşilmesi kararlaştırılmıştı.

Burada ayrıca gizli bir yönetim kurulu meydana getirilmiş, başkanlığına da Suphi Paşa getirilmişti.

Eczacı Basri (Arsoy) Bey’le Dr. Ali Hikmet (Koral) Bey de işgale karşı olanlarla ilişki kurmakla görevlendirilmişlerdi.

Fransız işgal makamları, işgalin ikinci ayında bölge halkı ile daha düzenli bir ilişki kurmak ve “yoksullara yapılan yardımların daha teşkilâtlı bir biçimde yürütülmesini sağlamak amacıyla” ileri gelen kişilere başvurarak etnik temelde yardım teşkilatları kurulmasını bildirdiler.

Türklerde bu durumdan yararlanarak, “İslâm Hayır Cemiyeti” adı altında, açık bir teşkilât kurdular.

Bunu cemiyet üyelerinin bir bölümünün de içinde yer aldığı gizli bir teşkilâtın kurulması izledi.

Teşkilâtın çekirdeğini askeri yöneticilerle yedeksubaylar meydana getiriyordu.

Türklerin yanısıra, Sünni, Alevi ve Hıristiyan, Araplar, Kürtler, Museviler, Ermeniler ve Rumlar da yine “Hayır Cemiyeti” adı altında birer teşkilât kurdular ve böylece Mersin-Tarsus bölgesindeki dini sekiz ayrı teşkilât ortaya çıktı.

Bunlardan Türklerin kurduğu “İslâm Hayır Cemiyeti” ile Alevi Arapların ve Kürtlerin kurduğu teşkilâtlar farklı yapılarda olmalarına rağmen, sıkı bir ilişki içindeydiler.

Nitekim, daha sonra başlayan silâhlı direniş sırasında, Türklerin yanısıra, Alevîlerle Kürtler de Fransız işgalcilerine karşı savaştılar.

Alınan çeşitli önlemlere rağmen ayrılıkçı Ermeni çetelerin saldırıları bu yeni dönemde de sürdü.

Üstelik, Ermeni Hayır Cemiyeti’nin kurulmasıyla birlikte eylemler daha teşkilâtlı bir nitelik kazanmış, bir ara çatışmaları engellemeye yönelik bir tutum takınan Fransız işgal makamları, bir süre sonra yine eskisi gibi saldırılara göz yumar olmuştu.

Bütün bunlara rağmen, bölge halkı bu defa daha hazırlıklı ve daha teşkilâtlıydı.

Geniş bir kitle desteği sağlayan İslâm Hayır Cemiyeti yöneticileri, yer yer Fransız makamlarıyla pazarlığa oturuyor, onları Ermeni çetelerine karşı önlem almaya zorluyorlardı.

Bu arada Fransızların başlattığı karma jandarma birlikleri kurma girişimi daha başlangıçta başarısızlığa uğramıştı.

Başlarında Türk subayların bulunduğu jandarma birlikleri, Ermeni çetelerinin izlenmesi ve bastırılmasında oldukça etkin bir rol oynamıştı.

Bu arada, Çukurova halkının büyük devletlere karşı tutumunu belirlemek amacıyla yapılan bu tür halk oylamasında “halkın herhangi bir mandadan yana olmadığı” sonucu ortaya çıkmıştı.

Böyle bir sonuç  alınmasında İslâm Hayır Cemiyeti’nin yürüttüğü etkin propagandanın payı büyüktü.

Çukurova’nın birçok kasabasının ve bu arada Mersin’in hem İngiliz hem de Fransızlar tarafından işgali sırasında Mersin’deki siyasi ve mülki yönetimi Fransızlar üstlenmiş, şehir içi güvenliğin sağlanmasında ise, Ingiliz askerleri görevlendirilmişti.

Bu durum işgal sonrasında bir yıl boyunca süre gitti.

Nisan 1919’da başlayan İngiltere-Fransa görüşmeleri Ekim 1919’da sonuçlandı ve Fransa, İngiliz askerlerinin Suriye ve Güney Anadolu’yu boşaltması karşılığında Musul’u gözden çıkardı, ingilizler de antlaşmaya uyarak Çukurova’yı boşaltmaya başladılar ve 20 Kasım 1919’da General Mac Andrew’in karargâhı da Mersin’den ayrılınca, ingilizler Kilikya’dan bütünüyle çekilmiş oldu.

Çukurova’nın Boşaltılması

İngiltere ile Fransa arasında Çukurova’nın boşaltılmasını konu alan görüşmeler sürerken, 4-11 Eylül 1919 arasında, Sivas’ta milli bir kongre düzenlenmişti.

Kongrede alınan birçok önemli kararlar arasında, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ülke çapında yaygınlaştırılması da vardı.

O dönemde Mersin bölgesinde adını duyurabilen başlıca teşkilât olan ıslâm Hayır Cemiyeti çok yönlü bir direnişe önderlik edebilecek özelliklerden mahrumdu, işgalin hemen ertesinde, İstanbul’da kurulan Kilikyalılar Cemiyeti ise, İçel bölgesinde etkili olamamıştı.

Sivas Kongresi’nin aldığı ülke çapında teşkilâtlanma kararını uygulamak için belli merkezler seçildi.

Bunlardan biri de içel-Mersin bölgesindeki teşkilâtlanmaya önderlik edecek olan Konya’daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ydi.

Bu teşkilât, 12. Kolordu’ca da desteklenecek ve Kilikya’ya batıdan girecek güçler burada düzenlenecek, gerekli silâh ve cephane buradan sağlanacaktı.

Bu görevi yerine getirmek üzere de, kolordu binbaşılarından Hüseyin Hüsnü Bey’e yetki verildi.

Mersin kuva-yı Milliyesi

Ekim 1919’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Konya Şubesi Başkanı Hüseyin Hüsnü Bey’le ilişki kuran Mersin Jandarma Tabur Komutanı Yüzbaşı Haydar Bey, İslâm Hayır Cemiyeti yöneticileriyle görüştükten sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğü doğrultusunda teşkilâtlanma çalışmalarına başladı.

Hüseyin Hüsnü Bey, Haydar Bey’i resmî bir görevde bulunması sebebiyle fazla öne çıkmaması konusunda uyarmış,Fransız makamlarına sezdirmeden, jandarma depolarındaki silâhların direnişçilere dağıtılmasını istemişti.

Haydar Bey de bu emri yerine getirerek jandarma depolarından 300 dolayında tüfek çıkarttı ve bunları “bekçi” veya “tarımcı” görünümü altındaki direnişçilere dağıttı.

Haydar Bey’in dolaylı olarak yürüttüğü teşkilâtlanma çalışmalarını, bir süre sonra, asıl görevi Mersin Kuva-yı Milliye’sini yönetmek olan Emin Arslan Bey üstlendi.

Bu arada, Mersin’in çeşitli köylerinde, yedek subayların önderliğinde üçer kişilik Müdafaa-i Hukuk birlikleri kurulmuştu.

Emin Arslan Bey, Mersin’de merkezi bir teşkilâtlanmaya girmeden önce, çevre yerleşmelerdeki mevzilerin sağlamlaştırılması gerektiğini düşünüyor, bu sebeple de teşkilâtlanmayı Konya’dan Mersin’e doğru adım adım meydana getiriyordu.

Bu doğrultuda ilk olarak Mut, Silifke, Gülnar ve Anamur Müdafaa-i Hukuk teşkilâtları kuruldu.

Silifke’ye bağlı Mara ve Yağda bucaklarında da Müdafaa-i Hukuk’un şubeleri kuruldu.

Silifke’deki teşkilâtlanma çalışmalarının yürütülmesi sırasında, 7 Mart 1920’de kasabada büyük bir miting düzenlendi. Miting sonrasında, çok sayıda Silifkeli genç Kuva-yı Milliye’ye yazıldı.

Çevre kasabalardaki teşkilâtlanmalar tamamlandıktan sonra, Mersin Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin meydana getirilmesine geçildi ve 1 Mayıs 1920’de kurulan teşkilâtın başkanlığını önce Ali Efendi, bir ay sonra da Ömer Lütfi (Kutay) Bey üstlendiler.

İçel bölgesindeki Müdafaa-i Hukuk teşkilâtlanırken Binbaşı Emir Arslan Bey de, yoğun bir çalışmayla askeri teşkilâtlanmayı gerçekleştiriyor, “Gönüllü Müfreze” adı altında çok sayıda direniş birliği meydana getiriyordu.

Mart 1920 sonlarında bu teşkilâtlanma büyük ölçüde tamamlandı ve İçel bölgesindeki direniş birlikleri, Mersin ve Tarsus grup komutanlıklarına bağlı olarak bir araya getirildiler.

Sinan Tekelioğlu komutasındaki Kavaklıhan Grubu da, gerek duyuldukça İçel’deki direniş teşkilâtlanmasına destek olacaktı.

Çatışmalar

İçel Kuva-yı Milliyesi ile Fransız işgal birlikleri arasındaki ilk silâhlı çatışma, 17 Mart 1920’de oldu. Çevredeki direniş hazırlıklarını haber alarak, Kuva-yı Milliye’yi daha güçlenmeden ortadan kaldırmak için Mersin Karargâhı’ndan yola çıkan iki Fransız bölüğü Mersin’e 15 km. uzaklıktaki Erçel Köyü girişinde, Başnalar Mahallesi’nde gönüllü müfrezelere bağlı I. Bölük’ün baskınına uğradı.

Fransız bölükleri hiç beklemedikleri bu baskın karşısında büyük şaşkınlığa uğradılar ve geri çekilmek için dahi zaman bulamayarak, çok sayıda kayıp verdiler.

Başnalar yenilgisini 3 Nisan 1920’deki Arpaçsakarlar olayı takip etti.

Köy zenginlerinden birinin şikayetini fırsat bilen Fransızlar, Kuva-yı Milliye yanlısı olduğunu öğrendikleri Arpaç sakarlar Köyü halkını sindirmek için harekete geçtiler ve 3 Nisan gecesi köyü kuşatarak ateşe verdiler.

Çok sayıda evin bütünüyle yandığı bu baskın sırasında, Fransızlar köy halkından 7 kişiyi Mersin’e götürdüler.

Köylülerin hayvanlarına da el koydular.

Yine 3 Nisanda “Mersin ve Çevresi Gönüllü Müfrezeler Komutanı” Emin Arslan Bey gözdağı vermek amacıyla, Mersin’deki Fransız karargâhına bir nota gönderdi.

Notada, Mersin’in 10.000’ aşkın Kuva-yı Milliyece kuşatıldığı ye Fransız birliklerin 48 saat içinde Mersin’i boşaltmazsa işgal karargâhının yerle bir edileceği belirtiliyordu.

Ne var ki,bu nota beklenen etkiyi yaratmadı.

Belirtilen notanın gerçeği yansıtmadığını öğrenen Fransızlar,notanın Mezitli Köyü’nden gönderildiğini sanarak, 5 Nisan 1920’de bu köye büyük bir saldırı düzenlediler.

Savaş gemilerinin topçu ateşiyle de desteklenen bu saldırı sırasında Mezitli yerle bir edildi.

Bu arada Gönüllü Müfrezeler karargâhının bulunduğu Tömük Köyü de denizden bombardıman edildiği için, Emir Arslan Bey komutanlık karargâhını önce Çevlik’e, oradan da Elvanlı’va taşıdı.

Fransızların Yenilgisi

Fransızlar, Mersin yakınlarında ikinci defa 19 Nisan’da, İçme’de yenilgiye uğradılar, içme Boğazı’nda Alsancak Müfrezesi Komutanı Yedek Teğmen Osman Muzaffer (Koçaşoğlu) Bey’in baskınına uğrayan iki Fransız bölüğü, uçaklarla da desteklenmesine rağmen yenilgiden kurtulamadı.

20 Nisanda Hebili yönünde çekilmeye, başlayan Fransız birlikleri, burada da köy halkının direnişiyle karşılaştı ve ağır kayıplara uğradı.

Bundan bir hafta kadar sonra karşı saldırıya geçen Kuva-yı Milliyeciler, 27 ve 29 Nisanda iki Fransız karakolunu bastılar ve Mersin-Tarsus demiryolu hattını birkaç noktadan havaya uçurdular.

Mersin Cephesi’nde, Mayıs 1920’de meydana gelen çatışmaların en önemlileri, I. ve II. Su Bendi savaşlarıydı.

Mersin Kuva-yı Milliyecileri’nin uyguladıkları başlıca savaş metodlarından biri, Fransız ikmal hatlarını keserek onları şehir içinde zor durumda bırakmaktı.

Nitekim bu amaçla, Mersin’e içme suyu sağlayan bentleri yıkmış bendi onarmak için gelecek Fransız birliklerini karşılamak için de burada bir karakol kurmuşlardı.

Fransızlar, Mersin’in 4 km. kuzeybatısındaki Üşeli Köyü yakınlarındaki bu su bendini tamir etmek için 5 Mayıs 1920’de bir ekip gönderdiler.

Ancak, bent yakınlarındaki karakolda bulunan Başçavuş Yusuf Efendi komutasındaki Demirtaş Müfrezesi, bu tamir ekibini yaklaştırmadığı gibi, ekibi korumak için gönderilen Fransız gücünü de ağır kayıplara uğrattı. Fransızlar çekilmek zorunda kaldılar.

Şehirde Su Sıkıntısı

Şehirdeki su sıkıntısının had safhaya varması üzerine, Fransızlar, 10 Mayısta yeni bir saldırı düzenlemeyi kararlaştırdılar.

Ancak, bu saldırı hazırlığını daha başında öğrenen İçel Kuva-yı Milliyesi, Üseli’de önemli bir yığınak yaptı.

Biralay gücündeki Fransız birliği, saldırı için uygun görülen günde, Ernest Renan savaş gemisinin topçu ateşi desteğinde harekete geçti.

Hiçbir direnişle karşılaşmaksızın Dokuzharnup’a gelen Fransız askerleri, burada yaylım ateşiyle karşılaştılar.

Hemen bütün Kuvayı Milliye başkanlarının katıldığı bu pusuda, Fransızlar 200 dolayında kayıp vererek aynı gün Mersin’e çekildiler.

Su bentlerinin tamiri ise Mersin Belediyesi işçilerince ve Kuva-yı Milliye’nin izin vermesinden sonra yapılabildi.

Tarsus Cephesi’nde Kuva-yı Milliye ile Fransızlar arasında, bu dönemde meydana gelen çatışmaların en önemlisi I. Eshabıkehif Savaşı’ydı.

Bu çatışma, 19 Nisan 1920’de Mersin Cephesi’nde içme Çatışması’nın yapıldığı gün başladı.

Tarsus’tan çıkan 300 dolayında Fransız askeri Eshabıkehif Dağı eteklerinde küçük bir Kuva-yı Milliye birliğiyle karşılaştı.

Sucular Köyü yakınlarında meydana gelen ve iki gün süren çatışmalarda, Fransızlar çok sayıda asker kaybederek Tarsus’a çekilmek zorunda kaldılar.

Nisan-Mayıs 1920’de Tarsus-Pozantı yolu üzerindeki Kavaklıhan’da da önemli çatışmalar oldu.

Biri Adana’dan öbürü de Tarsus’tan, iki defa harekete geçen Fransız birlikleri, her iki harekâtta da ancak Kavaklıhan’a kadar ilerleyebildiler.

13 Nisan ve 17 Mayıstaki bu çatışmalar sırasında, Sinan Tekelioğlu başkanlığında Kuva-yı Milliye çeteleri Fransızları ağır kayıplara uğrattılar.

Pozantı Galibiyeti

Kavaklıhan Grubu’na bağlı Kuva-yı Milliyecilerin üstünlüğüyle sonuçlanan çatışmaların en önemlisi ise 28 Mayıs 1920’deki Panzin Savaşı idi. Bu çatışma sırasında, Pozantı’da üslenen Binbaşı Nesnil komutasındaki Fransız birlikleri, kuşatıldıkları Panzin çukurundan çıkamadılar ve bütün silâh ve cephaneleriyle birlikte Kara Afet komutasındaki Kara Bomba Müfrezesi’ne teslim oldular.

20 günlük mütareke

31 Mayıs 1920’de Fransızlarla Ankara Hükümeti arasında bir ateşkes antlaşması yapıldı.

Fransızları bu antlaşmayı yapmaya zorlayan başlıca sebep, 26 Mayısta kuşatma altına giren Pozantı’daki Fransız birliğini yok olmaktan kurtarmaktı.

Ne var ki Pozantı’daki Fransızlar 31 Mayıs 1920’de gece yarısından başlayarak 20 Haziran 1920 gece yarısına kadar sürecek olan ateşkesten önce tutsak edildikleri için, Fransız İşgal Komutanlığı bu antlaşmadan beklediği yararı sağlayamadı.

Öte yandan, Fransa’nın başarısızlığı kabul etmek ve Ankara Hükûmeti’ni tanımak anlamına gelen böyle bir teklifte bulunması, Büyük Millet Meclisi için çok önemli bir gelişmeydi. Nitekim, Mustafa Kemal, Söylev’de bu konuyu şöyle açıklamaktadır:

“…Fransızların İstanbul Hükûmeti’ni bir tarafa bırakıp Ankara’da bizimle görüşmelerde bulunmaları ve herhangi bir konuda anlaşmaya çalışmaları, o gün için, sağlanması önemli bir siyasî nokta idi…”

Çatışmaların Başlaması

Fransızlarla imzalanan ateşkesin sona ermesinden beş gün sonra, 25 Haziran 1920’de Tarsus Kuva-yı Milliyesi’ne bağlı çeteciler, Fransızların en güçlü karakollarından biri olan Hacıtalip İstasyonu’na bir baskın düzenlediler, içinde çok sayıda Fransız askerinin barındığı ve istasyonun hemen yanıbaşında bulunan çiftlik binasına yapılan baskın geceyarısı başladı ve çatışmalar saatlerce sürdü.

Açılan yoğun ateşin yanısıra çiftlik binası da kundaklanınca, Fransız askerleri teslim olmak zorunda kaldılar. Bu baskın sırasında çok sayıda cephane de ele geçirildi.

31 Mayıs 1920 Ateşkes Antlaşması’nın hükümlerinden biri, Fransız birliklerinin, demiryolunun kuzeyindeki bütün noktalardan güneye çekilmesiydi. Bu noktalardan biri de, 400 dolayında Fransız askerinin bulunduğu, Tarsus’un 2 km. kuzeybatısındaki “Bağlar” sırtlarıydı.

Fransız işgal Komutanlığı, antlaşma hükümlerine rağmen buradaki birliğini geri çekmediği gibi, Kuva-yı Milliye’nin Tarsus’a yönelebilecek saldırılarını önlemek amacıyla, daha da güçlendirmiş ve sağlam bir dayanak noktası edinmişti.

İşte, Kuva-yı Milliye Tarsus Grubu’nun 15 Temmuzda başlattığı toplu saldırının hedefi, Fransızların “Küçük Verdun” adını verdikleri bu istihkâmdı.

Saldırı, kararlaştırılan günde, gece yarısına doğru başladı.

Ne var ki, zifirî karanlık sebebiyle birlikler arasında yeterli ilişki ve haberleşme sağlanamadığı için, müfrezeler fazla ilerleyemediler ve 18 Temmuza kadar bulundukları noktaları berkitmekle uğraştılar.

18 Temmuzda yeniden ve bütün gücüyle saldırıya geçen Tarsus Grubu’na bağlı müfrezeler, ertesi akşama doğru Fransızları bulundukları siperlerden söktüler, çok sayıda silâh ve malzeme ele geçirdiler.

200 dolayında kayıp veren Fransız birliği ise geri çekilerek Tarsus’a sığınmak zorunda kaldı.

Kuva-yı Milliyecilerin de önemli kayıplar verdiği bu çatışma sırasında ölenlerden biri de Tarsus Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti eski başkanı Hacı ishak Efendi idi.

Fransızların Hezimeti

Bağlar baskınını, Tarsus’un güneyindeki Rasim Bey Fabr-kası’na yapılan baskın takip etti.

Buradaki Fransız karakolunu etkisiz duruma getirmek için 19 Temmuzda yapılan saldırı sonunda, Fransızlar fabrika çevresini boşaltmak zorunda kaldılar.

22 Temmuz 1920’de, Fransızlar iki cephede birden saldırıya uğradılar.

Kuva-yı Milliye Mersin Grubu’nun Gudubes’te, Tarsus Grubu’nun da Fransızların yeniden yerleştiği Hacıtalip Istasyonu’nda düzenlediği baskınlar sırasında, işgal birlikleri büyük kayıplar vererek Mersin ve Tarsus’a çekildiler.

Kuva-yı Milliye’nin Mersin yakınlarındaki Küçük Ziyaret Tepesi’ne 14 Ağustosta yaptığı, ancak başarısızlıkla sonuçlanan saldırıdan sonra, Ekime kadar önemli bir silâhlı çatışma olmadı.

Ekimdeki II. Eshabıkehif ve Karadirlik çatışmalarıyla Aralıktaki III. Eshabıkehif Çatışması’nda Fransızlar üstünlük kazandı.

Ama, yine Aralıkta Emirler’de Fransızlara ağır kayıplar verdirildi ve işgal birlikleri bir defa daha Mersin’e çekilmek zorunda kaldılar.

Pozantı Kongresi

Adana’nın işgal altına girmesi Anadolu’da büyük bir sarsıntı yaratmıştı.

Pozantı’daki Binbaşı Nesnil’e bağlı Fransız askerlerinin topluca tutsak alınması ve kasabanın kurtarılması, Adana’nın bulunduğu kötü durumun değiştirilmesi için önemli bir fırsat olarak değerlendirildi.

Temmuz 1920 sonunda Adana Kuva-yı Milliyesi ile ilişki kuran Mustafa Kemal, Ağustos başında Pozantı’ya geleceğini ve burada bölgesel bir kongre toplanması isteğinde olduğunu bildirdi.

Adanalıların böyle bir kongrede en geniş bir biçimde temsil edilmelerini sağlamak için hazırlık yapılmasını istedi.

Pozantı Kongresi 5 Ağustos 1920’de aynı sabah kasabaya gelen Mustafa Kemal’in konuşmasıyla açıldı.

Kongrede, Adana ve İçel’in önde gelen eşraf temsilcilerinin yanısıra, Ankara, Sivas ve Kayseri Müdafaa-i Hukuk cemivetleri temsilcileri ve bazı Kuva-yı Milliyeci subaylar hazır bulunuyorlardı.

Konuşmasında, Anadolu’nun mütareke ile içine düştüğü duruma ilişkin açıklamalarda bulunan Mustafa Kemal daha sonra, yürütülmekte olan direnişle ilgili bilgi verdi.

Kongrenin ikinci oturumunda, özel olarak Adana’ya ait meseleler ele alındı.

Pozantı merkez olmak üzere Adana Vilayeti teşkilâtının yeniden meydana getirilmesi kararlaştırıldı.

Mersin, Osmaniye ve Kozan sancakları da bu vilayete bağlandı.

Ankara Antlaşması

Pozantı Kongresi, Adana Vi-layeti’ne bağlı Mersin Sancağı Mutasarrıflığına Rauf Bey’in getirilmesini kararlaştırdı.

Sancak merkezi de Erçel Köyü olacaktı.

Mersin’e bağlı Tarsus Kazası da Kaymakam Şükrü Bey’ce yönetilecek kazanın merkezi Namrun Köyü (Çamlıyayla) olacaktı.

Fransız Hükûmeti’nin Aralık 1918’de başlattığı Kilikya işgalinin, aradan ikibuçuk yıl geçtikten sonra vardığı nokta şöyle özetlenebilirdi: Fransızların Maraş ve Urfa’daki birlikleri yenilgiye uğrayarak işgal bölgelerini boşaltmak zorunda kalmış, Antep’tekiler, işgali ancak büyük kayıplar pahasına sürdürebilmiş, Adana-Mersin bölgesinde ise yenilgi üstüne yenilgiye uğramışlardı.

Sonuç olarak Fransa’nın büyük umutlarla başladığı bu işgal, iktidardaki Briand Hükûmeti’ne çok pahalıya mal olmuştu. Bu sonuç, kaçınılmaz olarak, ülke içinde büyük tepkilere yol açıyordu.

Savaşa artık bir son verilmesi için ard arda miting ve gösteriler düzenleniyor, muhalefetteki Sosyalist Parti, askeri işgalin sürdürülmesi için gerekli görülen harcamalara karşı çıkıyordu.

Briand Hükümeti, sonuçta iktidarı koruyabilmek için işgallere son vermek, hiç değilse daraltmak gerektiğini kavramaya başlamıştı.

Bu şartlarda Fransız Hükümeti, Nisan 1921’de başlattığı diplomatik teşebbüsleri aynı yılın yaz aylarında daha da yoğunlaştırmıştı.

Barış görüşmelerinde, Fransa’yı temsil eden ve Ankara Hükümeti üyeleri arasında yakın dostları bulunan Franklin Bouillon’un özel çabaları sonunda da, 20 Aralık 1921’de Fransa ile Türkiye arasında Ankara Antlaşması adıyla bilinen bir antlaşma imzalandı.

Ankara Antlaşması, özerk bir yönetime sahip olmasını teklif ettiği İskenderun Sancağı dışında, bütün Kilikya’nın bu arada Mersin ve İçel’in Türkiye’ye bırakılmasını belirtiyordu.

Mersin ve Tarsus’un kurtuluşu Ankara Antlaşması’nın taraflarca onaylanmasının hemen ertesinde, Fransızlar işgal altında tuttukları Kilikya şehirlerini kısa süre içinde boşalttılar.

Fransızların Tarsus’u boşalttıkları gün 27 Aralık 1921’de Adana’daki Türk alayının bir taburu ve bir süvari bölüğü Tarsus’a girdi. 3 Ocak 1922’de Mersin’e girildi.

Böylece, Mersin ve Tarsus, Fransız işgali altında geçen üç yıldan sonra, yeniden Türkiye’ye katıldı.

Çekilen Fransız birlikleriyle birlikte, bir bölüm Ermeni de, deniz yoluyla Türkiye’den ayrıldı.

Bir yanıt yazın