Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Tarih

1.Mahmud Dönemi,1.Mahmud Dönemi | Tarih |

1.Mahmud dönemi ıslahatları,1.Mahmud dönemi olayları,1.Mahmud döneminde verilen kapitülasyonlar,1. Mahmud dönemi kronolojisi,1. Mahmut dönemi gelişmeleri,Mahmud Dönemi 2 Ağustos 1696’da Edirne’de dünyaya gelen sultan II. Mustafa’nın büyük oğlu şehzade Mahmut, sultan I. Mahmut olarak 1 Ekim 1736’da 35 yaşında olduğu halde tahta çıkmıştır.

1.Mahmud Dönemi

Yeni hükümdar, Alay Köşkü’hde huzuruna kabul ettiği İstanbul kadısı Hasan Efendi (Zülâli) ve Patrona Halil’e maddi ihsanlarda (zeri mahbub) bulundu.

Asilerin durumu ve bertaraf edilmesi Eski veziri azam İbrahim Paşa (Nevşehirli) döneminde eğlence âlemlerinin yapıldığı Kağıthane deresi boyunca karşılıklı olarak büyük masraflarla inşa edilmiş olan yalıların Patrona Halil in asi yandaşları ile ayak takımı halk tabakasının nefret duymaları nedeniyle yıkılmaları istenmekteydi.

Bu ısrar ve direnmelere rağmen yeni padişah bu yalıların yıkılmamasını bir hattı hümayunla emretmiştir.

Fakat bununla birlikte sultanı I. Mahmut’un Eyüp’te kılıç kuşanma töreninde, “Köşklerin üç gün içinde yıkılmaları” ilân edilmişse de ayak takımı bu süreyi de beklemeden bütün yalı köşklerini yetişmiş ağaçlarıyla birlikte yıkmışlar, böylece İstanbul’un bu şahane sadabad semti harabeye çevrilmiş oldu.

Fakat bir süre sonra sultan I Mahmut, Bostancı ocağı vasıtasıyla yıkılan yerlerin bir bölümünü yeniden bayındır bir duruma getirtmiştir.

Öte yandan asiler, yeni padişahın kendilerini cezalandırmasından korku ve endişeye kapılarak şeyhülislâmdan aracı olmasını istediler.

Şeyhülislâm ise “çadırlarını Atmeydanından kaldırıp eylemlerine son verdikleri takdirde affedilmelerini sağlayacağım” bildirmesi üzerine onlar, çadırlarını kaldırıp meydanı boşalttılar; böylece İstanbul’da güvenli ortam yeniden sağlanmış oldu; çok geçmeden de mal ve eşyaları yağma edilen esnaf da dükkanları açtılar.

On üç gün sürmüş olan Patrona Halil ve yandaşlarının ayaklanması da böylece sona ermiş oldu (Ekim 1730).

Fakat bununla birlikte asi liderleri hükümet işlerine karışmaktan geri durmuyorlardı; istemedikleri bazı devlet adamlarını sürgüne göndertiyor, istediklerini de sürgün edildikleri yerlerden getirtiyorlardı.

Sözgelimi, asi başbuğu Patrona Halil, Rüstem Paşa (Bosnalı)’yı veziri azam yaptırmak girişiminde bulunduğu gibi, Bursa’da zorunlu olarak oturmakta olan eski Kırım hanı Kaplan Giray’ıda veziri azama baskı yaparak üçüncü kez Kırım Hanlığına atattırmıştır (Kasım 1730).

Patrona Halil, hemen her istediğini hükümete yaptırtıyorsa, böylece de asilerin cesaretleri de gittikçe artıyordu.

Devlet hâkimiyetini zedeleyen bu durum karşısında sultan I Mahmut, isyancı baskısını bertaraf etme çarelerini aramakta idi.

Padişah, Mısır’da çıkan ayaklanmaları büyük bir başarı ve ustalıkla bastırmış olan ve daha sonra da İstanbul’a gelen İbrahim Ağa (Kabakulak İbrahim Paşa)’yı kendisine Kapıcılar Kethüdası yapmış, bu arada da bazı devlet erkânıyla gizlice görüşmelerde bulunmuştur.

Çok geçmeden Patrona Halil yandaşı olan Halil Ağa (Pehlivan), bu sırada İstanbul’da bulunan Kırım hanı Kaplan Giray ve bazı ocak subaylarıyla ilişki kurularak anlaşmalar yapıldı; bu arada da Patrona Halil, Saraç Mehmet ve Muslubeşe’nin sarayda düzenlenecek bir operasyonla öldürülmeleri kararlaştırılmıştır; özellikle Patrona Halil’in saraya getirilmesi görevi, Kaplan Giray’a verilmiştir.

Öte yandan Patrona Halil ve Muslubeşe, “isteklerini yerine getirme hususunda kendileri ve güçlük çıkaran veziri âzam Mehmet Paşa’ nın görevden alınıp yerine Mustafa Paşa (Benli)’ nın atanmasını” Anadolu Kazaskeri Hasan Efendi (Zülâlî) aracılığıyla Kırım ham Kaplan Giray’a bildirmişlerdir.

Bunun üzerine Patrona Halil ile görüşen Kırım hanı, ona “İran sorunu dolayısıyla yapılacak olan toplantıda bu isteğimizi padişaha bizzat söyleyin” demiş ve durumu da derhal padişaha dolaylı olarak arzetmiştir.

Bir gün sonra düzenlenen toplantıda İran’a savaşa devam edilmesine” karar verilmişti.

Bu arada da saraya daha önce alınan Halil Ağa (Pehlivan) ve arkadaşları veziri azam Mehmet Paşa’ nın parolayla işaret vermesi üzerine, Patrona Halil, Muslubeşe ve Yeniçeri Ağası Saraç Mehmet’i derhal öldürdüler, daha sonra da öteki isyana serdengeçti ağaları içeri alınarak birer birer öldürüldüler ve cesetleri III. Ahmet Çeşmesihin önüne bırakıldı.

Asi elebaşılarının böylece bertaraf edilmelerinden soma Rumeli valisi Abdullah Paşa (Muhsinzâde), Yeniçeri Ağalığına, başarılı hizmeti nedeniyle Halil Ağa (Pehlivan) Kul Kethüdalığına ve Kapıcılar kethüdası İbrahim Ağa da vezirlik rütbesiyle Haleb valiliğine, daha sonra da veziri âzamlığa atanmışlardır.

Bu olaydan aşağı yukan iki ay sonra geri kalan birtakım isyancılar, öldürülen arkadaşlarının öcünü almak amacıyla gizlice toplantılar yaparak ayaklanmaya karar verdiler (24 Mart 1731).

Asiler çok geçmeden harekete geçerek Ağa Kapısı’ha bir baskın düzenleyip yaraladıklan yeniçeri ağası Abdullah Paşa (Muhsinzâde)’yı kaçırdılar, daha sonra da Ağa Kapısında bulunan sanayi esnafıyla birlikte Atmeydanı’na yürüdüler, bu sırada onların sayıları çoğalmıştı.

İsyancılar, Sipah çarşısı, Vezneciler ve Bitpazarı’nı basıp yağmalayarak elegeçirdikleri silâhlarla eylemlerini sürdürdüler; bu arada Eyüp, Tophane ve Fatih teki Hırkayi şerif semtlerine bayraklar gönderip halkı kendilerine katılmaya çağırdılar.

Bu yeni ayaklanmanın başlayıp genişlemesi üzerine veziri, âzam İbrahim Paşa (Kabakulak), derhal sancağı şerifi çıkartıp saraydaki hademe, baltacı, bostancı ve cebecileri silâhlandınp saraydan çıkarak Bayezitdaki Okçularbaşı’na geldi; bu sırada da Zeynel adlı bir isyancının sancağı şerife silâh sıkması üzerine, hükümet kuvvetleri heyecanla harekete geçerek asilere saldırıp onları dağıtmıştır.

Bu arada veziri âzamin da Yeni Odalar da toplanmış bulunan esas asi gurubuna saldınya geçmesi üzerine, buradaki asiler de kaçmak zorunda bırakılmışlardır; bunlardan bir kısmı yakalanıp öldürülmüştür.

Böylece bu ikinci ve süratle genişlemeye başlayan ayaklanma da veziri âzam İbrahim Paşa (Kabakulak) nın yerinde aldığı önlemler sonucunda bastırılmıştır.

İlk İran Savaşının Devamı Irak Cephesi

İran şahı Tahmas (II.), Osmanlılarla barış antlaşması yapmakta olduğu sırada bundan vazgeçmişti.

Bu sıralarda Patrona Halil isyanı çıkması nedeniyle İran seferi bir süre askıya alınmıştı.

İsyanın bastırılıp İstanbul’da huzur ve güven sağlandıktan sonra İram,şahı, sultan I. Mahmut’un tahta çıkışını kutlamak amacıyla gönderdiği elçisi Veli Mehmet Han, daha önce kararlaştırılan, fakat imzalanmayan barış antlaşmasına aykırı olarak birtakım yeni öneriler getirmişti.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, durumu gizlice müzakere ederek iraylıların durumunu iyi bilmesi dolayısıyla Bağdat valisi ve Irak cephesi seraskeri Ahmet Paşa’nın İran temsilcisi elçi Veli Mehmet Han’la görüşüp bir barış antlaşması hazırlaması” kararlaştırılmıştır (Nisan 1731).

Fakat bu sıralarda Tahmasp’ın Revan’a saldırıya geçmesi üzerine İran elçisi Diyarbakır’da bulunduğu sırada beraberindeki heyetle birlikte derhal tutuklanıp Mardin kalesine hapsedildi; bu arada da serasker Ahmet Paşa ile Erzurum valisi ve Revan seraskeri Ali Paşa (Hekimoğlu) ’ya “iki koldan saldırıya geçmeleri” hususunda buyruklar gönderildi.

Bu emir üzerine her iki serasker, Irak ve Azerbaycan cephelerinden saldırıya geçtiler.

Ahmet Paşa’nın saldırılan karşısında dayanamayan İran kuvvetleri bozgun halinde kaçmışlardır; bunun sonucunda işgale uğrayan Kirmanşah kurtarılmış (Temmuz 1731 sonu), harekâtını sürdüren Osmanlı ordusu, Hemedan’a doğru ileri hareketine devam etmiştir.

Öte yandan Osmanlı askerî harekâtı üzerine Şah Tahmasp, Tebriz’den Kazvin’e çekilmişti; bu arada onu izlemekle görevlendirilen Amasya mutasarıfı Selim Paşa, şahı bulamamışsa da İran topraklarını geniş ölçüde yağma ve tahrip akınlanna tâbi tutmuştur.

İleri harekâtını sürdüren Osmanlı kuvvetleri Hemedan yörelerine ulaştığı sıralarda Şah Tahmasp, barış yapılması amacıyla mektuplar göndermişse de kendisine asla güvenilmediği için daima önlemler alınmaktan geri kalınmamıştır.

Nitekim bu düzme barış önerilerinden kısa bir süre sonra Tahmasp, 40 bin kişilik bir orduyla karşı saldınya geçmiştir.

Çok geçmeden Hemedan civarındaki Kürican (Kurican) bozkırında yapılan şiddetli bir savaş sonunda İran ordusu kesin bir yenilgiye uğratıldı ve onlara sonderecede ağır zayiat verdirildiği gibi pek çok da silâh ve savaş malzemesi ele geçirilmiştir; şah ise 500 kişilik bir kuvvetle kaçmayı başarmıştır.

Çarpışmalar sırasında başta Kazvin ve Şiraz hanları olmak üzere, şahın birçok ilerigelen devlet adamları hayatlarını yitirmişlerdir.

Bu zaferden sonra Osmanlı ordusu, ileri harekâtını sürdürerek hiçbir direnişle karşılaşmaksızın Hemedan’ı yeniden elegeçirmeyi başardı (Eylül 1731). Kazandığı bu başanlar üzerine serasker Ahmet Paşa’ya samur hil’at, kılıç ve para ödülü, beraberindeki komutanlara da hil’atler gönderilmiştir.

Bu arada Ahmet Paşa, Mardin voyvodası Sadık Ağa’yı bir miktar kuvvetle sevkederek İsfahan’a kadar olan İran topraklarına akınlar yaptırtmıştır. Bu yenilgi üzerine Şah Tahmasp, bu kez, zorunlu olarak banş isteğinde bulunmuştur.

Azerbaycan cephesi

Bu cephe serdarlığına Ali Paşa (Hekimoğlu) atanmıştı.

Bu arada Tahmasp, bir ara yeniden saldınya geçip Revanı kuşatmaya başladı; fakat kaledeki muhafız kuvvetleri komutanları Timurtaş ve Mehmet (Tuz) Paşa’ların karşı saldırıya geçmeleri üzerine, bozguna uğrayıp kaçmak zorunda kalmıştı (Mart 1731).

Fakat bununla birlikte Şah Tahmasp, yeniden Revan ’a saldırıya geçmişse de kalede bulunan serdar Ali Paşa (Hekimoğlu) ’ nın bizzat savaşı başarıyla yönetmesi sonucunda şah, bu kez de ağır bir yenilgiye uğratılmıştır.

Bu zaferden sonra Ali Paşa (Hekimoğlu), Tebriz’in geri alınmasıyla görevlendirilmiştir.

Derhal harekete geçen Ali Paşa, önce, sonderecede sağlam surlara sahip olan Urmiye kalesi’ni iki aydan fazla süren bir kuşatmadan sonra elegeçirmiş (Kasım 1731 ortaları), daha sonra da Tebriz’e yönelmiştir.

Osmanlı ordusunun gelmekte olduğunu haber alan Tebriz muhafızı Bisütun Han’ın şehri terkedip kaçması üzerine Tebriz şehir ve kalesi savaşsız olarak zaptedilmiştir (Aralık 1731 başları); Tebriz in alınması nedeniyle sultan I. Mahmut’a Gazi unvanı verilmiştir.

Özellikle Kirmanşah ve Hemedan’ın Osmanlıların eline geçmesi üzerine, İran şahı Tahmasp (II), banş için Mehmet Rıza Kulu (Kuli, Kuşçubaşı)’yu delege olarak görevlendirmiştir.

Serasker Ahmet Paşa, Mehmet Rıza Kulu ile müzakerelerde bulunarak bir barış antlaşması imzalamıştır.

Bununla birlikte barışın yapıldığı sırada Tebriz de Osmanlı kuvvetleri tarafından alınmıştı.

Bu nedenle sultam I. Mahmut, Tebriz’in Osmanlı sınırları içinde kalmasını istemişti; fakat antlaşmanın imzalanması nedeniyle padişahın bu isteği gerçekleştirilememiştir.

İran la imzalanan ve ilgili kaynaklara Ahmet Paşa Muahedesi adıyla geçen bu antlaşmaya göre, “Revan, Nahçivan, Gence, Tiflis, Şirvan, Şamahi, Dağıstan, Kâht ve Karteli Osmanlı sınırları içinde kalacak, Tebriz, Kirmanşah, Hemedan, Luristan, Erdelan şehir ve eyâletleri ile Huveyze oymağı İran’a bırakılacaktır.

Azerbaycan’da Aras ırmağı, Irak’a da Derne, Dertenk ve eski sınırlar, iki ülke arasında yeni sınırları oluşturacaklardır (Şubat 1732).

İran Savaşının İkinci Evresi

Yukanda sözkonusu edilen barış antlaşması, Osmanlıları İran karşısında âdeta yenik duruma getirmiş oluyordu.

Esasen Osmanlı sınırları içinde bulunan Hemedan, Kirmanşah, Erdelan, Luristan, Huveyze ve Tebriz hanlılara terkedilmişti.

Antlaşmanın imzalanması sırasında veziri âzam bulunan Osman Paşa (Topal), bir süre sonra görevinden alınarak yerine, Revan seraskeri ve Tebriz fatihi Ali Paşa (Hekimoğlu) veziri âzamlığa atanmıştır.

Öte yandan bu sırada İran i Afgan istilasından kurtaran Nadir Han (Tahmasp Kulu Han) Afganlılarla Herat taraflarında mücadele etmekte idi.

O, Şah Tahmasp’ın Osmanlılar karşısında yenilgiye uğrayıp barış yapmak zorunda kaldığını haber alınca derhal harekete geçerek onu tahttan indirip Horasan’daki Kelat Kalesinde hapse attırdıktan sonra yerine, henüz bir yaşını bile doldurmamış olan oğlu Abbas ’ı şah ilân etmiş, kendisi de küçük hükümdarın vekilliğini üstlenmiştir; çok geçmeden de o, “Osmanlılarla imzalanan antlaşmayı kabul etmeyip saldırıya geçeceğini” Bağdat Osmanlı valisi Ahmet Paşa’ya bildirmiştir.

Nadir Han, bir komutanın yönetiminde bir miktar kuvvet sevkederek önce Derne geçidine, daha sonra da Şehrizur’a karşı saldırıya geçti.

Bu şaşırtıcı saldırılardan sonra o, Kerkük ve Erbil’e iki ayrı orduyla saldırılara başladı ve ayrıca Uğurlu Han komutasında başka bir orduyu da Azerbaycan daki Gence kentine göndermiştir.

Nadir Han, bizzat başında bulunduğu bir orduyla Erbili işgal edip Bağdat’a yürümeye karar verdi.

Onun bu saldırıları üzerine Osmanlı hükümeti Tiflis, Gence, Revan, Van ve Bağdat’a süratle takviye birlikleri şevketti ve durumun ciddiyetini vali ve sınır komutanlarına bildirdi.

Bu arada Nadir Han, 100 bin kişilik bir orduyla harekete gereçerek Ahmet Paşa’nın savunduğu Bağdat’ı kuşatmaya başladı.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti Erzurum valisi (eski veziri âzam) Osman Paşa (Topal)’yı Irak seraskerliğine atayarak Bağdat’a yardıma gitmekle görevlendirdi.

Öte yandan şehri kuşatıp sıkıştırmakta olan Nadir Han, Bağdat’ın teslimini istemekte idi; vali Ahmet Paşa ise ondan birkaç gün düşünmek için mühlet istemek suretiyle onu oyalamaya çalışıyordu.

Bu arada Osman Paşa (Topal), 100 bin kişilik bir orduyla yavaş yavaş hareketle Kerkük üzerinden Samana (Sâmerra) yörelerine dek ulaşıp İran ordusuna oldukça yaklaşmış idi.

Bunun üzerine Nadir Han, Bağdat kuşatmasında 12 bin kişilik bir kuvvet bırakarak 80 bin kişilik kuvvetiyle Duçum yörelerine gelip Osman Paşa (Topal)’nın komutasındaki Osmanlı ordusuyla savaşa tutuştu.

Dokuz saat süren şiddetli bir savaş sonunda Nadir Han, kesin bir yenilgiye uğrayıp yaralı bir halde kaçtı, ordusunun silâh ve mühimmatı Osmanlı kuvvetlerinin eline geçti (20 Temmuz 1733); böylece Bağdat kuşatmadan kurtarılmış oldu.

Bu zaferden sonra Osman Paşa (Topal), Rakka valisi Ahmet Paşa (Pulat)’yı 25 bin kişilik bir kuvvetle Derne’ye gönderdikten soma kendisi de yiyecek darlığı nedeniyle kuvvetleriyle birlikte Kerkük’e gitmek zorunda kaldı.

Onun bu başarısı sonucunda Doğu Anadolu ve Irak, İranlıların istilâ ve işgalinden kurtulmuş oldu.

Öte yandan bir kısım Osmanlı kuvvetlerinin terhis edilmesini fırsat bilen Nadir Han, Musul yönünden saldırıya geçti; fakat Musul valisi Mehmet Paşa’nın komutasındaki Osmanlı öncü kuvvetleriyle giriştiği çarpışmalarda yenilgiye uğrayıp geri çekilmek zorunda bırakıldı.

Kerkük savaşı

Yukarıda sözkonusu edilen iki yenilgiye rağmen Nadir Han, barış yanlısı görünmekle birlikte gizli gizli yeni bir saldırı hazırlıkları yapmakta idi.

Osmanlı ordusunun bir bölümünün terhis edilmesi ve kalanların da kış mevsimi dolayısıyla dağınık bir durumda bulunmasından faydalanan Nadir Han, ani bir saldırıya geçerek Kerkük yörelerinde Leylan’da dağınık ve savaşa hazır olmayan Osmanlı ordusunu bozguna uğratmış, çarpışmalar sırasında serasker Osman Paşa (Topal), hayatını kaybetmiştir (Kasım 1733).

Bu başarı üzerine Nadir Han, Şehrizur, Kerkük ve Derne’yi pek güçlük çekmeden işgal etmiştir.

Bunun üzerine sultan I. Mahmut, veziri âzam Ali Paşa (Hekimoğlu)’yı İran la savaşa devamla görevlendirdiği gibi şehit olan Osman Paşa (Topal)’nın yerine de Abdullah Paşa (Köprülüzade)’yı seraskerliğe atamıştır; ayrıca Osmanlı hükümeti, Kerkük yenilgisi nedeniyle Kafkasya ’daki Osman lı cephesini takviye ve İran seferine katılması için Kırım ham Kaplan Giray’ın Kafkasya’ya gitmesini emretti; bu arada da Kumuk reisi Usmaî (Usmî) Ahmet’e vezirlik, oğlu Mehmet’e de beylerbeyi rütbeleri verilerek onların desteği kazanılmıştır.

Öte yandan Nadir Han, Ocak 1734’de kuşatma amacıyla Bağdat önlerine gelmiş ve vali Ahmet Paşa’ya özel bir elçi göndererek “Kâht, Tiflis, Şirvan, Gence ve Revan eyâlet ve kentlerinin kendisine teslimini” istemiştir.

Ahmet Paşa, Bağdat da yeterli muhafız kuvvetinin bulunmaması nedeniyle onun bu isteklerini reddetmeyip “Bunu hükümete bildireceği, bu sebeple kendisine üç ay bir süre tanıması” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Nadir Han, İran’a dönmüştür.

Serdar Ahmet Paşa’nın hükümete bildirdiği Nadir Han’ın sözkonusu önerisi, hükümetçe incelendikten sonra kesin bir biçimde reddedilmiş ve durum, İran seraskeri Abdullah Paşa ve öteki sınır komutanlarına bildirilmiş ve Bağdat’ın savunmasının da takviye edilmesi emredilmiştir.

Bu arada Nadir Han, sultan I. Mahmut ve veziri âzam Ali Paşa (Hekimoğlu)’ya “barış yapılması” konusunda iki mektup göndermişti.

Han, bu mektuplannda “kendisinin Türk olduğunu, Osmanlı hanedanıyla kendi ailesi arasında akrabalık bulunduğunu” bildirmiş ve “Kerkük yöresindeki savaşta tutsak aldığı Ordu kadısı Erzincanlı Abdülkerim Efendi’nin delegeliğinin kabulü ve onunla barış yapılması önerisinde bulunmuştur.

Veziri âzam, Nadir Han’ın önerisini uygun görüp ona ılımlı bir cevap gönderdi; Fakat bu cevap mektubunu eline geçiren İran seraskeri Abdullah Paşa (Köprülüzade), bunu uygun görmeyip mektubu geri veziri âzama gönderdi, böylece İran la barış antlaşması gerçekleştirilememiş oldu.

Fakat daha sonraları barışa eğilim göstermiş olan veziri âzam Ali Paşa (Hekimoğlu) görevinden alınacaktır (Haziran 1735 sonu).

Öte yandan bir saldınya geçip, bir barış önerisinde bulunmak suretiyle Osmanlı hükümetini şaşırtıp zaman zaman başarılar kazanan Nadir Han, bu kez, Sürhay Han’ın yokluğundan faydalanarak Şamahi’deki kızılbaşların da destek ve yardımıylarıyla saldırıya geçip Şirvan’a girmiş ve çok geçmeden de Şamahi’yi işgal etmiştir (Ağustos 1734 sonları).

Böylece Şirvan’a hâkim olan Nadir Han’ın Tiflis ve Kars’ı işgale hazırlanması haberi üzerine, Osmanlı hükümeti, Çıldır ve Erzurum valilerine “Kars’ın savunmasına süratle gitmeleri” emredilmiştir.

Bu arada Şirvan ham Sürhay Han, Gence’de bulunan Nurettin Sultan komutasında kendisine gönderilen yardımcı kuvvetlerle harekete geçerek İran kuvvetlerini yenilgiye uğratıp onlan ordugâhlanna dek izlemişse de kuvvetlerinin azlığı nedeniyle tam bir başarı kazanamadan Gence’ye dönmek zorunda kalmıştır (Eylül 1734 sonu).

Bununla birlikte o,İran kuvvetleriyle giriştiği iki savaşta da yenilgiye uğrayıp Kumuk’a kaçmak zorunda kalmıştır.

Güney-Kafkasya’daki durum

Şirvan eyâletini işgal ile Dağıstan ’a yönelmiş bir duruma gelen Nadir Han, Gence yi de elegeçirmek amacıyla bir miktar kuvvetini Aras ırmağı kıyısındaki Kürçay’dan karşı tarafa geçirmiş, kendisi de 10 bin atlıyla Karasakal Geçidine yönelmişti.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, “Erzurum ve Revan valilerine Gence’ye. yardıma gitmelerini” emretmiş, ayrıca bu durumdan serasker Abdullah Paşa (Köprülüzâde)’yıda haberdar etmiştir.

Öte yandan Nadir Han, Gence’yi kuşattıktan başka 10 bin kişilik bir kuvvet sevkederek Tiflis i de kuşatmış, ayrıca buradaki Gürcüleri de Osmanlı devleti aleyhine kışkırtmıştır;bu arada o, Küri Kalesiyle, Ordubad ve Yezd kentlerini de işgal etmişti; böylece savaş, Osmanlılar aleyhine ciddi bir durum almıştır.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, serasker Abdullah Paşa (Köprülüzâde) ile öteki sınır komutanlarına bir emimâme göndererek” Gence’hin kesinlikle kuşatmadan kurtarılmasını” bildirmiş; bu emir üzerine derhal harekete geçen Osmanlı kuvvetleri, üç aydan beri kuşatılmakta olan Gence’yi kurtarmayı başarmışlardır.

Öte yandan Nadir Han, Kars ta bulunan Abdullah Paşa (Köprülüzâde)’ya bağlı birliklere saldırıya geçmişse de yenilgiye uğrayıp geri çekilmek zorunda kalmıştır (Mayıs 1735).

Arpaçayı savaşı ve barış

Kendisine “Nadir Han’ı şiddetle izlemesi” emredilen, aksi takdirde “cezalandırılacağı” bildirilen Abdullah Paşa, Arpaçayı yörelerine geçmiş bulunan Nadir Han’ın kuvvetlerine karşı harekâta karar verdi; bununla birlikte o, bu harekâtında sonderecede çekingen davranıyordu; ayrıca da komutası altında bulunan birliklere pek hâkim olamıyordu.

Hiçbir savaş taktik ve düzeni olmaksızın hareket halinde bulunan 80 bin kişilik Osmanlı ordusu, bu durumu tespit ettirmiş olan Nadir Han’ın 70 bin kişilik ordusuyla Bogaverd yörelerinde giriştiği savaşta, ağır bir yenilgiye uğramış, serasker Abdullah Paşa da çarpışmalar sırasında hayatını kaybetmiştir (Haziran 1735 ortası); böylece bozulan Osmanlı ordusu, Kars’a çekilmek zorunda kalmıştır.

Abdullah Paşa’nın ölümü üzerine Rakka valisi Ahmet Paşa İran seraskerliğine atanmıştır.

Öte yandan bu başarı sonucunda Nadir Han, Gence, Tiflis ve Revan’ı işgal ettikten sonra Gence Osmanlı muhafızı Ali Paşa (Genç) aracılığıyla “Barış yapmak istediğini” Osmanlı hükümetine bildirmiş, çok geçmeden de hazinedarı Mirza Mehmet’i yeni serasker Ahmet Paşa’ya göndermiştir.

Osmanlı kuvvetlerinin arka arkaya uğradıkları yenilgi üzerine Osmanlı hükümeti, Nadir Han’ın barış önerisini kabul etmek durumuna gelmiştir.

Hükümet tarafından Osmanlı delegesi olarak görevlendirilen Ali Paşa (Genç), barış müzakerelerinde bulunmak üzere Tiflis’e gitti, fakat Nadir Han’ın Lezki kabilesine karşı harekete geçtiği için Mogan daki ordugaha gitti.

O, sonra bu ordugâh yakınlarında İran delegesi Mirza Muhammet’le barış görüşmelerinde bulundu(Mart 1736).

İran temsilcisi, İran hacılarının bir “İranlı hac emîri yönetiminde gönderilmesi ve bunlardan vergi ahnmaması, hanlıların mensup olduğu Câferî mezhebinin beşinci mezhep olarak kabulü, her iki hükümetin başkentlerinde (İstanbul ve İsfahan) karşılıklı olarak birer konsolos bulundurmaları ve iki taraf tutsaklarının salıverilmesi” önerilerinde bulundu.

Buna karşı Osmanlı temsilcisi Ali Paşa (Genç), “kendisinin sadece, vaktiyle sultan IV. Murat döneminde tespit ve kabul edilmiş olan sınırlar üzerinde müzakereye yetkili olduğunu” bildirdi, bu nedenle bu görüşmelerde herhangibir anlaşma olmadı.

Bunun üzerine Nadir Han, sözkonusu önerileri görüşmek ve kendisinin İran şahı olduğunu büdirmek amacıyla, Abdülbaki, büyük bilginlerden sadrı memâlik ünvanlı Mirza Ebulkasem ve kendi imamı Reisülülema Ali Ekber Molla’yı İstanbul’a gönderdi (Temmuz 1736).

İranlı temsilciler, Reisülküttab İsmail, Mustafa ve Ragıb Efendilerle bir ön görüşme yaptılar, fakat mezheple ilgili öneriler dolayısıyla bazı din bilginlerinin de müzakerelere katılmaları gerekli görüldü.

Böylece her iki taraf temsilcileri, sonderecede münakaşalı geçen sekiz toplantıda İran hacılarını götürecek olan İranlı hac emirinin Necef ve Ahça üzerinden gitmesi, Şam yoluyla gittiği takdirde başka bir unvan kullanması, Câferî mezhebinin beşinci mezhep olarak kabul edilmemesi, bu konuda görüşmeler yapmak üzere, iki Osmanlı bilgininin İran’a gönderilmesi, üç yılda bir değiştirilmek şartıyla her iki devlet başkentine emir alem rütbesinde birer konsolos (şehbender) gönderilmesi, tutsakların karşılıklı olarak salıverilmeleri, İranlı tutsakların alınıp satılmamaları” tespit ve kararlaştırılmıştır (24 Eylül 1736).

Bu antlaşmadan sonra İran büyükelçiliğine Mustafa Paşa (Büyük Mirahor Kara Mehmet Paşa’nın oğlu) vezirlikle atanmıştır.

Sultan I. Mahmut, yeni İran şahı Nadir Han’ın hükümdarlığını kutlamak amacıyla da Trabzon valisi Mehmet Paşa’yı özel bir mektupla İran’a göndermişti” (Ekim 1736).

Böylece İran’a sürdürülmekte olan savaşlar, geçici bir süre durdurulmuş oldu.

Rusya ile Savaş ve Avusturya’nın Tutumu

Osmanlı Devleti’mn İranla savaştığı sıralarda Rusların Prut ve Edirne antlaşmalarına aykırı olarak Azak kalesine saldırıya geçmeleri, Lehistan işlerine karışmaları ve dolayısıyla Varşova’ya askerî birlikler göndermeleri, Avusturya Ue birlikte kendi adayı III. Ogüst (III. Augustus)’ü kral seçtirmesi, İran savaşı sırasında, Osmanlılara yardım amacıyla hareket eden Kırım kuvvetlerinin Kabartay tapınaklarından geçmesine engel olmaları, her iki devlet arasında yeni bir siyasi gerginliğin ortaya çıkmasına neden olmuştur; bu arada da sınır bölgelerinde Kazak-Tatar çatışmaları ile Kabartay Çerkeslerine ait sınır anlaşmazlıkları da sözkonusu gerginliği sürekli olarak artırmakta idi.

Bütün bunlarla birlikte İranla savaş durumunda olan Osmanlı hükümeti, herşeye rağmen Rusya ile de çatışma durumuna girmek istemiyordu.

Fakat Fransa, İstanbul’daki elçisi Marki dö Vilnöv (Marquis de Villeneuve) aracılığıyla, Avusturya’ma müttefiki Rusya tan Lehistan veraset sorunu dolayısıyla Fransa’yla savaşa girişmesi nedeniyle, Osmanlı hükümetini sürekli olarak Rusya ile savaşa kışkırtıyordu.

Bu arada Osmanlılarla girişeceği savaşı yalnız başına yürütemeyeceğini anlayan Rus çariçesi Anna (Anna İvatavta), Avusturya (Alman) imparatoru VI. Şarl (Karl) ile bir antlaşma yaptı.

Bu antlaşmaya göre, Ruslar, ansızın Osmanlılara saldırıya geçecek, bu sırada Avusturya, iki devlet arasında güya arabuluculuk yapmak amacıyla Osmanlı hükümetini oyalayacak, bu arada savaş hazırlıklarını tamamladıktan soma da saldırıya geçip Osmanlı Devleti hi iki cephede savaşmak zorunda bırakacaktı.

Rus Savaşları

Osmanlı hükümetini, yürürlükteki antlaşmalara aykırı tutum ve davranış içinde bulunduğunu öne süren Rus hükümeti, asıl kendisi antlaşmalara aykırı olarak Lehistan’a müdahaleden başka serbestlikleri antlaşmalarla tespit edilmiş olan Kazak ülkesiyle Ukrayna ve Podelya’yı kuvvet sevkederek işgal etmiş, ayrıca Kirman kalesinin karşısında bulunan harap kalesini onartıp tahkim ederek içine muhafızlar koymuştur.

Bütün bunlardan başka Ruslar Osmanlı himayesindeki Şirvan da bir takım etkinliklerde bulunarak Gürcüleri Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmış ve dolayısıyla Rusya’ya kaçmış bulunan eski Tiflis hanı Vahtan ve oğlu Şehnevaz’ı Rus kuvvetleriyle Gürcistan ’a göndermişlerdi; Bu arada da Nadir Han (Şah) ’la da Osmanlılara karşı bir anlaşma yapmaktan geri kalmamışlardı.

Rusların bütün bu antlaşmalara aykırı hareket ve davranışları, ayrıca Kırım ve sınır bölgelerinde askeri nazırlar yapmaları üzerine Osmanlı hükümeti,iran la bir antlaşma imzaladıktan sonra, Rusların muhtemel bir saldırısına önlem alarak sınır kalelerini onartıp takviye ettikten başka donanmayı da Karadeniz’e çıkartma hazırlıklarına başlamıştı.

Öte yandan bütün hazırlıklarını tamamlayan Ruslar, Azak kalesi ile Kırım yarımadasına karşı iki koldan saldırıya başladılar.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, İstanbul’daki Rus, İngiltere ve Hollanda elçilerinden bu saldırının sebebini sormuş ve onlardan “Bunun gerçek olmadığı, ya da bu hususta bilgileri bulunmadığı” cevaplarını almıştır.

Çok geçmeden Osmanlı hükümeti, bu Rus saldırısı üzerine, bir toplantı yaparak Ruslara savaş ilânına karar verdi (2 Mayıs 1736).

Bu arada da Rus cephesine serdar atanan veziri âzam Mehmet Paşa (Silâhdar), Rusların yürürlükteki antlaşmalara aykırı hareketleri nedeniyle İngiltere, Hollanda, Fransa, Avusturya ve Venedik hükümetlerine birer mektup göndererek onların arabuluculuk yapmalarını istedi.

Fakat bu konuda başarılı bir sonuç alınamadı; hattâ Avusturya dan “Ruslarla birlikte savaşa katılma” tehdidi bile alınmıştır.

Bunun üzerine hükümet iran la gelişigüzel bir barış yaptıktan sonra yardım ve destek sağlamak amacıyla da İsveç ile bir antlaşma yapmak durumunda kalmıştır.

Bu arada Rus başbakanı Kont Osterman, veziri âzam Mehmet Paşa (Silâhdar)’ya bir mektup göndererek “Bu harekâtta Rusların haklı olduğunu, Osmanlı hükümeti, barış yapmak niyetinde ise sınıra bir temsilci heyeti göndermesini, aksi takdirde İstanbul’daki Rus elçisinin beraberindekilerle güvenlik içinde geri gönderilmesini” bildirmişti.

Buna karşı veziri âzam, “Rusların savaş veya barış istemeleri durumuna göre hareket edileceğini” bildirmiş, İngiliz ve Hollanda elçilerini de durumdan haberdar etmişti.

Öte yandan harekâta başlayan Rus Lassi (Lascy) komutasındaki kuvvetleri, Azak kalesi’hin çevresini yağma ve tahrip ettikten sonra kaleyi karadan ve nehirden kuşatmaya başladı.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, veziri âzam Mehmet Paşa (Silâhtar)’seferle görevlendirdikten başka Kefe’ye kuvvet şevketti, ayrıca Trabzon valisi Yahya Paşa’ya da “Özi Kalesi’ni savunmasını” emretmiştir.

Bu arada hükümet, Rumeli ve Bosna valileriyle Vidin kalesi muhafızına süratle fermanlar göndererek ”Atlı ve yaya birliklerinden bir bölümünün (yirmide bir oranında) bütün teçhizatıyla Rus cephesine gönderilmelerini” emretmiştir.

Esasen Rus kuvvetleri tarafından kuşatma altında tutulan Azak kalesi’ni asker ve yiyecek bakımından takviye etmek mümkün değildi.

Kırım tarafları da güvenli bir durumda bulunmadığı için Kırım Hanlığı kuvvetlerinin de Azak’a yardıma gelmesi mümkün değildi; Çünkü Rus komutanı mareşal Münih (Munich), Kırım kuvvetlerini Or (Ur) kapısı önlerinde yenilgiye uğratıp bu kaleyi işgal etmişti (1735).

Bütün bu nedenlerle üç aydan fazla düşman kuşatma ve baskısına yiğitçe dayanan Azak muhafizları,kale duvarlarının tamamen tahrip edilmesi sonucunda teslim almak zorunda kalmışlardır.

Öte yandan harekâtını sürdüren mareşal Münih, bir yandan Kılburun Kalesini kuşatırken, bir yandanda Kırım’a girerek tahrip ve yağmalarda bulunarak Bahçesaray, Akmescit ve Gözlöve’ye değin ilerlemiştir.

Rus kuvvetleri, Bahçesaray’da Selim Giray (Hacı) tarafından yaptırılan zengin kitaplığı, iki bin evi, hanlık sarayın ve Cezvitlerin kitaplığını ateşe vermekten geri durmamışlardır; Akmescit de aynı biçimde yakılıp yıkılmıştır (Mayıs 1736).

Rus mareşali, önemli bir ticaret kenti olan Kefe’yi de işgal etmek istemişse de Osmanlı kuvvetlerinin harekete geçmeleri, yeryer çıkan direniş hareketleri ve ordusunda hastalık çıkması nedeniyle, süratle geri dönmek zorunda kalmıştır (Temmuz 1736).

Öte yandan Kılburun’u işgal eden Leontiyev komutasındaki Rus kuvvetleri de mareşal Münih’in Kırım dan çekilmesi üzerine, kaleyi tahrip ettikten sonra buradan ayrılmışlardır.

Bu olaydan sonra esasen felçli bulunan Kaplan Giray, görevinden alınarak, yerine Kırım Hanlığina Fetih Giray (Kalga) atanmıştır.

Fakat bununla birlikte, Karlofça Antlaşmasi ndan sonra sürekli olarak sınırlarını genişletme politikası uygulanan Ruslar, Kırım ın ciddi biçimde tehdit altında bulundurmaya başlamışlardı.

Bu nedenle Kırımın yalnız kendi kuvvetleriyle savunulması mümkün olmadığını gören Osmanlı hükümeti, burayı Osmanlı kuvvetlerinin de savunması gereğini duymuştur.

Bu nedenle vezir Mehmet Paşa, Kefe seraskerliğine atanmıştır, fakat onun ve yerine atanan oğlu Ali Paşa’nın da ölümleri sonucunda, ikinci kez Kırım hanlığı’na atanan Mengli Giray’ın isteği üzerine, eski Bender seraskeri Numan Paşa (Giritli), Kefe seraskerliğine atanmıştır (Nisan 1739).

Osmanlı Ordusunun Harekâtı

Rus ordusunun Kırım’ı geçici olarak işgal edip ayrılmaları sırasında orduyla sınıra yaklaşmış olan serdar veziri azam Mehmet Paşa, girişilecek harekât hakkında ordu erkânıyla görüşmelerde bulundu; özellikle hükümet işlerini adeta tekelinde toplamış olan kethüdası Osman Hâlisa Efendi’ nin etkisiyle ordunun kışı cephede geçirmesi kararlaştırıldı; bu nedenle askerler kışlalarına çekildiler.

Öte yandan daha önce de değinildiği üzere, uygulamaya başladığı düzme siyaset gereğince Avusturya imparatoru VI.Şarl; güya Osmanlı-Rus savaşını önlemek amacıyla, arabuluculuğa girişti.

Bu amaçla Avusturya başvekili, İstanbul’daki elçisi Talman’ı iki taraf arasında uzlaşma yapmakla görevlendirdi (Eylül 1736).

Bunun üzerine Talman, Osmanlı ordusunun bulunduğu Babadağı’na geldi ve imparatorun önerilerini veziri âzama sundu.

Bu önerilerde “Rusların Osmanlılardan şikâyetleri, Avusturya-Rusya arasında hiçbir devletin aleyhine olmamak üzere, savaş ve barış dönemlerinde bir ittifak yapılmış olduğu, dolayısıyla Osmanlı-Rus anlaşmazlığının bu kış mevsiminde çözümlenmesi ve Avusturya hükümetinin Osmanlılarla daima barış içinde bulunmak istediği” belirtiliyordu.

Osmanlı hükümeti, bu önerilere karşı “Ruslarla bir anlaşma yapılabilmesi için Azak Kalesinin geri verilmesini” ileri sürdü; Avusturya elçisi ise “Bunu, imparatora bildireceğini” söylemiştir.

Bu müzakerelerde de başrolü oynayan veziri azamin kethüdası Osman Hâlisa Efendi, Avusturya’nın, iki tarafın arasım düzelteceğine inanıyor ve elçi Talman’dan yardım ve destek bekliyordu.

Fakat elçi, Osmanlı hükümetinin Rusya karşısında, barış yapılması bahanesiyle hazırlık yapmasını engelliyordu.

Nihayet bir süre sonra Osmanlı-Rus görüşmelerinin yapılması kararlaştırıldı; bu görüşmelere İngiliz ve Hollanda elçileri de katılacaklardı.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, Reisülküttap Mustafa Efendi, Ruznamçesi Mehmet Bey, mektubî Ragıb Efendi ve silâhdar kâtibi Sait Mehmet (Yirmisekiz Çelebizade) Efendi’yi temsilci olarak görevlendirdi ve delegeler, hükümetçe müzakere yeri olarak tespit ve önerilen Lehistan sınırındaki Kodak’a gönderildiler.

Fakat Avusturya delegesi Ostein, “burasının Ruslar için uzak bir yer olduğunu, anlaşma olmadığı takdirde Avusturya’nın Ruslara yardımda bulunması ihtimaliyle, anlaşmanın kısa sürede gerçekleştirilmesi için daha yakın bir yerin seçilmesi gerekeceğini” söyledi; sonunda müzakerelerin önce Sorika, daha sonra da Lehistan’da yapılması kararlaştırıldı.

Esasında Avusturya’nın bu tutum ve davranışı, Osmanlıların aleyhine düzenlenmiş olan bir siyasetten başka bir şey değildi. Böylece bu oyalama taktiği üç ay sürmüştü.

Bütün bunlara rağmen Rus delegeleri Sabirov vevalinski son kez toplantı yeri olarak seçilen Boğ ırmağı’nın sağ kıyısındaki Niyemirov (Nimrave)’a henüz gelmemişlerdi.

Böylece oldukça uzun bir zaman kazanan Avusturya, Rusya ile birlikte OsmanlIlara karşı savaşa katılma hususunda bir antlaşma imzalamıştı (9 Ocak 1737).

Böylece Avusturya’nın oyalama taktiğinin gerçek yüzü ortaya çıkınca, sımr kalelerini oluşturan Özi kalesi muhafızı Yahya Paşa ve Bender Kalesi muhafızı Abdullah Paşa (Muhsinzâde), “yiyecek ve asker bakımından kalelerinin takviye edilmesini” hükümetten taleb ettiler.

Bu istekleri garip ve gülünç olarak karşılayan kethüda Osman Hâlisa Efendi, özellikle Abdullah Paşa (Muhsinzâde)’yı korkaklıkla suçlamıştır.

Bu arada Özi valisi Yahya Paşa, bir casus vasıtasıyla Rusların 100 bin kişilik bir kuvvetle Özi Kalesine yürüdüğünü, barış çabalarının sahte olduğunu, böylece delegelerin aldatılmış olduklarını” hükümete bildirmişti.

Osman Hâlisa Efendi, onun bu ifadelerine sonderecede kızmış ve önem vermemiştir.

Bununla birlikte durumun ciddileşmesi üzerine veziri âzam serdar Mehmet Paşa (Silâhdar)’dan yardım ümidini kesen Yahya Paşa, Bender muhafızı Abdullah Paşa’dan bir miktar kuvvet aldıktan başka kadınları da çalıştırarak Özi kalesini tahkime çalışmıştır.

Yine bu sırada Vidin muhafızı Mehmet Paşa (İvaz) da hükümete başvurup, “Avusturya’nın barış girişiminin sahte olduğunu, bu nedenle Vidin ve Niş kalelerine asker ve mühimmat gönderilmesini” bildirmişti.

Onun da bu uyarı niteliğindeki başvurusu yine Osman Hâlisa Efendi tarafından dikkate alınmamıştır.

Kethüdası Osman Hâlisa Efendi’nin padişah tarafından himaye edildiğini bilen veziri âzam Mehmet Paşa (Silâhdar), kethüdasının sonderece yanlış bir yolda bulunduğunu görmekte, fakat kendisine herhangibir müdahalede bulunmaya cesaret edememekte idi.

Bu arada Fransız elçisi Marki dö Vilnöv, “Avusturya’nın Osmanlı hükümetini aldatıp sonunda savaş ilân edeceği” hususunda devlet erkânını uyarmış, fakat yönetimde tek söz sahibi bulunan kethüda Osman Hâlisa Efendi, elçinin Avusturya’nın aleyhine olan bu uyarısına, Fransa’nın Avusturya ile savaşı dolayısıyla, asla önem vermemiştir.

Bu nedenle Fransız elçisi, yapılan barış görüşmelerine karışmamıştır.

Öte yandan delegeler, barış görüşmelerinin yapılacağı Niyamirov ilçesine geldiler ve 16 Ağustos 1737’de açılan ilk oturumda müzakereler başladı.

Üçüncü oturum Rus delegeleri “Osmanlı-Rus antlaşmalarının yeniden düzenlenmesi, Kırım ve Koban in halkıyla birlikte Rusya’ya bırakılması, Eflâk ve Boğdan’in Rus himayesinde bağımsız bir prenslik olması, Rus gemilerinin İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan serbestçe girip çıkmaları ve Nâmeyi hümayunlarda Rus çarına imparator sıfatıyla hitap edilmesi” önerilerinde bulundular.

Öte yandan A vusturya temsilcileri de güya arabuluculuk hizmetleri karşılığı olarak “Bosna daki Bihke’hin teslim edilmesini, Osmanlı-Avusturya sınırlarının, Vidin kalesi dahil olmak üzere Lom suyuna, Eflâk ve Boğdan’da ise Dömboviçe’ye dek olan bölümlerinin Avusturya lehine olarak genişletilmesini ve yaptıkları savaş hamlıklarım karşılamak amacıyla da 12 milyon flori tazminat ödenmesini” önerdiler.

Her iki devletin bu önerileri, Osmanlı hükümeti tarafından reddedildi; bu nedenle de Osmanlı delegeleri müzakereleri terkettiler (Kasım 1737).

Bunun üzerine telâşa kapılan veziri âzam Mehmet Paşa (Silâhtar), elçileri vasıtasıyla Fransa başbakanı Kardinal Flori’ye başvurarak “Arabuluculuk yapmasını” bildirdi; ayrıca barış müzakerelerinin de kesildiğini bütün Avrupa devletlerine duyurdu.

Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz’e yayılarak buralardaki kendi ticarî etkinliklerine engel olmasından çekinen Fransız Başbakanı, Osmanlı arabuluculuk önerisini “memnuniyetle kabul ettiğini” bildirerek Avusturya imparatoru VI. Şarl (Karl) katında girişimde bulunmuştur; bununla birlikte o, “Osmanlı ordularının düşman saldırılarına karşı azimle karşı koymasını” tavsiye etmiştir.

Esasında Fransız başbakanı, Osmanlılara önerdiği bu tavsiyelerle Avusturya ve Rusya’nın mali ve ekonomik durumlarını bozmak, dolayısıyla savaşın uzamasına engel olmak ve sonunda da kendisinin arabuluculuk önerisinin kabul edilmesini sağlamak istemiştir.

Bu arada Rusların ani saldırıları karşısında gerekli önlemleri almayan kethüda Osman Hâlisa Efendi, başı kesilmek suretiyle öldürüldüğü gibi, yeteneksiz ve aciz bir kişiliğe sahip olan veziri azam Mehmet Paşa (Silâhdar) da görevinden alınarak yerine , Bender muhafızı Abdullah Paşa (Muhsin zâde) veziri azamlığa atanmış; Bender muhafızlığına da Ali Paşa (Genç) getirilmiştir.

Rus cephesi

Niemirov barış görüşmelerinden iki ay önce (1737). Ruslarla yapılmakta olan savaşın ikinci evresi başlamış bulunuyordu. Rus komutanı mareşal Münih, 80 bin kişilik bir orduyla harekâta başlayarak Özi (Oczakow) Kalesini kuşatıp büyük havan toplarıyla ateş altına almıştı.

Bu sırada kalede ancak üçbin kadar muhafız kuvveti bulunuyordu; aynca Bender Kalesinden de bir bu kadar yardımcı kuvvet gönderilmişti.

Kale muhafızı Yahya Paşa, çok az kuvvete sahip olmasma rağmen zaman zaman kaleden çıkıp düşmana karşı saldırılar düzenlemiş ve onlara oldukça ağır kayıplar verdirmeyi başarmıştır.

Fakat buna rağmen, sürekli top ateşi altında bulunan kalede yer yer yangın çıkması, bu arada cephaneliğin infilâk etmesi, su ve yiyecek yokluğu nedenleriyle savunma imkânı hemen hemen kalmamıştı.

Bu sıralarda bazı Rus kuvvetleri bir saldırıyla kaleye girdiler.

Yahya Paşa, beraberinde kalan 70 kişiyle kale içinde yiğitçe savaşmış, fakat sonderecede üstün düşman kuvvetleri karşısında başarılı olamayarak düşman tarafından tutsak alınmış (13 Temmuz 1737) ve çariçe Anna’nın emri üzerine Petersburg’a gönderilmiştir.

Rus kuvvetlerinin bin muhafız koyarak çekilmesinden soma Osmanlı ve Tatar kuvvetleri, Özi’ye bir baskın düzenledilerse de başarılı olamadılar (Kasım 1737).

Özi Kalesinin böylece kaybından sonra Ruslann Boğdan ’a sal-dırabilecekleri ihtimaliyle kaleye Ohri sancakbeyi Mahmut Paşa atanmış, aynca Hotin muhafızı İlyas Paşa (Kolçak) ’nın da Boğdan sınırına gitmesi emredilmiştir; bu arada Eflâk’a da kuvvet gönderilerek takviye edilmiştir.

Öte yandan düzmece siyaset ve girişimleriyle Osmanlı Devleti’ne büyük zararlar vermiş olan Avusturya imparatoru VI. Şarl, kuvvetlerini Eflâk, Bosna, Niş ve Vidin’e saldırıya geçirmekten de geri kalmamış, onun bu tecavüz hareketi, Osmanlı ülkesinde büyük tepki ve nefret yaratmıştır.

Bunun üzerine sultan I. Mahmut, cephelere düzenli olarak kuvvet ve mühimmat gönderilmesini emretti; ayrıca özellikle Rumeli’deki vilâyet ve sancaklara fermanlar gönderterek halkın, ulusal duygularının galeyana gelmesini sağladı.

Bu arada Osmanlı hükümeti, işgal edilen Özi ve Kûburun Kalelerinin kurtanlması hususunda kesin karar vererek süratle hazırlıklara başladı.

Bunun üzerine Ruslar, sürekli saldırı ve çarpışmalar sırasında büyük ölçüde tahrip edilen bu kaleyi, savunamamaları nedeniyle Osmanlı kuvvetleri henüz gelmeden tam anlamıyla yerle bir ederek terketmek zorunda kaldılar.

Çok geçmeden harekâta başlayan Osmanlı kuvvetleri, adıgeçen kaleleri savaşsız olarak geri aldılar (Ekim 1738).

Ayrıca Kırım hanı Mengli Giray ve Kırım seraskeri Mehmet Paşa, Kırım ’a saldırıya geçen Rus kuvvetlerini yenilgiye uğrattılar; bu arada Azak denizi yönünden de harekâta girişen bir Rus kuvveti de Kaptanı derya Süleyman Paşa tarafından bertaraf edilmiştir.

Bütün bu savaşlar sırasında Karadeniz’deki Osmanlı donanması da Ruslara karşı büyük başarılar kazanarak kara ordusunu başarılı bir biçimde destekledi. Böylece Rusların bütün Kırım yarımadasını işgalleri önlenmiş oldu.

Avusturya ile savaşlar

Avusturya imparatoru VI. Şarl, Özi Kalesihin Ruslar tarafından işgali üzerine, gizlice sürdürdüğü Osmanlı Devletine aleyhine olan tecavüz siyasetini artık açıktan açığa yürütmeye başladı.

Bu amaçla dük Lotringen ve Sechendorf (Zekendorf) komutasındaki 20 bin kişilik bir kuvveti Niş’e, Vali kumandasında bulunan başka bir kuvveti (10 binden fazla), Eflâk’a, mareşal Kevenkuller’in yönetimindeki 30 bin kişilik başka bir kuvveti de Vidin’e karşı harekete geçirdi.

Bunlardan başka 150 bin kişilik büyük bir orduyu d aHildaburg Havzen komutasındaki Bosna üzerine şevketti.

Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, Karaman valisi Mehmet Paşa (Memiş)’yı Vidin, Mehmet Paşa (Tuz)’yıda Niğbolu savunmasıyla görevlendirdi.

Bosna valisi Ali Paşa (Hekimoğlu), daha önce, Avusturya’nın barış için aracı girrişimlerinin içtenlik taşımadığına inandığı için bu konuda eski veziri âzam Mehmet Paşa (Silâhdar)’yı uyarmamışsa da pek önem verilmemişti.

Bunun üzerine Avusturya’nın bütün askerî hazırlık ve harekederini casusları vasıtasıyla öğrenen Ali Paşa (Hekimoğlu), Bosna eyâletinde gerekli bütün savunma önlemlerini almayı ihmal etmemiştir.

Niş cephesi

Avusturya hükümeti, Niemirov barış görüşmelerinin devam ettiği sırada müttefiki Rusya’hin ısrarı üzerine, Osmanlı hükümetine savaş ilân ederek Niş’e karşı saldırıya geçmişti (Mayıs 1737).

Halbuki Osmanlı hükümeti, barış yapılacağını düşünerek Niş kalesi’ni gerektiği biçimde takviye etmemişti.

Bir süre sonra Zekendorf komutasındaki Avusturya ordusu Niş’e ulaşıp kaleyi kuşatıp sıkıştırmaya başladı.

Çok üstün düşman kuvvetleri karşısında dayanmanın mümkün olmadığını gören kale muhafızları ve halkın istekleri doğrultusunda kaleyi Avusturya kuvvetlerine teslim ettiler.

Bunun üzerine hükümet, kaleyi düşmana teslim edenlerin tutuklanıp İstanbul’a gönderilmelerini emretmiştir;ayrıca Ahmet Paşa (Hafız, Köprülüzâde), Rumeli valiliğine atanarak Niş i kurtarmakla görevlendirildi.

Bu arada Avusturya kuvvetleri, Şehirköy ve Kosova’ya değin ilerlemişlerdi.

Derhal harekete geçen Ohri ve Pizren mutasarrıfı Hasan Bey (Mehmet Paşaoğlu), düşman kuvvetlerini Kosova önlerinde kesin bir yenilgiye uğratmayı başardı, bu nedenle kendisine, Beylerbeyilik rütbesi verilmiştir.

Avusturya’nın kışkırtması sonucunda Priştine, Vilçitrin ve çevrelerinde oturan Hıristiyan halk, isyana başlayarak yağma, tahrip ve müslüman halkı kıyım hareketlerine giriştiler.

Bu arada Karadağlı ve Kelmentli isyana Amavutlar, Lentulus komutasındaki Avusturya kuvvetleriyle birleşerek Yenipar ve Kalkandeleni işgal etmişlerdir.

Bosna yolu üzerinde önemli bir konumda bulunan Yenipazar’ı düşmana teslim eden kadı vekili Mustafa Efendi ve bazı subaylar, Bosna valisi Ali Paşa (Hekimoğlu) tarafından yakalanıp sorgulan yapıldıktan sonra derhal idam edilmek suretiyle öldürülmüşlerdir.

Öte yandan Üsküp taraflarında da isyana başlayan Hıristiyan halkın bertaraf edilmeleri görevi Rumeli valisi Ahmet Paşa (Hafız)’ya,Şehirköy ve Drağman Boğazı taraflarındaki şakilerin ortadan kaldırılması görevi de Arslan Mehmet Paşa’ya verilmiştir.

Öte yandan Niş kalesinde altı bin Avusturya muhafızının bulunduğunu tespit eden Vidin muhafızı Mehmet Paşa (İvaz)’nın önerisi üzerine hükümet, Sofya’da bulunan Ahmet Paşa (Hafız)’yı Niş i geri almakla görevlendirmiştir.

Derhal harekete geçen Ahmet Paşa’nın kısa bir süre kuşattırdığı Niş kalesi, komutanı Dokat’ın teslim olması sonucunda Niş, kolaylıkla geri alınmıştır.

Niş in kurtarılmasına sonderecede sevinen sultan I.Mahmut, Niş cephesi seraskeri Ahmet Paşa (Hafız)’ya bir haftı hümayun göndererek memnuniyetini bildirmiştir.

Bu başarısından dolayı Ahmet Paşa (Hafız) Niş muhafızlığına atanmış, ayrıca kendisine bir samur kürk, beş bin altın ve ayrıca maiyyetindeki komutanlar için de onaltı hil’at ve 400 gümüş çelenk gönderilmiştir.

Vidin cephesi

Kuzey-Bulgaristan in kapısı konumunda bulunan Vidin in durumu da Avusturya saldırıları karşısında oldukça tehlikeye düşmüştü.

Bu nedenle Vidin ve çevresinin savunması Mehmet Paşa (İvaz)’ya verildi.

Niş’in işgali üzerine Avusturyalılar, Vidin’e bir saldırı düzenlemişlerse de Mehmet (İvaz) Paşa’nın sevkettiği kuvvetler karşısında kesin bir bozguna uğramışlar ve komutanları Kevenkuller, güçlükle Perse palangasına kaçabilmiştir.

Bir süre sonra ikibin kişilik, zırh giyinmiş bir başka Avusturya kuvveti, Vidin kalesine bir saldırı düzenlemişler, fakat Mehmet Paşa (İvaz)’nın kethüdası Hüseyin Ağa komutasında sevkettiği kuvvetler, onları adeta imha edercesine yenilgiye uğratmışlardır.

Bu yenilgilere rağmen Avusturyahlar, imparator VI. Şarl’ın damadı prens Lothringen’in komutasında büyük bir orduyu Vidin’e karşı göndermişlerse de Bosna ve Belgrattaki durumun kendi aleyhlerine gelişmesi nedeniyle, bu ordu Macaristan üzerinden Viyana ya dönmüştür.

Ayrıca yine Vidin’e karşı Iştatintal komutasında gönderilen başka bir Avusturya ordusu da Bosna ve Belgrat’taki durumun kötüleşmesi üzerine oralara, kuvvet gönderildiği için Mehmet Paşa (İvaz)’nın kethüdası Hüseyin Ağa komutasında sevkettiği kuvvetler karşısında başarılı otamayarak Timok ırmağının karşı taraflarına çekilmek zorunda kalmıştır.

Bütün bu başarılarından dolayı Mehmet Paşa (İvaz) Niş cephesi seraskerliğine atanmış, yerine Vidin muhafızlığına da Karaman valisi Mehmet Paşa (Memiş) getirilmiştir (Ekim/Kasım 1737).

Eflâk-Boğdan cephesindeki askerî hareketlere gelince, bu cephede general Gi-lani komutasındaki bir A vusturya kuvveti, Hosar ve Dragon birlikleriyle Eflâk’a iki kez girmişse de ağır bir yenilgiye uğratüarak güçlükle Erdel’e kaçmışlardır; bunlardan başka ayn bir Avusturya kuvveti de Eflâk’a saldınya geçmişse de diğerleri gibi bozguna uğratılarak kaçmak zorunda bırakılmışlardır.

Bosna cephesi

Uzun bir süreden beri Bosna ve Vidini elegeçirme planlarını yapmakta olan Avusturyalılar, bu cepheye, deneyli komutanları Hildeburg Havzen’i, Hırvatistan prensi Esterhazi ile birlikte atamışlardı.

Çok geçmeden İzvornik yörelerinden saldırıya geçen Avusturya kuvvetleri, bir palangayı işgal ile içindeki muhafızlan şehit ettiler.

Bunun üzerine Bosna valisi Ali Paşa (Hekimoğlu), Bosna’dan gerekli kuvvetler sağlayarak düşmanla mücadeleye başladı; saldırılarını sürdüren Avusturya kuvvetleri, Usturumca kalesini kuşatıp sıkıştırmaya başladılar.

Kalede bulunan kadın ve çocuklar kale muhafızlarıyla birlikte yiğitçe ve büyük bir azimle düşmana karşı savaşmakta idiler.

Bu sırada Ali Paşa (Hekimoğlu)’ nun gönderdiği kuvvetler kaleyi kuşatan Avusturya kuvvetlerini beş saat süren bir çarpışmadan sonra bozguna uğratarak bir kısmını yok edip bir kısmını da tutsak aldılar;böylece Usturumca kalesi kuşatmadan kurtarılmış oldu.

Bu çarpışmalarda çocuklar top mermisi, yaşlı kadınlar sakalık ve işçilik, ebe kadınlar da hemşire, ya da doktorluk görevleri yapmışlardır.

General Hildeburg Havzen’in komutasındaki 100 bin kişilik bir Avusturya ordusu, Gradiçka üzerinden Banaluko (Banyaluka) kalesine saldınya geçtiler.

Kale muhafızları, İnce, Orta ve Büyük karakol halinde saldırıya geçen düşman öncü kuvvetlerini ani baskınlarla âdeta imha edercesine bozguna uğratmışlardır.

Ali Paşa (Hekimoğlu) ise Travniken Banaluka’ya gelmekte idi.

Bu arada 20 bin kişilik bir düşman kuvveti, Puzin, 20 bin kişilik başka bir düşman kuvveti de Çetin kalelerini, 80 bin kişilik asıl ordu ise Banaluka kalesini kuşatmakta idi.

Bu büyük Avusturya kuvvetleri karşısında azim ve cesaretini yitirmeyen Ali Paşa (Hekimoğlu), büyük bir maharetle düşmanı aldatıcı manevralarla düşman tahkimatını geride bırakıp asıl düşman ordusunun karşısına gelerek savaş düzeni almayı başardı ve askerlerine, etkili konuşmalarıyla büyük bir moral kazandırdı.

Çok geçmeden Ali Paşa (Hekimoğlu), saldırıya geçerek Avusturya kuvvetlerini bozguna uğratmış, kaçmakta olan düşman kuvvetlerinin büyük bir kısmı Banaluka ırmağında boğulmuşlardır;Türk kuvvetlerinin eline çok sayıda çeşitli top, 2300 çadır, 15 bin varil barut ve sayısız diğer silâh ve mühimmat geçmiştir.

Bu yenilgi üzerine ünlü Avusturya komutanı görevinden alınıp yerine prens Lothringen atanmıştır.

Öte yandan harekâtım sürdüren Ali Paşa (Hekimoğlu), Banaluka ırmağı üzerine derhal bir köprü yaptırarak karşı kıyıya geçirdiği kuvvetlerle düşmanı izlettirdi.

Bütün bu çarpışmalar sonunda 60 bin Avusturya askerinin öldürüldüğü ve pek çoklarının da tutsak alındığı tespit edilmiştir.

Banaluka yenilgisinden sonra Pujin ve Çetin kalelerini kuşatmakta olan Avusturya kuvvetleri çekilmeye hazırlandıkları sırada her iki kale muhafızlarının ani baskınları sonucunda ağır zayiat vererek kaçmak zorunda bırakıldılar.

Bu arada Bosna akıncı (gazi) kuvvetleri, Sava ırmağı kıyılarında bulunan Avusturya palangalarını tahrip ve yağma yaptıktan sonra Varadin ’e değin alanlarda bulundular; bunun üzerine Erdel (Transilvanya), ve Macaristan’da Avusturya aleyhine yer yer isyanlar başladı.

Ali Paşa (Hekimoğlu), Bosna eyâletinin istilâ ve işgalden kurtulmasını sağlayan bu zaferden sonra savaşı bütün ayrıntılarıyla hükümete bildirdi.

Bu büyük başarısı nedeniyle kendisine samur kürk, kılıç, beş bin altun, beraberindeki komutanlara da hil’at, altın ve gümüş çelenkler gönderilmiştir.

Ali Paşa (Hekimoğlu), kış olmasına rağmen bu kez, isyana kalkışan KaradağlAara karşı kuvvet göndererek onları sindirip itaate mecbur etmiş, dolayısıyla o bölgede huzur ve düzeni yeniden sağlamayı başarmıştır.

Osmanlı ordusunun Niş, Vidin ve Bosna’daki büyük başarıları sonucunda, esasen Avusturya yönetiminden memnun olmayan Erdel’de birtakım ayaklanmalar başgösterdi; işte bu nedenle Vidin’e saldırıya geçen Avusturya kuvvetleri Belgrat ve Macaristan’a sevkedilmişlerdi.

Bu arada birçok Avusturya görevlileri, Erdel’den kaçıp Vidin’e gelerek Osmanlılara sığınmışlardır.

Bunun üzerine Vidin seraskeri Mehmet Paşa (İvaz) durumu hükümete ayrıntılı olarak bildirmiş ve onun tavsiye ve önerisi üzerine de 30 yıldan beri Tekirdağ’da oturmakta olan Jozef Rakoçi (Rakoçi Frençoğlu), derhal İstanbul’a getirtilerek kendisine Erdel Krallığı ile Macaristan Dukalığı verilip hil’at giydirildi; çok geçmeden de kendisiyle bir anlaşma yapılarak Vidin’e gönderildi (Ocak 1738).

Öte yandan ordunun geri dönmesi hususunda padişahtan bir hattı hümayun gelmişti.

Bunun üzerine Rus cephesi seraskerliğine Ali Paşa (Genç), Vidin ve Niş seraskerliğine de Vidin muhafızı Mehmet Paşa (İvaz, Hacı) atandıktan, sonra ordu İstanbul’a hareket etti (Kasım 1737).

Ordunun hareketinden bir süre sonra Mehmet Paşa (İvaz Hacı) Fethülislâm ve İrşova’yı Avusturyalılardan geri almayı başarmış, bu haber dolayısıyla orduda büyük sevinç gösterileri yapılmıştı.

Veziri âzami Abdullah Paşa (Muhsinzâde), orduyla birlikte Davutpaşaya gelince, yasa gereğince sultan I Mahmut, sancağı şerifi ve orduyu karşılamak için buraya gelmişti.

Daha sonra padişah, saraya birlikte getirdiği veziri âzam görevinden alarak yerine, kendisini çok takdir ettiği Mehmet Paşa (Yeğen)’yı veziri âzamhğa atamıştır (Aralık 1737).

Fransa’nın barış girişimi

Yeni veziri âzam, ilk iş olarak Avrupa’nın büyük devletlerine protesto niteliğinde bir beyannâme göndererek “Avusturya imparatorunun antlaşma şartlarına uymadığını ve basit hileler yapacak kadar alçaldığını, buna karşılık Osmanlı Devletinin daima bütün antlaşmalara ve taahhütlere uyduğunu ve imparatora yardım edeceklerin de aynı duruma düşeceklerini, Fransa’nın barış yapılmasına aracılık ettiği takdirde bunun memnuniyetle kabul edileceğini bildirmiştir.

Bununla birlikte Avusturya’nın olumsuz tutum ve davranışları nedeniyle Rus cephesine yetenekli ve deneyli bir vezir atanarak veziri âzamın Avusturya cephesine gitmesi kararlaştırıldı.

Bunun üzerine veziri âzam Mehmet Paşa (Yeğen), orduyla İstan

Bir yanıt yazın