Minos Uygarlığı | Tarihi,Mimarisi,Sanatı | Tarih Bilgileri |
Minos Uygarlığı Tunç Çağı’nda bugün Yunanistan’a bağlı olan, Ege Denizi içindeki Girit Adası’nda, MÖ yaklaşık 3500’lerde doğmuş bir uygarlıktır.
Minos Uygarlığı, MÖ 2700 ile 1450 yılları arasında en parlak dönemlerini yaşadı ve yavaş yavaş eski gücünü yitirmesinin ardından Girit üzerinde Miken kültürü baskınlaşmaya başladı.
Girit Uygarlığı’nın tüm dünyada yaygın olarak kullanılan bir adı olan Minos terimi, ülkenin mitolojik kralı Minos’tan esinlenerek İngiliz arkeologlar tarafından türetilmiş ve daha sonra köklü bir biçimde yerleşmiştir.
Ancak Giritlilerin bu dönemde kendilerini ne olarak adlandırdıkları bilinmemektedir.
Eski Mısır kaynaklarında Keftiu, Sami dillerindeki Kaftar ve Suriye’deki Mari kentinde bulunan yazıtlarda Kaptara olarak geçen bir yer adının Girit Adası’na ait olduğunu sanılmaktadır.
Girit Uygarlığı’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan Odysseia destanında Homeros, Girit’in yerlilerini Eteokritiki (Yunanca:, Gerçek Giritliler) olarak adlandırmıştır.
Bunların, Girit Uygarlığı’nın yıkılması ile Miken Uygarlığı’nın oluşması arasındaki süreçte, önceden adada yaşayan Giritlilerin torunları olduğu sanılmaktadır.
Girit sarayları adadaki arkeolojik kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılmış en önemli en bilinen yapı türleridir.
Bu saraylar, arkeologlar tarafından gün yüzüne çıkarılan pek çok belgenin söylediklerine göre yönetim işlerinin hâlledildiği noktalardı.
Bugüne dek adada bulunan ve toprak altından çıkartılan her bir sarayın kendine özel bir özelliği vardır ve hiçbiri birbirine benzememektedir.
Ancak kendilerini diğer yapılardan ayıran ortak özelliklere de sahiplerdir.
Her bir saray, iç ve dış merdivenler ile ulaşılabilecek çok katlı yapılardır.
Sarayları oluşturan ögeler arasında kuyular, çok büyük kolonlar, depo ve kilerler ile geniş avlular da vardır.
Minos Uygarlığı Tarihi
Girit Adası’nda şimdiye dek Paleolitik döneme ait hiçbi r arkeolojik bulguya rastlanmamıştır.
Adadaki ilk insan izlerinin görülmesi bundan 9000 yıl öncesine Neolitik Çağ’a tarihlendirilmektedir.
En erken bulgular da Neolitik Dönem’e aittir.
Bu dönemden kalma seramik eserlerin Anadolu’da gün yüzüne çıkarılan çağdaşlarına bakıldığında aralarında görülen büyük benzerlikle, Girit’e ilk yerleşenlerin Anadolu’dan göç eden bir topluluk olduğu ortaya çıkmaktadır.
Girit Adası’nda Neolitik döneme ait olarak gün yüzüne çıkarılan bulgular arasında yerleşik yaşam süren toplumun ilkel konutları, çeşitli araç – gereçler ve ana tanrıça idolleri de vardır.
Çevre kültürlere bakıldığında Anadolu, Yunanistan, Mezopotamya ve Mısır kültürlerine ait şeylerin de Girit topraklarında bulunmuş olması Giritlilerin çevre kavimlerle ticarete bu dönemde başladığını ortaya koymaktadır.
Tunç Çağı’nın başlangıcı Girit Adası’nda MÖ 2600’lere rastlar.
Bu dönemde adada ilk kez metal kullanılmıştır.
Arthur Evans’a göre ilk metal adaya sığınan Mısırlılar tarafından getirilmişti.
Ancak ilerleyen arkeoloji çalışmalarının yardımıyla ortaya çıkan yeni bulgular ışığında bu görüş bırakıldı ve adaya ilk metalin Anadolu’dan geçtiği anlaşıldı.
Bu dönemde Girit Adası komşu adalar ile de ticarte ilişkilerini geliştirdi.
Çevre uygarlıklar ile karşılaştırıldığında denizcilikte çok daha ileri olan Girit’in en önemli kenti Knossos da bu dönemde ön plana çıkmaya başladı.
OMI (Orta Minos 1) döneminde yani MÖ 2000’lerde Girit Uygarlığı’nda hızlı bir gelişme ve kalkınma yaşandı.
Anadolu ile olan yoğun kültürel ve ticari alışveriş zamanla Mısır’a yöneldi.
Mısır ile ticareti oldukça ilerleten Festos, Knossos ile birlikte Girit’in en büyük iki gücünden biri oldu.
Zaman zaman aralarında çekişmeler de yaşanan bu iki şehir arasında Knossos her zaman daha ileriydi.
Bu dönemde büyük bir ilerleme olduğu açıksa da OM döneminin sonlarına doğru Girit’te büyük bir yıkım ve gerileme söz konusudur.
Bir deprem ya da Anadolu’dan gelen istilacı bir kavim olduğu düşünülen bu yıkıcı etkinin sonucunda Knossos, Festos, Malya ve Kato Zakros’taki tüm sarayları yıkılmıştı.
Ancak neopalatial dönemin başlangıcıyla nüfus yeniden arttı ve yıkılan yerler yeniden inşa edildi.
Adanın başka yerlerinde de yeni ve daha geniş ölçekli yerleşim birimleri kuruldu.
MÖ 17. ve 16. yüzyıllar arasında yani OMIII – Neopalatial dönemlerde Girit Uygarlığı en parlak dönemlerini yaşadı.
GMIB (Geç Minos 1-B) döneminde Minos saray kültürü bütünüyle çöktü.
Yine büyük bir afetin neden olduğu sanılan bu yıkım sonucunda yalnızca Knossos yeniden inşa edildi.
Diğer saraylar GMIIIA döneminde türemeye başladı. (Örneğin Hanya’da) Gücünü son hızıyla toparlayan Knossos çevredeki adalara da sözünü geçirmeye başladı.
Mısır’da 18. sülale de son derece iyi ilişkiler içinde bulundukları ve Keftiu olarak adlandırdıkları Girit’e armağanlar gönderdi.
MÖ 1420’lere gelindiğinde Girit şehirlerinde büyük yangın belirtilerine rastlanmaktadır.
Girit Adası’nın dışından gelen kavimlerce tahrip edildiği ya da iç bir ayaklanmanın yaşandığı sanılmakla birlikte bunun nedeni bilinmemektedir.
Bu karışıklık içinde adayı Mikenler ele geçirmiş ve Giritlilerin kullandığı Linear A(en) tipi yazı stilini, Antik Yunanca’nın temelleri olan kendi Miken dillerinin eksik ve gereksinimlerine uygun olarak, daha önce kullanıyor oldukları Linear B(en) tipi yazıya uyarlamışlardır.
Bu yazı tipine ait ilk kalıtlar GMII dönemine kadar tarihlenmektedir.
Mikenlerin istila ve işgalleri ile birlikte yaklaşık yüzyıl süren kısmi bir toparlanmanın ardından birçok Girit şehri ve sarayları MÖ 13. yüzyılda LMIIIB bütünüyle yok oldu.
Knossos MÖ 1200’e kadar yönetim merkezi olarak kaldı.
MÖ 1100 yıllarında Dorların egemenliği altına girmesi ile bir kez daha yakıp yıkılan ada her alanda görkem, etki ve üstünlüğünü ve üstünlüğünü yitirdi.
Son olarak korunaklı dağ bölgelerinde kurulmuş olan Karfi kenti Demir Çağı’na dek Minos kültüründen izler taşıyan tek Minos kenti oldu.
Minos Dili
Minos dili, modern dilbilimciler eski girit edebiyatlarını ve dillerini belirtmek için Minos dili terimini kullanırlar.
Yazı olarak günümüzde üç belge dizisine rastlanır:
1. hiyeroglif yazısı denen en eski yazı (M.ö. XX. – XVII. yy.a arasında Girit’te ortaya çıktı).
2. çizgisel A denen daha sade bir yazı (özellikle Girit’te M.ö. XVII.-XV. yy.lar arasında).
3. çizgisel B denen başka bir yazı (Girit’te, Knossos’ta, yunan topraklarında ise Mykenai ve Pylos’ta).
Kısa süre önce bu sonuncu yazının, mykenai lehçesi adı verilen çok eski bir yunan lehçesinin yazılmasında kullanıldığı anlaşıldı; bu şartlar altında «minos» teriminin kullanımı ilk iki yazı dizisine bağlanabilir. «Hiyeroglif yazısı» adı verilen yazı henüz çözülememiştir.
Çizgisel A yazısı ise daha kesinlikle okunamadı.
Çözülemeyen bu yazıların diline genel olarak minos lehçesi adı verilebilir: Klasik devrin eski girit lehçesiyle bir akrabalığı olduğu sanılır.
Çizgisel B yazısı, Yunancayı yazmak için daha eski bir sistemin uyarlaması olarak ortaya çıkar.
Gerçek Yunanistan’ın dışında, çeşitli dönemlerdeki kıbrıs yazıları şüphesiz minos yazısının başka yönde gelişmiş bir biçimidir.
Minos sanatı, girit veya minos (adanın efsanevî kralı Minos’un adından) sanatının dirilişi, XIX. yy.ın sonlarına rastlar.
Bu tarihte Evans’ın Knosos’ta başlattığı kazılar adanın başka yerlerinde yapılan araştırmalar ve Kyklades adalarıyle (Milo), Doğu Akdeniz kıyılarındaki buluntularla tamamlandı.
Girit sanatı buralarda, vazo, silâh ve mücevher ticaretiyle etkisini göstermişti.
Minos Uygarlığı Mimarisi
İlk saraylar, eski minos sanatının (M.Ö. 2500-1900) sonlarına doğru (M.ö. 2000 yıllarında) ortaya çıktı.
Bu saraylar, merkezî bir avlunun çevresinde arazinin engebelerine uyarak inşa edilmiş ve bazen birkaç kat yüksekliği olan binalardı.
En eski yapılarda bakışıma önem verilmemiş olmasına karşılık, daha sonraki yapım, onarım ve tadil işlerinde teşkilâtlanmaya çok önem verilmiş olduğu görülür.
Bu yapılarda, geniş şarap mahzenlerinin Ye erzak ambarlarının üstündeki katlara büyük tören salonları, kadınlar ve erkekler için daireler, zemini sütun veya direklere dayanan odalar, pencere ve aydınlıklardan ışık alan aralıklar yapılmış, merdiven ve boşluklar büyük bir ustalıkla yerleştirilmiştir.
Knosos ve Phaistcs’taki kazılarda birçok tiyatro alanı bulundu.
Hamam ve helâlarda da su akıtma ve boşaltma tertibatı (toprak künkler ve lağımlar) vardı.
Malzeme olarak kireçtaşı, alçıtaşı, tahta ve yalancı mermer kullanılmıştı.
Damlar taraça biçimindedir.
Sütunların kendine has bir biçimi vardır ve yunan sütunlarının tersine yukarıya doğru biraz yayvan, çok zaman da kırmızı veya siyah boyalıdır.
Sütun başlıkları ise kare biçiminde bir başlık tablasının altındaki bir simit yastıktan meydana gelir.
Saraylar konutlarla çevrilidir (minos şehirleri için en iyi örnek Gurnia’dır).
Küp şeklinde ve düz damlı, bakışımlı kapı ve pencereleri olan özel konutların planları ve profilleri renkli çini örneklerinden anlaşılır, önceleri çok sade olan mezarlar XVI. yy.dan itibaren anıt biçimleri alır (Knosos’un anıtmezarı v.b.).
Tapınak olarak yalnız saray mihraplarına veya kayalara oyulmuş tapınaklara rastlanır.
Resim
Sarayların ve evlerin duvarları, yaş mermer sıvası üzerine tutkallı boya ile yapılmış fresklerle süslüdür.
Kullanılan renkler, açık ve canlıdır: kırmızı, mavi, beyaz, bazen kahverengi, sarı veya yeşil.
Hayvan ve bitki motifler:, o çağda az rastlanan hoş bir serbestlikle ve kararsız, dalgalı bir ahenkle işlenmiştir, insan tasvirlerine oldukça erken bir çağda rastlanır.
Bunlar, ayin alayı, boğa güreşi, saray, harem dairesi ve cenaze alayı sahneleridir.
Savaş sahneleri ise pek görülmez.
Bu zarif resimler sayesinde, eski Girit’teki günlük hayat, şenlikler, tapınma, giyîm ve saç biçimleri hakkında bilgi edinmek mümkün oldu.
Figürler, hareketli ve serbest siluetler biçimindedir: yakası göğüse kadar açık elbiseleri ve süslü püslü saç tuvaletleriyle Mavili Kadınlar, sepet biçimi kabarık eteklik giymiş prersesler, tanrılara hediye götüren peştemallı, koyu tenli, heybetli hamallar, cambazlar, boğa güreşçileri.
Bu sanatın en ünlü figürü, hafif kalkık burnu ile Parisli Kadın’dır.
Anıt Kabartmaları
Giritliler sadece, mermer sıvası üzerine boyalı kabartmalarla yetindiler.
Bu sanatın en güzel iki örneği Knosos’taki Zambaklı Prens (büyük çapta restore edilmiştir) ile güçlü bir eser olan Saldırgan Boğa’dır.
Heykelcilik
Özellikle tapınma için kullanılan tam oyma heykelciklerde de aynı nitelikler görülür.
Bu nitelikler şekillerdeki yumuşaklık, duruşun ve gösterişli veya çekici gerçekliğidir.
Giritli sanatçı eserine, pişmiş toprak, fayans, fildişi veya tunçta, yunan sanatında ancak çok sonraları görülecek olan şaşırtıcı bir canlılık verir: Tylisoslu Tapınan Adam, Knosos’lu Cambaz, çiniden yapılmış yılanlı tanrıçalar.
Çeşitli biçimlerdeki vazolar (III. binyılın Mokhlos vazoları) plastik veya plastik süslemeli vazolar da (Knosos’taki küçük sarayda, steatit taşından oyulmuş, boğa başlı, yaldız boynuzlu, gözleri kakma bardak; Hasatçılar adıyla bilinen vazo, Hagia-Triada’daki Kumandan vazosu ve Boksörler vazoları) heykelcilik sanatına bağlanır.
Çömlekçilik
Ege dünyasını bütün tarihi boyunca, gerek çeşitlerinin bolluğu, gerek kronolojik değerleri bakımından, çömlekçilik alanındaki eserlerin büyük bir önemi vardır.
Taştan yapılmış olan ilk vazoların, çok değişik biçim ve süslemelerle, kilden yapılmış taklitlerine rastlanır.
Süslemeler, önceleri geometrik şekillerden meydana gelmişti ve zeminle süslemelerin renkleri değişikti (açık üzerine koyu veya koyu üzerine açık).
Daha sonraları bu süslemeler bitki ve üslûplaştırılmış hayvan şekilleriyle zenginleşti: zambak, papirüs, gül, ahtapot, yosun, kabuk, fantastik hayvanlar ve krallığın kutsal sembolü olan iki yüzlü balta ile boğa boynuzları.
En ünlü örnekler, yumurta kabuğu inceliğinde ve kamares üslûbuyla işlenmiş olan II. Orta Minos devri vazolarıdır.
Lahitlerdeki resimler (Hagia-Triada’da çıkarılmış ünlü örnek) özellikle din tarihçileri için çok ilgi çekicidir.
Maden İşlemeciliği ve Oymacılık
Girit kazılarında, tunçtan yapılmış birçok eşya (vazolar, ev âletleri, silâhlar), bu arada da kabzaları ve namluları telkâri kakmalı kılıç ve hançerler çıkarıldı (Malia, Isopata).
Bu parçaların oyma ve işleme bakımından değeri mısır ve doğu örneklerinden hiç de aşağı kalmaz.
Bazı altın yüzüklerin mühürleri, karmaşık ve oymalarla süslü sahnelerdir (özellikle tanrıçaya tapma sahneleri).
Çeşitli renklerde, üzerleri oyma veya kazıma yoluyla işlenmiş yüzüklerin de pek çok çeşidi vardır: insan figürleri, av ve balık avı sahneleri, mimarî süslemeler, manzaralar, gerçek veya fantastik hayvanlar, yazı işaretleri.
Malia’da, malzemesi ve oyulmuş taşlarıyla, bir oymacı ustasının atelyesi bulunmuştur.
Girit’in tarihi üstündeki bilgilerin azlığı dolayısıyla ülkenin parlak, şatafatlı ve zarif bir medeniyetin ürünü gibi görünen sanatı gelişmesinin en yüksek olduğu çağda yavaş yavaş mykenai sanatı ile karıştı.
Bu karışmanın tanımını yapmak, ülkeye II. binyılın ortalarında Akaların da yerleşmiş olduklarını ortaya koyan yeni keşiflerden sonra daha da güç olmuştur.
Minos ve mykenai sanatları arasında, konusu ve önem derecesi henüz tartışmalı olan karşılıklı bir etki vardır.
II. Binyılın sonuna doğru, «Klasik» dönemin sevimli serbestliği, biçimlerin sertliğinde ve tekdüzeliğinde yok oldu, ama plastik sanatlarda ve seramikte çekiciliğinden hiç bir şey kaybetmedi.