Osmanlıda bilim adamları kimlerdir, Osmanlıda Bilim Adamları ve Çalışmaları, Osmanlıda Bilim Alanındaki Gelişmeler, Osmanlıda Bilim Anlayışı, Osmanlıda bilime verilen önem, Osmanlıda bilimsel buluşlar,Osmanlıda Bilim medreselerinde genellikle ikiye ayrılıyordu:
1. İslâmî ilimler (fıkıh, hadis, tefsir ve kelâm; bunlar yoruma, açıklamaya ve anlatmaya dayanır)
2. dış kaynaklardan gelen ilimler (felsefe, tıp, riyaziye, isagucı [mantık], hendese, hey’et [astronomi] gibi ya eski mezopotamya kavimlerinin veya Yunanlıların geliştirdikleri ilimler).
Bunların kaynağı akıl, gözlem ve deneydir; belli kavramların sınırları içinde sıkışıp kalan yorumlara yer verilmez.
Bu ilimler, Osmanlı devletinde, belli bir öğretim düzeni içinde XIV. yy. başlarında okutulmaya başladı.
Osmanlıda Bilim ve Eğitim
İznik’te açılan ve öğretime başlayan ilk osmanlı medresesinin (1330-1332) ilk müderrisi. Davudi Kayserî’dir (öl. 1350).
Mısır’da öğrenim gören bu bilgin Matla’u Husûsü’i Kilem fi Meanii Füsûs’il Hikem (Hikmetlerin Sözlerinin Anlamları Hakkında Kelimelerin özelliklerinin Doğuşu) adlı eseriyle osmanlı ülkesine tasavvufu soktu.
Davud bin Mahmud İznik medresesinde çağın anlayışına göre tasavvuf ilmi ve tefsir okutuyordu, öğretim, Kur’an dili olan Arapça ile yapılıyordu.
Osmanlıda Bilim Anlayışı
XIV. yy.da Osmanlılarda, ilim kavramından, daha çok başkalarının eserlerine yapılan yorumlar, ekler ve açıklamalar anlaşılır.
Ancak yy.ın sonlarına doğra Kadızadei Rumî (1337-1412) adlı bilginle ilimde deney ve gözlem başlar.
Aklî ilimlerden, özellikle riyaziye ve hey’et alanında çalışan Kadızade’nin Uluğ Bey zamanında Semerkant rasathanesi müdürlüğü yaptığı sıralarda yazdığı hey’et ve riyaziye ile ilgili eserler osmanlı medreselerinde uzun süre okutuldu.
Hey’et, hendese, felsefe Kadızade’nin eserleri aracılığıyla osmanlı ülkesine kısa bir süre içinde yayıldı.
Bu bilgin, Şemseddini Semerkandî’nin Eukleides hendesesi üstüne yazdığı Eşkal-ür-Tesis (Kuruluş Biçimleri) adlı eserini yorumladı.
Osmanlıda Bilim Alanındaki Gelişmeler
Ayrıca, Zîc-i uluğ Bey (Uluğ Bey Zayiçesi) adı verilen gök gözlemleriyle ilgili cetvelin yazılmasına katıldı.
Gene bu çağda, özellikle Murad I ve Yıldırım Bayezid zamanlarında gelişmeye başlayan ilimlerden biri de tıptı.
Tıp alanında yazılan eserlerinin en ilgi çekicisi Murad bin İshak’ın Havâssü’I Edviye (İlâçların Nitelikleri) adlı kitabıdır.
Eser yazılırken lbni Sina ve Zeyneddin bin İsmail’in daha önce tıp alanında yazdığı eserlerden geniş ölçüde yararlanıldığı anlaşılmaktadır, lbni Sina ve Zekeriya Râzi’den yapılan tercüme ve yorumların, XIV. yy.da, deney ilimlerinin gelişmesinde büyük etkisi görüldü.
Gene bu çağda yaşayan ve tıp alanında önemli çalışmaları olan bir bilgin de Molla Fenarî ile Mısır’da öğrenim gören Celâleddin Hızır’dır (Hacı Paşa).
Bu bilginin tefsir, tasavvuf, münazara ve tıpla ilgili eserleri arasında en önemlileri Şemseddin Mehmed bin Eşref’in, Risale fi Adâb-ı Bahis (Bir Konuda Konuşmanın Yolları Hakkında Risale) adlı mantık kitabına yaptığı yorum, Aydınoğlu İsa Bey adına yazdığı Şifa ül-Eskam ve Deva-ül-Alam (Acıların Devası ve Hastalıkların Şifası) adlı tıp kitabı, tefsirle ilgili Tevalt-ül-Envâr (Nurların Devamı) [Beyzâvî*den] ve tasavvuf konularını işleyen Levami-ül-Envâr-il-Kulûb (Gönüllerin Işınlarının Parıltıları) [El-Cey-lî’den] yorumudur.
Celâleddin Hızır (Hacı Paşa) tıp alanında Galenos ve lbni Sina’nın izinden yürüdü.
Çağın, deney ilimlerinin, özellikle ibni Sina’ya dayanan tıp araştırmalannm gelişmesinde Şeyh Cemaleddin Aksarayî (öl. 1388) ile şair Taceddin İbrahim Ahmedî (öl. 1413) gibi bilginlerin önemli çalışmaları oldu.
Cemaleddin Aksarayî özellikle lbni Sina’nın Kanun adlı eserini Hall-ül-Mucez (Güçlüğün Çözümü) adlı kitabıyla özetledi.
Ahmedî ise teşrihle ilgili Tervih-ül-Ervatı (Ruhların Rahatlayışı) adlı manzum bir eser yazdı.
Yıldırım Bayezid, XIV. yy.ın sonlarına doğru, tıbbî çalışmaları geliştirmek için bir hastahane (Dârüttıb) yaptırdı.
(Bu kurumun aynı zamanda araştırmalar yaptığı, çağın ünlü hekimlerinin burada tıp alanında çalışan kimseleri yetiştirdiği bazı kaynaklarda görülür.) .
Osmanlı devletinden önce, Anadolu Selçukluları tarafından Kayseri, Amasya, Konya, Çankırı, Sivas ve Kastamonu illerinde kurulan hastahanelerde hem hastalara bakılıyor, hem de öğrenci yetiştiriliyordu.
Osmanlılar, Selçukluların başlattıkları bu geleneği uzun zaman sürdürdüler.
Çağın sonlarında, Murad II zamanında yetişen Mükbilzade Mümin de arapça, farsça tıp eserlerinden, özelikle Zeyneddin bin İsmail’den (öl. 1135) Türkçeye bazı tercümeler yaptı.
Bunlar arasında en ilgi çekicisi, Zeyneddin bin İsmail’in göz, kulak, mide, beyin ve başla ilgili hastalıkları inceleyen Zahire-i Harizmşâhi (Harizmşah’ın Aydınlığı) adlı eserinin Zahire-i Muradiye adiyle yapılan tercümesidir.
XV. yy. başlarında yapılan ilim çalışmaları, daha öncekilerin bir devamıdır ve tercüme niteliğindedir.
Mehmed I zamanında hey’et ile ilgili ilk çalışma Zekeriya Kaz-vinî*nin Acaib-ül-Mahlûkat (Yaratıkların Tuhaflıkları) adlı eserinin Rükneddin Ahmed tarafından yapılan tercümesidir.
Hüsameddin Tokadî gökkuşağı ile ilgili bir eser yazdı.
XV. yy.ın ortalarına doğru ilim alanında önceki çağlara oranla önemli bir gelişme görülür.
Fatih Sultan Mehmed’in ilme, felsefe, sanat ve edebiyata karşı duyduğu ilginin gelişmede büyük etkisi vardır.
Bazı kaynaklar, Fatih’in ilim ve felsefeyle ilgili birçok eseri Türkçeye çevirttiğini, bunlar arasında yunan ve latin dillerinde yazılan bazı önemli kitapların da bulunduğunu bildirir.
Bu eserler içinde en önemlileri Ptolemaios’un Coğrafya Kılavuzu (Geographikes Yphigesis) ile Dionysios Periegetes’in Dünya Gezisi (Oikumenes Periegesis) adlı eserleridir.
Coğrafyanın yanı sıra, Fatih zamanında, hey’et ile ilgili eserlerin de tercümeleri yapılıyordu, özelikle Ptolemaios’un Elmacesti (He Megiste) adlı eseri ile Proklos’un özet (Hypotyposis) adlı eseri bazı açıklamalarla tercüme edildi.
İstanbul’un fethinden sonra, bizanslı bilginler aracılığı sonucu, deney ve gözlem ilimleri, önceki çağlara oranla daha hızla gelişmeye, yayılmaya başladı.
Fatih Sultan Mehmed, başta trabzonlu Georgios Amirutzes olmak üzere Yunanca ve Latince bilen bazı bilginleri sarayında topladı.
Fatih Sultan Mehmed’in emriyle yapılan bu çalışmalar Osmanlı devletinde batıya açılan ilk önemli penceredir.
İlmin yanı sıra sanata, özellikle resim ve şiire ilgi gösteren, Avnî takma adıyla şiir söyleyen Fatih Sultan Mehmed, İtalyan ressamı Bellini’yi İstanbul’a getirterek ona resmini yaptırdı.
Zamanın en ünlü İran şairi olan Molla Câmî yi davet etti fakat o gelemedi.
Fatih Sultan Mehmed’in ilim alanında en önemli eserlerinden biri de kendi adıyla anılan sekiz Fatih medresesidir. (Sonradan Medaris-i Semaniye diye anıldı.) .
Bu medreselerde tefsir, fıkıh, hadis, kelâm, riyaziye, tıp, hey’et gibi ilimler öğretiliyor, çalışmalar yapılıyordu.
Semerkant’tan İstanbul’a gelen ve Osmanlı devletinde astronomi ilminin gelişmesinde büyük emeği geçen Alâeddin Ali bin Muhammed Kuşçu Ayasofya medreselerinde müderrislikle görevlendirildi.
Ali Kuşçu kelâm, lisaniyat (filoloji), riyaziye ve astronomi konularında ders veriyordu.
Çağın, aynı konuda çalışan bir bilgini de onun torunu Mirim Çelebi’dir.
Riyaziye alanında Hızır Beyin oğlu Yusuf Sinan Paşa ve Molla Lutfi çağın önde gelen bilginlerindendir.
Sinan Paşa, Çağmini risalesine özlü bir açıklama yazdı.
Sabuncuoğlu Şerafeddin Ali gene tıp konusunda Cerrahname-i lilhanî (ilha-nî’nin Teşrih Kitabı) adlı bir eser yazdığı gibi endülüslü bilgin Ebül Kasım Zehravî’nin Et-Tasrif (Kılavuz) adlı ilâç ve hastalıklarla ilgili kitabını ve Akrabadin’ i Türkçeye çevirdi.
Altıncızade, daha çok idrar yolları üstüne deneye dayanan çalışmalar yaptı.
Fatih Sultan Mehmed’in isteği üzerine Ahmed Kutbeddini Acemî, Mehmed Şükrüllahı Şirvanî, Lârî Acemî, Ataullahı Acemî, Yakub Hekim, Altıncızade gibi bilginlerin toplandığı bir tıp heyeti kuruldu.
Fizik alanında çalışan Hocazade; hareket, eğilim, dinginlik, nokta, çizgi, ışık konularında çalışmalar yaptı.
Deney ilimlerinin yanı sıra, tasavvuf ve felsefe konularında çalışmalar da yapıldı, özellikle Gazzalî’nin, lbni Rüşd’ün eserlerine yorumlar, açıklamalar yazıldı.
Ancak bütün bu olumlu çalışmaların yanında İslâm dininin öngördüğü konulara fıkıh, kelâm, hadis ve tefsir ilimlerine daha geniş yer veriliyor, ilgi gösteriliyordu.
İslâm ilimleri arap ve İran bilginlerinin, felsefe, riyaziye, deney ilimleri ise eski yunan ve bizans bilginlerinin eserlerinden yapılan tercümelere dayanıyordu.
Bu dönemin, sonradan batı bilginlerinin ilgisini çeken önemli konularından biri de «Delos problemi» denen geometri meselesidir.
İzmirli Theon tarafından daha önceleri ortaya atılan bu mesele Delos adasındaki Apollon tapmağı sunağının iki kata çıkarılmasıyla ilgilidir.
Bir masal havasına bürünen bu mesele üzerinde Molla Lutfi, Taz’if-ül-Mezbah adlı risaleyi yazdı.
Küp biçiminde olan sunağın iki kat büyütülmesi için, yanına bir küp eklemek değil, küpü sekiz defa büyütmenin gerektiğini savundu.
Bunu yaparken de, önce çizgilerle karelerin kendi kendileriyle çarpılması zorunluluğunu ileri sürdü.
Molla Lutfi bu risalede ortaorantılı geometri usulünü de açıkladı.
XV. yy.ın bitimlerinde astronomi alanında Mirim Çelebi ile bir ilerleme görülür.
Hocazade’den, Sinan Paşadan öğrenim gören Mirim Çelebi riyaziye, hey’et ve usturlap üstüne çalışmalar yaptı.
Uluğ Bey’in Zîc (Zayiçe) adlı kitabına Düstur-ül-Amel ve Tashih-ül-Cedvel (Cetvelin Düzeltilmesi ve Çalışma Kılavuzu) adıyla farsça bir açıklama yaptı.
Ali Kuşçu’nun Fethiye adlı eserini yorumladı.
Astroloji (ilmi nücum) konularını işleyen El-Mekasid’i (Amaçlar) yazdı.
İranlı bilginlerden Muzafferüddin Şirazî İstanbul’a gelerek Fatih medreselerinde görev aldı.
Eukleides geometrisine bir yorum yazdı.
Ceylan adlı başka bir bilgin de şehzade Korkud adına Takvim adlı farsça bir risale yazarak takvimin yapılışını, uygulanışını gösterdi.
Muslihüddin bin Sinan, Risale-i Eflatuttiye (Eflatun Risalesi) adlı eserinde bakır ve gümüş alaşımlı kapların ağırlığı ile ilgili açıklamalar yaptı.
Yahya bin Mehmed ül-Gaffarî, değerli taşların yapısı ve niteliklerini konu edinen Kitab-ül-Yakut-ül-Mahazin fi Cevahir-il-Maadin (Madenlerin özleri Hakkında Mahzenlerin Yakutu Kitabı) adlı türkçe eserini yazdı.
Bunlar o çağda gözlem ve deneye dayanan çalışma ürünleridir.
Ahi Çelebi, böbrek taşları üstüne yazdığı bir risaleyle çağın ilmine katkıda bulundu.
XV. yy.da tarih alanında Âşık Paşazade kendi çağına kadar gelen olayları konu edinen Tevarih-i Âl-i Osman’ı (Osmanoğulları Tarihi) yazdı.
Bu yüzyılda dinî ilimlerden deney ilimlerine kadar bütün ilim dalları önceki yüzyılların geleneğini sürdürdü.
Fatih’ten sonra yerine geçen Bayezid II döneminde deney ilimlerinde bir duraklama görülür.
Şerh, tefsir, haşiye gibi başkalarının eserlerini yorumlama, açıklama, onlara ekler (zeyl) yazma yaygınlaştı.
Arapça eserlerin çevrilmesine önem verildi.
Osmanlılarda tıp, riyaziye, hey’et, kimya, fizik gibi deney ve gözlem ilimleri de daha çok bu tercümelerden öğreniliyordu.
Tıpta en büyük kaynak Galenos ve lbni Sina idi: lbni Sina’nın eseri Kanun’un herhangi bir bölümünü yorumlamak, ona ek (haşiye) yazmak, tıp alanında önemli bir çalışma sayılırdı.
Üçüncü kaynak lbni Baytar’ni Müfredat (Ayrıntılar) adlı eseriydi.
Osmanlılarda, ilim alanında yapılan çalışmalar şerh, tercüme ve haşiye gibi üç türe ayrılır.
Bunlar yaratıcı, yapıcı olmaktan çok aktarma niteliğindedir.
Deney ilimlerinin yanı sıra en fazla gelişme gösteren bilgi dalı tasavvuftur.
Tasavvuf alanında yapılan çalışmalar da (XIV. ve XV. yy.larda) İran ve arap mutasavvıflarından yapılan tercümelere dayanır.
En çok üstünde durulanlar Gazzalî ve Muhyiddin-i Arabi’dir.
Onlardan sonra Celâleddin Rûmî, Şeyh Feridüddin Attâr, Molla Câmî gibi şair ve mutasavvıflar gelir.
XVI. yy.da ilim hareketleri, daha önceki çağa, özelikle Fatih Sultan Mehmed devrine oranla duraklamaya başladı.
Kanunî Sultan Süleyman’ın Süleymaniye camii yanında yaptırdığı iki medreseden birinde riyaziye, ötekinde tıp öğrenimi yapılıyordu.
Ancak burada, deney ilimleri alanında çağa ışık tutacak nitelikte bilgin yoktu.
Bütün çalışmalar birer yorum ve açıklama olmaktan öteye geçemıyordu.
Bu dönemde daha çok coğrafya alanında Pirî Reis ile Seydî Ali Reis’in yaptıkları haritalar ilgi çekicidir.
Pirî Reis’in Kitab-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) adlı eseri Osmanlılarda yazılan ilk coğrafya kitabıdır.
Şeydi Ali Reis’in bir seyahatname niteliğinde olan Mir’at-ül-Memalik (ülkelerin Aynası) ve Muhit (Okyanus) adlı iki coğrafya eseri vardır.
Şeydi Ali Reis hey’etle de ilgilendi, Ali Kuşçu’nun Fethiye’sini Hulâsat-ül-Hey’et (Gökbilim özeti) adıyla Türkçeye çevirdi.
Mustafa bin Ali, Tuhfet-üz-Zaman ve Haridet-ül- Ev an (Vakitlerin İncisi ve Zamanın Armağanı) adlı arapça eserlerden derleme bir coğrafya ve kozmografya kitabı yazdı.
Aynı yazarın, ilâm-ül-lbad fi Alâm-il-Bilâd (Ülkelerin Nitelikleri Hakkında İnsanların Açıklaması) adlı coğrafya, Teh-lil-il- Mikat (Vakitlerin ölçülmesi) adlı, ölçülerle ilgili, açıklayıcı nitelikte eserleri vardır.
Mahmud bin Ali Sipahizade’nin Evzah-ül-Mesalik ilâ Marifet-il-Memalik (Ülkelerin Bilgisi ve Yolların en İyi Açıklaması), Mehmed bin Ömer Bayezid’in Mena-zir-ül-Avâlim (Dünyaların Görünümleri) adlı eserleri coğrafya ve kozmografya alanında yapılan çalışma ürünleridir.
Coğrafya çalışmalarının yanı sıra, Matrakçı Nasuh (Nasuhü’s – Selâhiü’l-Matrakî) tarafından Umdet-ül-Hisab (Hesabın özü) ve Beyan-ı Menazil-i Sefer-i lrakeyn (iki Irak Yolculuğundaki Menzillerin Anlatılması) adlı iki eser yazıldı.
Bunlardan birincisi aritmetik kitabıdır.
İkincisi bir seyahatname niteliğindedir, coğrafya konularını işler.
Hacı Muhiddin Atmaca’nın Mecmuat-ül-Kavaid fi Beyan’ı Muntehab-il- Fevaid (Faydaların Seçilmesini Açıklama Konusunda Kurallar Dergisi) adlı eseri de aritmetik konulannı ihtiva eden Ali bin Veli bin Hamza ül-Magnbî’nin Tuhfet-ül-A’dad li Zev-ir-Rüşd Ve’s Sedad (Akıllı ve Mantık Sahibi Kimselere Sayıların Armağanı) adlı eseri riyaziye, Mustafa Zeki’nin Gıyaseddin Cemşid den çevirdiği Süllem -üs-Semâ (Gök Merdiveni), Takıyeddin’in Âlât-ür-Rasadiye li Zîc-i Şehinşahiye (Şahlarşahı Zayiçesi Dolayısıyla Gökyüzünü Gözleme Araçları); Sidret-ül- Mühteha-ül-Efkâr fi Melekât-il- Felek-üd-Devvâr (Dönen Gök Katlarının Evreni Hakkında Düşüncelerin En Yüce Basamağı) adlı eserleri astronomi konularını işleyen düşünce ürünleridir.
Takıyeddin tarafından gök incelemeleri yapmak üzere bir rasathane kuruldu.
Burada yapılan gözlemlere dayanılarak bazı hava değişimlerini, gök cisimlerinin hareketlerini açıklayan risaleler yazıldı.
XVI. yy.da yapılan bu ilim çalışmaları pek uzun sürmedi.
Gözleme dayanan astronomiden çok falcılığa, astrolojiye (ilmi nücûm) inanan şeyhülislâm Ahmed Şemseddin Efendinin kışkırtmaları yüzünden rasathane yıktırıldı.
Astronomi çalışmaları bir süre durduruldu.
Taşköprülüzade lsameddin Ahmed Efendinin Miftah-üs-Saade ve Misbah-üs- Siyade (Mutluluğun Anahtarı ve Seyitliğin Yüzgeci) adlı arapça eserini, yazarın oğlu Kemaleddin Mehmed Mevzuat-ül-Ulûm (tümlerin Konuları) adıyla Türkçeye çevirdi.
Birçok ilmin konularını anlatan bu eser Osmanlılarda ilk ansiklopedi sayılır.
Bu çağda da en çok tercümeye önem verildi, arap bilginlerinin eserleri Türkçeye çevrildi.
Bu tercüme eserler arasında Zekeriya Kazvinî’nin Acaib-ül-Mahlukat ve Garaib -ül- Mevcudat (Yaratıkların Tuhaflıkları ve Varlıkların Şaşılacak Nitelikte Olanları), Ahmed bin Ali Zümbülî’nin Kanun Fi’d Dünya (Dünya üstüne Yasa); Ömer bin Verdi’nin Haridet-ül- Acaib ve Ceridet-ül-Garaib (Acaipler İncisi ve Garibeler örneği), Yahya bin Pir Ali Nevî’nin Netayic -ül- Fünûn ve Mehasin-ül-Mütun (Fenlerin Sonuçlan ve Metinlerin Güzellikleri) adlı eserleri önemli bir yer tutar.
Osmanlıda Bilim Adamları ve Çalışmaları
Osmanlı bilginleri, ilim dilinin arapça olması yüzünden, eserlerinin çoğunu arapça yazdılar.
Bu yüzden, Türkler tarafından yazılan bu arapça eserler, gene Türkler tarafından birtakım yorum ve açıklamalarla zamanın Türkçesine çevriliyordu.
Osmanlılarda ilim olarak benimsenen kimya (simya) konusunda eserler yazılıyor, tercümeler yapılıyordu.
İznikli Ali Beyin Arapça yazdığı Keşf-ül-Esrâr fi Hetk-il-Estar (örtülerin Yıltılması Hakkında Sırların Açılışı) adlı eseri bu konuda yazılanların en ilgi çekicisi sayılır.
Aynı yazarın Dürer-ül-Envâr fi Es-rar-il-Ahbar (Haberlerin Sırları Hakkında Işıkların incisi) adlı bir eseri daha vardı.
Tarih alanında Tâc-üt-Tevarih (Tarihlerin Tacı) adlı eseriyle Hoca Sadeddin Efendi, Künh-ül-Ahbar (Haberlerin Aslı) ve Menakıb-ı Hünerveran (Hüner Gösterenlerin Menkıbeleri) adlı eserleriyle Gelibolulu Âli Bey ve Selânikli Mustafa Efendi başta gelir.
Yüzyılın ortalarında tıp alanında Davud Antakî Tezkiret-ül-Elbâb (Akıllı Kişilerin Tezkiresi) adı altında tıp konularını işleyen bir eser yazdı.
Ayrıca gene İbni Sina’nın Kanun adlı eserine bazı yorumlar ve açıklamalar yapıldı.
Deney ilimleri konusunda yapılan bütün çalışmaların şeriat hükümlerine uyması gerekiyordu.
Din ilimleri alanında lbni Kemal (Kemal paşazade Şemseddin), Ebussuud Efendi çağın en önemli kişileriydi.
Ancak, İslâm ilimleri alanında, özellikle hadis, fıkıh, tefsir, kelâm ve tasavvuf konularında yapılan bütün çalışmalar birer yorum ve açıklama niteliğindeydi.
Bu dönemde Avrupa’da görülen büyük ilim hareketleri, yeni buluşlar, teknik ve düşünce alanındaki köklü değişmelerden osmanlı bilginlerinin pek haberi yoktu.
Kanunî Sultan Süleyman zamanında Fransa ile olan yaklaşmalar, Venedik, İtalya ve öteki Akdeniz devletleriyle kurulan ilişkilerin ilim alanında en küçük bir etkisi görülmez.
Osmanlı medreselerinde ilim denince gene başlangıçta olduğu gibi İslâm ilimleri anlaşılır.
İmam Gazzalî’nin izinden yürüyen ve daha çok tasavvufa eğilim gösterenler, felsefeyi (bunu aşın sünnî inancına bağlıyorlardı), aşırı deney ilimlerini, özellikle canlılar üstünde araştırma ve deney yapmayı, Kur’an’da adı geçmeyen, açıklanmayan konularla uğraşmayı suç saydılar.
XVII. yy.da önceki çağlara, özellikle Fatih Sultan Mehmed zamanına oranla deney ilimlerinde yine açık bir duraklama görülür.
Şeyhülislâmlar, din adamları, bazı müderrisler bütün deney ve gözleme dayanan ilimlere, felsefeye, bazen tasavvufa karşı çıkar.
Çağın başında riyaziye alanında Hızır Halife Taberî Ceziret-ül-Erkam (Sayılar Dizisi), Diyarbakırlı Molla Mehmed Çelebi Reddü Kabul ve Ecvibe (Kabul, Red ve Cevaplar), tıp alanında Siyahizade Derviş Mecmuat-üt-Tıp (Tıp Dergisi), Zeynelabidin bin Halil Şifa-ül-Fuad (Kalbin Sağlığa Kavuşması), Emir Çelebi Enmüzec-üt- Tıb (Tıp örneği), Neticet-üt-Tıb (Tıbbın Sonucu), Şirvanlı Şemseddin Itakî Teşrih-ül- Ebdan ve Terceman-i Kıbale-i Feylesofun (Bedenlerin Yarılması ve Filozofların Ebelerinin Aracısı Hakkında Açıklama), Gayet-ül-itkan (İnandırmanın Amacı), Hayatizade Mustafa Feyzî Resail-ül-Müşfiye fi Emraz-il-Müşkile (Güç Hastalıklar Hakkında Sağlığa Kavuşturucu Risaleler) adlı eserleri yazdılar.
Adlarından da anlaşıldığı gibi bunların çoğu Arapçadır.
Bazıları önce Arapça yazıldı, sonra yazarları tarafından zamanla Türkçeye çevrildi.
Bu çağın en ilgi çekici bilgini insan ölüleri, canlı hayvanlar, hastalar üstünde inceleme yapmanın gerekliliğine inanan, adı geçen eserlerinde bu görüşü savunan, bu yüzden de zehirlettırilerek öldürülen Emir Çelebidir.
XVII. yy.da felsefe alanında önemli bir eser ve yazar görülmez.
Yalnız tasavvuf konularında gene yoruma, İran mutasavvıf şairlerinin eserlerini tercüme ve açıklamaya dayanan çalışmalar görülür.
Risale-i Koçi Bey yazan Koçi Bey, Silâhtar Mehmed Ağa, Solakzade, Naima ve Peçevî İbrahim Efendi çağın tarihçileridir.
Ancak, bunların yazdıkları tarihler de zamanın edebiyat anlayışına göredir.
Olayları gördükleri veya duydukları gibi anlatmakla yetinirler, temel sebeplere inmezler.
XVII. yy.da edebiyat ve tarih konularını ihtiva edişiyle hem edebiyatçıları, hem tarihçileri yakından ilgilendiren yazarlardan biri Seyahatname yazarı Evliya Çelebi’dir.
Gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını olduğu gibi anlatan Evliya Çelebi birçok konuda tarih araştırmaları yapanların başvurdukları bir kaynak durumundadır.
XVII. yy.da Osmanlılarda en çok gelişen ilim dalı biyografidir.
Kâtib Çelebi bu alanda yazarların, bilginlerin, şairlerin, mutasavvıfların hayatlarını, eserlerini, kendi çağına kadar ilim türlerini anlatan, ayrıca coğrafya konularını işleyen eserler yazdı.
Bu konuda en önemli eserleri Keşf-üz-Zünun (Zanların Açıklanışı), Mizan-ül-Hak (Doğruluk ölçüsü), Cihannüma (Dünyayı Gösteren), Tuhfet-ül-Kibar fi Esfar-il-Bihar (Deniz Seferleri Hakkında Büyüklerin Armağanı), Fezleke (özet) adlı olanlarıdır.
Kâtib Çelebi’nin değişik ilim konularını işleyen başka eserleri de vardır.
XVII. yy.ın sonlarına doğru yabancı dillerde (avrupa dillerinde) yazılan bazı eserlerin Türkçeye çevrilmesine başlandı.
Diğer tercümeler arasında en ilgi çekici olanı Ebubekir bin Behram ül-Dimaşkî’nin Coğrafya-i Kebir (Büyük Coğrafya) adlı eseridir.
Bunların dışında kalan İlmî çalışmalar arasında tıp lügatlerinin önemli bir yer tuttuğu görülür, özellikle Hezarfen Hüseyin Efendinin Lisan-ül-Etibba ve Fihris-ül-Ervam (Hekimlerin Dili ve Rum Tabiplerinin Fihristi), Mehmed bin Ahmed’in Kamus-ül-Etibba ve Namus-ül-Etibba (Hekimlerin Lügati ve Olgun Kimselerin Namusu) adlı eserleri önde gelir.
Osmanlı devletinde, önceki yüzyıllarda olduğu gibi, bu yüzyılda da bağımsız, şeriatın baskısı dışında kalabilen bir ilim geleneği, ilim anlayışı yoktur.
XVIII.yy. başlan, Osmanlı devleti sınırlan içinde felsefe, tarih ve hey’et (astronomi) ilimlerine karşı şeyhülislâm İshakzade Esad Efendinin verdiği fetva ile geniş bir direniş hareketi başladı.
Öyle ki, bu tür kitapların özel ellerde bulunması, okunması şöyle dursun genel kitaplıklarda bile saklanması yasaklandı.
Ancak, sadrazam Damat İbrahim Paşanın çalışmaları sonunda, zamanın seçkin aydınlarını biraraya getiren bir ilim kurulu düzenlendi.
İçlerinde o çağın ünlü şairi Nedim’in de bulunduğu bu kurul geniş bir tercüme çalışmasına girişti.
Arapça, farsça eserlerin Türkçeye çevrilmesi, gerekenlerin yorumu, açıklanışı yazılmaya başlandı.
İlk olarak Bedrüddin Aynînin ikd-ül-Cumâtı (inci Dizisi) adlı büyük tarihi ile Handmîr’in Habib-üs-Siyer (iyi Huyluların Sevgilisi) adlı eseri Türkçeye çevrildi.
Eyüp medresesi müderrislerinden Yanyalı Esad Efendi de Aristoteles’in Fizik’ini tercümeye koyuldu.
Esad Efendi yaptığı tercümeye bazı açıklamalar ve yorumlar ekledi.
Bu tercümede bazı ortaçağ İslâm ve Hıristiyan filozoflarının görüşlerini özetledi.
Şeyhülislâm İshakzade Esad Efendinin bütün yasaklamalarına karşılık tarih ve felsefe konularında önemli çalışmalar yapıldı.
Ayaşlı Şaban Şifaî’nin Tedbir-ül-Mevlid (Doğum da Tedbir) adlı doğumla ilgili derlemesi, Ömer Şifaî’nin Minhac-ül-Şifaî fi Tıbb-ı Kimyaî (Kimyasal Tıp Hakkında Sağlık Kılavuzu).
Mürşid-ül-Muhtar fi ilm-il-Esrâr (Sırların İlmi Hakkında Doğru Yol Gösterici), Bursalı Ali Efendi’nin Bidaat-ül-Mübtedi (öğrenmeye Başlayanın Okuyacağı İlk Konu) denen Akrabadin, Tercüme-i Kitab-ı Münsihı adlı eser ve Cerrahname (Teşrihçi Kitabı) adlı eserleri çağın ilgi çekici araştırma ürünleridir.
Astroloji (ilmi nücum) ve cebir alanında Halil Faiz’in Fezleket-ül-Hisab (Hesap özeti) ve Es-Sav-let-ül-Hezberiye fi Mesail-il-Cebriye (Cebir Meseleleri Hakkında Açıklayıcı Çalışmalar) adlı iki eseri vardır.
Bütün bu eserler içinde yer alan konuların kaynağı daha önceki çağlarda yazılan kitaplardır.
Bu eserler XVIII. yy. Avrupa’sında başlayan geniş ölçülü ilim çalışmalarına oranla bir ortaçağ ürünü olmaktan öteye geçemez.
XVIII. yy.ın en önemli olayı Türkiye’de bir matbaanın kurulmasıdır.
Daha önce, Ispanya’dan Türkiye’ye göç eden musevîler tarafından önce İstanbul’da, sonra Selânik’te açılan (1493) iki matbaa uzun ömürlü olmadı.
Fakat bu yüzyılda açılan matbaa Türkiye’nin Batı’ya açılışında çok önemli yer tutar.
İbrahim Müteferrika önce Vesilet-üt-Tıbâa (Basım Sebebi) adlı bir risale yazarak durumu İbrahim Paşaya açıkladı.
Matbaanın Osmanlı devleti için taşıdığı önemi bildirdi.
Yeni açılan matbaada islâm diniyle ilgili eserlerin, Kur’an, hadis, fıkıh, tefsir, kelâm konularını kapsayan kitapların basılması yasaklandı.
Bunun başlıca sebebi başkalarının eserlerini kopya etmekle geçinen hattatların matbaaya karşı çıkışlarıydı.
Bu basımevinde ilk basılan eserler arasında lügat, tarih, çoğrafya eserleri ile Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sı ve Tuhfet-ül-Kibar fi Esfar-il-Bihar’ı vardır.
İbrahim Müteferrika kendi yazdığı Fuyuzât-ı Miknatisiye (Mıknatıs Olayları) adlı eserini de burada bastı.
Bu yüzyılda Avrupa ile daha sıkı ilişkiler kurulmağa başlandı.
Fakat Avrupa’da, özellikle deney ve gözlem ilimleri alanındaki gelişmeler, osmanlı aydınlarınca bilinmiyordu.
Osmanlı aydınları eski çağların ve yaşadıkları toplumun etkisiyle içe dönük, kavramlar üstünde çalışmakla yetinen bir ilim anlayışını benimsiyorlardı.
Matematik, fizik, kimya, tıp gibi deneye dayanan ilimler konusunda bu çağda da ortaçağ görüşleri ağır basıyordu.
Avrupa’da yetişen Kopernik, Galilei, Harvey, Newton gibi bilginlerden osmanlı aydınlarının haberi yoktu.
Astronomi ve tıp alanında daha önce bilinenlere yeni bir şey eklenmediği gibi, din ilimleri konusunda da eski eserlere yapılan şerh ve haşiyeleri tekrarlamaktan öteye geçilmedi.
Ancak, İstanbul’da bulunan bazı yabancı elçiler tarafından avrupa dillerinden birkaç eser Türkçeye çevrildi.
Bunlar arasında en ilgi çekicisi Hollanda elçiliği tercümanı Petros Barenian’ın sadrazam Âli Paşa için Jacques Robbs’tan çevirdiği Risale-i Coğrafiye (Coğrafya Risalesi) adlı eserdir.
Bu dönemde, felsefe ve tasavvuf konularında ilgi çekici bir çalışma yoktur.
Daha önceki yüzyılda, ilmiye sınıfında başlayan duraklama, bu çağda da devam etti.
Deney ilimlerinde görülen gerileme İslâm ilimlerinde de etkisini gösterdi.
Aşırı şeriatçı şeyhülislâmlar, yalnız deney ilimlerine değil tasavvuf ve felsefeye de karşı çıktılar.
XVIII. yy. başında, şair Nabi (öl. 1712) felsefe ve hendese ile uğraşmanın insanı kuşkulara sürükleyeceğini, ancak Muhyiddin-i Arabi’nin eserlerini okumanın yararlı olabileceğini şiirlerinde ileri sürdü.
Bütün bu duraklatıcı direnmeler karşısında Ahmed III ve sadrazam İbrahim Paşa dönemi Osmanlı devletinde bir uyanış çağıdır.
Bu çağda açılan en önemli ilim kurumlarından biri de bir riyaziye mektebi niteliğinde olan Üsküdar mühendishanesidir (1734).
Hendese ve astronomi konularında yapılan çalışmalar arasında adı bilinmeyen birisi tarafından yapılan ilm-i Kıyas-i Müselles at (üçgenleri ölçme İlmi) ilgi çekicidir.
(Eserin yazılışında bazı batılı bilginlerin, özellikle Scatti’nin Cursus Mathematicus [Riyaziye öğrenimi] adlı eserinden yararlanıldığı anşılmaktadır.) Bu yüzyılda Avrupa’dan bazı teknisyenlerin, uzmanların Türkiye’ye geldiği, top dökümünde, askerlik alanında Avrupa’daki benzerlerine uygun çalışmalar yaptıkları biliniyor.
Az çok Avrupa’ya dönük bir nitelik taşıyan olumlu çalışmalarının yanında, ortaçağ öğretim kurumlarında da geçerliği olan, birtakım deney dışı bilgiler ihtiva eden ansiklopediler yapıldı.
Bunlar arasında, en ilgi çekicisi tarikat çevrelerini uzun zaman etkileyen Marifetname (Bilgi Kitabı) adlı eserdir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendinin yazdığı bu eser Aristoteles felsefesinden tasavvufun en karmaşık konularına kadar değişik bilgiler verir.
Aynı yazarın astronomiyle ilgili eserleri de vardır.
Ancak, bu dönemde, astronomi alanında en önemli eser Abbas Vesim’in Nehc-ül-Bülûğ fi Şerh-i Zîc-i Uluğ (Uluğ Bey Zayiçesinin Yorumu Hakkında Yeterli Kılavuz) adlı eseridir.
Tıp alanında yazılan eserlerin çoğu Ortaçağdan kalma konuları yeniden işler niteliktedir.
Bu yüzyılda da insan ve öteki canlılar üstünde deneye dayanan herhangi bir araştırma yapılmadı.
Bunun medrese baskısı sonucu olduğu, o çağda Türkiye’ye gelen yabancıların eserlerinde de belirtilmektedir.
Bu yüzyılın ortalarında, özellikle deney ilimlerinde, Avrupa’dan Türkiye’ye gelen bazı yabancı ilim adamlarının yararlı etkileri oldu.
XVIII. yy. ortalannda başlayan osmanlı-avrupa kültür ilişkilerinin temel sebebi matbaanın açılmasıdır.
Osmanlı ordusunda, daha çok teknik alanda görülen yenileşme hareketleri onlara bağlı ilim dallarına karşı duyulan ilgiyi genişletti.
Bu yüzden matematik, mekanik, fizik, tıp alanlarında bazı sınırlı, fakat verimli çalışmaların başladığı görülür.
Bu dönemde en yaygın kültür çalışmaları tercümelerdir.
Tıp, kimya, astronomi, matematik, kimya ve teknik çalışmalara destek olacak diğer ilim alanlarında avrupa dillerinden yapılan tercümelerin yanı sıra doğu dillerinden yapılmış tercümeler de görülür.
Bunlar içinde ilgi çekici bir nitelik taşıyanı iranlı Mehmed Mümin Hüseyin’in Tuhfet-ül-Müminin (Müminler’in Armağanı) adlı eserinin Ahmed Sâni Efendi tarafından yapılan tercümesidir.
Ancak» bu eserde yer alan basit ilâçların Ortaçağdan kalma bir metotla hazırlandığı, o çağda gelişen kimya sanayii ile ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır.
Avrupa dillerinden çevrilen eserlerin çoğu çeşitli görevlerle Türkiye’ye gelen yabancılar veya Türkiye’den görevle Avrupa’ya giderek orada yabancı dil öğrenip Türkiye’ye dönen kimseler tarafından yapılıyordu.
Tercüme çalışmalarının başlamasında Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin (Ahmed III zamanında elçi olarak Avrupa’ya gitmişti) getirdiği bazı astronomiyle ilgili, özellikle topçulukta atış konularını, topların açı hesabını inceleyen eserler, büyük ilgi topladı.
Yine Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Avrupa dönüşünde getirdiği eserler arasında astronomiyle ilgili olanlardan biri, Cassini nin gök gözlemlerini inceleyen bir eseri Kalfazade İsmail Çmarî tarafından Tuhfe-i Behic-i Râsinî Terceme-i Zic-i Kasini (Racine’in Gülen Armağanı ve Cassini’nin Zayiçesinin Tercümesi) adıyla Türkçeye çevrildi (1772).
Kalfazade, bundan başka bazı logaritma cetvellerini açıklamalı olarak Türkçeye çevirdi.
Gene bu yüzyılın sonlarına doğru Süleyman Makamî tarafından Cassini’nin zayiçelerinin tercümesi üstünde çalışmalar yapıldı.
Bu eseri yeniden inceleyen Süleyman Makamî Zic-i Cedid Hulâsa-i Garra (Güzel özet Yeni Zayiçe) adıyla yazdı.
Bu dönemde, daha çok askerî amaçlar güden kurumlarm açılmasına hız verildi.
Teknik gücü gittikçe çoğalan avrupa ordularının karşısında, yeni imkânlarla kuvvetlenmeyi düşünen devlet büyükleri, birer mühendis mektebi niteliğinde tersaneler açmaya başladılar.
Buralarda teknik, mekanik bilgilere, ilimden alınan sonuçların hayata uygulanmasına önem verildi.
Avrupa’dan getirtilen yabancı uzmanların, teknisyenlerin çalışmalarıyla Osmanlı devletinde sınırlı ölçüler içinde bir uyanma, Batı’ya açılma başladı.
Ancak, bu Batı’ya dönük çalışmalar, eskiyi savunan, ilim alanmda da eski gelenekleri, eski bilgileri olduğu gibi sürdürmek isteyen medreselilerin gözünden kaçmıyordu.
Bu teknik okullara karşı için için direnmeler oluyordu.
Gelenbevi İsmail Efendi tarafından yazılan Hulasat-ül-Hisap (Hesap özeti) adlı matematik kitabı dönemin önemli eserlerindendir.
Gelenbevi İsmail Efendinin felsefeyle ilgili Celâliye Haşiyesi, trigonometri konularını çözümleyen Adla-i Müsellesat (Üçgenlerin Kenarları), logaritma üstüne yazdığı Şerh-i Cedavil-il-Ensab (Logaritma Cetvellerinin Açıklanışı) adlı eserleri XVIII. yy. sonlarında Osmanlılardaki ilim çalışmalarının en önemli ürünleridir.
Bu çağda, Osmanlı devletinde görevli bulunan yabancı uzmanların kendi çalışma alanlarıyla ilgili türkçe (kendileri tarafından Türkçe yazılmış) eserleri vardır.
Mühendishanede okutulan derslerle ilgili bulunan bu eserler arasında fransız Jean de Laffite Clave’nin Usul-ül-Maarif fi Tertib-il- Ordu (Ordunun Düzenlenmesi Hakkında Bilgi Metodu) adlı eseri, taşıdığı önemden dolayı bastırıldı (1786).
İlim alanında yapılan çalışmaların daha çok teknik konular üstünde yoğunlaştığı bu dönemde, felsefe, edebiyat, mantık, tasavvuf, coğrafya alanlarında eski yüzyılları aşacak ölçüde önemli çalışmalar görülmez.
Teknik alanda Avrupa’ya yönelen, daha çok tercüme eserlere önem veren uzmanlara karşılık, öteki ilim dallarında eski geleneklerin sürdürüldüğü görülür.
Tarih alanında, yaşadıkları dönemin olaylarını anlatan Çeşmizade Mustafa Reşid Efendi ve Vâsıf Efendinin eserleri de daha önceki yüzyıllarda olduğu gibi gördüğünü aynen yazma, temel sebeplere inmeme, olayları en ince ayrıntılarına kadar anlatma geleneğini sürdürür.
Edebiyat tarihi kavramı bu dönemde yoktur.
Edebiyat tarihi bir tezkirecilik niteliğindedir.
Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi İslâm ilimleri bir gelenek bütünlüğü içinde devam eder.
Medresenin ilim anlayışında en küçük bir değişiklik yoktur.
XIX. yy.ın başları Avrupa’ya yönelen yenilik hareketlerinin hızlandığı, askerlik alanından, öğretim, eğitim kurumlanna kadar bütün devlet kuruluşlarında köklü bir değişme gereğinin duyulduğu bir dönemdir.
Teknik okullara (daha çok ordunun teknik eleman ihtiyacını karşılamak için) büyük önem verildi.
Avrupa’dan çok sayıda uzman, öğretmen ve teknisyen getirildi.
Deney ilimlerine, medreselerin hızla artan direnişlerine karşılık, daha çok ilgi gösterildi, yer verildi.
Fizik, kimya, tarih, coğrafya, tıp, matematik, astronomi, mekanik, tabiiye, lügat alanlarında geçen çağlara oranla daha düzenli, daha aydınlatıcı çalışmalar oldu.
Devletin birçok kurumunda çağın gidişine uygun yenilikler yapma yoluna gidildi.
Ancak yenilikler uğrunda en kanlı olaylardan bazıları da bu yüzyılın başlarında cereyan etti.
Bu köklü yeniliklerin, XIX. yy. başında ilk kurbanı Selim III oldu.
Ondan sonra, eserlerini Fransızca yazan matematikçi Seyid Mustafa ve Şanizade Atâullah Efendidir.
XIX. yy. başlarında, Osmanlılarda ilim hareketleri biri Batı’ya, diğeri Doğu’ya doğru olmak üzere iki ayn yönde yürür.
Seyid Ali Paşa, Raif Mahmud Efendi, Kuyucaklı Âtıf Efendi gibi medrese taraflıları Ortaçağdan kalma ilim metotlarına bağlı kalarak başta lbni Sina’nın Kanun’u olmak üzere çağı geçmiş tıp kitaplarından tercümeler yaptılar.
Bunlar, ilimde her türlü yeniliğin karşısındaydı.
İkinci yönü tutanlar Hoca istiak Efendi, Şanizade Atâullah Efendi, Seyyid Mustafa ve Avrupa’dan görevle Türkiye’ye gelen yabancı uzmanların yetiştirdiği kimselerdi.
Avrupa’ya, özellikle Fransa’ya görevle giden Türkler az çok olumlu izlenimle dönüyor, geniş bir tercüme çalışmasına başlayarak avrupa dillerinden Türkçeye ilim ve felsefeyle ilgili eserler çeviriyorlardı.
Yüzyılın başında teknik çalışmaların, mühendishanelerde okutulan derslerin yanı sıra tıp alanında hem tercüme, hem de telif eser verme çalışmaları görülür.
Bunlar arasında Şanizade Atâullah Efendinin Stoerk’ten çevirdiği Miyâr-ül-Etıbbâ (Hekimlerin ölçüsü), kendi yazdığı Mir’at-ül-Ebdân fî Teşrih-il-A-za-il-insan (İnsan Organlarının Teşrihi Hakkında Bedenlerin Aynası), anatomi ve değişik konulardaki yazdığı küçük risaleler önemlidir, öte yandan Kuyucaklı Atıf Efendi, Bahaeddin Amilî’nin Hülâsat-ül-Hi-sab (Hesap özeti) adlı eserini Nihayet-ül-Elbab (Akıllıların Sonu) adıyla Türkçeye çevirdi.
Gevrekzâde Haşan Efendi ise ibni Sina’dan önce yaşamış bir hekim olan Ebu Mansur Haşan bin Nuh’un Gına vü Mena (Bıkkınlık ve Kara Haber) adlı eserini Dürret-ül-Mensuriye fi Tercemet-il-Mansuriye (Mansur’un Tercümesi Hakkında Nesrin Tek İncisi) adı altında Türkçeye çevirdi.
Aynı yazar, lbni Sina’nın Kanun’undan seçmeler yaparak Neticet-ül-Fikriye ve Velâdet-ül-Bikriye (Düşüncenin Sonucu ve Eldeğmemiş Olanın Doğuşu) adıylaa Türkçeye çevirdi.
Gebelikten, çocuk hastalıklarından söz eden bu tercümenin, çağına göre ilmî bir değeri yoktur.
Bunlar, XIX. yy.ın başlarında bile osmanlı bilginlerinin, özellikle medreselilerin ne gibi bir yol tuttuğunu gösterir.
Bundan başka gene eskiye dönük çalışmaları sürdüren Mustafa Behçet Efendinin Hezar Esrar (Bin Esrar) adlı, eski ilkel ilâçları konu edinen bir eseri vardır.
Bu dönemde yazılan eserler arasında en önemlisi Hoca İshak Efendinin matematik ve tabiî ilimlerle ilgili Mecmua’i-Ulûm-i Riyaziye (Matematik Bilimleri Dergisi) adlı eseridir.
Bu eserde, hendese, cebir, aritmetik, trigonometri, integral ve diferansiyel hesap, fizik, mekanik gibi değişik konularda çağın ilim anlayışına uygun müspet bilgiler verilir.
Ancak bu gibi deney ilimleri daha çok askerî okullarda, mühendishanelerde okutulabiliyordu.
Osmanlı devletinin temel öğrenim kurumlan olan medreseler bu gibi ilimlere kapalıydı.
Tarih alanında yazılan eserler de eski geleneği sürdürür.
Bunlar arasında seftep sonuç bağlantılarını araştıran, olayların kaynaklanna inen, belli bir anlayışı benimseyen eser yoktur.
Dilleri genellikle ağır ve ağdalıdır.
Çağın en önemli tarih eserleri Şanizade Atâullah Efendi, Ahmed Cevdet Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Namık Kemal tarafından yazıldı.
Bu çağda Osmanlılarla ilgili ilmî ilkelere dayanan tarihler yabancılar, özellikle Hammer tarafından yazıldı.
Tarih bu çağda bile bir ilim değildir.
İslâm ilimleri alanında ise gene tefsir tercümeleri, hadis, fıkıh, kelâm konularında daha çok «şerh» niteliği taşıyan eserler yazıldı.
Tasavvuf dalında bütün çalışmalar, başta Âbidin Paşa olmak üzere Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Mesnevi’si üstünde toplanır.
Edebiyat tarihi henüz yoktur.
Felsefe alanında gene eski İslâm filozoflarının eserleri üstünde yapılan yorumlar, çalışmalar sürdürülür.
Genellikle Avrupa’da öğrenim görenler tarafından Kant, Rousseau, Auguste Comte, Voltaire gibi düşünürlerden yapılan birkaç tercüme bir yana bırakılırsa, önemli bir çalışma görülmez.
Lügat konusunda da Mütercim Ahmed Asım tarafından yapılan Tercüme-i Kamus dışında pek önemli bir çalışma görülmez.
Gene Avrupa’ya giden, çoğu azınlıklardan olan kimseler tarafından Türkçeden herhangi bir avrupa diline, avrupa dillerinden Türkçeye düzenlenen küçük lügatler vardır.
Ancak, bütün bu çalışmalar XIX. yy. Avrupası karşısında ilim niteliğinden, teknik başarılardan çok uzaklardadır.