Osmanlıda Cerrah Başı | Ansiklopedik Bilgi |
Osmanlıda Cerrah Başı Osmanlı imparatorluğunda sarayda, orduda ve dârüşşifalarda tabip, cerrah, kehhal gibi sağlık işleriyle uğraşan kimseler bulunurdu.

Bunların en değerlileri padişah ve yakınlarının sağlıkları ile meşgul olmak üzere sarayda görev alırdı.
Bunlara hassa veya saray hekimleri, cerrahları ve kehhalları denirdi.
Sarayda sağlık işleriyle uğraşan hizmetkârların sayıları zaman zaman değişmiştir.
Mehmed II (Fatih) ve hattâ Murad II devrinden beri bu sıhhi personelin başında hekimbaşı, cerrahbaşı ve kehhalbaşı gibi şefler görülür.
Ancak hekimbaşı, bilgisinin genişliği ve nüfuzu itibariyla hepsinden üstündü; cerrahbaşı ve kehhalbaşı ona bağlıydılar.
Hekimbaşı, saray sağlık personelinin başı olduğu kadar, bütün imparatorluğun sağlık işlerinden de sorumluydu.
Cerrahbaşı ile kehhalbaşı da, hekimbaşımn emri altında olmakla beraber, kendi şubeleri dahilinde imparatorluk hudutları içinde bir sorumluluk taşıyorlardı.
Yeniçeri ocağında, donanmada, tophanede ve kumbaracı ocağında olduğu gibi, sefer halinde teşekkül eden ordularda da bağımsız cerrahbaşılar vardı.
Yeniçeri ocağının sağlık teşkilâtı hekimler ve cerrahlardan meydana gelirdi.
Hekimler, Yeniçeri ocağı mensuplarından değildi, maaşla tayin edilen müslüman veya hıristiyan yahut musevi görevlilerdi.
Cerrahlar ise Yeniçeri ocağına bağlıydılar ve Ağakapısındaki ehl-i hirfetten, yani sanatkârlardan sayılırlardı.
Cerrahlar şakirtlik (çıraklık) ile işe başlarlar ve zamanla kalfa ve cerrah olurlardı, İçlerinden biri de Yeniçeri ocağı cerrahbaşısı olurdu.
Cerrahbaşı, sefer zamanında elli bin akçe maaş alırdı.
Kendisine ayrıca günde on çift ekmek iki okka et ve iki kile de arpa verilirdi.
Maiyetindeki kalfalara ise altışar bin çürük akçe ile günde bir ekmek, her beş kişiye dört okka et ve dört kile arpa verilirdi.
Ayrıca cerrahbaşı ile kalfalarına ikisi sütunlu olmak üzere dört çadır, bir çeşme, yirmi beygir ve bir seyis de tahsis edilirdi.
Yeniçeri ocağına mensup olan diğer sanatkarlar gibi cerrahlar da barış zamanında veya emekliliklerinde dükkân açabilirlerdi.
Ancak bir cerrahın dükkan açabilmesi için imtihan olması ve rüus, yani diploma alması lâzımdı.
Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra (1826) kurulan modern orduda, taburlar ve alaylarda daha çok sayıda cerrahlar bulunduğundan bunlardan birine de sercerrah, yani cerrahbaşı denildi.
Ayrıca, hassa, miri ve ordu cerrahlarının başında birer cerrahbaşı olduğu gibi, serbest çalışan cerrahların başında da cerrahbaşılar vardı.
Yeniçeri ocağında olduğu gibi çeşitli dârüşşifalarda da pekçok cerrah bulunduğu için bunların biri sercerrah, cerrahbaşı veya cerrahı evvel unvanı ile anılırdı.
Resmi müesseselerde çalışan cerrahlara genellikle miri, yani resmi cerrah denirdi.
Bunların başında da ayrıca bir miri cerrahbaşı bulunurdu.
Miri cerrahlar arasında da birçok müessesenin başında bir cerrahbaşı olduğu gibi bütün bu resmi cerrahların başında da ayrıca bir miri cerrah daha vardı.
Cerrahbaşı barışta daima padişahın yanında olduğundan emrinde bir piyade kayık bulunurdu.
Savaş zamanlarında ise cerrahbaşılar sadrazam ve serdanekremlerin maiyetinde idiler.
Sefer sırasında cerrahbaşıların ve hattâ cerrahların dahi müstakil çadırları ve ayrıca savaş tahsisatları vardı.
Ordu ve miri cerrahlarının ihtiyaçları genellikle cerrahbaşılar tarafından sağlanır ve cebehane yani ambar yolu ile ihtiyacı olan cerrahlara dağıtılırdı.
Gerektiği zaman cebecibaşı, hattâ ihtiyaç sahibi olan cerrahlar da kendi paraları ile mal satın alırlardı.
Bu masraflar daha sonra kendilerine ödenirdi.
Bu konulara ait elde pek çok arşiv kaydı bulunmaktadır.
1835 tarihli bir arşivde «mülga cerrahbaşılık» denildiğine göre o tarihte bu unvanın kaldırılmış olduğu kabul edilebilir.
Cerrahbaşıların raporları tedavi ve istirahat hususunda muteber oldugu gibi, malûllük ve emeklilik hallerinde de muteberdi.
Çıraklıktan yetişen cerrahlara, sünnetçilere, kırık ve çıkıkçılara, dig çekebilen berberlere ve sülükçülere rüus (diploma) vermek, imtihan ve kontrol etmek hakkı da yine cerrahbaşılara ait idi.