Romantizm | Ansiklopedik Bilgi |
Romantizm temsilcileri,Romantizm özellikleri,Romantizm temsilcileri türk,Romantizm akımı nedir,Romantizm ne demek,Romantizm akımı özellikleri,Romantizm akımının temsilcileri,Romantizm akımının türk temsilcileri,Romantizm başlıca özellikleri,Romantizm dönemi sanatçıları,Romantizm dönemi özellikleri,Romantizm XVIII. yy. sonuyla XIX. yy. başmda Avrupa’da ortaya çıkan edebiyat, felsefe, sanat ve siyaset hareketi.
(Başlıca özelliği, içtenlik ve bireyin yaratıcı gücü adına bütün kural ve kalıpların reddi, duygu ve içgüdünün yüceltilmesi, pozitif dinlerin, gelenek kültünün ve milli özelliklerin değer kazanmasıdır.) Bir yazar, bir siyaset adamı veya bir düşünürde romantizmin tipik özelliklerinden bazılarının bulunması: Leopardi’nin romantizmi.
Teşm. yol. Uyuşuk duygusallığa eğilim ve hülya alemine dalış: Delikanlıların romantizmi.
Romantik atmosfer veya durum: Mehtaplı bir gecenin romantizmi.
Felsefe Romantizm
Felsefi romantizm, genel olarak alman klasik idealizmini ve özellikle Fichte, Schelling ve Hegel’in düşüncesini belirtmek için kullanılan terim.
(Bu romantizmin özelliği, Kantin yaptığı devrimin gerçek anlamını ortaya “koymak gelenek ve tarihi felsefi bakımdan doğrulamak ve hiç değilse gerçeği bircilik, açısından ele almaktır.)
Müzikte Romantizm
Müzik tarihinde, Viyana klasisizminin sonuyla doğrudan doğruya çağdaş müziğe yönelen hareket ve akımların (izlenimcilik, anlatımcılık, yeni-klasisizm v.b.) doğuşu (XIX. yy. sonu ve XX. yy. başı) arasında kalan dönem.
Çalgı yapısında varılan ustalık, orkestranın imkanlarını alabildiğine genişletmişti.
Weber, Sclıubert gibi besteciler, kuramcılar ve şairler bütün türleri, sanat dallarını, hatta’ duyumları birbirine karmaya çalıştılar.
Onların gösterdiği yolda gidenler de, müziğe çeşitli edebiyat, anlatı, tasvir, plastik v.b. unsurlarını katarak biçimi düşüncenin emrine vererek (Schumann) alman romantizmine ve müzikli dramlarını gerçek bir sanat ve düşünce sentezi olarak ele alan Richard Wegner’e götüren yolu hazırlamış oldular.
Romantizmin etkisiyle bazı ülkelerde, mesela Chopin ile Polonya’da, Liszt ile Macaristan’da v.b. bir milli müzik bilinci uyandı.
Fransa’da romantizmin gerçek ve tek temsilcisi, adı, şair Victor Hugo ve ressam Delacroix ile birlikte anılan ve şiddet, duygu veya olağanüstü sahneleri senfonilerinde canlandırmak isteyen Hector Berlioz’dur.
Onun yanında Meyerbeer gösterişe kaçan tumturaklı bir sanatçı olarak kalır İtalya’da.
Daha XVII. yy. sonunda İngilizcede eromance’a ilişkin» anlamında kullanılan romantik sıfatı, XVIII. yy.dan itibaren gene İngiltere’de «Ortaçağa ilişkin» gotik (klasik, «Eskiçağa ilişkin» anlamlarına karşıt olarak) anlamında kullanılmağa başladı.
Almancaya giren kelime, Herder tarafından «Ortaçağa ilişkin» anlamında kullanıldı ve yeni bir kültür için yapılan mücadelenin sembolü oldu.
Bununla birlikte, karmaşıklığı ve kapsadığı sürenin uzunluğu yüzünden, romantizm teriminin anlamını kısa bir tanıma sığdırmak, zevk, duygu ve düşünce eğilimlerini belirtmek mümkün değildir.
Öte yandan, hareketin zaman bakımından sınırlarını kesinlikle belirlemenin güçlüğü, daha önce yapılan birtakım hazırlıkların fark edilmesi ve romantik zevk ve anlayışın sürüp gitmesi «preromantizm», «protoromantizm», «geç romantizm», «dekadan romantizm» gibi kavramların doğmasına yol açtı.
Croce ile birlikte, edebi akademiciliğe ve aydınlatmacı dönemi hakimiyeti altına alan felsefi anlıkçılığa meşru ve yararlı bir karşı çıkış olan «teorik romantizm»i duygusal ve ahlaki (bu sonuncusu olumsuz olarak tanımlanır) romantizmden ayırt etmek, bu konuyla ilgili terimlere kesinlikten çok bulanıklık getirir.
Yeni bir insan ve yeni bir dünya anlayışını ortaya koyan romantik «histori-sizm»in karşısına aydınlatmacı «akılcılık»ı koymak, romantizmi XVIII. yy. kültürünün meşru mirasçısı haline getiren ve tarihi araştırmalara (Hume, Robertson, Gibbon) karşı duyulan büyük tutkuyu gözler önüne seren temel unsurları daha da kaypak yapar.
Şüphesiz, geçmişin değerlendirilmesi ve geleneklere bağlılık, halkın eski ve unutulmuş bir bilginin mirasçısı olduğunu fark etmesi, duyguların akla karşı üstünlük kazanması, dini değerlerin keşfi, soğuk ve güçsüz anlıkçılığın yerine «olağanüstü»nün yüceltilmesi, bir aydınlatma olarak ele alman şiirin, kuru ve kısır nesrin akılcılığına üstünlük kazanması, romantizme basitleştirici bir nitelik veren düşünce ve ahlak davranışlarıdır.
Ama «yeni hayat anlayışı»nın çelişkili davranışlardan meydana geldiğini de unutmamak gerekir; bu davranışlarda geçmiş ve bugün, yenileniş ve evrim, ölüm melankolisi ve yaşama aşkı, geleceğe dönük ütopyacılık ve eski zamanlara (barbarların, Gaellerin, Germenlerin yaşadığı dönemlere ve özellikle Ortaçağa) özlem, edebiyatçının toplumdaki görevleri ve soylu sınıfının halktan kopuşu ve halkı hor görüş, geçici ve karmaşık bir denge içinde ve iç içedir.
Süreklilik ve karşıtlık ile «aydınlık çağı» arasındaki ilişki, romantik zevk ve ideolojinin birçok belirtisinde kendini gösterir.
Katolik dini değerlerine yeniden duyulan saygı, gerici bir nitelik kazanabilirdi.
Ama bu kaynaktan, ilhamını Kutsal Kitap’tan alan demokrasi ve eşitlik taraftarı bir eğilim çıktı.
Büyük katolik romantikler arasında Manzoni, Chateaubriand, Lamennais sayılabilir.
Edebiyat ve sanat zevki alanında, fransız geleneğinin estetik akılcılığı ve yeni-klasik akımın soğukluğu, yerini serbest fanteziye, akim denetiminden sıyrılan duyguya ve tabii yeteneklere bıraktı.
Vergilius ve Petrarca’nın titizliğinden çok, Homeros ve Dante’nin fantastik yanına önem verildi.
Klasik fransız tiyatrosunun şaheserlerindeki tipler, Shakespeare’in, «büyük yüzyıl» İspanyol yazarlarının eserlerindeki hayat dolu tipler yanında cansız ve sönük görünmeğe başladı.
Mitolojiden basmakalıp bir şekilde yararlanma, halka ve geleneklerine yabancı ve günlük gerçeklere sırtını çevirmiş bir edebiyat ve sanatın en kötü özelliği olarak kabul edildi.
Fantezi ve duygu estetiği daha önce Shaftesbury, Lessing ve Diderot’da birer teori niteliği kazanmıştı, fakat Vico’nun dahice sezgilerine ulaşamadı.
Hayatı yansıtan, bir ölçüde halka dönük modern bir edebivatm gerekliliği, XVIII. yy. Avrupası’ın kültür çevrelerinde uzun uzun tartışıldı.
Homeros, Daııte ve Shakespeare, İtalya’da Gravina ve Baretti, Fransa’da ise Voltaire tarafından yeniden keşfedildi, öte yandan, Rousseau da tabiata ve duyguya başvurarak, iç dünyaya döndü ve itiraf edilemeyecek şeyleri dile getirmenin yolunu buldu.
Bununla birlikte, gerçek romantizm sayesinde bütün bu öncüler ve isimleri sıralanabilecek daha birçok başka yazar, yepyeni bir yankı yarattılar.
Yeni duyuş şekli, medeniyetin bütün biçim ve belirtilerini (siyaset, felsefe, ahlaki hayat, adet v.b.) etkiler ve kapsarsa da, başlangıçta bir zevk ve duygu değişikliği olarak ortaya çıkar Bu bakımdan, romantik devrimin başlangıç tarihi, Avrupa’nın kültürce gelişmiş bütün ülkelerinde bir edebiyat olayı olarak kabul edilebilir.
Almanya’da Schlegel kardeşler tarafından Athenaeum adlı derginin kurulması (1798); İngiltere’de W. \Vordsworth ve S. T. Coleridge’in Lirik Baladlar’nın yayımlanması.
Fransa’da Schlegel’in Tiyatro Edebiyatı Dersleri’nin Fransızcaya çevrilmesi (1813); İtalya’da, 1816’da Madame de Stael’in Biblioteca İtaliana’dü çıkan Sur l’Utilite de la Traductioıı (Tercümenin Yararı Üstüne) adlı makalesinin yol açtığı tartışmalar.
Alman romantizmi
O Almanya. Romantizmin en önemli merkezi Almanya’dır.
Bu akım, Avrupa’nın öbür ülkelerine Almanya’dan yayıldı.
Alman romantizmi Bodmer ile Breitingeı’in fransız klasisizmine karşı giriştikleri polemik ve ortaçağ alman şiirinin büyüklüğünü savunmalarıyla başladı.
Dini spiritüalizmin etkisinden kurtulamayan Klopstock, kuralların bütün cngelleriyici etkisinden kurtulmuş şiiri, «duygunun akışı» diye niteledi.
Klopstock’a göre kurallar, artık bu akışı engellememeliydi.
Lessing, Laocoon’da, gözlemlenen gerçeğin tasvirinden öteye gidemeyen klasik şiirin kuruluğunu ispatladı.
Daha sonra, «Sturm und Drang»ın izleyicileri, şiirde ve hayat programlarında romantizmin bazı temel unsurlarını belirlediler.
Almanya, Ingiltere’den Gray’in ölüm şiirini, Macpherson’un serbest düşünce tarzı aracılığıyle kelt o zanlarımn epik şiirini ve Percy’nin derlediği halk baladlarını’ aldı.
Rousseau’nun eserleri duyguya, tutkulara ve içtenliğe ayrıcalık kazandırdı.
Gene Almanya’da, filozof Hamann, iman ile şiirin katı akla üstünlüğünü savundu.
Genç «Stürmer»ler, birtakım önyargı ve bağların etkisinde kalmayan bir hayat ülküsü ile yeni bir sanat anlayışı ortaya attılar.
Bu sanatta «yetenek», kendi hürriyetinden başka güç tanımıyordu.
Yeni akım, böylece bazen nesre, bazen tumturaklı şiire veya ta-biatçı bir vitalizme yöneldi.
Daha sonra Herder, şiirin, halkın ruhunu dile getirmesi gerektiğini savundu.
Goethe, «ben» ile dünya arasında üstün bir uyuma ulaşarak ve yeni bir klasisizm yaratarak gençligiu isyanını dile getirdi.
Kant sonrası felsefe, «ben»in sonsuz hürriyet kavramını organik ve karmaşık bir dünya görüşü içinde ele aldı.
Fransız devrimine duyulan ilk aşırı hayranlıklardan sonra siyasi tutku, çoğunlukla yerini «iç hürriyet»i savunma çabasına bıraktı.
Sonsuzluğun tanığı ve temsilcisi olan romantik yazar, hayatının her saniyesini evrensel sır ve ilişkileri yansıtan bir düğüm noktası olarak görür oldu.
Bu görüşün ışığı altında ben in gerçekleşmesi kısmi ve geçici olmakta ve şair, kendi yarattıklarından koparak onları aşmaktadır.
İlk gerçek romantik okulu (Jena okulu) meydana getiren Novalis, Tieck, Schlegel kardeşler, Schleiermacher, Schelling v.d. edebiyatçı, şair ve filozoflar bu yönde çaba gösterdiler, özellikle Brentano, Arnim, Grimin kardeşler, Chamisso, H. von Kleist, E.T.A. Hoffmann ve Eichendorff tarafından temsil edilen «ikinci romantik okul»un başlıca özelliği olan geleneksel estetikçi anlayış, eski germen dini hayatını canlandırmağa, Volksgeist («halkın ruhu») mitosunu değerlendirmeğe ve medeniyetin esrarlı yaratıcı gücüne önem verdi.
Uhland ve Mörike ile romantizm, münzevi entimizme ve melankolik bir kopuşa dayanan bir şiire yöneldi ve akım bu şekilde son buldu.
«Genç Almanya» hareketi (H. Heine [1797-1856] bu hareketin öncülerinden biridir), giderek artan bir bilinçle liberal amaçlarını ve estetik görüşünü büyüsü bozulmuş bir gerçekçiliğe dayandırdı ve romantik akımın olağanüstü unsurlarını sıkı sıkıya muhafaza et ti.
İngiltere Romantizmi
İngiliz romantizmi, bir yandan alman romantizminin ilkelerini (özellikle Coleridge ve Cariyle ile) benimserken, öte yandan, tipik katkılarıyle (ölüm şiiri [Young, Blair, Gray], Ossian’ın şiirlerindeki e-pik ilkellik, egzotizm zevki, hayat ve şiirin birliği konusundaki Byron’ın verdiği yüce örnek) Avrupa’da romantik akımı etkiledi.
Şiirleri, olağanüstü deneylere verdiği önem (büyü, okültizm, simya v.b.), Akdeniz’in egzotik büyüsü içinde geçen hayatı, vakitsiz ve esrarlı bir şekilde ölümüyle Shelley de, Byron gibi, olağanüstü bir masal kahramanıdır.
Byron ve Shelley’in eser verdikleri 1810-1820 yılları arasında, Yunanistan’ın ve güzelliğin şairi J. Keats’in kişiliği gelişti.
Byron’ın dostu T. Moore, iris Melodie (İrlanda Melodileri) [1808-1834] ile büyük ün kazandı ve İrlanda’nın en büyük lirik şairi sayıldı.
Tarihi roman, romantik bir edebiyat türü olarak W. Scott ile başladı.
Romantik unsurlar Victoria devri idealizmini de etkiledi, Stevenson ve Conrad’a kadar etkilerini sürdürdü.
Fransa Romantizmi
Madame de Stael’in Almanya Üstüne (De l’Allemagne) adlı eserinin yayımlanması (1810), bir «kuzey mitosu»nun doğmasına, Almanya’nın bir kültür merkezi olarak tanınmasına yol açtı.
F. W. Schlegel’in Dram Edebiyatı Dersleri’nin yayımlanması (1813), Fransa’da, özellikle edebiyat alanında, romantik zevkin oluşmasında önemli rol oynadı.
Ama romantik devrimin hemen bütün temaları fransız kültüründe birbirinden bağımsız olarak gelişmişti.
Duygu ve tabiata öncelik tanıma (Rousseau), sanat ve hayatın birliği (Diderot), milli hayatı yansıtan edebiyat (Stael’in denemesi De la Li tterat ur e Considerae dans ses Rapports avec les İnstitutions Sociales [Sosyal Kuramlarla İlişkisi Açısından Edebiyat], 1800’de yayımlandı).
Öte yandan Devrim ve İmparatorluk, siyasi düzenle birlikte edebiyat geleneğini de alt üst etti ve bir buhrana yol açtı.
Chateaubriand gibi göç eden ve Stael gibi sürgüne gönderilenler yalnız çeşitli kültürleri tanımakla kalmadılar, aynı zamanda, ülkelerinden kopmanın etkisiyle kendi içlerine kapandılar ve «mal du siecle» deneyinin zevk ve acılarını tattılar.
Chateaubriand’m Ganie du Christianisme (Hıristiyanlığın özü) adlı eseri, edebiyat temalarının (Hıristiyanlık, tarih, vatan, büyük egzotik kültür) eşsiz verimliliğini ortaya koyarak klasik şiir anlayışını ve Voltaire’in düşüncesini kesin olarak çürüttü.
Milli yaşayış şekliyle kültürün birliği meselesi fransız romantizminde de devrin büyük siyasi meselelerini (de Maistre’in dini gericiliği, Saint-Simon’un ortaya attığı toplumsal dirilme projeleri v.b.) belirlemeye çalışan bir düşünce akımı haline geldi. «Büyük devrimin mirası, fransız romantik ruhu için geri tepilecek bir miras değildi.
Halk yaratıcı gücünü ispatlamış ve bunu serbestçe kullanmağa devam etmek hakkını almıştı.
Romantik tarihçiler (Michelet gibi) Volksgeist mitosunu milli tarihin ilk gerçek öncüsü ve en önemli etkeni olarak kabul ettiler.
V. Hugo, hiç değilse kişiliğinin bazı göz kamaştırıcı yanlarıyle engin ilhamlı şair örneğini verdi. «Romantik mücadele», 1820-1830 arasında, hürriyet savaşından önce başladı veya bu savaşla aynı anda yapıldı.
Cromwell adlı piyesin önsözü; V. Hugo’nun hazırladığı yeni romantik tiyatronun bildirgesi (1827).
«Temmuz devrimi» ile aynı yıl (1830) yayımlanan Hemani’nın önsözü («romantizm, edebiyatta liberalizmdir»).
Bununla birlikte, boş bir umut ve hayat duygusu, idealin ulaşılmazlığı, fransız romantik şiirinin temel konularıydı (Lamartine, Vigny, Musset, Hugo v.d.).
İçine kapanma ve kendi ruhuyle başkalarının ruhlarını tahlil etme, köklü bir gelenek sayesinde, akılcı bir açıklıkla gerçekleşti (Sainte-Beuve).
Louis Philippe’in tahta çıkışından sonra romantizm, bir yandan «burjuva monarşisi»ne karşı çıkan bir edebiyat olarak kendini kabul ettirdi ve öte yandan şiir, tiyatro ve nesirde en parlak devrine ulaştı.
Scott tarzı tarihi roman akımının (Vigny’nin Cing-Mars’ı [Beş Mart], Hugo’nun Nötre Darne’ın Kamburu [Nötre Dame de Paris] adlı eseri, Dumas pire’in romanları) yanı sıra Stendhal ve Balzac’ın büyük romanları yayımlandı.
1848’den sonra, romantizmi niteleyen siyasi ve sosyal alandaki yenilenme ümitlerinin sönmesi (ki romantizm az çok bu umutlar demekti), bu akımın düşünce ve edebiyat hareketi olarak da buhran dönemine girmesine yol açtı.
İtalya Romantizmi
İtalya. Romantik dugu ve düşünce, Vico’nun estetik ve felsefesinde sezgi halinde bulunmaktaydı ve Scienza Nouva’nm (Yeni Bilim) XIX. yy. ilkeleri açısından okunup yorumlanması bir raslantı değildi.
Öte yandan, klasik geleneğe bağlılık, İtalyan kültür tarihinin değişmez bir özelliği olarak kaldı.
Foscolo ve Leopardi’nin çok özel durumu böyle bir atmosferin ürünüdür.
Stael’in Sur l’Utilite de la Traduction (Tercümenin Yaran üstüne) adlı makalesinin yayımlanmasıyla (1816) başlayan polemik, Berchet’nin Lettera Semiseria di Crisostomo (Crisostomo’nun Yan Ciddi Mektubu) [1816] adlı eseriyle omantik görüş açısından en inandırıcı şekle ulaştı.
Romantik grubun yayım organı, Silvio Pellico’nun başyazarlığını yaptığı İl Conciliatore idi (1818-1819).
Tartışma, Giordani ve Monti gibi usta klasiklerin uzlaşmaya yanaşmamaları yüzünden sürdü.
Monti’nin Sermone Sulla Mitologia’sı (Mitoloji üstüne öğüt) [1825] romantizm aleyhtarı gerçek bir bildiri oldu.
Bununla birlikte, yabancı romantik yazarların (Stael, Sismondi, Schlegel kardeşler, Byron, Scott, Chateaubriand v.b.) tanınması, yeni duygu ve ahlak dünyasının denenmesi ve yenilik için gösterilen içten çaba, başlangıçta şiir ve düşünce alanında önemli sonuçlar doğurmadı.
Tenkit tartışmaları daha çok ikinci derecede önemli meseleler düzeyinde kaldı.
Yalnız Manzoni ve De Sanctis ile romantizm İtalya’da bağımsız ve gerçekten yenilikçi bir hazırlık evresine kavuştu.
Manzoni, romanları dışında, şiirin gerçekliği ve dil üstüne teorik yazılar yazdı.
De Sanctis, bir halkın ruhsal hayatını ve ideallerini edebiyat tarihi içinde ele alan bir anlayış getirdi (modern estetiğin temel bölümü).
Romantizm, Mazzıni’nin halk mitosundan başlayarak, Gioberti’nin Yeni-Guelfi’ciliğine varıncaya kadar çeşitli doktrinlerin ortaya çıkışı ile risorgimento ideolojisine malzeme sağladı.
Romantik yazarlar, hayal ve yergi (Berchet, Pinti, G’iusti v.b.), hamasi şiirler (Berchet, Poerio, Tommaseo, Mameli, Giusti, Rossetti, Aleardi, Prati v.d.).
Tiyatro eserleri (Pellico, Niccolini v.d.), tarihi araştırmalar (Colletta, Balbo, Troya, Capponi, Tommaseo, Cantir, Amari v.d.) ve avrupa düşünce hareketini milli gelenekle bağdaştırarak felsefe ve pedagoji incelemelerine getirdikleri yenilik ile (Rosmini, Gioberti, Cattaneo, Capponi, Lambraschini v.d.), risorgimento mücadelesine katıldılar, öte yandan, XVIII. yy.daki yenilikçi düşünce hareketini sürdüren ve derinleştiren bir gerçekçiliğin gerekliliği, Porta ve Belli’nin lehçesel şiirinde çok orijinal bir şekilde ortaya çıktı.
Türkiye’de Romantizm Akımı
Türkiye’de. Fransız edebiyatını örnek tutan tanzimat şair ve yazarları romantizmin geniş ölçüde etkisinde kaldı.
Romantizmin temsilcilerinden Victor Hugo, Lamartine,’ Alfred de Musset gibi yazarların eserleri Türkçeye çevrildi.
Bu akımın hürriyet düşüncesine, toplumculuk anlayışına ve siyasi eyleme yönelen nitelikleri tanzimat yazarları için çekici oldu.
Romantizmin geniş hayallere, milli ruha, tabiat duygusuna bağlı coşkunluğu Namık Kemal, Ahmed Midhat, Abdülhak Hamid, Recaizade Ekrem’in eserleri etkiledi.
Halit Ziya Uşaklıgil, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi gerçekçiliğe yönelmiş yazarların eserlerinde de romantizmin özellikleri yer aldı.
İspanya romantizmi
İslav ülkeleri, İskandinav ülkeleri.
Avrupa’ya yayılan düşünceler, Ispanya’ya, özellikle 1820 devrimi sürgünlerinin ülkeye dönmesinden (1833) sonra yayıldı ve edebiyat alanına canlılık getirdi.
En çok hayranlık duyulan ve örnek alman yazar V. Hugo idi, tiyatro eserleri dışında, efsane ve baladlar yazarı Zorrilla, bir ölçüde V. Hugo ile karşılaştırılabilir.
Romantizm, İslav halklarının (Özellikle Çekler ve PolonyalIlar) millet haline gelmesine öncülük etti.
Rusya’da yenilik hareketi, Napolyon’a karşı kazanılan zaferden sonra ve Batı ile kurulan sıkı ilişkiler sayesinde daha da hızlandı ve Puşkin’in usta şiirlerinde en yüksek noktasına ulaştı.
İskandinav ülkelerinde romantik akım Danimarka’da başladı, oradan İsveç ile Norveç’e yayıldı.
Alman romantizminin etkisiyle, milli gelenekler önem kazandı.
Eski kuzey mitolojisine ve romantik akımın üç ana unsuruna (halk, duygu, tabiat) karşı ilgi başladı.
Tarihçi ve din reformcusu N. Grundtvig, halk üniversitelerini kurarak danimarka toplum ve halk hayatının gelişmesine önayak oldu.
Andersen’in masalları, romantik zevkin yayıldığı topraklar üzerinde hayali ve olağanüstü unsurların ürünü olarak ortaya çıktı.
Din anlayışında değişiklik, Kierkegaard’ın güçlü felsefi kişiliğini oluşturdu.
Kierkegaard’ın düşünceleri, XX. yy. felsefesini büyük ölçüde etkiledi ve Romantizmin tarihi sınırlarını aştı.
Sanat Romantizm Akımı
Sanat. Sanat tarihinde, XVIII. yy. sonuna doğra başlayan ve Delacroix’nin Scio Katliamı (Paris, Louvre), Halka öncülük Eden Hürriyet (Paris, Louvre, 1830) adlı tabloları, aynı dönemde Daumier ve başka sanatçıların (özellikle Fransızlar, İngilizler ve Almanlar) eserleriyle kendine has nitelikler kazanarak 1848’e (gerçekçiliğin yayılması) kadar uzanan döneme romantik çağ denir.
Sanat alanında romantizmin temeli, XVIII. yy.m meczupluk merakına dayanır: içine harebe taklitleri serpiştirilen İngiliz ve ingiliz-çin bahçeleri, ortaçağ merakı, duygunun akılla bağdaşmayacağına inanç.
Bu sonuncu anlayış, özellikle XVIII. yy. ortasından sonra İngiliz resim santının etkisinde kaldı: genellikle romantik resmin tipik dönemlerinden biri olan sanatçı ile doğu arasındaki mistik birlik, suluboya tablolar yapan küçük santçılardan başka, John Constable ve William Turner’in manzara resimlerinde ortaya çıktı.
Aynı dönemde Turner’ın resmi, olağanüstüye, esrarlı unsurlara gösterdiği eğilimle Ingiltere’de yücelik kavramının keşfedilmesiyle ortaya çıkan duygu devrimini yansıtır.
İngilizlerin bu düşünce şekliyle ön romantik G.B. Piranesi arasında yakın benzerlikler vardır.
Ortaçağın ve yüceliğin çekiciliği, çağdaş edebiyatın etkisiyle birleşince İngiltere’de önemli sanatçıların yetişmesine yol açtı.
İsviçre asıllı olan ve İsviçre’de öğrenim gören Johann Heinrich ve öğrencisi William Blake (W. Blake, olağanüstü görüntüleri, gece yarısı temaları, Ortaçağ ve edebiyattan ilham alan sahneleri [Shakespeare, Milton] ile, usa aykırılığın ve içgüdünün yeniden değerlendirilmesine çeşitli ölçülerde katkı yaptı).
Ayrıca Blake, Vestminster manastırına yaptığı resimlerde görüldüğü gibi, gotik mimariyle ilgilenen ilk sanatçılardan biri oldu.
Almanya’da, figüratif sanatların elde ettiği sonuçlar edebiyat ve müzik alanındaki kadar parlak değildir.
Bununla birlikte, Ph. Otto Runge ve Caspar David Friedrich’in manzara resimleri önemlidir.
Bu resimlerde sanatçı ile tabiat arasındaki sıkı bağ, mistik bir doğacılıkta (tabiatın hemen hemen tanrılaştırılması) ortaya çıkar.
Katolikliğin ilk dönemine, gotik ve ortaçağ sanatına geri dönüşten çok farklı mistik bir tutku, nazareni grubuna ilham verdi.
Almanya’yı gotik mimarinin beşiği olarak kabul eden tarihi bir yanılgı, dini ve resmi binalarda, gotik tarzın yeniden canlanmasına yol açtı.
Fransız romantizminin toplumsal ve siyasi olaylarla ilintili orijinal özellikleri vardır.
Fransız resminde romantik temalar.
David okulu çevresinde, Napolyon’un imparatorluk yıllarında, A.L. Girodet-Trioson’un A-tala’nın Cenaze Töreni (Paris, Louvre) adlı eserinde ortaya çıktı.
Gene Ingres, Napolyon’un yatak odası için tam romantik konulu Ossian’ın Uykuşu’nu(Montauban, Ingres müzesi) çizdi.
Restorasyon devrinde Gericault’nun resmi, figürleri bakımından Gros’nun renk duygululuğunu hatırlatır ve XVI. yy. Venedik resmiyle Rubens’in renk anlayışına yer verir.
Romantizmin temaları, tutkulu bir atılım (La Zattera delta Medusa, Paris, Louvre, 1818-1819) ve acılara, ezilmiş halkların mücadelesine karşı duygulu, insancıl bir anlatımla nitelenir.
Delacroix’nın Halka öncülük Eden Hürriyet (Paris, Louvre) adlı tablosuyla yüceltilen 1830 Devrimi, sanatçı ve aydınların toplumsal ve siyasi olaylara katılışını gösteren en büyük örnektir; daha sonra, Delacroix ve başka santçılar değişik konulara yönelmeye başladılar.
Delacroix olağanüstü unsurlarla dolu temaları seçti; Barbizon okulu Fontainebleau ormanının yalnızlığında tabiat ile yakın ilişki kurdu; Datımier yergiye, karikatüre ve bazen de sembole (Don Kişot dizisi) sığındı.
İtalya’da büyük sanatçılar yetişmedi: romantizm yalnız konu seçiminde kendini gösterdi.
Etkili bir tonla anlatılan ortaçağ konulan, yerini mitolojiden alman konulra bıraktı; bu anlamda en büyük sanatçı, aynı zamanda iyi bir portreci olan Francesco Hayez’dir.
XIX. yy.ın ilk yarısında yetişen tek büyük ressam, Piccio lakabıyla anılan Giovanni Carnovali’dir (sanatçının olağanüstü unsurlara yer veren manzara resimleri biraz Delacroix’yı hatırlatır).