Hakkında Bilgi

Hakkında Bilgi,Ansiklopedik Bilgi

Tarih

Truva Şehri

 

Truva Şehri,Truva İÖ 3. ve 2. binyıllarda canlı bir kültür kenti, yerleşik tarım topluluklarını yöneten bir krallığın merkeziydi.

Truva Şehri Tarihi

İÖ 13. yüzyılın sonlanna doğru büyük bir yangın geçirdi. Bu yangının Homeros’un da İlyada’sında anlattığı ünlü Truva Savaşı’nın sonunda çıktığı düşünülmektedir.

Bundan sonra yeniden imar edilen kent İÖ y. 1000 yıllarında terk edildi. İÖ 700 dolaylarında Yunanistan’dan gelen göçmenler Truva’ya yerleşmeye başladılar. Bu yeni yerleşim Ilion adıyla İS 5. yüzyıla değin sürdü. İÖ 6. yüzyıl sonundan başlayarak bölgeye sırasıyla Persler, Büyük İskender, Selevkoslar,

Pergamon Krallığı ve Romalılar egemen oldu.

İÖ 85’te Romalıların yağmaladığı kenti aynı yıl Romalı general Sulla yeniden kurmaya girişti. Augustus ve daha sonraki imparatorlar sağladıkları ayrıcalıklarla kentin gelişmesinde rol oynadılar. İS 330’da Konstantinopolis (İstanbul) başkent ilan edildikten sonra İlion yavaş yavaş geriledi ve unutuldu.

Klasik efsaneler. Yunan ve Latin edebiyatında Truva destanı çok sık yinelendi. Bu

konuda günümüze ulaşmış en eski kaynaklar olan Homeros’un İlyada ve Odysseia’sında başlıca Truva öyküleri yer alıyordu.

İlyada’da ayrıntılarıyla bulunmayan bazı öyküler de Kypria (Kıbrıs Destanı), Aithiopis, Küçük İlyada ve İlion’un Yağmalanması gibi bugüne ulaşmamış çevrimsel şiirlere konu oldu. Daha sonra her tema Yunan tiyatrosunda da işlendi. Roma’nın kökeninin Aineias yoluyla Truva’ya bağlanması Romalıların da Truva’ya ilgi duymasına yol açtı.

Vergilius’un Aeneis destanı Truva’nın yağmalanmasını konu alan en ünlü öykülerdendi. Ayrıca Diktys Kretensis ve Dares’in (Phrygialı) yazdıkları kitaplar da bu konuya eğiliyordu.

Yunanlılar aşağı yukarı “Truvalılar” karşılığı olarak Teukroi ve Dardanoi adlarını kullandılar. Bir söylenceye göre Skamandros (Kara Menderes) Çayının oğlu olan Teukros, Truva’nın ilk kralıdır.

Zeus’la Pleiadlardan biri olan Elektra’nın oğlu Dardanos da Teukros’un damadı ve ardılıdır. Dardanos’un oğlu Erikhthonios ise Truva halkına adını veren Tros’un babasıdır.

Tros’un üç oğlu olur: İlos, Assarakos ve Ganymedes. Bunlardan İlos İlion’u kurar. Onun oğlu Laomedon kral olunca kentin surlarını yaptırmaya başlar ve Tanrı Apollon’la Poseidon’dan yardım görür.

Ama surlar bitince tanrılara emeklerinin karşılığını vermez. Bunun üzerine Poseidon bir deniz canavarını Truva’nın başına bela eder. Herakles Laomedon’un kızı Hesione’ yi bu canavarın elinden kurtarır, ama Laomedon bu kez de sözünde durmayarak, vaat ettiği atlan Herakles’e vermez.

Herakles de arkadaşlanyla birlikte Truva’yı yağmalayarak Laomedon’la oğullarını öldürür. Bu arada Hesione kurtarmalık ödeyerek en küçük kardeşi Priamos’u ölümden kurtarır.

Priamos güçlü ve zengin bir kral olur. Oğlu Paris, Kavga Tannçası Eris’in “en güzele” gitmesi için attığı altın elmanın Aphrodite, Hera ve Athena’dan hangisine verileceğini kararlaştırmakla görevlendirilir. Aphrodite Paris’e dünyanın en güzel kadınını vaat eder, Paris de altın elmayı ona verir. Daha sonra gittiği Yunanistan’da Sparta kralı Menelaos’un çok güzel bir kadın olan karısı Helena’yı görünce âşık olur ve onu kendi ülkesine kaçırır.

Yunanlılar Helena’yı geri almak için Menelaos’un kardeşi, Argos ve Mykenai kralı Agamemnon’un komutasında büyük bir ordu hazırlarlar ve Truva önlerine gelerek kenti kuşatırlar. Ama Truvalılar Helena’yı geri vermezler; Anadolu ve Trakya’daki

müttefiklerinin de desteğiyle kuşatmaya 10 yıl direnirler. Bu savaşta tanrılar da taraf tutar. Hera, Athena ve Poseidon Yunanlıların, Aphrodite (Troy ah Ankhises’ten olma oğlu Aineias nedeniyle), Apollon ve Ares ise Truvalıların yanında yer alır.

Kuşatmanın 10. yılını ele alan İlyada Agememnon’la en iyi Yunanlı savaşçı Akhilleus arasındaki çekişmeyi, Akhilleus’un arkadaşı Patroklos’la Priamos’un oğlu Hektor’un ölümlerini anlatır.

Hektor’un ölümünden sonra Truvalılar iki müttefik daha kazanırlar. Bunlar Amazon kraliçesi Penthesileia ve Şafak Tanrıçası Eos’un oğlu Etiyopya kralı Memnon’dur. Akhilleus bu iki müttefiki, Paris de Akhilleus’u öldürür.

Yunanlılar Truva’yı ele geçirip savaşı kazanamayınca hileye başvururlar. Epeios Athena’nın yardımıyla büyük bir tahta at yapar. Bir miktar Yunanlı savaşçı bunun içine saklanır. Geri kalanlar kuşatmadan vazgeçip geri dönüyormuş gibi yaparak yakındaki Tenedos’a (Bozcaada) çekilirler.

Truvalılar Priamos’un kızı Kassandra’nın uyarılarını dinlemeyerek tahta atı Athena’ya sunmak üzere Truva surlarından içeriye alırlar. Atın içindeki savaşçılar gece geri dönen Yunanlılara kentin kapılarını açarlar. Yunanlılar kenti yağmalar, Priamos’la oğullarını öldürür, Truvalı kadınları köle olarak Yunanistan’a götürürler. Savaştan sağ kurtulan Truvalılardan Aineias’ın soyundan gelenler Truva’nın yeni yöneticileri olur. Daha sonraki öykülerde bunların İtalya’ya giderek Roma’yı kurdukları anlatılmıştır.

Ortaçağ efsaneleri. Homeros’u doğrudan okumayan ortaçağ yazarları, kahramanlık ve aşk öyküleri için zengin bir kaynak, saray ve şövalye ülküleri için uygun bir çerçeve ve başta Fransız ve Ingilizler olmak üzere birçok Avrupa halkının kökeni için iyi bir açıklama olarak gördükleri Truva öyküsünden çok yararlandılar.

Ortaçağdaki Truva öykülerinin başlıca kaynağı, Diktys Kretensis ve Dares’in savaşı anlatan uydurma yazılarıydı. Dares Truva Savaşı’nda Truvalıların yanını tuttuğu sahte tarih yapıtıyla Batı’da çok etkili oldu. Bazı Avrupa halklarının Truvalılarla aynı soydan geldiği yolundaki öyküler de ilgi gördü.

Dares’in yazdıkları Joseph of Exeter, Albert of Stade, Jean de Flixecourt, Joffroi of Waterford ve Servais Copale gibi yazarların yapıtlarına kaynaklık etti. Truva efsanesini ele alan en önemli yapıt, Benoit de Sainte-Maure’un Roman de Vode’uydu (1154-60; Truva Romansı).

Bu uzun şiir Truva’nın Herakles ve İason tarafından ilk kez yıkılışını, Priamos tarafından yeniden yapılışını, Paris’in Helena’yı kaçırışını, Truva kuşatmasını, savaşları ve sonuçlarını anlatıyordu. Helena’yla Paris, Akhilleus’la Polyksene, Troilos’la Briseida’nın (Kressida) aşklarını ayrıntılı bir biçimde ele alıyordu.

Daha sonraki ortaçağ yazarları Roman de Troie’dan yararlanarak birçok yapıt verdiler. Sicilyalı bir yargıç olan Guido delle Colonne 1287’de tamamladığı Latince Historia destructions Troiae (Truva’nın Yıkılışının Öyküsü) adlı yapıtıyla ün kazandı. Önceleri özgün olduğu sanılan bu yapıtın, sonradan Roman de Troie’un kısaltılmış biçimi olduğu anlaşıldı.

Truva efsanesinin 15. yüzyılda Burgonya sarayında çok sevildiği, buradaki düklük kitaplığında bulunan 17 ayrı el yazmasından anlaşılmaktadır. Raoul Le Fèvre’in Guido’ ya dayanarak yazdığı Recueil des histoires de Troye’un (1464; Truva Öyküleri Derlemesi) bir kopyası, William Caxton tarafından The Recuyell of the Histories of Troye (Truva Öyküleri Derlemesi) adıyla İngilizceye çevrildi ve basılan ilk İngilizce kitap oldu. Aynı yapıt İspanyol, İtalyan, Danimarka, Hollanda, İsveç, İzlanda ve Çek dillerine de çevrildi. Truva söylencesinin yaygınlığını gösteren bir başka kanıt da, başta Fransız edebiyatı olmak üzere ortaçağ edebiyatında TruvaSavaşı’nın ve başlıca kahramanlarının çok sık ele alınmasıdır. Ortaçağ el yazmalarındaki resimlerde ve halılarda da Truva temaları görülür.

Binlerce yıl edebiyatta ve bazı ülkelerin tarih geleneğinde varlığını sürdüren inançlardan biri de, Truva Savaşı’ndan sağ kurtulan kahramanların birçok Batı ulusunun kurucusu olduğuydu. Yaklaşık 7. yüzyıl ortalannda Frank tarihçi Fredegarius kentin yıkılışından sonra bir grup Truvalının, kralları Francio önderliğinde Ren ve Tuna ırmaklarıyla deniz arasındaki bölgeye yerleştiğini anlatır. Frankların Truva kökenli olduğunu ileri süren ilk örnek budur. Daha sonra da çeşitli tarihçi, soybilimci ve övgü yazarı bu görüşü yineledi. 16. yüzyılda da varlığını sürdüren bu mitos Jean Lemaire de Belges’in İllustrations de Gaule et singularités de Troie (1510-13; Galya’nın Betimlenmesi ve Truva’nın Benzersiz Yönleri) adlı yapıtına ve Ronsard’ın ulusal destanı La Franciade’a (1572) kaynaklık etti.

İngiltere’de de 9. yüzyıldan önce benzer bir inanç vardı. Buna göre Roma’nın efsanevi kurucusu Aineias’ın torunu Brutus, İngiliz ulusunun ve Troia Nova (Yeni Truva, Londra) kentinin de kurucusuydu. Wace’in Roman de Brut (1155; Brutus’un Romansı) yapıtıyla süren bu inanış, Shakespeare dönemine değin geçerli olmuştur.

Arkeolojik kazılar. Bir zamanlar deniz kıyısında yer aldığı anlaşılan Hisarlık’ın Truva olduğu ilk kez 1822’de Charles Maclaren tarafından ortaya atıldı. Deneme niteliğindeki ilk kazı 1865’te ABD konsolosu Frans Calvert tarafından yapılmıştır. Calvert 1868’de Hisarlık’ı Heinrich Schliemann’a tanıtmış, o da burasının

Truva olduğunu kanıtlamak için kazılara başlamıştır. Truva’da 1938’e değin değişik ekiplerce 16 dönem kazı yapılmıştır. 1871-73 ve 1878-79’daki ilk beş kazıyı gerçekleştiren Schliemann 1882’den sonra iki kazı daha yapmış, elde ettiği bilgileri Trojanische Altertümer (1874; Truva’nın Eski Yapıtları), Troja und seine Ruinen (1875; Truva ve Kalıntıları) ve Troja (1884) adlı kitaplarında toplamıştır. 1893-94’teki kazıları Wilhelm Dörpfeld yönetmiş ve sonuçlarını Troja und llion (1902) adlı kitabında yayımlamıştır. 1932-38 arasında Cincinnati Üniversitesi adına Cari W. Blegen başkanlığındaki bir ekip yedi dönem kazı çalışmaları yürütmüş, bunların sonuçları da Troy: Excavations Conducted by the University of Cincinnati 1932-38 (1950-58, 4 cilt; Truva: Cincinnati Üniversitesi’nce Yürütülen Kazılar, 1932-38) adlı kitapta toplanmıştır.

1987’de Hisarlık’ta arkeolojik araştırmalar yeniden başlatılmıştır. Türk, Amerikalı ve Alman bilim adamlarının danışmanlığında ve Manfred Korfmann başkanlığındaki bir ekip tarafından gerçekleştirilmekte olan bu yeni dönem çalışmalar kazıdan çok, önceki dönemlerde ortaya çıkartılmış mimari kalıntıların temizlik ve restorasyonuna yöneliktir. Eski kazı dönemlerinde saptanmış verilerin doğruluğunun, yeni bilimsel yöntemlerle denetlenmesi de amaçlanmaktadır.

Kazılar sonucunda Truva’da üst üste kurulmuş, yedi ayrı kültürü temsil eden dört mimari katın oluşturduğu dokuz yerleşme

saptanmıştır. Bunların tarihlenmesinde Dörpfeld’den beri çeşitli uzmanların kabulleri arasında bazı küçük farklar vardır. Korfmann’a göre 10 kattan oluşanTruva I, İÖ y. 3000-y. 2500; yedi kattan oluşan Truva II, İÖ y. 2500-y. 2300; sırasıyla dört, beş ve üç kattan oluşan Truva III, IV ve V, İÖ y. 2300-y. 1700; sekiz kattan oluşan Truva VI, İÖ y. 1700:y. 1250; iki kattan oluşan Truva VII, İÖ y. 1250-y. 1000 arasına; 300-400 yıllık bir aradan sonra onları izleyen Truva VIII, İÖ 8. yy-85 ve Truva IX da İÖ 85-İS 5. yüzyıl arasına tarihlenmektedir.

Bu yerleşmelerden Truva I-V İlk Tunç Çağı, Truva VI Orta ve Son Tunç çağlan, Truva VII Demir Çağı, Troya VIII Geometrik üslupla Arkaik ve Klasik dönemler, Troya IX da Helenistik Dönemle Roma Dönemi içinde yer almaktadır.

Truva’daki en görkemli mimarlık kalıntılan Tunç Çağına ait surlarla megaron tipi yapılardır. Truva kurulduğu ilk yıllardan beri surlarla çevrilegelmiştir. İlk Tunç Çağında rampalı ve kuleli girişleri bulunan Truva surları, Orta Tunç Çağında düzgün taşlarla örülmüş, belirli aralıklardaki büyük burçlarla sağlamlaştırmıştır.

Taş temel üstüne kerpiçten duvarlarla oluşturulmuş megaronlar, dikdörtgen planlı, kısa kenarlarında girişleri bulunan tek mekanlı yapılardır. Bir görüşe göre megaronların üstü üçgen alınlıklı beşik çatılarla örtülmüştür.Yunan tapınağının prototipi olan bu yapıların içinde çatıyı taşımak için ahşap sütunlar kullanılmıştır. Ortalarında, aydınlanmak ve ısınmak için kullanılmış ocakların yerleri bulunmuştur.

Zaman zaman yabancı kökenli örnekler de içeren Truva çanak çömlek sanatı, genelinde kendine özgüdür. En ilginç çanak çömlek örnekleri Truva II’de görülmeye başlayan çift kulplu, uzun gövdeli iri bardaklarla boyunları, bazen de gövdeleri insan yüzü biçiminde süslenmiş kaplardır. Küçük buluntu bakımından da çok zengin olan Truva’da ayrıca (çoğu H. Schliemann’ın kazılarında) 17 ayrı hazine bulunmuştur. Schliemann’ın Homeros’un İlyada’da anlattığı Truva kralı Priamos’a ait olduğuna inandığı bu hâzinelerin, daha sonraki Amerikan kazılannda elde edilen bilgilerle Truva II’ nin son dönemlerinden kaldığı, Priamos’un egemenlik döneminin izlerini ise Truva VII b katının barındırdığı anlaşılmıştır. İÖ 2300-2100 arasından kalan hâzinelerde ise madenden yapılmış silah, alet, takı ve kaplar göze çarpar. Altın, gümüş ya da elektrondan yapılmış bazı eşyanın benzerlerine Poliokhni, Alaca Höyük, Eskiyapar ve Güney Mezopotamya’da Ur kral mezarlarında rastlanmıştır. Schliemann’ın bulup Almanya’ya kaçırdığı hâzinelerden Berlin Müzesi’nde olanlar II. Dünya Savaşı sırasında kaybolmuştur. Amerikan kazılannda ele geçenler ise halen İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde saklanmaktadır.

Ele geçirilen çok miktardaki maden eşya, Truva halkının yaşamlarını tarım ve hayvancılığın yanı sıra ticaretle de sürdürmüş olduğunu göstermiştir. Tunç yapımında Anadolu’da doğal olarak bulunmayan kalay madeninin kullanılmış olması ve Truva’nın coğrafi konumu da bu görüşü destekler niteliktedir.

Bir yanıt yazın